İnsanlar bilgisayarlarla kurdukları bağlantılarda kendi gerçek isimlerini, karakterlerini ve cinsiyetlerini gizleyerek “mış gibi” yapıyorlar. İşte bu mış-gibi yaşam şekline ve görüntülerine “simülakr” adı veriliyor.
Bilgisayarlardan bize, yani ana dili İngilizce olmayanlara, yapılan bir diğer küresel saldırı dil saldırısıdır. E-posta yazacaksanız Türkçe harflerin birçoğunu bulamıyor ve kullanamıyorsunuz. Ayrıca, terimler ve bilgiler de İngilizce. Bilgisayar uzmanı olmak için mutlaka İngilizce bilmek gerekiyor. Gençlere “İngilizce bilmezseniz dünya ile iletişime giremezsiniz, geride kalırsınız” şartlanması yapılıyor. İngilizce bilmek adeta bir ön şart haline getiriliyor.
Sadece gençler değil, şirketler ve iş yerleri dahi İngilizce isim takmaktan ve İngilizce sözleri reklamlarına eklemekten adeta şeref duyuyorlar. Ürünlere yabancı isim takmak yeni moda oldu. Türkçe sanki utanılacak bir dil haline getirildi.
Bir diğer sanal gerçeklik cep telefonları ile yaşantımıza girmiş durumda. Eskiden sabit telefondan bir kimse ile görüştüğümüzde o kişinin nerede bulunduğunu bilebiliyorduk. Telefon ya ev telefonu veya iş telefonu olurdu. Bugün ise sabit telefonların yerini cep telefonları almış durumda. Karşımızda telefonla konuştuğumuz insanın yerini artık bilemiyoruz. O kişiye herhangi bir yerde erişebiliyoruz. Bunun elbette ki faydaları ve kolaylığı var. İnsanlar cep telefonları sayesinde daha bağımsız hale geldiler. Bir haber bekleyen evinde veya iş yerinde beklemek zorunda değil. Ulaşmak da çok kolaylaştı. Ama o kişi hakkında bildiklerimize bir yeni belirsizlik de eklenmiş oldu. O da, mekân belirsizliği.
Karşımızdaki insan kendini nerede tanımlamak isterse orada oluyor. Yani sanal mekânda yaşayabiliyor. Bize yalan bilgi vermek isterse verebiliyor.
Fakat, cep telefonları insanları hem bağımlı hem bağımsız hale getirmiştir. Bağımlı olmuşlardır çünkü, cep telefonu olmadan evlerinden çıktıklarında bir uzuvları eksilmiş gibi hissediyorlar. Her yaşta ve her gelir seviyesinde insanların cep telefonu var. “Cep telefonum yok” deseniz, size tuhaf tuhaf bakıyorlar, “böyle şey olamaz, adam bana cep numarasını vermek istemiyor” şeklinde düşünüyorlar. Fakat cep telefonu sayesinde insanlar istedikleri yerden ve istedikleri anda konuşabildikleri için bağımsız olmuşlardır da denebilir. Ancak, cep telefonu kapalı olsa da kişinin nerede olduğunu saptamak artık mümkün. Belli bir süre önce kimlerle konuşmuş olduğunu da çıkarmak mümkün. Ayrıca cep telefonları kolaylıkla dinlenebiliyor. Yani, kişisel gizlilik ve özel yaşam diye bir şey kalmamış durumda. Başka bir isim altında alınan cep telefonu dahi izlenip dinlenebiliyor. Önemli şahısların gizli bir telefon görüşmesi yapabilmesi son derece zorlaşmış hatta imkânsız hale gelmiştir. Daha da vahim olan durum bu iletişim ağının kontrolünün kendi elimizde olmayışıdır. İletişimin özelliğini ve kişisel bilgilere sahip olma özgürlüğünü yabancı güçlere teslim etmiş durumdayız. Hem bilgisayarlarla aktarılan bilgiler, hem de telefon görüşmeleri kayıt ediliyor, okunuyor veya arşivleniyor. İlerde gerekir diye özel bilgiler saklanıyor.
Ayrıca, iletişimi sağlayan uydular bize ait değildir ve bu yabancı güçler her an haberleşme ağımızı çökertebilecek güce sahiptirler. Bir iletişim uydusu devre dışı kalacak olursa ülkede hem televizyon ağı hem de telefon ağı çöker. Son günlerde Türk Telekom şirketinde oluşan grev ile birlikte bazı önemli hatların kesildiğini ve iletişimde aksaklıklar yaşandığını öğreniyoruz.
Kültürel küreselleşme dilimizi de yozlaştırmak üzeredir. Cep telefonlarında yazılan mesajlar acayip bir özel dil oluşturmuş durumdadır. Bu dile sahip olmayan bizim orta yaş ve üstü nesil gençlerle haberleşmekte zorluk çekmektedirler. Onların dili ise ne Türkçe ne de İngilizce. Arada kalmış bir Tarzan İngilizce’si demek daha doğru olur. Yani, nesiller arası uçurum gittikçe açılmaktadır. Ülkemizde ne dil ne felsefi duruş ne de politik rejim konusunda ortak bir yapı, sağlam bir ortak görüş bulunmaktadır. Sağ yarı beyinle düşünen gurup ile sol yarı beyinle düşünen gurup arasında bir kopukluk ve gizli bir mücadele vardır. Bu durum, ülkenin derin ve ciddi bir kriz ile karşılaşabileceğinin işaretlerini vermektedir.
Ferdi Mutluluk ve Toplum
Kanımca, sorulması ve yanıtlanması gereken asıl soru şudur: Öncelikli olan ferdin mutluluğu ise bu mutluluk toplumun genel olarak huzurlu ve dengeli oluşundan soyutlanabilir mi? Yani kısaca, değişen dünyada yeni değerlere ayak uydurup milli ve geleneksel değerleri bir kenara mı itelim? Yoksa, toplumu birarada tutan kültürel bağlara önem verip kısıtlamalar mı getirelim? Kültürel küreselleşmenin kaçınılmaz etkilerine ne şekilde ayak uydurmalı veya karşı koymalıyız?
Karmaşada mutlu olmak mümkün mü?
Öncelikle, yanıtlanması gereken soru, huzursuz ve karmaşa içinde olan bir toplumda ferdin mutlu olması mümkün müdür? Veya, toplumun değişimini doğal kabul edip kendini akıntıya terk etmek mi mutluluk getirir? Kültürel olarak yok olmayı kabul eden insanlar mı daha mutlu olurlar, yoksa, kültürel değişime karşı koyup geleneklere bağlı kalmayı seçenler mi daha mutlu olur?
Günümüzde, Türk gençliği bu konuda kararsız ve bir arayış içinde olduğu görünümünü veriyor. Özellikle bu durumu kızlarda görmek mümkün. Bir kısmı başörtüsü ve türban takarak geleneklerine bağlı kalmayı seçiyor, diğer bir bölümü tüm batı değerlerine sarılarak tüketim toplumunun güncelliğini tercih ediyor. Fakat her iki gurup da teknik oyuncakları kullanmaktan büyük zevk duyuyor. Hepsinde cep telefonu var. Hepsi bilgisayarlara meraklı ve parası olanlar derhal en pahalı ve lüks arabaları kullanmaya bayılıyorlar. Yani, kısacası iki farklı dünya görüşünün çelişkisi Türkiye’yi adeta şizofrenik bir yapıya itiyor.
Küreselleşen dünyada insanlar hak ve özgürlüklerine sahip çıkan bireyler olmak yerine, uluslararası karteller haline dönüşmüş olan birtakım sanal güçlerin tanımak istediği kadar hak ve özgürlüklerle yetinmek durumundalar. Yani, istenen düşünen insan değil, tüketen insandır. Bunu sağlamak için de sürekli yeni gündemler, yeni modalar, sanal ve geçici zevkler, istekler yaratılmaktadır. Mutluluk bu açıdan kısa süreli, geçici, güncel oyalanmalar haline dönüştürülmüştür. Uzun vadeli planlar, amaçlar ve anlamlı girişimler adeta küçümsenir olmuştur. Bir zamanların “Bize plan değil, pilav lazım” sözü günümüzün düstur sözü haline gelmiştir, denilebilir.
Son 15-20 yıldır Türkiye halkı bir AB hayali ile oyalanmakta, geleceği adeta Avrupa Birliğine ipotek edilmektedir. Medeniyetin ölçüsü AB kriterleri imiş gibi bir gerçek dışı hayal peşinde koşulmaktadır. AB bizim için bir “simülakr” durumuna dönüşmüştür. AB kriterlerine uyum sağlayacağız diye geleneksel değerler küçümsenmekle kalmayıp Anayasadan bile kaldırılmak istenmektedir.
Bütünün Hayrı
Bu gidişi gören aydınlar ne yapmaktadırlar? Bir kısmı batı değerlerini kutsal saydıklarından, milli devlet görüşünü Kemalizm olarak tanımlamakta ve ikinci cumhuriyetten söz etmektedirler. Diğer bir kesim ise aşırı tutucu dinci ve katı kurallarla yönetilen bir Türkiye özlemi çekmektedirler. Oysa ki çözüm, güncel bilgiler ile oyalanmaktan değil, bilgelik yolunda ilerlemekten geçer. Bilge kişi şöyle der: “Bütünün hayrına olmayan benim hayrıma da olamaz”. Burada bütün, yakın çevreden başlayarak, dalga dalga halkalar halinde genişleyen insanlık ve doğa çevresidir. İnsan doğadan kopuk bir varlık haline getirilmek istense de yapısı itibariyle doğaya bağlı ve bağımlıdır. Şu halde, doğayı koruması ilk görevidir. Büyük şehirlerde yerleri ve çevreyi temiz tutmak, her şehirli vatandaşın sorumluluğu olmalıdır. Bu ilk adımdır.
İkinci adımda yakın çevre aile ve dost, arkadaş çevresi gelir. Üçüncü adım ise ülke, toplumun bütünü ve ulus devlet kavramlarına önem verip onları korumaktan geçer. Çünkü, şahsi mutluluk ve karın doyurmaya yönelik davranışlar ve seçenekler kısa vadede bir fayda sağlasa da uzun vadede mutlaka ters tepkiler verecektir. İşte, Avrupa’da yaşamlarını sürdüren vatandaşlarımızın durumu. Onların durumu Türkiye halkındakinden de beter. Ne tam olarak yaşadıkları topluma uyabilmekteler, ne de geleneklerini sürdürebilmekteler. Bu konuda yapılmış olan Duvara Karşı filmi, Türk gelenekleri ile toplumun değerleri arasındaki çatışmayı çok güzel gözler önüne sermiştir.
Dördüncü ve son adım, tüm dünya halklarına saygılı olmaktan ve elde bulunan gücü milli çıkarlara alet etmemekten geçer. Yani, “Ya benden yanasın veya bana düşmansın” yaklaşımı yerine, “Hepimiz bu dünyanın insanları olarak barış içinde yaşamanın yollarını bulmalıyız” felsefisini uygulayabilmek. Sözlerimi Mevlâna Celalettin Rumi’nin bir dörtlüğü ile bitiriyorum:
Beri gel, daha beri, daha beri.
Bu yol vuruculuk nereye dek böyle?
Bu hır-gür, bu savaş nereye dek?
Sen bensin işte, ben senim işte.
Ne diye bu direnme böyle, ne diye?
Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık, ne diye?
Topumuz bir tek olgun kişiyiz, bir tek.
Ne diye böyle şaşı olmuşuz, ne diye
HoLa -- 29.03.2008 - 17:59
"Gençlere “İngilizce bilmezseniz dünya ile iletişime giremezsiniz, geride kalırsınız” şartlanması yapılıyor."
Bugün İngilizce bilirseniz yaklaşık bir buçuk milyara yakın kişi ile iletişim kurma şansını elde etmiş oluyorsunuz.
Hemen hemen her kullanma kılavuzunu anlayabiliyorsunuz.
En az seksen ülkede sorunsuz gezebiliyorsunuz.
İnternet ortamında 98% gibi bir oranla anlama, iletişim sağlayabiliyorsunuz.
Kariyer inşasında "dünya ile iritbat kurabilir" şeklinde bakılarak daha iyi bir seviye ve maaş ile işe başlıyorsunuz.
Bir başkasına inanmak zorunda kalmadan kendi satış, pazarlama ve/veya iş bağlantılarınızı güvenle yapabiliyorsunuz.
Askerliğinizi daha iyi bir imkan ve ortamda ifa edebiliyorsunuz.
Konulara gerek linguistik gerekse semantik açıdan farklı açılardan bakabilme imkanı yakalayabiliyorsunuz.
Üst lisans, doktora gibi bilimsel, akademik sahalarda evrensel seviyede bilgiye ulaşabiliyorsunuz.
Araştırma, bilgi edinme, farklı ve alternatifo olabilecek unsurlara ulaşmada öne çıkabiliyorsunuz.
Haklısınız ŞARTLANMA yapılmamalı.
ŞART olmalı.
.
Bilgisev -- 30.03.2008 - 01:48
İngilizce öğrenmeyin demek istemedim. İngilizce hayranlığına karşı olduğumu belirtmek istedim. Yazıda gençlerin ne Türkçe'yi ne de İngilizce'yi doğru dürüst öğrenemediklerini belirtiyorum ve yabancı dilin aynı zamanda kültürel yabancılaşmaya da yol açtığını belirtiyorum. Bir tek cümleyi kendi istediğiniz şekilde yorumlamak, yazının aktarmak istediği genel mesajı anlamamak, veya görmezden gelmek demek oluyor.
Bu yorumunuz da gençlerin içinde bulunduğu şartlanmışlığı gayet güzel örnekliyor.
1Misafir -- 30.03.2008 - 02:02
Sn Bilgisev,
kesinlikle şartlanmamak gerektiği konusunda haklısınız. Sanırım Sn.HoLa'nın belirtmek istediği küreselleşme ile beraber gelen yan etkilerden birisi bu, yani İngilizce. Aklıma Japonlar geliyor. Japonları çok sevdiğimi ve saygı duyduğumu belirtmek istiyorum bu arada. Bu insanlar hem kendi kültürlerini muhafaza ediyorlar hemde dünya'nın önde gelen devletlerinden birisi olmayı başarıyorlar. Sanırım işte sizin kastettiğiniz metod veya bakış açısı da bu. Fakat yine bir problem ile karşılaşıyoruz. Bizim mozaik yapıda ki kültürümüzü birbirine bağlayan ne? Bu sorunun cevabı sanırım Japonlar ile benzer bir metodu geliştirememiş olmamızında cevabı olacak.
Bilgisev -- 30.03.2008 - 05:22
Tümüyle kapalı toplum yok. Bilgi iletişimi ve haberleşme hızı o derece arttı ki sınır kavramı dahi anlamını kaybetmeye başladı. Fakat bazı ülkeler diğerlerini yönlendirmekte ve kendi çıkarları doğrultusunda şartlandırmaktadırlar. Asıl sorun da bu.
Yazımın son bölümünde belirttiğim gibi, eğer tüm insanlar birbirlerine saygılı olsalar ve diğer insanların hak ve özgürlüklerini ihlal etmek yerine korusalar, hiç bir sorun oluşmaz. Ne savaş ne de yıkım olur. Fakat, ne yazık ki bencil çıkarlar yüzünden insanlık hâlâ beşer boyutundan kurtulabilmiş değil.
HoLa -- 30.03.2008 - 05:28
Evet, yazınızın tamamından o alıntıladığım sonucu çıkararak bahsettiğiniz anlamı çıkararak yorumumu yazdım. Yanlış anladım ise özür dilerim. Yazıyı tekrar okudum yazınızda kişilerin batı medeniyetine olan hayranlık nedenli kendi sahip olduğu medeniyetin bazı rituellerini önemsememe nedenlerinden biri olarak İngilizce (veya yabancı dil bilmenin) nin etkisini göstermişsiniz. Adam yarı ingilizce yarı Türkçe bir isim keşfediyor bunu da tabelasına yazıyor. Daha geniş kitlelere ulaşabilmek, daha çok kişi tarafından anlaşılmak için. Bazı konuları daha gerçekçi analiz etmek lazım. Konunun bir suçlu (ya da suçlular) tespitinden önce bir neden tespiti ile ele alınması gerekir diye düşünüyorum.
Aklıma ilk gelen unsur da teknolojinin dizginlerinin batının elinde olması.
Ben bunu çeşitli zamanlarda "ÇÜNKÜ BİZ İCAT ETMEDİK" şeklinde başlayarak dile getiriyorum. İcat etmediğimiz için yolunu yordamını bilmediğimiz o kadar çok yol, yordam, usul, kural var ki.
İcat etmediğimiz için ahlakını ve erkanını da belirleyemiyor, belirleyemediğimiz için yanlış noktalara öfkeleniyoruz.
Basit bir örnek;
Satış ile pazarlama.
Bu iki alakasız unsurun aynı şey olduğunun sanılması gibi.
Şikayetçi olduğunuz oluşumların nedenlerine bakmak lazım, suçlularına değil.
Mesela bendeniz hep sorar dururum;
Neden bir cirit ligimiz yok diye.
Ya da Çelik Çomak ligimiz.
Ne yani keferenin ayakla top kovalaması, sopayla topa havada vurması bir zamanlar birer mahalle oyunu değil miydi?
Birileri mallarını iyi pazarlıyor diye kızmanın alemi yok.
İşte pazar işte mal.
Satışşşşş serbeeeeeest.
Bilgisev -- 30.03.2008 - 12:18
okumanızı öneririm. Buradaki bölüm yazının son bölümü olup tüm yazı dört bölümden oluşmaktadır. Orada konu daha geniş açıdan ele alınmakta ve tarihsel gelişmeden de söz edilmektedir. Tümünü okumak isteyenler
www.astroset.com
sitesindeki Kültürel Küreselleşme yazısının tümünü okuyabilirler.
Agnia -- 30.03.2008 - 13:41
Bilgisev'in yazıyı hangi ana tema üzerine dayandırdığını biliyorum bu doğrudur; fakat Hola'nın dikkat çektiği hususları gözden yitirmeden (ki bu çok çok önemli), teşekkürler :)
HoLa -- 30.03.2008 - 15:47
Ben yazınızdaki bir satırdaki önermeniz üzerine bir değerlendirme yaptım. Yazınızın tamamı benim yazdığımla özedeşlenemeyeceğini anlattım.
Sizin ne demek istediginizi anladığımı gösterir iki de örnek verdim;
Çelik çomak ligi..
Cirit ligi...
Bu işler kızmakla olmuyor...
...özendirmekle oluyor.
Milli değerlerimizi özendirecek örneklerinizi merakla bekliyorum.
Selamlar.
Bilgisev -- 31.03.2008 - 01:22
gerçekten de çok önemli. Bunun için "Teşvik yasaları" oluşturulmalı. Örneğin, ihracatı teşvik yasası bir dönem oldukça etkili oldu. fakat, her zaman olduğu gibi, o da amacından saptırıldığı için etkinliğini kaybetti. Bir zamanlar "Yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı" sözü geçerli idi. Bugün ise "ithal malı kalitelidir, yerli malı değil" inancı hakim.
Demek ki, gerçek olan aslında beyine inanç olarak yerleşendir. Siz neye inanıyorsanız gerçek odur. Bugün AB değerleri önemli oldukları halka inandırıldıkları için gerçek oldukları sanılıyor. Oysa ki, kendi değerlerimiz çok daha geçerli gerçeklerdir. Örneğin, dilimiz olan Türkçe. Dünyanın en güzel ve estetik dilleri arasında olmasına karşın gereken ilgiyi görmüyor.
Türkçenin önemini Atatürk, zamanında görmüş, "Türkçe yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılmalıdır" demiştir. Atatürk ders kitaplarına üçgen, dörtgen, açı,...gibi birtakım geometri terimlerinin konmasını sağlamış ve onların kullanımını yerleştirmiştir. bugün hiç kimse, murabba, müselles demiyor.
Demek ki, teşvik için devlet önayak olmalı, daha ilkokul düzeyinde birtakım değerler çocuklara aktarılmalıdır. Bu bakımdan eğitim çok önemlidir ve asla yabancı güçlerin eline bırakılmamalıdır. Bugün yabancı dilde eğitim veren birçok okul bulunuyor. Eskiden bir iki tane iken bugün pek çok Anadolu lisesi adı altında İngilizce öğretim veren okullar var.
İngilizce öğrenmek başkadır, ingilizce öğretim görmek başkadır. Bu tür okullardan mezun olanlar tümüyle farklı bir dünya görüşüne sahip oluyorlar. Pragmatizm onların içine (şuuraltlarına) küçük yaşta işleniyor ve topluma batı hayranı, milli değerleri bilmeyen ve dolayısıyla küçümseyen fertler olarak iş hayatına atılıyorlar.
Bu dediklerimi anlayabilmek için her iki sistemi görüp içinde uzun yıllar yaşamış olmak gerekir. Aksi taktirde, uzun vadeli etkilerini sezmek oldukça zordur.
Bilgisev -- 31.03.2008 - 03:46
Bu arada yukarıda 1Misafir adlı kişinin sorusunu veya yaklaşımını yanıtlamak isterim. Japonlar kendi dillerine büyük önem verirler. Japoncayı öylesine korurlar ki başka bir yabancı kişinin Japonca öğrenmesini bile istemezler. Ben Japonyaya 30 kere gittim ve biraz da Japonca öğrendim. Gördüm ki dilleri sayesinde kültürlerini de korumayı başarıyorlar.
Örneğin, Japonya'ya bir teknik eşya satmak isteseniz içine mutlaka Japonca kullanım kılavuzu eklemeniz gerekir. Aksi taktirde ithal edilemez. bu kurala amerikalılar acayip bozuluyorlar. Çünkü, Japonca kullanma kılavuzu üretmek demek ayrıca bir tercüme masrafı gerektirdiğinden malın fiyatı artıyor ve dolayısıyla piyasadaki rekabet gücü düşüyor. Çünkü, aynı malı japonlar da üretiyorlar. Ama bizde böyle bir kural yok. İthal edilen bir teknik eşya (örneğin bir tansiyon aleti) alın ve kullanma kılavuzunu inceleyin. Asla Türkçe bulamazsınız.
Sadece bu değil. Japonlar asla yabancı dilde eğitim, öğretim yapan okula izin vermezler. Sadece bir tek üniversitelerinde İngilizce ders verilir ama hiç bir lise veya orta öğretim kurumunda japoncadan başka dilde eğitim verilmez. Bu bakımdan japonların çoğu yabancı dil bilmez. Orada yaşamak için mutlaka japonca öğrenmeniz gerekir. Çünkü yazılarını dahi okuyamazsınız.
Japonyada 4 adet farklı abece vardır ve hepsi de birlikte kullanılır. Bunlara Kanji, Katakana, Hiragana ve Romanji denir. Sondaki -ji eki bizim -ci/çe eki ile aynı anlamdadır. Yani Kanji = Hanca ve Romanji = Romanca, yani latin abecesi demektir. Hepsini de aynı cümle içinde karışık halde kullandıkları için Japonca okumak son derece zordur. Çocuklar bir gazeteyi bile ancak 5 yıl eğitim gördükten sonra okuyabilirler. Ama, tüm bu zorluklara rağmen hiç bir Japon da "İngilizce daha kolay yazılıp okunuyor. Biz kendi abecemizi terk edip sadece Romanji yazalım" demiyor.
HoLa -- 31.03.2008 - 06:49
XEROXing
GOOGLEing
E-MAILing ...bunlar ingilizcede kullanılan aslında birer marka olan ama kullanılan fiilerdir. Bizdeki örneği; Mintaxlamak gibi. Dilin zenginleşmesindeki etken olan bir noktanın da yenilikler olduğunun en çarpıcı örneklerinden bir kaçı. Birilerinin yeni bir şey oluştuğu zaman ona anında Türkçe bir isim bulmalarını istiyorsununuz ama bu neredeyse imkansız. Günlük yaşamda yerini alan bir şeyin kullanılan ismini alıp bir anda değiştirerek Türkçesinin kullanılmasını sağlamayı nasıl yapacasınız?
Bilgisev -- 31.03.2008 - 10:32
Türk Dil Kurumu adlı bir kurum var ama yetkisi yok. Okul kitaplarına girecek veya girmeyecek sözcükleri saptamakta yaptırım gücü yok. Bunu sağlamak gerekir. Ama, bu kurum da diğer tüm kurumlarımız gibi politikleşmiş ve ya solcu veya sağcı gurupların elinde oyuncağa dönüşmüştür. Bu yüzden de elindeki tüm yetkiler alınıp Milli eğitim Bakanlığına devredilmiştir.
Milli Eğitim Bakanlığı gerçekten bir "milli" eğitim istiyor mu? Yoksa, bir yanda imam hatip okulları açıp diğer yanda yabancı dilde eğitim veren özel okullara her türlü yetkiyi tanıyor mu? Eğer öyle ise artık bir milli eğitimden söz edilemez. Gayrı-milli eğitimden söz edilebilir.
Devlet bu iki farklı görüşte olan eğitim şekillerine izin vererek toplumu bilerek veya bilmeyerek bölüyor, şizofren hale getiriyor. Ne dilimizi koruyor ne de milli değerlerimizi.
levinstayn -- 25.05.2008 - 16:11
Bu dil ve milli değerler konusuna,'satış-pazarlama' olarak bakma noktasına getirmiş bizi her şeyi bir mal olarak gören emperyalist sistem. Yalnız bir de şöyle düşünün: Sizin kültürünüz, değerleriniz beş para etmez Amerika'nın gözünde. Bugün Türkiye'de nerdeyse tüm Kamu Kuruluşları özelleşmiş durumda, halk iskeleleri yıkılıyor, egede, güneydoğuda topraklar satılıyor. O zaman şunu soruyorum; "Satacak neyimiz kaldı bu saatten sonra Avrupa'ya, Amerika'ya, Gençlerimizden başka?"
Agnia -- 25.05.2008 - 17:48
Eğer buzul devri yaklaşıyorsa ya da katı yakıt tükenene kadar başka çözül bulunmazsa, gençlere ilaveten güneşimiz de var :)
9999 -- 29.05.2008 - 01:49
İnanç kelimesinin sözlük anlamı, kişi yada toplum tarafından bir düşüncenin, bir olgunun, bir nesnenin, bir varlığın gerçek kabul edilmesi demektir ve kültür aracılığıyla aktarılır.Kültür insanların öğrenilen duygu düşünce ve inanç biçimidir aslında.
Halk inançları binlerce yılın yaşam pratiğinden oluşur ve o an için pek çok işlevi yerine getirir.Kültürün en önemli aracı da dildir ve zaman değişir kültür değişir, manevi tarafı(gelenek, görenek) gecikse de maddi tarafı(teknoloji) daha hızlı gitse de degisme kacinilmazdir.Dil de değişir..
Dil ile birbirimizden ayrılır, yine dil ile BiRleşiriz..Ayrılma noktalarına bakarak tüh tüh yapabilir, BiRleşme noktalarına bakarak yaşasın diyebiliriz.Baktığımız yön bizim düşüncemizi olusturur..
yunus -- 29.05.2008 - 08:42
Mili değerler ve gelenek üzerine nasıl bir düşünce tarzımız olduğunu anlamakta her zaman güçlük çektim.Bu okuduklarımın sonucu daha da karamsar bir duruma düşmekten kendimi alamadım.Öncelikle Kültür ve Turizm bakanlığı diye bir bakanlığı olan ve kültürü folklorik ,otantik öğeler diye tanımlayan bir devlet politikasının, nasıl bir eğitim politikası uygulamasını bekliyoruz.Ya da niye devletten bir şeyler bekleme alışkanlıklarından sıyrılamıyoruz.Sanırım bu Türk'lerin en temel geleneği.Hemen askeri temelde bir örgütlenme yarat ve ardından kenara çekil ,iste...Devlet şunu yapsın, şunuda yapsın.Üstelik bunun için bir araya gelemiyoruz bile.Oysa devlet örgütlenmesi refleksleri en zayıf örgütlenme yapısıdır.Bu açıdan belediyeler ve sivil toplum kuruluşları günümüzde çok daha önemlidir.
Ancak konumuza dönersek milli değerler nedir?Cirit bir milli değer olabilir mi?
Gelenek derseniz ; gerçekten türban ya da baş örtüsü bir gelenek midir?
Dil üzerine düşünürken bir dilin değişim ve gelişim şartları hakkında ortak bir dilimiz var mı? ya da bu konuda neler düşünüyoruz.
Kültür üzerine hiç bir şey sormayayım ,daha iyi?
Hocam haklısın, bunların hiç biri derdimiz değil "bunca mış gibi yaşarken"
Bilgisev -- 27.07.2008 - 01:36
Yunus'un şu sorusuna bakalım: "Ancak konumuza dönersek milli değerler nedir?"
Milli değerler bir milletin veya toplumun ortak değerleri, her ferdin sayıp önemsediği ilkeler olarak tanımlanabilir. Bu ifadede ORTAK sözü üzerinde durmak gerekir. Ortak olan kavramlar veya değerler üzerinde tartışmaya gerek duyulmaz. Çünkü o ortak olan değer tüm fertler tarafından doğal olarak özümsenmiş ve benimsenmiştir. Genelde her milletin ortak değerleri vardır.
Bu değerler sorgulanıp küçümsenmeye başlayınca ortaklık sona erer ve her düşünen insan kendi değerlerinden söz etmeye başlar. Farklı değerler farklı ideolojilere ve farklı kimliklere yol açar. Sonuçta bölünme, ayrılma ve kopma kaçınılmaz olur. İşte eski Yugoslavyanın, Çekoslovakyanın durumu. Aynı dili ve kültürü paylaşan insanlar farklı değerlere önem vermeye başlayınca ayrı milletler halinde koparıldılar. Kopmadılar, koparıldılar.
Eğer bizler de kopmaya hazırsak, bunu doğal bir değişim olarak görüyorsak sonuçta olacak olan budur. Biz neye inanırsak gerçek de o olmaktadır. O olacaktır. Seçenek ve karar bizim.
Agnia -- 27.07.2008 - 02:27
Holistik değerlendirmede neler vardı;
1.Duygu ile Bilgiyi birleştirir.
2.Dış kurallara ya da gurup ilişkilerini dikkate almaksızın, yaşayan (her an güncellenen) bir evrensel düzen ortaya çıkarır.
3.Esneklik, kendiliğindenlik ve işlevselliğin önceliği vardır.
4.Farklılıklar ve çokluklar bağımsız, doğal akışlarla birleştirilir.
5.Eşitlikçilik sınıflandırmanın doğal dereceleriyle ve mükemmellikle bağlanır.
6.Bilgi ve uzmanlık; gücün, statünün ya da gurup duyarlılığının üstünde algılanır.
7.Bütün spirali kullanır, karşılıklı davranışın çeşitli düzeylerini görür; uyumu, mistik güçleri ve oluşumun içine işleyen kapsamlı-akış durumlarını ortaya çıkarır.
8.Özetle, kollektif insan evriminin rehberlik eden yanıdır.
Bu maddeleri içinizde hissetmeye çalışırsanız, bütün ayrılıkların tek bir kaba sığabileceğini ve fakat tek bir şartla; farklılıkları koruyabilme, farklı ihtiyaçların en küçüğüne bile değer verebilme becerisi ya da ANlayışı ile diyebilirim.
"Vatan, milli değerler" derken birinci düşünce katının 4.cü mimi olan mavi/mitik düzen söylemini dile getirmiş olursunuz ki bence hiç sakıncası yok, kendi içindeki kurgusu fevkalade doğru ve gereklidir, eğer bilinciniz bu düzlemde ise bunun için savaşabilir insan öldürebilir, büyük baskı rejimleri kurabilirsiniz; fakat eğer holistik düzlemde iseniz yine vatan ve milli değerler diyebilir, bütün bu kültür simgelerinin korunması, geliştirilmesi için elinizden geleni yaparsınız, yapmayanları suçlamaz, fikrinizi baskı yolu ile kabul ettirmeye çalışmazsınız. Bilincinizin, yüreğinizin şevkat ışığından uzaklaşmasına asla izin vermezsiniz.
Örneğin eğer bilinciniz 6.cı yeşil mim yani duyarlı benlik katında ise vatan/milli değerler gibi bir söyleme derhal karşı çıkarsınız; çünkü dördüncü MİMi içinizde barındırıyorsunuz ve o mim de büyük savaşlar ve insani tahribatlar oluştuğunu biliyorsunuz (6 sayısı içinde 4 ü barındırır doğal olarak, onun bilgisine sahiptır)bu sebeple hemen bu tür söylem ve organizasyonlara , niyeti her ne olursa olsun karşı çıkar hatta ileri götürüp siz de bunun için bi savaş başlatabilirsiniz. Yani 6.mim, duyarlı benlik olmasına rağmen, spiralin tümünü görüp değerlendirme becerisini henüz elde edemediği için şikayet ettiği zulme ve baskıya yol açan her şeyi yoketmek için kendi de savaşır ve zulüm yapabilir!
Bilgisev -- 27.07.2008 - 05:44
Bütünsel bakış bütüne bakabilme ve bütünün hayrına göre davranabilme yeteneğidir. Bu bakışta bencillik ve bireycilik yoktur. Bu bakımdan yukarda sözü edilen ikinci nokta: "Dış kurallara ya da gurup ilişkilerini dikkate almaksızın, yaşayan (her an güncellenen) bir evrensel düzen ortaya çıkarır." ifadesini doğru kavramak gerekir.
Dış kuralları ya da gurup ilişkilerini dikkate almadan bütünsel bakışa ulaşmak mümkün değildir. Çünkü hiç bir insan tek başına, gökten düşmüş bir taş değildir. Daima bir çevresi ve içinde yaşayıp yoğrulduğu bir sosyal ortamı vardır. Bu bakımdan, dış kurallara ve grup ilişkilerine önem vermek gerekir. Onları elbette ki eleştirmek ve daha güzele, hayırlı olana dağru evrilmelerine katkıda bulunmak gerekir. Ancak, ferdin kendi çıkarı gurubun hayrından önde olmaması gerekir. Her ikisi de önemli olup biri diğerini desteklemelidir.
Batı düşüncesi bu görüşün tam karşısında olduğu sanılır. Materyalist görüş ferdin çıkarını ve yararını en temel değer olduğu görüşündedir. Oysa ki, gerçek batı toplumunda durum hiç de öyle değildir. Kurallar ve yasalar son derece sıkı tutulup ciddi bir şekilde uygulanır. Demokraside "ben her istediğimi yaparım" görüşü asla geçerli değildir.
Bizim ülkemizde demokratik hak ve özgürlükler maalesef yanlış anlaşılmış "kurallar çiğnenmek için vardır" görüşü genel kanı olarak yerleşmiştir. Yukarıda sözü edilen "evrensel düzen" öncelikle yerel düzenden başlaması gerekir. Yerelde düzen oluşturamamış kişi ve toplumlar, nasıl olur da evrensel düzene olaşabilirler? Üzerinde düşünülmesi gereken bir sorudur bu.
Agnia -- 27.07.2008 - 07:03
Bence oradaki cümle bir çeviri hatası olmalı, gerçi ben ne olduğunu anladığım için düzeltmeye gerek duymamıştım böyle yanlış anlamalar olmaması bakımından o cümleyi şu şekilde revize ediyorum:
2.Dış kurallara ya da gurup ilişkilerine körü körüne bağlı kalmaksızın, yaşayan (her an güncellenen) bir evrensel düzen ortaya çıkarır.
medisis -- 28.07.2008 - 17:37
Sayın Bilgisev yazınızda o kadar güzel bir noktaya değinmişsiniz ki...Maalesef batıya olan hayranlığımız da bizi kendi değerlerimizden ve özümüzden uzaklaştırıyor. Belirttiğiniz gibi bunun en güzel örneğinide yurt dışında yaşayan iki kültür arasında bocalayan ve sıkışıp kalan kararsız bir gençlik oluşturuyor. Evet teknolojik gelişmeler bizde o kadar ileri seviyede değil, bu da bizi bağımlı kılıyor. Üretim denilen şeyi unuttuk adeta tüketmek için birbirimizle yarışıyoruz.
Düşünen ve üreten beyin olmak yerine hazıra konmak gibi bir tembelliğimizde mevcut.Gelişime ayak uydurmaya çalışırken bunu abartmadan dengeli bir şekilde yapabiliriz. Mesela, ingilizce öğrenmeliyiz ama konuşurken türkçe kelimelerin arasına sıkıştırmadan gerekli yerlerde kullanmak gibi. Teşekkürler...
Misafir -- 13.09.2008 - 07:19
Haklısınız ŞARTLANMA yapılmamalı.
ŞART olmalı.
kureselleşmenin olumsuz etkilerini dilimiz üzerindeki yan etkilerini düşünmek bakımından ciddi bir tavsiyee bakalım gerckden öylemi konu başlığı ile yazan arkadasımızın kaygıları ve tespitleri cok doğru ama o zamn neden şart olsunki direk dilimizi ingilizce yapalım olsun bitsin ne dersin..hem vermiş oldugun istatisklerin üzerine bi 75 m daha fazl insan eklenmiş olur..