Newton’dan sonra iki yüzyıl boyunca bilimde egemen olan mekanist teorilere ilk ciddi meydan okuma biyoloji alanında Charles Darwin’in devrimci keşifleriyle geldi. Darwin’in evrim teorisi, yaşamın, Tanrısal müdahaleye gerek olmaksızın doğa yasaları temelinde başlayabileceğini ve gelişebileceğini gösterdi. 19. yüzyılın sonunda, termodinamiğin ikinci yasasında Ludwig Boltzmann tarafından “zaman oku” fikri ileri sürülmüştü. Bu çarpıcı imge, zamanı artık sonu gelmez bir döngü olarak değil, tek bir doğrultuda ilerleyen bir ok olarak resmeder. Bu teoriler, zamanın gerçek olduğunu ve ihtiyar Herakleitos’un çok önceden gördüğü gibi, evrenin sürekli bir değişim sürecinde olduğunu kabul ederler.
Darwin’in çığır açıcı çalışmasından neredeyse yarım yüzyıl önce, Hegel, yalnızca Darwin’inkileri değil, modern bilimin birçok başka keşfini de önceden tahmin etmişti. Hüküm süren Newton mekaniğinin kabullerine cesaretle meydan okuyan Hegel, çelişki aracılığıyla gerçekleşen değişime ve süreçlere dayandırdığı dinamik bir dünya fikri geliştirmişti. Herakleitos’un parlak öngörüleri Hegel tarafından inceden inceye işlenmiş bir diyalektik düşünme sistemine dönüştürüldü. Hegel daha ciddi bir biçimde ele alınmış olsaydı, hiç şüphe yok ki bilim süreci bugüne kadar olduğundan çok daha hızlı ilerlerdi. Einstein’ın büyüklüğü, bu soyutlamaların ötesine geçmesi ve onların göreli karakterini açığa çıkarmasındaydı. Ne var ki zamanın göreli bir tarzda ele alınışı yeni değildi. Hegel tarafından baştan aşağıya tahlil edilmişti. Tinin Görüngübilimi adlı erken bir çalışmasında, Hegel, “burada” ve “şimdi” gibi sözcüklerin göreli içeriğini izah eder. Çok basit ve apaçık görünen bu düşüncelerin, oldukça karmaşık ve çelişkili olduğu ortaya çıkar.
Şimdi nedir sorusunu örneğin şöyle yanıtlayalım: Şimdi gecedir. Bu duyusal kesinliğin gerçekliğini sınamak için, tek yapmamız gereken basit bir deneydir: Bu gerçekliği bir yere yazalım. Gerçeklik, bir yerlere yazılmakla bir şey yitirmez, tıpkı onu saklamamızla bir şey yitirmeyeceği gibi. Eğer şimdi, bu öğle vakti, yine o yazılı gerçekliğe bakarsak, onun bayatladığını ve eskidiğini söylememiz gerekecektir.[3] Hegel’i (ya da Engels’i) bir kenara bırakmak zor değildir, çünkü bilim üzerine yazdıkları, kaçınılmaz olarak o günkü bilimin gerçek durumuyla sınırlıydı. Ancak dikkate değer olan şey, Hegel’in bilim üzerine görüşlerinin gerçekte nasıl geliştiğidir. Kaostan Düzene adlı kitaplarında Prigogine ve Stengers, Newton’un fikirlerinin evrensel bir dokunulmazlığa sahip olduğu bir dönemde Hegel’in klasik Newton fiziğinin mekanik yöntemlerini reddettiğine işaret ederler. Hegelci doğa felsefesi, Newtoncu bilim tarafından reddedilen her şeyi sistematik olarak bir araya getirir. Bu felsefe, özellikle, mekanik tarafından tanımlanan basit davranışlar ile canlı varlıklar gibi çok daha karmaşık varlıkların davranışları arasındaki nitel farka dayanır. Farklılıkların yalnızca görünüşte olduğunu ve doğanın temelde homojen ve basit olduğunu savunan düşünceyi reddederek, bu düzeyleri birbirine indirgeme olanağını reddeder. Bir hiyerarşinin varlığını, her düzeyin bir öncekini ön varsaydığını iddia eder.[4]
Hegel, Newton mekaniğinin sözümona mutlak gerçekleri hakkında alaycı bir üslup kullanır. Onun zamanındaki bilimin sınırları kendisine etraflıca geliştirilmiş bir alternatif ortaya koyma fırsatı sunmamış olsa da, 18. yüzyılın mekanist yaklaşımını baştan aşağıya eleştirel bir değerlendirmeye tâbi tutan ilk insan odur. Hegel’e göre, her sonlu şey dolaylı bir ilişki içindedir, yani başka bir şeye göredir. Dahası bu ilişki yalnızca biçimsel bir yan yana oluş değil, canlı bir süreçtir: Her şey, kendisi dışındaki diğer her şey tarafından sınırlanmış, koşullanmış ve belirlenmiştir. Böylece, neden ve sonuç ancak yalıtık ilişkiler (klasik mekanikte de gördüğümüz gibi) açısından geçerlidir, fakat eğer bu şeyleri birer süreç olarak, içinde her şeyin evrensel karşılıklı ilişkinin ve etkileşimin sonucu olduğu süreçler olarak ele alırsak, neden ve sonuç geçerli değildir.
Zaman, maddenin varoluş biçimidir. Matematik de, biçimsel mantık da, zamanla gerçekte ilgilenemezler, onu ancak bir nicel ilişki olarak ele alırlar. Gerçekliği kavramak için nicel ilişkilerin öneminden şüphe duyulamaz, çünkü her sonlu şeye nicel bir bakış açısıyla yaklaşılabilir. Nicel ilişkilerin kavranışı olmaksızın bilim imkânsız olurdu. Ama özünde bu nicel ilişkiler, yaşamın ve hareketin karmaşıklığını, tedrici, düzgün gelişmelerin bir anda kaotik dönüşümlere yol açtığı sonu gelmez değişim süreçlerini yeterince dile getiremezler.
Salt nicel ilişkiler, Hegel’in terminolojisini kullanırsak, doğanın gerçek süreçlerini “yalnızca eli kolu bağlanmış, felce uğratılmış bir biçimde” temsil ederler.[5] Evren, kendini oluşturan ve kendi içinde yaşamı barındıran, kendinden hareketli sonsuz bir bütündür. Hareket, hem olumluyu hem de olumsuzu içeren çelişik bir olgudur. Bu, diyalektiğin temel önermelerinden biridir ve şeylerin gerçek doğasına klasik matematiğin aksiyomlarından çok daha yakındır. Tamamen boş bir uzayı tasarlamak ancak klasik geometride mümkündür. Bu da kuşkusuz önemli bir rol oynayan bir başka matematiksel soyutlamadır, ama gerçekliği ancak yaklaşık olarak temsil edebilir. Geometri esasen farklı uzamsal büyüklükleri karşılaştırır. Kant’ın inandığının aksine, matematiğin soyutlamaları “a priori” ve doğuştan gelen şeyler değil, maddi dünyanın gözlemlenmesinden çıkarılan şeylerdir. Hegel, Yunanlıların doğanın salt nicel betimlenişinin taşıdığı sınırlılıkları kavradıklarını gösterir ve şu yorumu yapar: Onlar, günümüzde düşüncenin belirlenimlerinin yerine sayıyı ve sayıların belirlenimlerini (sayıların kuvvetleri gibi), yanına da sonsuz büyüğü ve bir bölü sonsuz demek olan sonsuz küçüğü ve çoğunlukla soysuzlaşmış bir matematik biçimciliği olan diğer benzer belirlenimleri koyarak, bu çelimsiz çocukluğa geri dönüşü, övgüye değer bir şey, ve hatta dört başı mamur ve derin bir şey olarak kabul eden kimilerine göre düşüncede ne kadar da ileri gitmişlerdir.[6]
Bu satırlar, bugünkü duruma, yazıldıkları zamandan çok daha fazla denk düşmektedir. Bazı kozmologların ve matematikçilerin gözlenmiş olgular temelinde bunların doğruluğunu ispatlamaya dönük en küçük bir girişimde bulunmaksızın evrenin doğası hakkındaki en akıl almaz iddialarda bulunmaları ve ardından nihai otorite olarak kendi denklemlerinin basitliğine ve sözümona güzelliğine başvurmaları gerçekten de akıl alır gibi değil. Matematik kültü, “her şeyin Sayı olduğunu” düşünen Pythagoras’tan beri hiçbir zaman bugünkü kadar büyük olmamıştır. Ve tıpkı Pythagoras’ta olduğu gibi, bugün de benzer mistik imalar söz konusudur.
Matematik, sayılar dışında her türlü nitel saptamayı bir tarafa bırakır. Gerçek içeriği gözardı eder ve kendi kurallarını şeylere dışsal bir biçimde uygular. Bu soyutlamaların hiçbiri gerçek bir varoluşa sahip değildir. Yalnızca maddi dünya vardır. Bu gerçek sıklıkla gözden kaçırılıyor ve bu da felâket getirici sonuçlara yol açıyor.
ali k -- 05.12.2011 - 03:44
Hegel, Newton mekaniğinin sözümona mutlak gerçekleri hakkında alaycı bir üslup kullanır. Onun zamanındaki bilimin sınırları kendisine etraflıca geliştirilmiş bir alternatif ortaya koyma fırsatı sunmamış olsa da, 18. yüzyılın mekanist yaklaşımını baştan aşağıya eleştirel bir değerlendirmeye tâbi tutan ilk insan odur. Hegel’e göre, her sonlu şey dolaylı bir ilişki içindedir, yani başka bir şeye göredir. Dahası bu ilişki yalnızca biçimsel bir yan yana oluş değil, canlı bir süreçtir: Her şey, kendisi dışındaki diğer her şey tarafından sınırlanmış, koşullanmış ve belirlenmiştir. Böylece, neden ve sonuç ancak yalıtık ilişkiler (klasik mekanikte de gördüğümüz gibi) açısından geçerlidir, fakat eğer bu şeyleri birer süreç olarak, içinde her şeyin evrensel karşılıklı ilişkinin ve etkileşimin sonucu olduğu süreçler olarak ele alırsak, neden ve sonuç geçerli değildir.
klasik fizik ARİSTO MANTALİTESİNE dayanıyor diyebilirmiyiz?
xenix -- 05.12.2011 - 16:11
"klasik fizik ARİSTO MANTALİTESİNE dayanıyor diyebilirmiyiz?"
ali k -- 06.12.2011 - 01:07
Hegeldede neden -sonuç ilişkisi var..Aşkın bir belirleme neden değilmi?
tabiatta yabancılaşıp insanda kendini açması belirleyici değilmi?
nedensellik nasıl yok?
xenix -- 06.12.2011 - 05:37
20. yüzyıla kadar nedensellik elbette var. Kuantum teorisinden sonra nedensellikten ziyade olasılık yoğunluğu olduğu anlaşıldı. Yani evrende hiç bir şey kesin değildir. Kesin olmayan şeylerin neden ve sonuç ilişkisi de farklılaşıyor elbette.
xenix: Takiplerim
ali k -- 06.12.2011 - 05:46
gece -gündüz,
insanın bebekliği-gençliği-ihtiyarlaması
her türün kendine has özellikleri...v.s.kesin değilmi?
xenix -- 06.12.2011 - 06:04
Değildir. Sadece yüksek olasılıklı durumlardır.
xenix: Takiplerim
gamaro -- 06.12.2011 - 06:40
Belirsizlik yanlış bir tercüme değil mi? Doğrusu "kesinsizlik" değil mi?
Ve ayrıca, eğer bir çan eğrisi oluşturursak "kesinsizlik" dağılımı da belli bir istatistiki düzenlilik içer miyor mu?
Ama zihin bu...
Konuyu elektronun "hür iradesine" getirenler bile çıkmış sanırım, okuduğum kadarıyla:))
ali k -- 07.12.2011 - 01:28
yani size göre;
doğadaki her türlü varlık biyolojik-kimyevi-anatomik olarak belirsizmi?
ezeli-ebedi doğa ve insan fikri mi sizi bu duruma itiyor...
yani devinimin bir gün aniden kesileceği fikriyatı..
yoksa evrimmi?
xenix -- 07.12.2011 - 15:52
Her şey belirsiz. Fakat her şey aynı zamanda bir çok şeyin ortalaması, istatiksel sonuçları. Hiç bir şey kesin değil evet. Fakat büyük olasılıkla olacak aynı zamanda.
Daha açık nasıl anlatabilirim. Mesela bir tenis topunu duvara yeterince sayıda atarsanız bir gün mutlaka duvarın içinden geçecektir. Bu olasılık dahilindedir. Belki ilk attığınızda da geçebilir. Siz mucize oldu sanırsınız.
xenix: Takiplerim
ali k -- 08.12.2011 - 01:40
yani şunu anladım ,nedensellik var ama mutlak değil,tabiatın sürgit işleyişi içinde olasılıkları hesaba katmak gerekir....
yürümek için ayağa kalkmak zorundayım,mevcut tabi dengeler içinde bu eylemi yaparım..ani sarsıntılar olabilir...ama yine bu dengeler içindedir...
senin bu dediklerin ahlakı lağveder...
sartrenin ifadesiyle gökyüzünde kimsenin olmadığında,bir haberin olmadığına inanıldığında amaçsız bir dünya ortaya çıkar...
ha,birde şu var ,salt neden Allahsa,ki öyledir,tabiat yasalarındaki insicam zaten bu nedenledir...
tabiat hissiz ve leş yığını olamaz...
ben ahlaki ve onurlu davranmak zorundayım
neden?
gamaro -- 08.12.2011 - 03:18
"sartrenin ifadesiyle gökyüzünde kimsenin olmadığında,bir haberin olmadığına inanıldığında amaçsız bir dünya ortaya çıkar..."
Sartre bunu nerde demiş? (ben hatırlayamadım)
Sartre ateist varoluşçuluğun temsilcisidir ve eserlerinin çoğunda varoluşçuluğu marksist felsefenin yardımıyla ispatlamaya kalkışmak gibi enteresan* huyları vardır.
Ali k nın da allahı (ve hatta teolojik ahlakı) marksizmle ispatlamaya çalışma gibi huyları var maşallah.
Evet evet...
Çünkü ne demişti Sartre; gökyüzünde birisi olur da tomurcuk vaad ederse o zaman amaçlı bir dünya olar:)
ali k -- 08.12.2011 - 03:47
bu ALİ Şeriatinin bir kitabında geçen bir cümle,
BİR BAKAYIM HANGİ KİTABINDA ....
gamaro -- 08.12.2011 - 04:20
Ahlaki ve onurlu davranmak zorundasın demek...
Demiştim ya bi ara; Hani bazen aklımıza eser de Kırmızı Başlıklı Kız masalındaki kötü kurt'u moleküler biyolojiyik olarak incelerken Trabzon Avni Aker Stadyumuna canlı bağlanıp dakika ve skor alırız ya...
İşte bu onur* kategorisidir felsefenin, tabiat yasalarındaki insicam ile salt eden allahın ki öyledir.
Böyle bişi.
ali k -- 08.12.2011 - 05:08
bilgi edinme yolları konusunda ,önemli filozof ve bilim adamlarının,din adamlarının arasını bu kadar ayırtetmen bana garip geliyor..
filozof ve bilim adamını-ideoloğu,hayatın dökümlerinin-oluşumunun dışında kendinden menkul bir akıl ve tecrübeye sahip oldukları iddia edemezsin..
varlık akümülasyonu ve bilgi edinme birbirinden ayrılamaz...
kaldıki,sokrat-platon-einstein-sartre-v.s.v.s...risaletin sunduğu ana içeriği sorunsallaştırıyorlar...
sen risalet üzerine yoğunlaş...
zaman-mekan-mevcut-vücut-varoluş-bilgi edinme-tabiat-enerji-evren-ruh-tarihsel dönem-sınıf-ulus-halk-nevi beşer
bu konulardır risaletin ana gövdesi..
filozof ve din adamınında...
gamaro -- 08.12.2011 - 05:48
İçelim güzelleşelim gibi bişi yani..
İyiyimiş.
Ekmek şarap sen ve ben:)
gamaro -- 08.12.2011 - 14:53
Ya kardeşim, ben bunca yıldır böyle şey görmedim yahu.
Müslüman* (bakın özellikle müslüman dedim) tu kaka gözüyle bakar felsefeye, hatta tepeden bakar çünkü insan icadıdır o. Yani göya, sözüm ona dur hele ben de bi fikir yürüteyim diyen -ama allah sözünü hesaba katmadan- yola koyulup kendi başlarına bi sonuca ulaşabileceklerini düşünen beyhudelerin debelenip (hatta dolanıp) durdukları bir karmaşanın toplamıdır hepi topu.
Çok fazla bilgili olmak da gerekmez bunun böyle olduğunu yakalayabilmek için, az biraz dikkatli bir gözlem bile yeter. Kategori mi diyon mesela.. Bakar ordan eleman, hafif alaycı bi bakışla.. La ne kategorisi, allah var her yerde bu daha diyo ki kategori felan.. (sevmez, küçümser, gereksiz bulur) Ya da antinomi.. O daha feci.. Yaradan gönderdiği kitapta gayet güzel açıklamış işte herşeyi, ama bunnar ille antin kuntin bişi yapacaklar yani.. antinomi ha antinomi..
Gibi.. (denemesi bedeva:)
Ha iyi gözle bakarsa ne olar? O zaman da yoldan çıkar. (bknz:tarihi örnekler. E buna da siz bakın en azından, bakınız ikinci el bilgiyle kim kimin lafını nerde nası yazmış felan:)
Lakin ali şeriati denilen zat da (onun sonsuz us bayisi ali k da) bunlardan hiçbirine uymuyor imanıma.
Bu arkadaşlar daha enteresan, daha bir şey..
Nası anlatsam ki..
Zamanında bi kullanıcımız şey dediydi.. ne dediydi.. hah tamam, dediydi ki; bu topikteki bütün yazıları ve marks'ından nietzche'sine bütün filozofları toplasan bi Yunus etmez filan..
Ben de o zaman düşündüydüm.
Hani deselerdi ki; içinde hem yunus hem de Marks geçen öyle bir cümle kur ki, ikisini de piç et... Valla ben bile bu kadar iyisini beceremezdim, tebrikler... (dediydim:)
Bu arkadaşların durumu da böyle biraz..
Çünkü nedir?
Ayet bir fenomendir. (Bi sonraki cümleye geçince de, efenim Husserl de der ki..filan..)
Çıldırmamak elde değil:)
oik0s -- 08.12.2011 - 19:06
Olur mu canım, işlerine geldiği her noktada; eğer ki felsefeci işin içinden çıkamayıp "Tanrı" demişse ve insanı kaderiyle! başbaşa bırakmışsa felsefe orada başlar ve biter. (bkz. Platon, Aristo, Descartes)
Benim kanım tüm bu dindaşların ortak noktası, gerçekte bir tanrı olmayışıdır. Çünkü tanrı olsaydı, ona buna kızıp kül etseydi ve zaman zaman hiddetini sözlü gösterseydi, bu insancıklar konuşuyor olamayacaktı.
Tanrının yokluğundan nemalanırlar.
ali k -- 09.12.2011 - 01:28
İranlı ünlü düşünür Abdülkerim Suruş'tan çok sert bir yazı daha. İşte, Suruş'un makalesi...
Abdülkerim Suruş
“Tanrı yok! Tanrı'ya yemin ediyorum ki Tanrı yok!...”
Bunlar Hamid’in hırpalanmış bir beden, paramparça bir akıl ve başka bir yerde sığınak aramak üzere İran’dan kaçtıktan sonra kızgınlığını ve acısını paylaşmak için telefonda bana kederli bir sesle söylediği, gözlerimi yaşartan sözleriydi. Hamid’in tek suçu kızım Kimia ile bir-kaç yıl önce evlenerek ailemizin bir üyesi olmasıydı. Sessiz, saygılı, mütevazı, alçak gönüllü, sağlıklı, yardımsever, politik özlemleri ve makam hırsı olmayan genç bir adamdı. O, hayatın çalkantılı denizinde, aşırı arzulara kapılmaksızın nazik adımlarla yürürdü. Her ikisi de iyiliksever ve nazik birer öğretmen olan anne ve babasıyla -hayat denizinde- kıyıya yakın yerlerde yüzme eğilimindeydi.
On ay önce vahşi bir fırtına onun huzur ve sükunetini harap etti. Egemenlerin hayvanat bahçesindeki hayvanlar bir av için anırıyorlardı. Egemenlerin mahiyetindekiler, tüm zulüm araç-gereçleriyle, onu gözlemeye ve yıldırmaya çalıştılar. Nihayetinde ona iki seçenekten birisini tercih etmeye mecbur ettiler: “Ya hayatına elveda de, ya da televizyona çıkarak sana söylediğimiz şeyleri söyle.” Onlar ondan sadece iki basit (!) şeyi söylemesini istiyorlardı: Birinci olarak; karısının ahlaksız bir kadın olmasından dolayı boşanmayı hak ettiğini ve ikinci olarak da; kayınpederi Abdülkerim Suruş’un yabancılara bağlı, dinin yasakladığı kötü alışkanlıklara sahip, şeriatın, doğru yolun ve hakikatin düşmanı, işe yaramaz birisi olduğu...
Egemenlerin hayvanat bahçesindeki hayvanlar, videolu bir delille efendilerine zaferlerini rapor edebilecekleri ve ödül olarak karşılığını tamamen alabilecekleri, zincirde zayıf bir halka bulduklarını ve onu kolayca kırabileceklerini düşündüler. Ve Hamid’in direnci ve akıl gücü onların sert pençelerini kırdığında kollarını işkence için sıvadılar. Psikolojik ve bedeni işkenceler yaptılar. (Son örnek şuydu; bir gece onu çırılçıplak sabaha kadar, buz gibi morgda tuttular. Tiril tiril titrerken onu zevkle izlediler…)
Sonunda fiziksel olarak çok kötü bir hale gelince onu eve gönderdiler. Eve geldiğinde öylesine mağdur, endişeli ve sinirliydi ki, aralıklarla başını duvara vuruyordu. Öyle ki neredeyse hem kafasını hem de duvarı kıracaktı. Şimdilerde, yurt dışında bir ülkeye sığındığı halde bile, geceleri kabuslarında işkence aletleri görüyor ve her yerde egemenlerin casuslarınca takip edildiğini düşünüyor.
O bana hüzün dolu hikayesini anlattığında, mahcubiyet ve anlayış içinde dedim ki: “Benim Tanrım onları asla affetmeyecek.” Ağzımdan istem dışı çıkıveren bu kelimeler onun öfkesini patlattı ve şöyle haykırdı: “Dr. Suruş, bana Tanrı’dan bahsetme: Tanrı yok!... Ben dondurucu morgda suçsuz ve savunmasız bir şekilde acı çekerken Tanrı neredeydi? Bana yardım etmesi için yalvarırken ve çığlıklar atarken O neredeydi? Bu utanmaz hayvanlar benimle alay ederken, pervasızca bana saldırırken Tanrı neredeydi? Tek olan, yüceler yücesi olan O Tanrı, üç canavar üzerime atlayıp duygusuzca “Allah’ın adıyla! (Bismillah diyerek)” bana vururlarken neredeydi?” Hamid böylesi şeyler söylerken bir taraftan da ağlıyordu. Artık şimdilerde o, kimse hakkında daha fazla şikâyette bulunmuyor. Tanrı hakkında da şimdilik şikâyet etmiyor. Uykuda mı, ölü mü diye sormuyor.
O sanki bana, hayatımı ilahiyat, felsefe ve mistisizme adamışlığım hakkında hesap soruyor gibiydi. Benim için şu çok açık bir gerçekti; onlar onu sadece sağlığından ve iç huzurundan mahrum bırakmamışlardı, aynı zamanda onun vicdanını ve inancını da sarsmışlardı. Çok açıktı ki onun içindeki bir şey değişti ve parçalandı. Bu asla küçük ve önemsiz bir şey değildi. O Tanrı’yı arıyordu ve O’nu bulma konusunda başına gelenler yüzünden başarısız oldu. O, Tanrı hakkında tereddüdü, ölümü, savunmasız kalmayı, işkenceyi, dini ikiyüzlülüğü, acımasız zulümü, çıplak kötülüğü ve insanların sınırsız kötülüğünü açık bir şekilde tecrübe etti. Tüm bu şeylerin tümünün ne olduğunu anladı. Bu gerçekten çok tehlikeli bir deneyimdi.
Ben hayatımı sakin sularda geçirmememe rağmen kendi ellerimle oldukça ölümcül bir girdaba doğru yüzmek zorunda da kalmadım. Bu yüzden ona ne önerebilirdim? Teolojik izahların hiç bir işe yaramayacağının farkındaydım. Onu sakinleştirmeye ve ona cesaret vermeye çalıştım. Dedim ki: “Pek çok kişi uzunca bir zamandır seninle aynı durumda. Bu zalim insanların pençelerinden kaçabildiğin için memnun olmalısın. Cehennemdeydin ve oradan kurtuldun. Onların seni yılmış bir halde görmelerine izin verme, dik dur. Yenilgiyi ve kötü talihi istememiştin. Şimdi zafer ve kutlamayı iste. Diğer insanlar için bir model ol. Yusuf gibi kurtların kuyusundan tırmanarak çık. Gücünün zirvesine doğru yüksel. Şeytanla yaptığın kavganın sana iyiliğe giden yolu göstermesine izin ver. Savunmasızlara yapılan eziyetin zulmünü gördükten sonra, emin ol sen asla savunmasızlara eziyet etmezsin. Hiç kimse aşağılanma ve sefalet deneyimlerinden geçmek zorunda kalmadığında; hiç kimse işkence görmek zorunda kalmadığında; hiç kimsenin şeref ve haysiyetine saldırılmadığında; hiç kimse kendisini Tanrı tarafından terk edilmiş ve savunmasız olarak hissetmek zorunda kalmadığında; hiç bir canavar kendi kötülüklerini ve zalimliklerini din perdesinin arkasına gizlemediğinde ve dini Allah’ın kullarına işkence yapmak için kullanmadığında ülkemizin nasıl güzel bir geleceğinin olacağını bir düşün.”
Ona dedim ki:
“Din tıpkı bir şarap gibidir, şeyleri/nesneleri aslında olduğundan daha büyük hale getirir. Canavarları daha canavar, insanları da daha insan yapar. Elbette egemenlerin hayvanat bahçesinden gelen ve sana işkence eden bu canavarlar dindardılar, ikiyüzlü falan değildiler. Onların dindarlıkları zalimliklerini besledi ve büyüttü. Çünkü onlar Allah’ın adıyla vahşileşiyorlardı. Onlar vahşeti bir oyun olarak görmediler. Onu bir hak olarak da görmediler, fakat bir görev olarak gördüler. Bu, efendilerinin teokratik düzen içinde davranma şekilleriyle aynıydı. Onlar öldürme, gasp ve tecavüzü “dinsel argümanlar”la desteklenen kendi görevleri olarak gördüler. Bu onları böylesine tehlikeli hale getirdi.”
Şöyle devam ettim:
“Eğer onlara merhametle bakarsan, bu hayvanların hasta olduğunu göreceksin. Onların akıl hastalıkları, bir aşağılık kompleksinden ve onların bağışlayıcılık duygusunu asla tecrübe etmemiş olmalarından kaynaklanıyor. Sen bizim ülkemizin artık böylesi hastalıklı yaratıkları, kan isteyenleri, ikiyüzlüleri, teokratik egemenleri doğurmamasını ve yerine de bilge, mutlu, asil ruhlu kişiler doğurmasını dilemelisin. Ve tek başına dilemek de yeterli değil tabii ki. Onun için mücadele de etmelisin.”
Sonra da dedim ki:
“Senin yakınman önemli. Sen bana meselenin bir kısmını söyledin. Ben buna karşılık, onların utanmaz işlerinin tüm kısımlarını söyleyeceğim. Suçsuzluğuna rağmen, onlar sana zalimce davrandılar ve eşini ağlattılar. Onlar senin hayatını alt-üst ettiler ve geçim kaynaklarını kuruttular. Seni İran’dan kaçmaya zorladılar ve karanlık bir geleceğe mahkum ettiler. Şimdi en etkili iksir olan sabır kisvesini kuşan. Haksızlığa uğramış topraklarımızda adaletsizlik skalası öylesine ağır ki, senin hikayen ve senin payına düşen sadece okyanusta bir damla kadar.
Yaşlı gözlerini, kırılmış kalbini ve işkence görmüş bedenini acı çeken tüm diğer hayatların yanına yerleştir ve onların yaralarının, seninkilere bir merhem gibi hizmet etmelerine izin ver. Bizim egemenlerimizin tertiplediği cinayetlere, tecavüzlere, yağmalara, işlenen suçlara ve idamlara bir bak. Onların nasıl tarihteki Tiran Haccac b. Yusuf’la aynılaştıklarını gör. Hatta onlar oyları çalmaktan ve şehitliği aslından saptırmaktan da hiç utanç duymadılar. İran’ın kederli anne ve babalarına, bütün öksüzlere, yalnız kalan eşlere, kötü muamele gören mahkumlara ve bütün parçalanmış ailelere bir bak. Ve “Allah bizi zalimlere karşı teslim olmaktan menetti” diyen Peygamber’e -selam onun üzerine olsun- katıl. Aksi durumda bile yunus balığının karnındaki Yunus Peygamber’in yaptığı gibi O’nu övmeye devam etmeliyiz.”
Hamid’in Tanrı'sına bir hitabım var:
Ey yüce Allah’ım!
Senin aşıkların senden hiçbir şey talep etmezler. İsa Peygamber, Hüseyin ve Hallac’ın senin aşk fırınında korkusuzca yanmalarına ve kanlarını dökmelerine izin verdin. Fakat ya bu Sana rasyonalistçe yaklaşanlara ne demeli? Onların bu muzdarip durumlarını ne yapacaksın? Onlara böylesi bir sebebe sığınma hakkını veren Sen değil misin? Aşk dolu memnuniyet hazzını senin sevgililerine bırak. Rasyonalistler ise kanıtlara, şefkate ve merhamete ihtiyaç duyuyorlar.
Biliyorum acı çekmek ve işkence kişiyi bazen güçlendirir ve biler. Hatta bazen onlar Tanrı sevgisini büyütüp besleyebilirler. Fakat aynı zamanda onlar rasyonaliteyi de tahrip edebilirler veya inancı da aşındırabilirler. Her ne kadar onlar aşıkları daha fazla minnettar yapsa da, aynı zamanda bazılarını daha rasyonel, inkarcı ve tartışmacı da yapabilir.
Ben elbette biliyorum ki bu şeylerin hiç birisi seni rahatsız etmez. Kafirlerin kafirlikleri Seni üzmez. Tıpkı iman edenlerin inancının Seni sevindirmemesi gibi. Çünkü Sen üzülmek ve sevinmekten müstağnisin.
Bu durumda ve Sen bu kadar yükseklere yüceldiğinden beri, mistikler senden bu kadar ayrı olmaktan şikayetçiler. Sen ışığını kestiğinden beri, senin hizmetkarlarının kafirliği ve inancı ile kederler ve sevinçlerin tümü senin katında aynı oldu. Sen önceden müdahale ettiğin gibi artık tarihe müdahale etmemeye başladığından (vahyin arkasını kestiğinden), zalimlerin üzerine ceza yağdırmayı (zalim kavimleri helak etmeyi) bıraktığından, insanoğlunu kendi araçlarıyla baş başa bıraktığından beri senin vereceğin karşılıklardan esirgendiler. (Sana aşkla değil) Rasyonel (delillerle yaklaşan) insanların kafasına öyle bir fikir aşılandı ki artık senin herhangi bir şeye müdahale edeceğin beklentisini yitirdiler. Senden senin hizmetkarlarına katlanabileceklerinden daha fazla yük yüklememeni talep ediyorum. Muzdarip rasyonalistleri de geri çevirmemeni talep ediyorum. Şikayet eden ve inançlarını kaybedenlere de kızgın olmamanı talep ediyorum. Onların şüpheciliklerinden dolayı da onları cezalandırmamanı talep ediyorum. Mademki Tanrı’yı kullanarak zalimlik edenlerin hesaplarını hemen görmüyorsun, o halde ezilen Tanrısızların hesaplarını da hemen görme.
Biliyorsun (devletin elindeki) ilahi mancınık tahrik yağdırıyor. Güç kötü adamların elinde. Senin dinini takip ettiklerini iddia eden bu şahıslar kafirlik üreterek, inancı tahrip ederek, Yusuf’u kurtların önüne atarak, bir ulusu köleleştirerek, şeytanı davet ederek tıpkı birbirlerine dolaşan yılanlar gibi birbirlerinin üzerlerine üşüştüler. Biliyorsun ki büyük şair Hafız, bugün hayatta olsaydı sadece övgülerinin içine birkaç şikayetini serpiştirmekle asla yetinmez ve daima şikayetçi olurdu. Senin işin “nedenler” ve “ne içinler”in öylesine üzerinde ki o, bütün yargıları, amaçları ve çıkarları bir kenara süpürür. O zaman o, niçin akılları şaşırtmasın, dilleri tam şikayetçi kılmasın, kalpleri kafirlikten uzak tutmasın?
Evet, biz insanoğulları bunların tümünü olduğu gibi göremeyiz. Tüm tarihi göz önünde bulunduramayız ve oluşu tüm genişliği ile kavrayamayız. Biz olayların tüm doğru amaçlarından habersiziz. Fakat Senin bize verdiğin nefesle biz Seni anlamaya çalışıyoruz ve kendi hikmetimizi oluşturmaya çalışıyoruz. Biz endişeli değiliz, fakat şundan eminiz ki biz asla Senin hizmetkarlarının dairesini terk etmeyeceğiz.
Ey Yüce Allah’ım!
Ben Gazali’den bir şey öğrendim: Söz konusu olan Yezid bile olsa ben asla birini lanetlememeliyim. Ancak şimdi ben alçak gönüllülükle bu kafir yetiştiricisi İran İslam Cumhuriyeti’ni lanetlemek için senin iznini talep ediyorum.
Şubat 2011
İslami Yorum dergisinde yayımlanan bu makale Hamdi Tayfur tarafından tercüme edilmiştir.
gamaro -- 09.12.2011 - 02:39
Özellikle müslüman* dedim ama ben:)
ali k -- 09.12.2011 - 03:23
Bu durumda ve Sen bu kadar yükseklere yüceldiğinden beri, mistikler senden bu kadar ayrı olmaktan şikayetçiler. Sen ışığını kestiğinden beri, senin hizmetkarlarının kafirliği ve inancı ile kederler ve sevinçlerin tümü senin katında aynı oldu. Sen önceden müdahale ettiğin gibi artık tarihe müdahale etmemeye başladığından (vahyin arkasını kestiğinden), zalimlerin üzerine ceza yağdırmayı (zalim kavimleri helak etmeyi) bıraktığından, insanoğlunu kendi araçlarıyla baş başa bıraktığından beri senin vereceğin karşılıklardan esirgendiler. (Sana aşkla değil) Rasyonel (delillerle yaklaşan) insanların kafasına öyle bir fikir aşılandı ki artık senin herhangi bir şeye müdahale edeceğin beklentisini yitirdiler. Senden senin hizmetkarlarına katlanabileceklerinden daha fazla yük yüklememeni talep ediyorum. Muzdarip rasyonalistleri de geri çevirmemeni talep ediyorum. Şikayet eden ve inançlarını kaybedenlere de kızgın olmamanı talep ediyorum. Onların şüpheciliklerinden dolayı da onları cezalandırmamanı talep ediyorum. Mademki Tanrı’yı kullanarak zalimlik edenlerin hesaplarını hemen görmüyorsun, o halde ezilen Tanrısızların hesaplarını da hemen görme.
Suruş burda çok önemli konulara değinmiş... Sen önceden müdahale ettiğin gibi artık tarihe müdahale etmemeye başladığından (vahyin arkasını kestiğinden), zalimlerin üzerine ceza yağdırmayı (zalim kavimleri helak etmeyi) bıraktığından, insanoğlunu kendi araçlarıyla baş başa bıraktığından beri senin vereceğin karşılıklardan esirgendiler. (Sana aşkla değil) Rasyonel (delillerle yaklaşan) insanların kafasına öyle bir fikir aşılandı ki artık senin herhangi bir şeye müdahale edeceğin beklentisini yitirdiler
DİN FELSEFESİ AÇISINDAN İYİ ANLAMAK GEREKİR...
gamaro -- 09.12.2011 - 04:19
Yoldan çıkmaya yaklaşıyorsun ali k.
Aman:)
ali k -- 09.12.2011 - 05:34
konuyu iyi anla...
Suruş,demokrasiyi ve liberalizmi savunan islami bu tarzda anlayan bir yapıya sahip...
iran islam cumhuriyetinin siyasi yapısına tepkisi var...
demokratikleşmesini savunuyor...
gamaro -- 09.12.2011 - 06:26
Neden demokratikleşmeyi savunuyor? (Ve beraberinde bireysel hak ve özgürlükleri)
Evet, iyi anlamak lazım bence de.
Mesela sizler neden kuldan utanıp allah'ın sözünü değiştirmeye heves edersiniz?
İran'ın bilmem nesine tepkisi varmış.. Eee, niyekine?
Bak oysa ne diyor ayet: "Zina eden kadın ve erkekten herbirine yüz değnek vurun, eğer Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, Allah'ın hükmünü yerine getirirken sizi bir acıma duygusu sarmasın. Ayrıca mü'minlerden bir grup da cezalandırılmalarına şahit olsun"
İrdeleyelim bakalım:
Suç ne? Zina, Nikahsız birliktelik. Ceza? Değnek/kırbaç. İnfaz? Açıkta, diğer inananların da görüp izleyebileceği bir şekilde, open to public. Dip not: aman ha yüreğinizde bir acıma oluşmasın, çünkü bu allah'ın hükmüdür.
Yani?
E İranlı alimler herşeyi bi güzel anlamışlar işte, ne var bunda?
Şu var; Suruş'un islamı bilmem hangi kılıkta kavrama istediği kitabı yeniden yazmak istemesindendir sadece. (bilgi ve teknoloji çağındayız taman, ha bi de demokraaasi insan hakları ve özgürlükler filan = kuldan utanmaca)
Ben de tam olarak bunu söylüyorum zaten: Demokrasiye şuna buna kanıp da allah'ın sözüyle oynamak da ne ola?
Şirktir bu şirk:)
gamaro -- 09.12.2011 - 06:32
Bak daha geçenlerde suudi arabistan bilimler akademisi (evet bilimler akademisi) bir rapor yayınladı: Kadınlara otomobil kullanma özgürlüğü verilirse ülkede bakire kadın kalmazmış.
Bunnar var ya.. hegelden weber'den filan hiç anlamıyolar imanıma.
ali k -- 09.12.2011 - 09:19
işkenceyi mazur göstermez....
niye öyle diyorsun...
hatemi-musavi hatta şeriati bile islam eksenli olsada sivil-özgürlükçü toplumdan yana...
gamaro -- 09.12.2011 - 09:31
Ya ali k..
Ben çok basit bişey soruyorum.
İşkenceyi mazur göstermez diyosun tamam da... Bak ayet orda.
gamaro -- 09.12.2011 - 09:46
Haa.. yoksa onu da mı "iyi anlamak" lazım?
Yani ne biliim.. ayet basbaya ayet işte, sap gibi duruyor..
Ama şu "iyi anlamak" kısmına gelince, o bir başka islami yeti olsa gerek.
Yeti demişken.. Pardon:)
gamaro -- 09.12.2011 - 10:37
Şunu da ekliyelim.
Ben ne en iyi yönetim şekli şudur budur diyorum (örn. demokraasi felan) ne de bireysel hak ve özgürlükler bahsi açıldığında aman efenim şöyle evrenseldir böyle doğrudur diye fırım fıs yapıyorum.
Bu kavramların hepsi tarihsel olarak izafidir. Etikse her zaman yapılır. (Kölen varsa bile yapılır. Bknz: antik yunan)
Ve çok değil, şundan daha 30-40 yıl öncesine kadar... Yahu bi stadyumlara bakın en azından. Kapalı tribün diye bişi vardı di mi. Adı üstünde (üstü) kapalı. Yazın kavurucu sıcaktan, kışın yağmurdan tipiden rüzgardan uzak bir şekilde maç seyrederdi buraya oturan insanlar. Peki ya açıktakiler? Allah artık ne verdiyse.. üşü, yan, piş, ıslan.
Eeee? Şimdi niye böyle değil peki, şimdi niye komple kapanıyor stadların üstü? Şimdi neden bütün tribünler kapalı?
Ne oldu yani, ne değişti, evrensel değer gereği filan mı?
Hakkaten enteresansınız ha..hani biraz daha utanmaz olsanız diyeceksiniz ki; efenim kuran'da bu husus da işlenmiştir elbet, buyrun kapalı tribünlerin yaygınlaşacağı üzerine ayet...(çünkü nedir, ayet bir fenomendir!)
Kardeşim biraz insaf be..
O dönemde kapalı tribün varmış adam da bunu yazmış. Hatta açık tribünde ıslanıp kıçı donanlar bile yadırgamamış. (Marks demiştin hani, bak işte Marks burda)
Neyse.. Siz kuldan utanıp allah'ın sözünü yamıştırmaya devam edin bakem, oysa kitabı doğru anlayanlar kıçıyla gülüyor size. (ispatı mı? bir kıçla gülme düşünün ki made in arabo-iran mollalarıyla her iklimden gelme sayısız ateisti aynı genlik ve frekansta güldürsün. Ve güldüğümüz sizsiniz. Kapiş?:)
İyi düşünmek lazımmış.. Nesiniz siz, Narodnik felan mı?
He he:)
gamaro -- 13.12.2011 - 12:37
Bu sorulara cevap gelecek mi dersiniz?
Gelecek, gelecek..
Mesela "iyi anlamak lazım" felan denecek:)
gamaro -- 24.12.2011 - 18:51
Aha bu başlıktı işte.. Bakın burda da Sartre var:)
ali k -- 25.12.2011 - 11:16
şimdi işin ontolojik ve varlıkbilimsel izahı uzun konu..
islam dünyası-yahudi dünyası-hıristiyan dünyası-
sosyalizm-nasyonalizm-eksisyantalizm-
tarihsel süreçte varlarmı?varlar...
bugün bunlar bittimi?
hayır
suruşun yukarıdaki sözünü anladınmı?
içtihad nedir?
Kuran öylemi anlaşılır?hayır...
varoluşun-ademiyetin-tarihselliğin-özgürlüğün kitabına bunumu yakıştırıyorsun...
Allah -tabiat-tarih üzerine düşün biraz...
Kuranda ceza konusuda senin bildiğin gibi değil...
hegelin-sartrenin-marksın hareket noktaları farklımı?
vahiy-Allahın sözü....takılma...
enerji diyorsun,belirsizlik diyorsun,mahiyet,öz-görünüş diyorsun..
sonra islamı kabalaştırıyorsun..
tabiki ahlak...
kimsenin gırtlağını sıkmak için yola çıkmadım..
özgürlükçü-adil-bir hukuk düzeninin tanzimi için ugraşıyorum..
müslümanlar için zina büyük bir suçtur..
hıristiyan-yahudi-yada sosyalistleri bilmem...
kolay değil tabi özgürlüğün tanzimi...
ama uğraşacagız..
batıyı ezberleyip,ışıltılı cazibesine kapılmak benim işim değil...
gamaro -- 25.12.2011 - 19:36
Ali k, sen şimdi ne dedin yahu?
Ona takılma buna takılma.. yok düşün biraz.. yok Kuran ceza konusunda senin bildiğin gibi değil.. E valla size kalırsa Sartre da bizim bildiğimiz gibi değil, marks da değil, isa da değil, öz de değil görünüş de değil hiçbiri değil imanıma:)
Anlat o halde diyosun sonra, cevap yine re-play modunda: o senin bildiğin gibi değil:)
Suruş'un yazısını anladın mıymış..
Anladım anladım, öyle bi sinirlenmiş ki allah'a, yani bi bulsa* fena dalacak valla.
ali k -- 26.12.2011 - 04:32
1,kurani dogmatik zeminde yorumluyorsun...ademiyet-zaman-enerji-kemalat-sürekli içtihad-adalet-mekan-tarihsellik-zahir-batın-hukuk ve toplum-v.s olarak anla...
ahlak ilkelerinin evrenselliği ,
2.batılı büyük düşünürlere hıristiyanlık-tesiri.
3.judeo-grek-hint etkisi batılı düşünürlerde..
4.hakikat sorunsalı;nietzsche-marks-kropotkin-weber-sartre-hegel v.s..
5.tevhid nedir?
6.islam nedir
7.kuranı anlamak
tarihi metinlerde tahrifat
8.evrensel konum-varoluşsal durum ve insanbilimin ideolojilerde dayanakları
9.aşk-adalet ve kemalatın ideoloji ve dinlerdeki yeri -eleştirel bakış
bu konulara girmeden olmaz ,geniş bir konu..
gamaro -- 26.12.2011 - 05:17
Ben senin sorununu anladım ali k.
Sen kuran'ı dogmatik zeminde yorumlamadığın için (!) konuşamıyorsun.
gamaro -- 26.12.2011 - 05:24
Harbi konuşamıyorsun.
Hiçbir soruyu (ki sorularım oldukça net) cevaplamıyorsun.
(iyi anlamak lazım demek dışında:)
Not: Sahi sende de carlos'çuluk var mı biraz? 14 kitabı okumayanlar üst gruplara alınmıyorlarmış diye duydum, bi de onlar da aynı senin gibi önce iyi anlamak lazım diyorlarmış hep, he he:)
gamaro -- 26.12.2011 - 06:03
Sen 12 kitap yaz, ondan sonna topu topucuk 2 izdeş gelsin peşinden.. gerçi ali k nın listesi 9 madde onu mu yağmalasam acep:))
ali k -- 26.12.2011 - 06:51
haydi yagmala ,eleştir bakayım...
yada şunu cevapla...
ali şeriati-nietzsche-hegel-einstein-sokrat-marks arasındaki bağıntı ve ayrışmaları yorumla
ve çıkacak dünya görüşünden...
gamaro -- 26.12.2011 - 07:06
"ali şeriati-nietzsche-hegel-einstein-sokrat-marks arasındaki bağıntı ve ayrışmaları yorumla"
Ali şeriati-nietzsche-hegel-einstein-sokrat-marks arasındaki ayrışma ve bağıntılar ha... Tamam anladım; hani tektonik levha teorisi- granüllü endoplazmik retikulum fizyolojisi- Poincare sanısı ve Led Tv teknolojisi arasındaki ayrışma ve bağlantıları yorumlar gibi yani..
Ne sormuştuk halbuse?
Efenim İranlı mollalar open to public değneği anlatan ayeti pek güzel anlamışlar işte itiraz niye ki filan..?
Cevap ne: Sen onu bırak ali şeriati-nietzsche-hegel-einstein-sokrat-marks arasındaki bağıntı ve ayrışmaları yorumla...
Yaz ali k yaz, sende süper ganimet var tam yağmalamalıksın valla:)
Hayret bişi ya..
gamaro -- 26.12.2011 - 08:14
Bu arada..
Matrix'i hatırladım nedense:)
Hani Neo ajanlar tarafından ilk alındığında telefon hakkımı kullanmak istiyorum uleyn diye cıngar cıkarınca, ne demişti adamım Smith; Oooh mistır endığrssınnn (:) What good is a phone call, if you can not able to speaeeaaaakkk, filan:) ..Ve beraberinde ağzıyla dudağı birbirine yamışıp kaynayan zavallı Neo... vay bea:)
Öhm, ali şeriati nietzsche hegel einstein sokrat ve marks arasındaki ayrışma ve bağlantılar tabi.. Ama düşünüyo tabi insan; what good is a dissociation, if you'r not eybıl tuuu...
Jeffry oğlum bize iki çay kap:))
ali k -- 26.12.2011 - 09:23
hakkaten ,bunların birbirine benzer yanları var,kanaatini almak istiyorum...
sen beni evrensel ahlak ilkeleri ve sürekli içtihat mantalitesi ile düşün..
yukarıda soru yu cevaplarsan sana tam aydın diyeceğim...
gamaro -- 26.12.2011 - 09:29
Ali k, carlos ve krişna niye yok aynı bağlantıda, onnarı niye yok saydın?
Kızma kızma, evrensel ahlak ilkeleri tamam :)
gamaro -- 26.12.2011 - 09:41
Tamaydın ha...
Şeriati gibi yani:)
Ama hakkaten imrendim kendilerine, Marks'ından Nietzche'sine Sartre'ından Sokratına kimle okeye oturduysa hepsine taş çektirip döndür allah döndürdüğüne göre... Renk oyunda joker atıp bitmezse ben de çeyrek aytın olayım:))
xenix -- 26.12.2011 - 15:42
Zeka sorusu
ali k nın bu dizdiği isimler her yorumda değişiklik gösterir. Fakat değişiklik belirli bir kurala göre olmaktadır.
Bazı yorumlarda ali şeriati-nietzsche-hegel-einstein-sokrat-marks iken
bazılarında ikbal-afgani-mansur-sartre-nietzche-marks
bir başkasında ise farabi ali garaduy ihvanısafa marks weber nietzche demiştir.
Aradaki bağıntıyı bulan 140+ IQ a sahip ünvanı alacaktır.
xenix: Takiplerim
gamaro -- 27.12.2011 - 02:37
Dün gece ruh çağırma seansında Marks'a yönelttik soruyu ve lütfedip dediler ki kendisi; ali k nın saydığı isimlerin ortak noktası hiçbirinin "ahlakçılık" yapmamış olmasıdır. (connection of all:)
Ama listenin içinde ali şeriati'nin bulunduğunu görünce koptu connection. (dissociation:)
ali k -- 27.12.2011 - 04:15
bilim ve fikir namusu da ahlak değilmi?
ali k -- 27.12.2011 - 04:17
carlos dediğin şu komunist militan değilmi?
yıllarını cezaevinde geçirmiş..
krişna evet önemli..
fakat konuyu dağıtmak istemedim..
daha çok isim var..
doğuda ve batıda...
kaminendo -- 27.12.2011 - 04:21
Ali k ben de anlamıyorum sizin yazdıklarınızı. Gamaro haklı sürekli isimler saymak ve ahlak önemli demek dışında hiçbirşey söylemiyorsunuz.
kaminendo -- 27.12.2011 - 04:25
Kuranı öylemi anlaşılır?hayır... varoluşun-ademiyetin-tarihselliğin-özgürlüğün kitabına bunumu yakıştırıyorsun...
Özgürlüğün kitabı mı?????? Kuran'ı dogmatik olmadan yorumlamak mı????
xenix -- 27.12.2011 - 04:38
Yok yok, o değil. Çakal Carlos'tan bahsediyor gamaro.
Ayrıca ahlak başka bir şeydir, ahlakçılık başka bir şey.
xenix: Takiplerim
(Tırnak içinde özellikle belirtmiş "ahlakçılık" diye)
gamaro -- 27.12.2011 - 05:01
Kestaneci Carlos'u dediydim ben. (çakallığı var mıdır bilemem:))
ali k -- 27.12.2011 - 07:50
kurandaki konular;
Ali şeriatinin kurana bakış kitabında detaylı olarak açıklanmış...
Allah-tabiat-tarih-insan-konularının ne kadar geçtiği anlatılmış..
ali k -- 27.12.2011 - 07:56
bende ahlak diyorum,hak-özgürlük-ahlak üzerinde duruyorum...
Stalker -- 27.12.2011 - 11:31
Ali k birader, baska isimlere haksizlik ettin onlari da katmadan olmaz , ornegin en azindan : Engels , Bakunin, Sokrates, Heraklitos, Imam Gazali , Zerdust , Farabi , Ibni Hulusi , Saidi Nursi , Zaati Sungur , John Fogerty , John Cage , Arnold Schornberg , Michael Polnaref , Mc Millan ve karisi , Saadettin Teksoy ,Heidi , Edi, Budu, Cav cav civciv , ..
Gunumuz Ahlaki Inkisafinda rol oynayan butun bu ve benzeri bircogu isimleri es gecmeyelim .
ali k -- 27.12.2011 - 12:02
evet..evet....
kaminendo -- 27.12.2011 - 12:55
Evet evet, sizler hiçbirşeyi basitçe anlatamazsınız zaten. Hiçbirşeyi. Ya saklı manayı iyi görmek gerekir, ya aklın isyan etmesi gerekir, ya arapça gerekir, ya teslimiyet gerekir, ya tam iman gerekir, gerekir, gerekir.