Ama konuya dönecek olursak, soyleyecegim şey şudur;
İnsanlar yaşarkrn ve tabiatı anlamaya çalışırken bilinçli* şekilde davranırlar.
Ama buradaki bilinçli davranış ya da düşünüş, her zaman dört başı marur ve tepeden tırnağa mükemmel bir paradigma içinde yaşadiklari ve buna göre kanaatler üretikleri anlamına gelmez.(Herseyden öte bunun tarihsel sartlanmisliklari vardır)
Buradaki bilinç vurgusu, aslen bilginin belli bir toplamını ifade eder.
Yani bir bilgi kümesi vardır ve bu kümeye ait alt kümeler arasinda her zaman mutlak ve kusursuz fonksiyonlar tanımlanmamış olabilir. Bazı alt kümeler sistemden tümüyle yalıtık, belki birgün bir yerde işe yarar mantığı ile de taşınabilir vs vs..
Hüküm, bilgi, kanaat, episte, doksa vs vs..
Sonuçta birileri birşey üretiyor ve üretilen bu şey hayatta kakmaya ve pratige ait faydalar, kazanımlar sağlıyor.
Ayrıca birikiyor.
İşte birileri buna bilgi diyor.
Bir başkası çıkıyor, hayır o bilgi değildir, ancak kanaat/zan olabilir çünkü gerçek* bilgi şu demektir (kesin, mutlak, öz vs) diyor (bazısı da zaten bilgi diye birşey yoktur iddiasında bulunuyor)
İsteyen istediğine istediği ismi verebilir elbette.
Ama benim açımdan ayırt edici olan nokta şu ki, ben bugün, ürettiğim ve adına bilgi dedigim şeyin izafiligini daha en başından kabul ediyorum zaten. (Bilgi teorisi =yansıma teorisi)
Bilginin doğruluğunun hakikat kıstası olarak ise pratiği koyuyorum (yoksa neden milyar dolarlık hadron?)
Ama pratik dediğimiz şeyin de ait olunan zaman diliminin bilim ve teknolojisi vs tarafından sınırlandırılmış olabileceği gerçeğiyle, bilginin doğruluk kriterinin pratik olması ilkesinin bile izafi olduğunu söylüyorum.
Yani ben derken, benim de katıldığım Marksist felsefenin bilginin izafiligine bakisi budur.
Peki bu izafilik ya da mutlaklik ya da bilinemezlik/imkansızlık (artık ne derseniz deyin) sıfatlarının mutluluk ile bir ilgisi var mıdır?
Biliyorum,/bilmiyorum/ ya da bilinemez demek ile kişisel mutluluk arayışının ilişkisi nereden gelmektedir?
İşte bu, Pyyron'un, zaten ömrü boyunca ağırlıklı olarak üzerinde çalıştığı etik/ahlak alanlarinda kendince salık verdigi bir mutluluk formülüdur hepi topu.
Bilemezsin ve asla bilemeyeceksin, buna rağmen bilme iddiası ile sonuçlar elde ettikçe ve hükümler verdikçe vs. bu sana mutluluk getirmeyecektir demiştir.
Buna inanan ve kendi mutluluğunu boyle bir ilkede görenler için ne denebilir ki?
Eğer bu şekilde mutlu olabiliyorlarsa olsunlar elbette.
Ama insan zihninin, psikolojisinin karmaşık yapısı göz önüne alındığında, burada söylenecek en son söz, mutluluğun ancak ve yalnızca böyle elde edilebileceği olabilir.
En azından benim bilgi ya da zan ile ilişkim bu kadar duygusal değil.
Bilmek, bilmemek, bilemeyecek olmak gibi vaazlara mutlak bir mutluluk ya da istırap kaynağı olarak bakmıyorum, görmüyorum.
Mesela bir Felsefe sözlüğüne göz attıgimda karsima çıkan yüzlerce farklı görüş, akim, ya da doktrinin varlığı, hiclikten varlığa uyanmış bir bilincin post-olus sendromunu yansıtıyor bana ve kimi başarılı, kimi daha az başarılı olsun, insanin sadece bu arayışı bile mutluluk verici olabiliyor benim için.
Kaldı ki, bizim bugün anlamlı düzeyde sınıflandırmis olduğumuz bilgi sahası, ikibin yıl önce böyle değildi.
Matematik emekleme dönemindeydi, ruh ve tanrı kavramları ilkel fizik ya da kimya ile iç iceydi, bugünkü manası ile neyin bilim neyin felsefe olduğu bile belli değildi.
Şimdi antik şüphecileri düşünelim..
Bir yanda, o dönemin akademia'sina hakim olan ve Paytagorasin'un aslında oldukca degerli olan matematik ve astronomi çalışmalarını deyim yerindeyse manyakca tahrif eden, içine her türlü sembolizmin, batıl inancın vs.nin girdiği Platoncu mistisizm ve soyut sayılar teoremleri vs vs ile doluyken, diğer yanda tabiatla ilgilenen filozofların aynı konularda bile farklı ve birbiri ile çelişik görünen sonuçlara ulaşmaları (hava, şu, ateş, atomlar, sabıt evren, değişken evren, değişim, atalet vs) bunları fiziki olarak ispatlayabilecek ya da reddedebilicek modern labaratuvar ve deney setlerinin bulunmaması, ilaveten bugün için bilimin konusu olmayan, ama o gün için total bilme faaliyeti içinde kendisine cevap arayan tanrı, ruh, kaç adet tanri, ruh nedir, ölümlü müdür, ölümsüz müdür, ölümden sonra hayat var mıdır yok müdür vs gibi, ispatı ya da reddi fiziki olarak mümkün olmayan kategorilerin varlığı, varlığa ait oldukça çelişkili, ancak bir yandan da eşit doğruluk potansiyelli varsayımları mümkün kılıyordu.
Ben, en azından Pyyron ve onun öğrencisi Tilmizli Timon'a bu bağlamda tarihsel bir haklılık verdiğimi, mevcut şartlar itibarıyla bilgiye yönelik genel geçer bir imkansızlık durumu iddiasının anlayışla ve anlaşılabilir karşılaşabileceğini ifade ediyorum.
Ve nihayetinde, istediğiniz kadar düşünün, bu konularda mutlak bir sonuç elde etmeniz mümkün değildir, bu da sizi ister olüm korkusu ile, ister tanrı meselesi ile, ya da isterse evrenin yapısı ile ilgili olsun, hayal kirikligina uğratacak ve mutsuz edecektir demiş, mutluluğa giden yol olarak da sükunet, temkinlilik ve hükümsüzluk benzeri tavırları salık vermiştir.
Sonraki takipçileri ise, supheciligi geliştirirken, septik olmayan herşey dogmatiktir noktasına kadar gelmiştir.
Yani konu burada ikiye ayrılır.
Bilgi ve şüphecilihin mahiyeti.
Bu mahiyetin mutluluk ile olan ilişkisi.
(Mesaj çok uzun olmuş, kusura bakmayın)