Yazının başlığını ''Bir Alevi Mürşidi Olarak İsa'' veya ''İsa Mesih'in Gnosis'i'' koymayı da düşündüm ama üsttekinde karar kıldım. Bu yazımda Alevilik ile Hristiyan Gnostisizmi arasındaki bağı hem mevcut kanonik (yani Kilise tarafından kabul görmüş) İncillerden ve hem de Kilise tarafından reddedilen Gnostik metinlerden yapacağım çoklu alıntılarla gösterebilmeyi umuyorum. Alevilikte temel teşkil eden pek çok inancın kökünü Gnostisizmde bulacaksınız. Bu Yolun baş mürşidinin İsa olduğu kanaatindeyim. Bu yol Hıristiyanlık içidir, İslam içi değil. Belki eski Pavlikan inancı hakkında fikir sahibi olmak da mümkün olur bu vesileyle. Hristiyanlar da bu dinin özünü ve gerçek mahiyetini Gnostisizmde görebilme fırsatı yakalamış olacak. Dinlerini hakikaten anlama olanağı bulacaklar. İddiam odur ki Hristiyanlığı bilmeden Aleviliği, Aleviliği bilmeden de Hristiyanlığı doğru düzgün anlamak mümkün değildir. Zaten Gnostiklerin iddiası, Katolik Kilisesinin inancı anlamadığı, inancın özünü kendilerinin bildiği yönündedir. Hristiyanlığın Alevilerine (veya Alevilerin Hristiyanlık dönemindeki isimlerine) Gnostikler deniyor bugün. Alevilik ile Gnostisizm ilişkisi konusunda daha önce giriş niteliği taşıyan bir yazı yazmıştım. Linkini vereyim: http://www.sonsuz.us/forum/din-ve-teoloji/alevilik-islamin-icinde-midir
Kanonik İncillerde dahi İsa’nın açıkça belirttiği misyonunu görerek incelememize başlayalım;
(Yuhanna: 18/37) ‘’Ben Hakk’a tanıklık etmek için doğdum, bunun için dünyaya geldim. Hak’tan yana olan herkes benim sesimi işitir.’’
Bilindiği üzere Alevilikte bedensel diriliş inancı yoktur. Ya devriyeye girilip yeniden doğulur ya da Hakk’a erilip ruhen kurtulunur. Burada bedensel diriliş yoktur. Aynı fikir İncil’de de görülür;
(Pavlus’un 1.Korintliler Mektubu 15:46-50) ''Önce ruhsal olan değil, doğal olan geldi. Ruhsal olan sonra geldi. İlk insan yerden, yani topraktandır. İkinci insan göktendir. Topraktan olan insan nasılsa, topraktan olanlar da öyledir. Göksel insan nasılsa, göksel olanlar da öyledir. Bizler topraktan olanlara nasıl benzediysek, göksel olana da benzeyeceğiz. Kardeşler şunu demek istiyorum, et ve kan Tanrının Egemenliğini miras alamaz. Çürüyen de çürümezliği miras alamaz.''
(Filip-23 b.) "Et (ve kan) Tanrının hükümranlığına mirasçı (olamaz)." Miras olmayan (et) hangisidir? Kendi üzerimizde taşıdığımız et! Fakat miras olabilen hangisidir? O, İsa'nın (eti) ve kanıdır! Bundan dolayı dedi: "Kim benim etimi yemez ve kanımı içmezse, onda hayat yoktur". Bu hangi (et) tir? Onun eti Kelam ve onun kanı Kutsal Ruh'tur. Bunu kabul eden kimsenin yiyeceği ve içeceği ve giyeceği vardır.’’
Hemen üstte Gnostik Filip İncilinden yaptığım alıntı dikkat çekicidir. Ekmek - Şarap Ayini olarak bilinen ve günümüz Hristiyanlarınca da anlamı bilinmeden tekrarlanan ayinin sırrını ifşa eder. Bu ayinde ‘Bu, İsa’nın kanıdır’ denip şarap içilir ve ‘Bu, İsa’nın etidir’ denip ekmek yenir. Hristiyanlar neden İsa’nın etini yiyip kanını içtiklerini bilmez. Onlara kalırsa bunu yalnızca İsa son akşam yemeğinde kendisinin anılması için böyle yapılmasını söylediği için yaparlar. Oysa birini anmanın başka yolu yok mudur? Etini yemek ve kanını içmek birini anmak için ilginç bir yöntem değil mi? Oysa üstte bunun manası açıklanıyor. İsa’nın eti (ekmek) bir semboldür ve Kelam’ı ifade der. İsa’nın kanı (şarap) da bir semboldür ve Onun Ruhunu temsil eder. Etini yiyip kanını içmek, Kelamını benimseyip Kutsal Ruhundan alarak Onunla birleşmeyi, Onun gibi olmayı, yani Onun mertebesine erişmeyi ifade eder. Talibin hedefi mürşidi gibi kamil olmaktır. Alttaki ifadeler durumu daha da açıklayıcı kılar (metinde İsa’dan açıkça ‘kamil insan’ diye bahsedildiğine de dikkat ediniz);
(Filip-100.) ‘’Dua kadehi için sunulan kana, sembol olalıdan beri şarap ve su ihtiva eder. Ve Kutsal Ruh ile doludur ve (muhakkak) o kamil insanın ruhudur. Biz bu (kadehi) içersek, kendimizi kamil insana uydurmuş oluruz.’’
(Filip-15.) ‘’Mesih gelmeden önce, dünyada ekmek yoktu; Adem'in bulunduğu cennet gibi, hayvanlara besin için pek çok ağaçlar vardı, ancak insanlara besin için, hiç bir tahıl tanesi gösterilmemişti. İnsanlar, hayvanlar gibi beslenirdi. Fakat, kamil insan Mesih gelince, insanların insan yiyecekleriyle beslenmeleri için, gökten ekmek getirdi.’’
Musa’nın izleyicilerine man denen yiyecek dağıtması gibi İsa da izleyicilerini doyurur. Onun getirdiği ekmek, ‘gökten gelen ekmek’tir, yani Kelam’dır (Logos). Ondan yiyen bir daha acıkmaz çünkü ruhu doyar.
Alevilikte benliği aştıkça Hakk’ı bulmak söz konusudur. Bu yüzden benliği ve fani dünyayı aşmak çok önemsenir. Aynı inanç İncil’de de vardır;
(Petrus’un 1.Mektubu 2:11) ''Sevgili kardeşler, size yalvarırım, cana karşı savaşan benliğin tutkularından kaçının. Çünkü bu dünyada yabancı ve konuksunuz.''
(Pavlus-Romalılara Mektup 7:24-25) "Ne zavallı insanım! Ölüme götüren bu bedenden beni kim kurtaracak? Rabbimiz İsa Mesih aracılığıyla Tanrı'ya şükürler olsun! İşte ben aklımla Tanrı'nın yasasına, ama doğal benliğimle günahın yasasına kulluk ediyorum."
(Matta 10:38-39) ‘’(İsa dedi) Çarmıhını yüklenip ardımdan gelmeyen bana layık değildir. Canını kurtaran onu yitirecek. Canını benim uğruma yitiren ise onu kurtaracaktır.’’
(Luka 14:27-30) “(İsa dedi) Çarmıhını yüklenip ardımdan gelmeyen, benim öğrencim olamaz. … Aynı şekilde sizden kim varını yoğunu gözden çıkarmazsa, benim öğrencim olamaz."
(Yakup’un Mektubu 4:4) ‘’Ey vefasızlar, dünyayla dostluğun Tanrı’ya düşmanlık olduğunu bilmiyor musunuz? Dünyayla dost olmak isteyen, kendini Tanrı’ya düşman eder.’’
(Yuhanna 17:14) "(İsa dedi) Ben onlara senin sözünü ilettim, dünya ise onlardan nefret etti. Çünkü ben dünyadan olmadığım gibi, onlar da dünyadan değiller."
(Pavlus-Filipeliler’e Mektup 3:20) "Oysa bizim vatanımız göklerdedir.’’
Aleviliğin en temel inançlarından biri Hakk’ın her yerde ve herkeste olduğudur. Alevi Yolu, Tanrıyı insanda bulur. Bu temel inancın kökeni de İsa Mesih’tedir;
(Pavlus-Koloseliler’e Mektup 1: 27) "Tanrı kutsallarına bu sırrın uluslar arasında ne denli yüce ve zengin olduğunu bildirmek istedi. Bu sırrın özü şudur: Mesih içinizdedir. Bu da size yüceliğe kavuşma umudunu veriyor."
(Pavlus- Koloseliler’e Mektup 3:11) "Bu yenilikte Grek ve Yahudi, sünnetli ve sünnetsiz, barbar, İskit, köle ve özgür ayrımı yoktur. Mesih her şeydir ve her şeydedir."
(Elçilerin İşleri 17: 27) ‘’Bunu, kendisini arasınlar ve el yordamıyla da olsa bulabilsinler diye yaptı. Aslında Tanrı hiçbirimizden uzak değildir.’’
(Elçilerin İşleri 17: 28) ‘’Nitekim, ‘O'nda yaşıyor ve hareket ediyoruz; O'nda varız.' Bazı ozanlarınızın belirttiği gibi, ‘Biz de O'nun soyundanız.'’
(Pavlus’un Galatyalılar’a Mektubu 4:19) “Çocuklarım! Mesih sizde biçimleninceye dek sizin için yine doğum ağrısı çekiyorum.”
(Pavlus’un Galatyalılar’a Mektubu 3:28) ‘’Artık ne Yahudi ne Grek, ne köle ne özgür, ne erkek ne dişi ayrımı var. Hepiniz Mesih İsa’da birsiniz.’’
Gnostik Tomas İncilinde ise pirlerin piri olan İsa’da adeta Hak dile gelir;
(Tomas - 77.) ‘’İsa dedi: Ben herkesin üzerindeki ışığım. Ben her şeyim. Her şey benden çıktı ve bana ulaştı. Ağacı yarın, ben oradayım. Bir taşı kaldırın, beni orada bulacaksınız!"
Alevi Yolu sevgiye çok önem verir. Öyle ki Alevilerden ‘Bizim dinimiz sevgidir’ sözünü işitirsiniz. Keza affetmek, kin gütmemek de Alevi Yolunda temel önemdedir. Bu yüzden ‘İncinsen de incitme’ denir. Bu sevgi dolu ve affedici öğretinin kökü de İsa’dadır;
(Pavlus 1.Korintliler Mektubu 14:4-5) ‘’Sevgi sabırlıdır, sevgi şefkatlidir. Sevgi kıskanmaz, övünmez, böbürlenmez. Sevgi kaba davranmaz, kendi çıkarını aramaz, Hakk’la sevinir.’’
(Luka 6:37) ‘’(İsa dedi) Başkasını yargılamayın, siz de yargılanmazsınız. Suçlu çıkarmayın, siz de suçlu çıkarılmazsınız. Başkasını bağışlayın, siz de bağışlanırsınız.’’
(1.Yuhanna 4:16-20) ‘‘Tanrı sevgidir. Sevgide yaşayan Tanrı’da yaşar, Tanrı da onda yaşar. Yargı gününde cesaretimiz olsun diye sevgi böylelikle içimizde yetkin kılınmıştır. Çünkü Mesih nasılsa biz de bu dünyada öyleyiz. Sevgide korku yoktur. Tersine, yetkin sevgi korkuyu siler atar. Çünkü korku cezalandırılma düşüncesinden doğar. Korkan kişi sevgide yetkin kılınmamıştır. Biz ise seviyoruz, çünkü önce O bizi sevdi.’‘
(Pavlus’un I. Korintliler Mektubu 13/2) ‘‘Peygamberlikte bulunabilsem, bütün sırları bilsem, her bilgiye sahip olsam, dağları yerinden oynatacak kadar büyük imanım olsa, ama sevgim olmasa, bir hiçim’’
Alevi Yolu ile İsevi Gnostisizm arasındaki bir başka ortaklaşma da geldikleri coğrafyada var olan dinin şeriatını (yasasını - antlaşmasını) geçersiz hale getirmeleridir;
(Pavlus-Koloseliler’e Mektup 2:13-15) "Siz suçlarınız ve benliğinizin sünnetsizliği yüzünden ölüyken, Tanrı sizi Mesih'le birlikte yaşama kavuşturdu. Bütün suçlarımızı O bağışladı. Kurallarıyla bize karşı ve aleyhimizde olan yazılı antlaşmayı sildi, onu çarmıha mıhlayıp ortadan kaldırdı. Yönetimlerin ve hükümranlıkların elindeki silahları alıp onları çarmıhta yenerek açıkça gözler önüne serdi."
Üstte anlatılan şudur: Yasa/Şeriat (‘’yazılı antlaşma’’), henüz benlikte yaşayan ve olgunlaşmamış olanlar içindir. Ama siz kemalat yoluna girerseniz Yasa’dan hür kalırsınız. Çünkü benliğinizi aşarak Hakk’ı bulursunuz. Burada Alevilikteki tarikat kapısına girenin şeriat kapısından çıkacağı düşüncesinin aynısı söz konusudur. Çarmıh, benliği aşmanın metaforudur. Üstteki anlatımda ‘benliğinizin sünnetsizliği’ ifadesi manidardır. Sünnetin esas anlamının benliği aşmak olduğunu anlatır. Aşağıdaki şu ifadeler de bu doğrultudadır ve sünnetten amaçlananın benliği ve bedene bağlılığı aşıp ruhu görmek olduğunu vurgular;
(Filip-123 a.) ‘’İbrahim, görmesi gerekeni görünce, önlerindeki eti sünnet etti, bununla bize eti imha etmenin zaruretini gösterdi.’’
İsa, esas öğretisinin Hakk’ı insanda bulmak olduğunu açık ifadelerle söyler;
(Yuhanna 8:31-36) "İsa kendisine iman etmiş olan Yahudilere, «Eğer benim sözüme bağlı kalırsanız, gerçekten öğrencilerim olursunuz. Hakk’ı bileceksiniz ve Hak sizi özgür kılacak» dedi. Biz İbrahim'in soyundanız» diye karşılık verdiler, «hiçbir zaman kimseye kölelik etmedik. Nasıl oluyor da sen, `Özgür olacaksınız' diyorsun?» İsa, «Size doğrusunu söyleyeyim, günah işleyen herkes günahın kölesidir» dedi. «Köle ev halkının sürekli bir üyesi değildir, ama oğul sürekli üyesidir. Bunun için, Oğul sizi özgür kılarsa, gerçekten özgür olursunuz."
Üstteki ifadelerde ‘ev halkı’ (ehl-i beyt) sözcüğü de dikkatlerden kaçmamalıdır. Bu kavramın esas manası budur. İsa, Hakk’a ererek Tanrının ev halkından (Oğul) olmuştur. Bize de bu yolu açıp bizi de ev halkından yapmak ve bu sayede kurtarmak istiyor. Bunun yolunu da Hakikati Bilmek (Gnosis) olarak tarifliyor. Bizi özgürleştirecek (kurtaracak) olan budur.
Hristiyanlıkta esas öğreti, Tanrının Oğlu olan İsa’ya tapınmak değildir. Ondaki Kutsal Ruhtan alıp Tanrının Çocukları haline gelmektir. İsa bir ilk örnektir. Bu yüzden İncilde ona ‘İlk Doğan’ denir. Fakat bunun için evvela çarmıhımızı onun gibi taşımamız, yani benlikte yaşamayı aşmamız gerekir. Bizlerin de Tanrı Çocuğu (ev halkı) olmamız gerekir ki kurtulabilelim. İsa, onun seviyesine yükselmemizi isteyen bir mürşittir. Zaten kendisine İncil’de havarileri tarafından ‘Rabbi’, yani ‘Öğretmen’ diye hitap edilir. Aslında kanonik İnciller bile bu konuda açık konuşur;
(Pavlus-Galatyalılar’a Mektup 4:6) "Oğullar olduğunuz için Tanrı, öz Oğlunun «Abba! Baba!» diye seslenen Ruhunu yüreklerinize gönderdi."
(Pavlus-Koloseliler’e Mektup 1:26-27) "Tanrı Sözünü, yani geçmiş çağlardan ve kuşaklardan gizlenmiş, ama şimdi O'nun kutsallarına açıklanmış olan Sırrı her yerde duyurmaktır. Tanrı, kendi kutsallarına bu sırrın uluslar arasında ne denli yüce ve zengin olduğunu bildirmek istedi. Bu sırrın özü şudur: Mesih içinizde bulunuyor. Bu da size yüceliğe kavuşma ümidini veriyor.’’
(Yuhanna 14:6) ‘’İsa ona, ‘Yol, Hakikat ve Yaşam ben'im’ dedi. ‘Benim aracılığım olmadan Baba'ya kimse gelemez.’’
Üstteki ifadede Hak, Yol ve Yaşamı yücelerde değil İsa’da, yani bir insanda bulan öğretiyi bir kez daha görüyoruz. ‘Benim aracılığım olmadan Baba’ya kimse gelemez’ demek, ‘Ben gibi kamilleşmeden Baba’yla birlenemezsiniz’ demektir. Burada İsa’ya tapınmaya değil, mürşidin seviyesine çıkıp onun gibi olmaya yönlendiriliyoruz.
Varlığın Birliği öğretisini Alevi Yolunun özünü oluşturur demiştik. Kanonik (kabul edilmiş) İncillerde dahi varlığın birliği öğretisinin açık ifadeleri göz önündedir;
(Pavlus-Efesliler’e Mektup 4:4)"Tek bir beden vardır."
(Pavlus-Korintliler’e 1.Mektup 12:27) "Sizler Mesih’in bedenisiniz ve ayrı ayrı da bu bedenin uzuvlarısınız."
Bilindiği üzere varlığın birliği öğretisi, yani yaratan – yaratılan ayrımının bulunmaması Alevi Yolunda çok temel bir yer tutar. Aranılan her şey insanda bulunur. Gnostik İnciller bu öğretinin kaynağıdır ve eşsiz bir hazine sunar;
(Tomas -3). ‘’İsa dedi: Eğer size rehberlik edenler, size derse: Bakın cennet göklerdedir, o zaman göğün kuşları sizlerin önünde giderler; eğer size derlerse: denizlerdedir, o zaman balıklar sizlerin önünde giderler. Ama cennet sizin içinizdedir ve sizlerin dışınızdadır. Eğer sizler kendinizi bilirseniz o zaman bilinirsiniz ve diri Babanın evlatları olduğunuzu bileceksiniz. Fakat sizler kendinizi bilemediyseniz, o zaman fakir olursunuz ve sizler fakirsiniz!’’
(Tomas-50). ‘’İsa dedi: Eğer size derlerse, ‘Nereden geliyorsunuz?’; deyin ki onlara: ‘Bizler ışıktan geliyoruz, ışığın kendinden doğduğu yerden’. Ayağa kalktı ve kendini kendi suretinde gösterdi. Size derlerse: ‘Siz kimsiniz?’, deyin ki: ‘Bizler Onun çocuklarıyız ve diri Babanın seçilmişleriyiz’. Size sorarlarsa: ‘Babanıza ait içinizde olan işaret hangisi?’ deyin ki: ‘Bu hareket ve sükunettir.’
(Filip-12 b.) ‘’Fakat bizim hatırımız için, hakikat dünyada isimleri ortaya çıkarıyor, çünkü
bu isimler olmadan onları tanımak mümkün değildir. Hakikat birdir, yegane şeydir. Pek çok şey vardır ve hatırımız için, pek çok şey arasında bir şeyi sevgiyle öğretebilmek için çokturlar.’’
(Filip-69 d.) İsa Dedi: "Babam gizliliktedir." Dedi: "Odana git, arkandan kapını kapat ve gizlilikteki Babana dua et", yani her şeyin içindeki. Fakat her şeyin en içindeki. Onun dışında hiçbir şey yoktur. Onun tarafından söylenen, şudur: "Her şeyin üzerinde".
Alevi Yolunun bir diğer özelliği de sırlara sahip olması, herkese açık bir inanç olmaması, taliplerinin içinden ancak hak edip olgunlaşanlara sırrını açıklamasıdır. Aynı durum Gnostisizmde de vardır. Gnostik metinlerden bunu apaçık görürüz;
(Tomas-8). ‘’İsa dedi: İnsan denize ağ atan bilge bir balıkçıya benzer; denizden benim balıklarımla dolu olarak ağı çekerken; onların altından büyük güzel bir balık bulur bilge balıkçı; zahmetsizce büyük olan balığı seçer ve diğer tüm küçük balıkları denize atar, işitmek için kulakları olan işitsin!’’
Üstteki ifadelerinde kamil mürşit olan İsa, seçtiği balıklar (talipleri) arasından ‘büyük güzel bir balık’ (sırrı almaya layık biri) bulunca diğerlerini (olgunlaşamayanları) suya geri bırakan ‘bilge balıkçıya’ benzetiliyor. Yola girmesine karşın olgunlaşıp da Hakk’a eremeyenler tıpkı Yola hiç girmemişler gibi devriyede dönmeye devam ederler. Bu yüzden, Gnosis’i öğretmeyen günümüz Hristiyan mezheplerinin hiçbiri (Katolik, Ortodoks, Protestan) İsa’nın sunduğu kurtuluşu sunmaz.
Günümüz Hristiyanlığı her ne kadar kitlesel bir din olsa da işin esası böyle değildir görüldüğü gibi. ‘Çağırılanlar çok ama seçilenler azdır’. Seçilmişlik konusunda aşağıdaki ifadeler daha da nettir;
(Tomas-23.) ‘’İsa dedi: Sizlerin arasından ben seçeceğim, binin içinden birini, onbinden ikisini ve onlar orada duracaklar, sanki iki birmiş gibi!’’
(Tomas-49.) ‘’İsa dedi: Ne mutlu yalnız ve seçilmiş olanlar, sizler cenneti bulacaksınız, ondan geldiniz ve ona döneceksiniz!’’
Üstteki ‘ondan geldiniz ve ona döneceksiniz’ sözü dikkat çekicidir. İnsan Hakk’tan gelmiştir, dünyadaki devriyesinden sonra kemalata erince yine Hakk’a geri dönecektir. Bir üstteki ‘onlar orada duracaklar, sanki iki birmiş gibi’ cümlesinde de İsa seçilmişlerin, yani hakikate erenlerin aynı hakikatte birleneceklerini ve sanki tek kişiymiş gibi olacaklarını anlatır. Alevilikte bu inanç kırklar ceminde birine neşter vurulduğunda tüm erenlerden kan gelmesi metaforuyla tekrarlanır. Görüldüğü gibi kökü İsa’dadır.
Peki, İsa ‘Ben Tanrının Oğluyum’, ‘Tanrının Sözüyüm’, ‘Tanrının enkarnasyonuyum’ derken aslında ne kastediyordu? ‘En el Hakk’ diyordu! Ama Kilise, Tanrıya ermeyi İsa’ya indirgedi, sadece ona has bir şey gibi algıladı. Böylece Onun adı üzerinden kendi iktidarını kurdu. Yolu dogmalaştırdı ve kurban etti. Sorun da buradan doğdu. Oysa İsa herkesin kendi bulunduğu yüksek mertebeye gelebileceğini öğreten bir mürşitti. Yani evet, o hakikate eren bir mürşit anlamıyla Tanrının Oğludur! Ama sadece o değil, hepimize bu hakkı sunmuştur. Aşağıda Gnostik metinlerden yaptığım alıntıları dikkatle okuyun;
(Tomas-13.) ‘’İsa havarilere dedi: Karşılaştırın beni, söyleyin kime benziyorum? Simon Petrus ona dedi: Sen adil bir meleğe benziyorsun. Matta ona dedi: Bilge bir filozofa benziyorsun. Thomas ona dedi: Üstad, ağzım asla senin kime benzediğini söylememe izin vermez. İsa dedi: Ben senin üstadın değilim, çünkü sen kendini benim akıttığım fışkıran kaynaktan sarhoş ettin. Ve onu alır geriye çekilir, ona üç kelime söyler: ‘Ben, Ben Olanım’. Thomas arkadaşlarına geri döndüğünde, ona sordular: İsa sana ne dedi? Thomas onlara dedi: Bana söylediği kelimelerden birini bile size söylesem, taşları alıp bana atardınız ve taşlardan bir ateş çıkıp sizi yakardı!’’
Tomas, İsa’nın akıttığı kaynaktan içerek sarhoş olunca, yani öğretisini tam olarak kavrayınca İsa artık onun üstadı olmaktan çıkar. Çünkü Tomas da o seviyeye gelmiştir. Öğrenci yetkinleşip öğretmeni seviyesine gelir. Amaç budur. İsa’nın ‘Ben, Ben Olanım’ ifadesi de fevkalade önemlidir çünkü bu ifadeyi Tanrı, Musa’yla karşılaştığında Musa’nın kendisine ‘Sen kimsin?’ diye sorması üzerine cevaben söylemişti. Çünkü hepimiz kendimizi başka şeylerden hareketle tanımlamak zorunda iken Tanrı kendini yine kendi üzerinden tanımlayabilecek yegane özdür. ‘Ben, Ben Olanım’ sözlerinin baş harflerinden hareketle (YHVH) Yahudiler Tanrıya ‘Yahova’ adını verdiler. İsa da ‘Ben, Ben Olanım’ diyor. Yani bu sözün sırrına vakıf bir mürşit olduğunu belli ediyor. Tanrıya erip Onun gibi yanıt verdiği için Oğuldur, beden almış Tanrı sayılır. ‘Ben, Ben Olanım’ demek ile ‘En el Hak’ demek arasında fark yoktur. Tanrının Kelamı (Logos’u) işte budur: ‘Ben, Ben Olanım’. Söz budur. Bu sözün sırrına eren herkes Logos’a sahiptir.
(Ara Not: Gnostik metinlerin tefsiri bulunmuyor, bildiğim kadarıyla bu yönde bir çalışma yok; bu yazımdaki tüm metin açıklamalarımda ben kendi kabımın aldığı kadarını, yani kendi yorumladığımı ve anladığımı aktarıyorum. Fakat endişelenme ey okur, buraya kadar okuduysan anladıklarımın pek çok olduğunu zaten fark etmişsindir.)
(Tomas-108.) ‘’İsa dedi: Benim ağzımdan içen benim gibi ben de onun gibi olurum ve ondan gizlenen şeyler ona açılacaktır!’’
Üstteki ifadesinde de İsa, kendisinin ağzından içenlerin, yani onun öğretisini kavrayanların onun gibi olacaklarını açıkça belirtiyor. Buna göre İsa’nın Yoluna talip olan birinin amacı sonunda bir İsa haline gelmektir. Üstte Gnostik metinlerden yaptığım aktarımda bunu zaten örneklemiştim ama şunları da ekleyeyim;
(Filip-44.) ‘’Bir kimsenin mevcut eşyalardan bir şeyi onun gibi olmadan görmesi mümkün değildir. Bu mesele Dünyadaki insanın, kendisi güneş olmadan güneşi görmesi, ve kendisi gök, yer ve diğer bütün şeyler olmadan onları görmesi gibi değildir. O kendini hakikat (alanında) tutar. Bilakis: O yerden biraz görürsen ondan olursun. Ruhu gördün ve Ruh oldun. Mesihi gördün ve Mesih oldun. Babayı gördün ve Baba olacaksın. Böylece (burada) her şeyi görüyorsun fakat kendini göremiyorsun. Fakat (orada) kendini göreceksin; ne görürsen o olacak(sın).’’
‘’(İsa Tomas’a dedi) Ben senin aydınlanmaya başladığını biliyorum. Çünkü sen, benim Hakikat Bilgisi olduğumu artık biliyorsun. Benimle gezerken hala bilgisizdin, bilgiye ulaştın; daha sonra sana ‘kendini bilen adam’ denecek. Çünkü kendini tanımayan kişi hiçbir şeyi tanımaz.’’ [Tomas Kitabı - Bu metinde numaralandırma olmadığından ifadeyi düz biçimde (numaralandırmadan) alıntıladım]
Alevilikteki ’72 millete bir nazarla bakmak’ deyişinin kökü de Gnostisizmdedir. Buyurun;
(Filip-54.) ‘’Rab (İsa), Levi'nin boyahanesine gitti. (Çeşitli maddelerden) yetmiş iki renk aldı ve onları kazana attı. Onların hepsini (tekrar beyaz) çıkardı. Ve dedi: 'İnsanoğlu da böyle boyacı olarak geldi."
Yetmiş iki rengi, yani maddesel dünyadaki çeşitliliği ‘bir kazana’ atıp hepsini tekrar beyaz çıkarıyor. Yani özdeki/ruhtaki aynılığı vurgulayarak insanları birliyor. Vahdet öğretisini yansıtan bir ifade gördük.
Alevi Yolunda önemsenen bir başka şey de ‘kendini bilmektir’ çünkü ‘kendini bilen Hakkı bilir’. Bu öğretinin kökü de yine İsa’dadır. Buyurun;
(Tomas-67.) ‘’İsa dedi: Kainatı tanıyan kişi kendini tanımamışsa kainatı da tanıyamaz!’’
İsa’nın havarileri, pişme dönemlerinde ona sorular sorar. Bu sorular, eski Yahudi dininden kaynaklanan yargıları içerir. Örneğin, bir gün gelip kıyamet kopacağına, ölülerin bedensel olarak dirileceklerine ve kurulacak bir cennete kabul edileceklerin ayrılacağına, kalanların cehennem adlı başka bir yerde eziyet göreceklerine inanırlar. İsa’ya da bu doğrultuda soru sorarlar. Ama İsa’nın verdiği yanıtlar bambaşka bir öğretiye işaret eder. Şimdi bu yanıtları aktaralım, sonra da irdeleyelim. Buyurun;
(Tomas-18.) ‘’Havariler İsa’ya dedi: Söyle bize, sonumuz nasıl olacak? İsa dedi: Başlangıcı bulduğunuza göre, sonu niye arıyorsunuz? Çünkü orada, başlangıcın olduğu yerde, son da olacaktır. Ne mutlu, başlangıçta durana ve o sonu da bilecek ve o ölümü tatmayacak!’’
İsa bu yanıtı verince havariler bir şey anlamıyor. Zira bu yanıtı ancak kamiller anlayabilir. Peki, İsa ne kastediyor? Hakikat, her şeyi içerir. Her şey Hakk’tadır. Hakk her şeyi kapsar. Bu yüzden onda sadece şimdiki zaman vardır. Bu yüzden başlangıç ve son onda aynı yerdedir. Bu yüzden, ‘’Başlangıcı bulan sonu da bulur.’’ Hakk’a ermek, zaten dünya ve benliğin sonudur. Ruh kıyam eder. Kıyamet budur. Hakk’ı bulan hem sonu hem başlangıcı bulur. Başı sonu olmayan bir varlık için başlangıç ve son birdir. Çünkü her şey birdir. Her şey bir ise başlangıç ve son da aslında birdir. İsa bunu anlatıyor. Ama havariler (tıpkı sonrasında Kilise gibi!) anlamıyor.
İsa’ya dönük sorulara İsa’nın verdiği yanıtları irdelemeye devam edelim;
(Tomas-51.) ‘’Havariler ona dediler: Hangi gün ölülerin huzuru gelecek ve hangi gün yeni dünya gelecek? İsa dedi: Beklediğiniz geldi ama anlamıyorsunuz!’’
Burada da havarilerin eski inancın etkisiyle bir soru sordukları görülüyor. Onlar ‘yeni dünya’ veya kanonik İncillerdeki ifadesiyle söylersek ‘Tanrının Krallığının’ gelecekte bir gün İsa’nın ikinci gelişiyle kurulacağına inanıyorlar. Oysa Hakk’a eren herkes birer İsa haline gelir ve bu erenlerin sayısı arttıkça dünya da cennete döner. ‘Tanrının Krallığının kurulması’ demek, Tanrıya erenlerin dünyadaki etkisinin artması demektir. Hak insanda olduğu için, insan Hakk’ı bilirse, kamil insanda direkt Hak dünyayı düzenliyor olur ve dünya cennete dönebilir. Mürşitlerin ilki olan İsa ile bu süreç başlamıştır ama havariler (başlangıçta) anlamamaktadır.
Havariler cenneti de yanlış anlamaktadır. İrdeleyelim;
(Tomas-113.) ‘’Havarileri ona dedi: Cennet hangi gün gelecek?
İsa dedi: Beklendiği gibi gelmeyecek; bakın buradadır veya oradadır diye denmeyecek.
Baba’nın cenneti dünyanın üzerine yayılmıştır ve insanlar görmüyorlar!’’
Cennet Hakk’a ermektir. Hakk’a erenlerin kurduğu yaşamdır. İsa’nın öğretisi, ‘’Acılara karşı dişinizi sıkın, ibadet edin, öldükten sonra diriltilip cennete alınacaksınız’’ diye öğretmez. ‘’Hakk’a erin ve birbirinize olması gerektiği gibi sevgi ve merhamet temelinde davranarak dünyayı cennete çevirin’’ mesajını işler. Bu yüzden cennet de cehennem de dünyadadır ‘’ama insanlar görmüyorlar’’. İsa dünyadaki cenneti görüp yaşayabilmenin yolunun benlikte yaşamaktan ve bencilce tutkulardan kurtulmaktan geçtiğini öğretir. Şöyle der;
(Tomas-71.) ‘’İsa dedi: O evi yıkacağım ve bir daha hiç kimse onu yeniden yapma durumunda olmayacaktır!’’
Burada ev derken kastedilen benliktir, bedendir. İsa bu ifadenin bir benzerini kanonik İncillerde de kullanır. Ev yerine tapınak da demektedir. Çünkü insan bedeni –Tanrı insanda bulunduğu için- Tanrının tapınağıdır. Pavlus’un mektuplarında da bu vurgu işlenir. İsa çarmıhta bedeni yıkar ve dirilişinde yeniden (fakat topraktan değil ‘docetik’ bir beden olarak) inşa eder. Diriliş bu dünyada ve şimdidir. Çünkü beden ve benlik zaten ölümlüdür, bu yüzden bedende yaşayanlar ölü sayılır. Diriliş, ölümden sonra bedenin dirilişi değil, henüz yaşarken ölümlü bedenden ruhun dirilişidir.
(Luka-9:59-60) ‘’İsa bir başkasına ‘Ardımdan gel’ dedi. Adam ise ‘İzin ver, önce gidip babamı gömeyim’ dedi. İsa ona şöyle dedi: ‘Bırak ölüleri, kendi ölülerini kendileri gömsün.’‘’
Benlikte yaşayanlar zaten ölüdür. Çünkü beden hayvanidir ve hayvanlar gibi ölecektir. Şimdiden Ruhunu diriltirsen dirilerden olursun, diriltemezsen bedeninle birlikte ölür gidersin. ‘Günah ölüm getirir’. Gehenna çöplerin yakıldığı yerdir. Mezar bedendir. Ateş, tutkularımızdır. Şeytan benliğin sembolüdür ve ateşten yapılmıştır. Benlik bir ateştir. Tutkuların ateşi bizi benliğe bağlar ve ölümlü benlik ölümle yok olur. Ateş, yakıp yok etmenin metaforudur. ‘Bırak ölüleri, kendi ölülerini kendileri gömsünler’ derken sadece ölene değil bedende yaşayan herkese ölü demektedir İsa. Bu son derece önemlidir. Gnostik Tomas Kitabından (Tomas İncilinden farklı bir metindir) alıntıladığım aşağıdaki ifadeler de buna paraleldir;
‘’(İsa dedi:) Değişen şeyler fanidirler ve kaybolacaklar. Ve daha fazla hayat umutları yoktur. Çünkü bu vücut hayvanidir. Şimdi nasıl ki hayvanların vücutları yok oluyorsa, bu vücutlar da öyle yok olacaktır. Çünkü o hayvandaki gibi cinsel birliktelikten ortaya çıkmıyor mu? Eğer bu böyle meydana geliyorsa, hayvanlardan daha iyi nasıl olabilir? O halde bundan dolayı sizler kamil sayılmazsınız! Siz kemalata ulaşıncaya kadar, daha ne kadar devam edecek?’’
Üstte ‘bundan dolayı kamil sayılmazsınız’ derken hayvani bedenle özdeşleşmeyi aşmayanların kamil olmadıklarını anlatıyor. Hayvani beden dirilmeyecek, ölüp yok olacaktır. Dirilecek olan ruhtur ve bu diriliş de bu dünyada yaşarken söz konusudur.
‘’(İsa dedi:) Tüm seçkinler hayvani varlıklarını terk ederse bu ışık yukarıya, ülkesine geri dönecektir. Ve ülkesi onu tekrar kabul edecektir.’’
Üstteki ifadede, maddesel varoluşu bir karanlık ve düşkünlük olarak gören genel Gnostik algı yansıtılıyor. Seçkin ruhların, yani kamillerin ülkesi (buna ‘pleroma’ denir – derinlik ve yoğunluk gibi anlamlara gelen bir sözcüktür) Hakk’tır. Geri dönmeye dönük ifadedeki koyulaştırdığım ‘tekrar’ vurgusu, bir zamanlar Hakk’la Hakk iken sonradan düşmemize işaret eder. Düştüğümüz şey hayvani beden, ölümlü benlik ve fani dünyadır. Kurtulacağımız şeyler de bunlardır. Aşağıdaki ifadesinde de İsa hayvani bedeni bir hapishane olarak tanımlamakta ve bedensel yaşamı uyumak olarak tariflemektedir;
‘’(İsa dedi:) Ümidini bedenine bağlayan sizlere yazıklar olsun! Hapishane yıkılacak, daha ne kadar süre uyuyacaksınız?’’
Diriliş, ruhun hayvani bedenden ve benlikten dirilişidir, bu yüzden henüz yaşarken gerçekleşir. Buyurun;
(Filip-21.) ‘’Efendi’nin önce öldüğü ve (sonra) dirildiğini iddia edenler, yanılıyorlar. Çünkü o önce dirilişe ulaştı ve (sonra) öldü.’’
(Filip-14.) ‘’Güçler vardır ki, (...) onun varlığının sürekli olmasını, (kurtuluşunu) istemezler.
Çünkü insan (kurtulursa, artık daha fazla) kurban sunulmaz. (Kurban oldu) ve (gerçekten) güçlere hayvanlar kurban edildi; çünkü onlara kurban sunulanlardan biri hayvanlardır. Canlı olarak sunuldular; fakat sunulurken öldüler. (Buna karşı) insan, Tanrıya ölü olarak sunulur ve o hayat bulur.’’
Üstteki ifade ilgi çekicidir. ‘’İnsan kurtulursa daha fazla kurban sunulmaz’’ denmektedir çünkü kurtulamayan insan devriyeye girerek pek çok doğum ve ölüm yaşar. Her ölüm hayvani bedenin kurbanıdır. ‘’İnsan, Tanrıya ölü olarak sunulur ve hayat bulur’’ denirken de benlikte yaşayan ve bu yüzden zaten ölü hükmünde olan insanın kendi benliğini çarmıhta kurban sunması, yani benlikle özdeşleşmeyi bırakıp Hakk’ı kendinde bulmasıyla insanın dirilişi elde ettiği anlatılır. Benliğe bakan, ruhunu kurban eder; ruha bakan ise benliğini kurban etmelidir.
Peki, dirilişe ulaşamayanlara ne olur? Cehennem adlı bir yerde yanarlar mı? Hayır! Kemalata ulaşamayanlar devriye gereği yeniden doğar. Alevi Yolunda böyle inanılır. Bu inancın da kökü Gnostisizmdir, İsa’dır. Buyurun;
(Filip-67) ‘’a. Hakikat dünyaya çıplak olarak gelmedi, buna karşın o semboller ve suretler içinde geldi. Dünya onu başka türlü kavrayamaz.
b. Bir tenasüh {yeniden doğum} ve tenasüh sureti vardır. Sembol içinde tekrar doğum hakikaten zorunludur.’’
(Filip-52.) ‘’Değirmen taşını çeviren bir eşek, yaya yüz mil yürür. Serbest bırakılınca,
kendini hala aynı yerde bulur. Öyle insanlar var ki, pek çok yolculuk yaparlar, ama hedefe doğru hiç bir ilerleme yapmazlar.’’
Peki, teslis inancı neyin nesidir? Bunlar sözle anlatılamayan Hakikat’i kitlelere anlatabilmek için seçilen sözcüklerdir. Baba, Oğul, Kutsal Ruh v.b. sözcüklere takılmak yanlış olur. Hakikat birdir ve her sözcüğün ötesindedir. İsa da zaten böyle öğretir. Buyurun;
(Filip-11.) ‘’Bu dünyanın (şeylerine) verilen isimler, büyük bir yanılgıya sebep olurlar. Çünkü onlar (insanın) düşüncelerini sabit olandan sabit olmayana çevirirler. ''Tanrı'' (adını) işiten kimse sabit olanı değil, sabit olmayanı anlar. Aynı şekilde ‘’Baba’’, "Oğul’’, "Kutsal Ruh’’, ‘’Hayat’’, ‘’Işık’’, ‘’Diriliş", "Kilise" (ve) diğerlerini aynı tutar. Halk doğruyu anlamaz, doğruyu anlamaya gelmedikçe yanlışı kavrar. (İşitilen isimler) bu dünyaya aittir. ... [Metinde kırık-boşluk var] … (Kimse aldanmasın). Ebedi alemde olsalardı, bu dünyada isim olarak hiç bir vakit kullanılmazlardı, bu şeylerinin yanına konulmazlardı. Ebedi alemde bir sonları vardır.’’
Geniş kitleler Hakikat’i ancak kişileştirilerek anlatıldığında anlama eğilimindedir. Bu yüzden İsa Hakk’ı Baba olarak, ona eren mürşidi de Oğul olarak kişileştirip anlatır. Hakk’a esas olarak Kutsal Ruh denir. Diğer ikisi kişileştirmeden ibarettir. Bu yüzden İsa bir Gnostik metinde şöyle der;
(Tomas-44). ‘’İsa dedi: Babaya küfreden affedilecek, Oğula küfreden affedilecek; ama Kutsal Ruha küfreden affedilmeyecek, ne dünyada ne de ahirette!’’
Bu ifadenin benzerini kanonik İncillerde bulmak da mümkündür. Eğer İsa –ontolojik olarak- üç kişilikli bir Tanrı vaaz etseydi sadece Kutsal Ruh’a değil Baba’ya ve Oğul’a sövenler de affedilmemeliydi. Ama onlar affedilecek, sadece Kutsal Ruh’a söven affedilmeyecek. Neden? Çünkü Baba ve Oğul tabirleri alt seviyedekiler için gerçektir fakat hakikatte sözle anlatılamayanı anlatabilmek için yapılan kişileştirmelerden ibarettir. Kutsal Ruh ise Hakk’ı dile getirmekte çok daha uygun düşer. Zaten Kutsal Ruh İncillerde ‘Hakikat Ruhu’ olarak da geçmektedir. Bu yüzden ona söven kendi kurtuluşuna sövmüş olur. Diğer deyişle Kutsal Ruh’u kişileştirmeden veya başka türlü kişileştirerek (örneğin bir Anne olarak) anlatmak da mümkündür (ki birazdan bunun da yapıldığını ve Kutsal Ruh’a esas olarak Anne sıfatı uygun görüldüğünü göreceğiz). Fakat şu unutulmamalıdır ki –her ne kadar sözcük olarak kişilik ifade etmekten uzak olsa da- Kutsal Ruh sözcüğü de sadece bir sözcüktür ve Hakikat bunun da ötesindedir. Aynı şey Tanrı sözcüğü için de geçerlidir. (Şahsen Tanrı sözcüğünü pek sevmediğim bilinir).
(Filip-67 d.) ‘’Bunlar sadece, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh adlarını kazananlar değil, bunları
(bizzat) senin için kazananlardır. (Hıristiyan) ismini kendisi kazanmayan kimseden, ismi de geri alınacaktır. İnsan onu ancak Haç kuvvetinin takdis yağındaki Balzam yağı ile alır. Bu (gücü) Havariler, "Sağcı ve Solcu’’ olarak isimlendirdiler. Yani böyle biri, artık bir Hıristiyan olmaktan çok Mesih’dir.’’
Üstteki ifadenin başında tesliste geçen adları mürşitlerin ‘kazandığı’ belirtiliyor. Yani Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un üçü de kamil insanın evinde (bedeninde) birlenir (ev halkı). Zahir ehline üç kişilikli ve gökte görünen Tanrı, batın ehli için insanda ve birdir. Bu bir sırdır. Üstteki ifadeden önemli başka bilgiler de edinmek mümkün. Günümüz Hıristiyanlığında (bilhassa Protestanlıkta) vaftiz olmanın ve iman etmenin kurtuluş için yettiği türünden bir görüş söz konusudur. Oysa Gnostisizm buna karşı çıkar. Talibe yola girmek yetmez, mürşidinin seviyesine çıkacak ve onun gibi olacaktır. Aksi halde yola girmeyenlerden farkı kalmaz. Bir okula kabul edilmek yetmez, başarıyla mezun olmak da gerekir değil mi? Aksi halde denizden birer balık gibi bizi seçmiş olan İsa aramızdan büyük ve iri balıkları alacak, geri kalanı suya geri atacaktır. ‘’Kulağı olan işitsin!’’ Vaftiz, yola girmenin başlangıç adımıdır. Suya daldırılırız. Bu, Nuh tufanının bir sembolüdür. Suya batarız, dünya ve eski yaşamımız bitmiş, yeni bir hayata doğmuş gibi oluruz. Vaftiz, bunu sembolize eder. Ama yetmez! Kurtuluş için benliğini çarmıha çakıp Gnosis’i alarak İsa Mesih haline gelmek gerekir. Bunu yapamayan ve yapmayı vaaz etmeyen, vaftizi ve dogmaya imanı yeterli bulan hiç kimse kurtulamamıştır. Ölümden İsa gibi dirilmek için İsa gibi Mesih olmak gerekir.
Bu noktada Mesih ne demektir sorusunu sormak gerekir ki bir sırrı daha ifşa etmiş oluruz. Yavaş yavaş bakalım;
(Filip-47). ‘’Önümüzdeki Havariler (onu) şöyle adlandırırlar: "İsa, Nasrani, Mesih" yani: "İsa
Mesih, Nasaralı (İsa)", lakabı "Mesih" dir. İlk ismi "İsa". Orta (ismi) "Nasaralı". Mesih'in iki manası vardır: ‘’Meshedilmiş’’ ve ‘’(Dengeli) ölçülü.’’ İbaranca ‘’Yezu’’ (İsa) ‘’Kurtuluş’’ demektir. Nasara ‘’Hakikat’’tır. Bunu müteakip Nasaralı ‘’Hakikat Adamı’’ manasındadır. ‘’Mesih’’ ölçülü olandır. ‘’Nasaralı’’ ve ‘’İsa’’ onu dengelemişlerdir.’’
Kilisenin anlatımında Nasıra bir şehirdir ve İsa da oralı olduğu için ona Nasıralı denir. Oysa üstteki Gnostik açıklamadan öğreniyoruz ki Nasara esas olarak ‘Hakikat’ demektir ve ‘Nasaralı’ da ‘Hakikat Adamı’ anlamına geliyor. İsa da bir ‘hakikat adamı’ olarak karşımıza çıkıyor. Peki, Mesih ne demek? ‘Meshedilmiş kişi’ demek. Meshetme işlemi, bir tür yağlamadır. Peki, bunun manası nedir? Görelim;
(Filip-92). ‘’Fakat Hayat Ağacı cennetin ortasındadır. Ve muhakkak o zeytin ağacıdır. Ondan takdis yağını ve onunla (da) dirilişi elde ederiz.’’
Parçaları birleştirince ortaya çıkan sonuç hayret vericidir! Bilindiği üzere Tavrat’ta insanın yaratılışını anlatan kısımda Tanrının cennet bahçesindeki iki ağaçtan yemeyi insana yasakladığı anlatılır. Bunlardan biri Bilme Ağacıdır. Ondan yiyince Adem ve Havva’nın çıplak olduklarını fark edip utanç duygusunu deneyimleyerek incir yaprağıyla edep yerlerini örtmelerinden anlıyoruz ki bu ağacın incir ağacıyla sembolize edilmesi yüksek ihtimaldir (Nitekim kanonik incilde de İsa bir İncir Ağacını lanetleyip kurutur). Bu ağaç hayvani bedenin ve benliğe düşüşün ağacıdır. Ondan yiyince Tanrı insana ‘deriden giysiler’ diker ve sürgün eder. Bu ağaçtan yiyince Tanrı diğer ağaçtan yemesinler diye insan çiftini kovar. Bu diğer ağaç ise Hakikat Ağacıdır. Yani insana ‘En el Hak’ dedirten ağaçtır. İnsan bundan yiyemeden kovulur. Üstteki alıntıdan anlıyoruz ki Hakikat Ağacı zeytin ağacıdır. Bu ağaçtan elde edilen yağ ile kamiller meshedilir. Yani sembolik olarak Hakikat Ağacının meyvesinden yerler. İsa’nın esas misyonu budur. Bize, Adem ile Havva’nın kovuldukları için yiyemedikleri ve yiyemedikleri için öldükleri Hakikat Ağacının meyvesini getirir (Gnosis). Hakk’a eren herkes, Hakikat Ağacının meyvesini yemiş gibi olur, bu yüzden bu ağacın yağıyla meshedilir ve Mesih olur.
Başka konulara da kısaca değinelim. Kutsal Ruh’tan Tanrının Ruhu ve nefesi diye de bahsedilir. Bir yele benzetilir. Kutsal Ruh tasvir edilemeyen özdür. Onu alanlar peygamberlik sözleri ederler. Bu durum kanonik İncillerde anlatılır. Alevilikte de erenlerin dörtlüklerine ‘nefes’ denir ve ayet olarak görülür. Burada Kutsal Ruhu alıp peygamberlikte bulunma inancını aynen görmek mümkün. Keza Bektaşilikte karşımıza çıkan, mürşidin nefesinden gebe kalma inancının da (elbette bu bir mecazdır) kökü Gnostisizmdedir. Buyurun;
(Filip-31.) ‘’Çünkü Kamiller bir öpücük ile hamile kalırlar ve doğururlar. Biz de bundan dolayı öpüşürüz. Aramızdaki rahmetten hamile kalırız.’’
Bu ifadelerde anlatılan, yola girip pişen ruhun gebe kalıp kendinde Tanrı Oğlunu doğuracağı ve kurtulacağıdır. Burada ruhun meyve vermesi anlatılır. Buradan Meryem Ana’nın gebeliğiyle ilgili bir sırrın da kapısını aralamak mümkündür ama o kadarını sizlere söylemem. İfşaatın da bir sınırı var. Fakat gnostik metinlerdeki şu ifadeleri paylaşayım ve üstte vaat ettiğim gibi Kutsal Ruhun Anne olarak da kişileştirilmesine örnek sunarak yazıyı bitireyim;
(Filip-17 a). ‘’Bazıları dedi ki: "Meryem Kutsal Ruhtan hamile kaldı". Onlar yanılgıdalar! Ne söylediklerini bilmiyorlar! Ne zaman bir kadın başka bir kadından hamile kaldı?’’
Üstteki ayetten Kutsal Ruh’un da bir kadın olarak düşünüldüğü apaçık anlaşılıyor. Buna dönük ifadeler kanonik İncillerden de bulunabilir (Kanonik İncillerde de ‘’Kutsal Ruh’tan doğmak’’tan bahsedilir. Yani O bir anne gibi anlatılır. Keza Pavlus da Galatyalılar’a Mektubunda Kutsal Ruhu ‘Göksel Yeruşalim’e ve ‘özgür kadın’a benzetir. Kanonik İncillerde de Kutsal Ruh ne zaman kişileştirilse dişi olarak kişileştirilir). Hakikate dönük zahirdeki anlatımda görülen teslis Anne, Baba ve Oğul şeklindedir ki ‘ev halkı’ olarak betimlenmeye çok daha müsaittir. Fakat Kilise hiç de şaşırtıcı olmayan bir yönelimle inançtaki dişiliği bastırıp görünmezleştirmiştir.
Üstlerde sünnet mevzuundan bahsederken benliğin erillikle ilişkilendirildiği herhalde dikkatlerden kaçmamıştır. Ruh da dişillikle ilişkilendiriliyor görüldüğü gibi. Ataerkil dinlerde erkeği üstün tutan zihniyet Gnostisizmde yoktur. Hatta tersi ima edilir. Ama şimdi buna girersem yazı iyice uzar.
Son olarak, Alevilikte ve özellikle de Hurufilikte (örneğin Nesimi’nin nefeslerinde, ki Alevilikteki yedi ulu ozanın üçü Hurufidir) karşımıza çıkan ‘Şeytanın Ademdeki Tanrı suretini görmediği için kovulduğu’ inancının kökünün Gnostik Batholomeus İncili olduğunu kanıtlayarak bitireyim (Bartholomeus, İsa’nın havarilerinden biridir);
(Bartholomeus 4:25) (Şeytan, Bartholomeus’a dedi) ‘’Benim adımı öğrenmek istersin. Önce bana Tanrı Meleği denirdi. Tanrının suretini reddettiğimde ‘Şeytan’ denildi.’’
(Bartholomeus 4:52) (Şeytan, Bartholomeus’a dedi) ‘’İzin ver de buraya nasıl atıldığımı ve Tanrı’nın insanları nasıl yarattığını sana anlatayım. Dünyada geziniyordum, Tanrı Mikail’e dedi: ‘Dünyanın dört bucağından toprağı ve cennetin dört nehrinden suları bana getir.’ Mikail bunları O’na getirdiğinde, O Doğu’da Adem’i yarattı. Onda suretsiz toprağa şekil verdi, hasret duygularını ve damarları ve hepsini ahenkle birleştirdi. Ve ona kendi arzusuyla hürmet sundu, çünkü o kendinin sureti idi. Mikail’de ona tazimde bulundu. Ama ben dünyanın uçlarından geldiğimde Mikail bana dedi ki: ‘Tanrının kendi suretinde yarattığı suretine tazim et!’ Ben dedim ki: ‘Ben ateşten olma ateşim, ilk melek olarak yaratıldım ve burada ben çamurdan maddeye tazim mi edeyim?’ Bunun üzerine Mikail dedi: ‘Tazim et ki Tanrı sana kızmasın!’ Ben cevap verdim: ‘Tanrı bana öfkelenmez. Ben tahtımı O’nunkine karşı kuracağım ve O’nun gibi olacağım.’ Bunun üzerine Tanrı bana kızdı ve beni, göğün çıkışını açtıktan sonra aşağıya fırlattı.’’
Üstteki anlatım Kuran’la da paraleldir. Daha doğrusu Kuran onunla paraleldir zira Bartholomeus İncil’i Kuran’dan çok daha eskidir. (Merak eden için yazayım, bu İncil de İsa’yı açıkça Tanrı Oğlu olarak niteler ve Muhammed diye birinden bahsetmez). Bizim için ilgi çekici olan ise Tanrının Adem’de olduğu ama Şeytan’ın bunu görmezden geldiği, bunun üzerine kovulduğu inancıdır. Hikayeye göre Şeytan ‘Göklerdeki Tanrıyı’ tanır ama insandaki Tanrısallığı inkar eder (tıpkı bir Katolik veya Sünni Müslüman gibi), bu yüzden kovulur! Bu hikayede maksat Tanrıyı insanda bulan ‘En el Hakk’ öğretisinin altını çizmektir. Alevi yolunun kökeni Gnostisizmdir. Bu yolun açık ne net bir ifadesi aşağıda aktardığım kısımda koyulaştırdığım satırlarda da okunabilir;
(Filip-127). ‘’Eğer biri gerdek çocuğu olursa, o ışığı kabul edecektir. Eğer biri, burada
olduğu sürece onu kabul etmezse, başka bir yerde onu, kabul edemeyecektir. Işığı kabul edecek kimse, ne görülebilir ne de sabit tutulabilir. Ve dünyayı gezse (dolaşsa) da, hiç kimse öyle birini rahatsız etmez. Ve yine: dünyayı terk etse de, artık o semboller içindeki Hakikati kabul etmiştir. Dünya ebedi bir devir (bir süre) olur, çünkü ebedi süre onun için olgunlaşmadır. Ve bu bir yoldur: O ona sadece görünür, gecede ve karanlıkta gizlenmez, ancak olgunlaşmış bir günde ve kutsal bir ışıkta gizlenir o.’’
Gnostik metinlerden, çoğu araştırmacı hiçbir şey anlamaz. Bu metinler onlara birbirinden kopuk, neden bahsettiği bile belli olmayan, gizemli ve anlaşılmaz sözcük öbekleri gibi görünür. Böyle olması da çok doğaldır çünkü bu metinler bir Gnostiğin (kamilin) anlaması ve yorumlayıp anlatması için hazırlanmıştır. Zira Gnostikler –Pavlus’un da yazdığı gibi- yazılı metnin esir ettiğine ama Ruhun özgürleştirdiğine inanırlar. Bu yüzden metinleri yüceltmezler. Bu uzun yazım aslında konu düşünülürse çok kısadır ve daha açıklamadığım çok şey var. Ama bu kadarı yeterli olmalı.
Alevi yolunun kökeninin İsa’nın Gnosis’inde olduğunu gösterebilmiş olmayı umuyorum. Gnostik metinler bu yol ve öğretisi için birer hazine niteliğinde. Kanonik İnciller bile böyle. Hal buyken Ali adı ve İslam zahirinde ısrar etmek, bu yolun tarihini ve esas kökenini göz ardı etmek manasına gelecektir. Aleviler kendilerini büyük bir hazineden ve tarihten mahrum kılıyor. Bakın tek seferde İsa’nın kayıtlı sözlerinden ne kadar çok örnek verebildik. Peki, İslam içerisinde Alevi inancına ilişkin kayıtlı-yazılı kaç örnek verilebilir? Alevi inancına delil sunmak yönünden Kuran ve hadislerde bulunan çoraklığı ‘’Bunlar değiştirildi’’ türünden bahanelerle yanıtlamak tatmin edici bir açıklama ortaya koymuyor. Suyun başı İsa’dadır. Bu Yolun esas zahiri de Hristiyanlıktır. Artık ‘öze dönüş’ vakti gelmedi mi? Alevilikte de bir reform gerektiği kanaatindeyim. Ezoterik bir inancın reformu artık ona dar gelen ve ufkunu kısan zahir kısmın değiştirilmesi ve ilk hal olan Hristiyan zahirine geri dönülmesidir. Amaçlarımdan biri bu gerekliliği gündeme getirmektir (ki İslam zahirinin bu Yolu ne sayıca artırdığı ne de zulümden koruduğu ortadadır; Alevi tarihi mağduriyet tarihidir ve Alevilerin toplumdaki oranı da git gide azalmaktadır, bu gidişle birkaç nesil sonra Alevi kalmayacak). Diğer bir amacım da Hristiyanlara Hristiyanlığın esas özünü gösterebilmektir. Hristiyanlığın da esas Yolu bilerek reforme olması gerekiyor. Reform kapısını 500 yıl önce Martin Luther açtı ama reform tamamlanmış değil. Esas öz hala karanlıkta. Bugün Hristiyan inanırlara İncillerde anlaşılmaz birer dogma gibi görünen pek çok şeyin tutarlı açıklamaları var oysa. Ama bunu fark etmek için Gnosis’i (‘Sırrı Hakikati’) bilmek gerekiyor. İddiam odur ki Bektaşiliği bilmeden Hristiyanlığı mümkün olmaz. Bektaşi Yolu, Hristiyanlığın özüdür. Benzer biçimde, Bektaşi Yolunun esas zahiri de Hristiyanlıktır. Bektaşi babalarının el aldıkları mürşitlerin ilki 8suyun başı) İsa’dır.
Bir başka amacım da Kilisenin yüzyıllar evvel engizisyon zulmünde yok ettiği Gnostiklerin yok olmadığını göstermek (geriye sadece bir kişi bile kalmış olsam!) ve keşfedilmiş Gnostik metinlerin esas anlamlarına ilişkin olarak ilgilenenler için küçük de olsa bir kaynak sunmaktır. Başarabildiysem ne mutlu bana.
İnternette Gnostisizm konusunda küçük de olsa kaynak olarak kullanılabilecek nitelikte bir yazı sunmuş olmayı diliyorum. Kullanacakların kaynağı belirtip adımı anmasını da rica ederim (gerçi bu blogda kayda geçilmiş oluyor zaten), zira bu bilgilere ermek için döktüğüm teri ve verdiğim emeği bir ben bilirim bir de ‘bendeki’.
Son Not: Üstteki anlatım tarzımın İsa’dan ‘pirlerin piri’ olarak bahsetmesi dikkatlerden kaçmamıştır. Bu söylemim, Gnosis’in İsa’dan önce olmadığını değil, Hristiyan Gnostiklerince İsa’nın pirleri piri olan bir karakter olarak kurgulandığını ifade eder. İsa diye biri gerçekte olmayıp kurgu karakterdir. Hoş, önemli olan onun adı değil Gnosis’i olduğuna göre İsa adında birinin gerçekte yaşayıp yaşamadığının önemi kalmıyor zaten. Öğretisini öne çıkarıp kendi bedensel önemsizliğini vurgulamak için çarmıha gerilmeye gönüllü olmuş birinden bahsediyoruz. Kısacası, ‘’Sen Aleviliği Hristiyanlığa bağlamayı mı savunuyorsun!’’ diye çemkirecekleri baştan uyarayım, benim Hristiyanlıktan anladığımın da sizin bildiğinizle zerre alakası yoktur. Gnosis’in kökünün ondan da çok eski olduğunu da açıklıkla ifade ediyorum üstelik. Öğretinin esas kaynağı eski Anadolu, eski Mezopotamya, eski Yunanistan, eski Hindistan olabilir ama benim ağırlık verdiğim seçenek Eski Mısır’dır.
Yabancı -- 03.05.2014 - 03:45
Bu konularda ''kutsalın tezahür yolları'' olarak herhangi bir mezhep, kurumlaşmış kitaplaşmış din eksenli yaklaşmak doğru bilgiye götürmez araştırmacıyı.
İncillerden ve hem de Kilise tarafından reddedilen Gnostik metinlerden yapacağım çoklu alıntılarla gösterebilmeyi umuyorum""
oik0s -- 05.02.2015 - 21:33
Fırat Bayram:
"Aleviliğin en temel inançlarından biri Hakk’ın her yerde ve herkeste olduğudur. Alevi Yolu, Tanrıyı insanda bulur. Bu temel inancın kökeni de İsa Mesih’tedir"
İlgisi bile yoktur.
Alevilik, Türklerin islamla nasıl tanıştığıyla ilgili bir PROTEST akımdır.
Üstelik Anadolu aleviliği, şii İran ve ortadoğu alevi kaynaklarıyla da bağlantılı değildir.
Tamamen farklıdır.
(Açıklayacağım.)
- - - - - - - -
Dinler arası benzerlik kurmak zor değildir. Mesela tüm dinlerin asıl teması olan "BEREKET" inancını ortaya koyarak tüm dinlerin DIONISOS kaynaklı olduğunu iddia edebilirsiniz ve bu savınız çürütülemez.
Fırat arkadaşımız da aynı şekilde sibernetik bağlantılar kurmuş ve fakat tarihsel dialektikle uyuşmuyor.
- - - - - - -
Alevilik'de açıkça söylenmeyen bişey vardır;
Hz. Ali'nin şahitliği...
Ali, peygamberin sürekli yanında olan ve onun her sözüne ve her anına şahit olmuş bir şahıştır. Küçüklüğüne, çocukluğuna, seyahatlerine, vahiylerine vs...
Bu şehadet ilişkisi aleviliğin kilididir. Veeeeeeeeeeeee peygamberin yalancı olduğuna veya tamemen yanlış anlaşıldığına(Burası alevilerin insana olan saygısından) veya sözlerinin değiştirildiğine şahitliktir.
Bu kaotik ilişki nedeniyle TÜRKLER, halife oluşumunu dışlamış, ona ve ondan sonrakilere biat etmeyi reddetmişlerdir.
BALDIRAN -- 07.02.2015 - 05:17
şu (sizin için) güzel aleviliği biraz da mançurya'da, kanada'da, iskoçya'da yaysanız!....
anadolu aleviliği anadolu'ya özgü ise aynı şekilde iskoçya'ya özgü de iskoçya aleviliği meydana getirin canım!....getirin de ingiliz'in ensesinde boza pişirsinler!... yüzyıllardır anadolu'da halis müslüman halkın ensesinde boza pişirdiğiniz gibi!....