Yeni Sonsuz Us
Sayfalar: 1 - 2 - 3 - 4 - 5 - 6 - 7 - 8 - 9 - 10 - 11 - 12 - 13 - 14 - 15 - 16 - 17 - 18 - 19 - 20 - 21 -

Darwin'in yanılgısı

delete

Darwin'in yanılgısı

İnsan evrimindeki en önemli şey nedir? Beynin gelişimi mi yoksa iki ayak üzerinde dik duruş mu?
İnsan evrimine ivme kazandıran asıl şeyin, ben, insanın arka ayakları üzerinde dik duruşu olduğunu düşünüyorum. Beynin gelişimi ise –ki bu dik duruş olmadan olamazdı- bunun peşinden gelmekte, yani tali önemdedir.

“Eğer molekül saati doğru işliyorsa, en çok altı milyon yıl önce, (...) goriller ve şempanzelerle son ortak atamızı paylaştık. Bu yaratık, iki ayak üzerinde dolaşmış olabilirse de, günümüzdeki pek çok insansı maymunun ve maymunun yaptığı gibi daha çok dört ayak üzerinde yürüyordu. Bir milyon yılı biraz aşkın bir süre sonra atalarımız sizin benim gibi iki ayaklı oldular. İnsan evrimindeki en büyük dönüm noktası; işte bu olaydı daha sonra gerçekleşecek beyin büyümesi değil.
[S. J. Gould, Pandanın Başparmağı, Versus Kitap, Mayıs 2010, s. 145. (vurgular bana ait.)]

Maymundan İnsana Geçişte Emeğin Rolü adlı kısa -ve de tamamlanmamış- makalesinde F. Engels de, az önce alıntıladığımız satırların yazılmasından yıllar önce benzer bir görüşü savunuyordu.

Alâeddin Şenel İnsanlık Tarihi adlı eserinde şunları söyler:

“...İki ayak üzerinde dikilme bir ‘organik devrim’ sayılabilir. Çünkü dikilmenin (ayak sayısını yarı yarıya azaltmak gibi özürleri yanı sıra) insanın anaatalarını ve insanın soyunu, hem organik hem toplumsal hem kültürel evrime götüren geniş ve derin uzantıları olmuştur. Alekseyev gibi kimi yazarlar, hominid karakteristik özelliklerden en eskisi olan dikilmenin ZÖ [Zamanımızdan Önce] 3 milyon dolaylarında gerçekleştiğini ileri sürmüşlerdi. Bugün, yeni buluntular, bu tarihi ZÖ 4-5 milyonlara dek gerilere çekmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla, dik yürümenin öteki (ellerin ve beynin gelişmesi) hominid karakteristik özelliklerden önce kazanıldığı görüşü pekiştirilmiş olmaktadır.”
[İmge Kitabevi, 2. baskı / Ekim-2009, s. 66]

Peki, iki ayak üzerinde dik duruş insana ne gibi bir avantaj sağlamıştır?
Bu dik duruş, insan ile doğa arasındaki zorunlu ilişkide devrimci bir atılıma işaret eder. Şöyle ki, elleri serbest kalan insan üretime başlayabilecek; içinden çıkıp geldiği maymunsulara büyük bir “fark atarak” kendini diğerlerinden ayırabilecektir.

“Antropologlar, dikilmenin en önemli sonucunun, ön ayakların bedenin yükünü taşıma ‘tutsaklığından’ kurtulması olduğunu söylüyorlar. Ön ayakların yükten kurtulup, nesneleri evirip çevirme, taşıma, onları araç olarak kullanma yolunda ‘özgürlüğe kavuşması’ olduğunu belirtiyorlar. Bu gelişme, hominid anaatalarımızın nesnelerle ilişkisinin yoğunlaşmasının fizyolojik altyapısını döşemiştir. Onları nesneleri yönlendirmeye, nesneler üzerinde daha başarılı bir egemenlik kurmaya götürmüştür. Bu yöndeki gelişmeler, insanın yakın hayvan anaatalarını, giderek daha ‘sistemli’ biçimde ‘araç kullanan canlı’ durumuna getirmişti.”
[A. Şenel, a.g.e., s. 66]

İnsan, üretim ile kendini tanımlar. Zaten kültür denilen şey de ‘doğanın sundukları karşısında insanın yapıp ettiği her şey’ değil mi? Bu bağlamda ‘üretim olmadan ne insandan ne de onun kültüründen bahsedebiliriz’ gibi bir önermeye ulaşmamız pek doğal görünüyor. O hâlde insan son çözümlemede, “politika” yaparak değil ama “üretim” yaparak kendini tanımlayan bir hayvandır.

Ellerin serbest kalması ve de başparmağın diğer parmaklar karşısında konumlanması; insana nesneleri tutma, kavrama becerisi kazandırıyor. Bununla beraber göz çukurlarının başın iki yanından öne doğru kayması üç boyutlu görme yetisini tetikliyor ve tüm bu gelişmeler beynin gelişimine bir itilim sağlıyor. Beynin gelişimi tüm bu şeylerin gerisinden -ya da ona paralel- geliyor ve insanın maddi evrimini adeta bir “gölge” gibi takip ediyor.

İnsanın düşünsel üstünlüğüne yapılan aşırı vurgunun büyük bir aldatmaca, idealist bir tarih görüşü olduğunu düşünüyorum. Elbette iki ayak üzerindeki dik duruşu diğeri karşısında aşırı yüceltmek de yanlış. Bu ikisi arasında, son çözümlemede diyalektik bir ilişki var. Alt yapı ve üst yapı arasındaki diyalektik ilişki, nihayetinde burada da devreye giriyor.

Hazır insanın evrimi konusu açılmışken, bu evrimin “tedriciliği” ya da “sıçramalı” doğası konusunda da birkaç şey söylemeye çalışalım.

Evrim düz bir çizgi mi izler? Evrimin “son” uğrak yeri “insan” mıdır? ya da evrim uzun, kesintisiz, düz bir tedrici hareket mi sergiler?
Bu sorulara verilecek cevaplar can alıcı önemdedir kuşkusuz.
Evrimin tedriciliği konusundaki Darwin’ci “evrimin tedrici doğası” yaklaşımını –yalnızca bu yönüyle tabi ki- bilimsel bulmuyorum. Darwin “eksik halkalar”ın fosil kayıtlarında gizli olduğu ve bulunan yeni fosil kayıtlarıyla bu halkaların tamamlanacağına sarsılmaz bir inanç besliyordu. Ama fosil kayıtları Darwin’i haksız çıkarıyor.
Darwin’in arkadaşı Thomas H. Huxley, Türlerin Kökeni adlı kitabı hakkında yazdığı mektubunda Darwin’e şu uyarılarda bulunuyor:

“Doğada sıçrama olmaz [görüşünü] bunca çekincesiz benimsemekle kendini gereksiz bir yük altına sokmuşsun.”
[S. J. Gould, a.g.e., s. 199]

Darwin’ci yaklaşımın bu “gediği” onun doğa ve evrim konusundaki devrimci görüşlerine bir darbe vurmaz elbette, ama bu “gedik” kapanmadan da Darwinciliği sağlam temellere nasıl oturtacağız?
Kesintili denge (“punctuated equilibrium”) kuramı sanırım bu gediği kapatan bir kuram olabilir. Buna göre evrimsel gelişimde, sıkıcı uzun tedricilik yer yer kesintili süreçlerle “bozulur.” Nitel “sıçramalar” evrimde başat bir rol oynar. Fosil kayıtları bu yaklaşımın apaçık bir kanıtını sunar. Bu aynı zamanda, doğanın gelişiminin diyalektik doğasına “cuk” oturan da bir yaklaşımdır.
Darwin’in yaşadığı dönemde organik doğanın gelişme yasaları konusundaki o akıl almaz çabası ve bu konuda ortaya koyduğu görüşlerin şüphesiz devrimci bir tarafı var. Bu konuda Darwin’in önemi elbette yadsınamaz. Ama iş gerçekliğin somut analizine gelince Darwin’in beklentilerine ters düşse dahi gerçekliğin bizlere söylediği şeylere kulaklarımızı tıkamamalıyız. Buradaki temel yaklaşım, somut gerçekliğin doğru düzgün bir analizi ve bilimin evrenselliğini savunmak, yoksa kişi ya da kurumların ortaya koyduğu görüşleri dogmalaştırmak değil.

28.08.2011


"Nitel “sıçramalar”

bwallace4ever -- 29.08.2011 - 08:15

"Nitel “sıçramalar” evrimde başat bir rol oynar. Fosil kayıtları bu yaklaşımın apaçık bir kanıtını sunar. Bu aynı zamanda, doğanın gelişiminin diyalektik doğasına “cuk” oturan da bir yaklaşımdır."

Bu cümleyi biraz açar mısınız sayın Gencer? (Nitel sıçramalardan kasıt sanırım kitlesel yokoluşlar değil mi?)


Evet sayın bwallace4ever,

gencer -- 29.08.2011 - 11:13

Evet sayın bwallace4ever, tam olarak bunu anlatmaya çalıştım.
Şimdi alıntıladığınız cümleyi bir kere daha okuyunca, cümlenin, sizin de söylediğiniz gibi çok açık olmadığını fark ettim. nitel sıçramalardan kasıt, kitlesel yok oluşlar ve evrimsel süreçteki benzeri "hızlı/sıçramalı" dönüşümlerdir. örneğin 13,5 milyar yıl önce adına "Büyük Patlama" denen şey ile maddenin evriminin başlaması ve bundan çok uzun bir süre sonra da, zamanımızdan 3,5 milyar yıl önce, cansız maddeden canlı maddeye doğru bir geçişin olmuş olması gerçeğidir. örneğin bu, maddenin uzun evriminde "nitel" bir sıçrama olarak kabul edilebilir. yine benzer şekilde, bugün bilim insanlarınca hâlâ bir muamma olan Kambriyen Dönem'de yeni ve oldukça karmaşık canlıların aniden ortaya çıkmasıdır. Benzer şekilde fosil kayıtlarında bir çok canlı grubunun özellikle de omurgasız canlı gruplarının arasındaki boşlukları dolduracak ara tür fosil kayıtlarının olmaması. son bir örnek daha, zamanımızdan 248 milyon yıl önce yer yüzünde yaşayan türlerin yaklaşık yüzde 90'ının neslinin "aniden" tükenmiş olduğu gerçeğidir. (burada küçük bir partantez açmama müsaade edin lütfen. "aniden" sözcüğünü özellikle tırnak içinde kullanıyorum, zira biz insanlar için "bir dakika" ya da "bir saat" çok "ani" bir zaman aralığıyken; doğada "binlerce yıllık" bir zaman dilimi "ani" olabilir. bu ikisi birbirine karıştırılmamalı.)

Bu tür "kafa karıştırıcı" bulgular ara formların görece daha az sayıda olduğu ve evrimde tedrici bir gelişim yerine bu tedrici gelişimin yer yer "nitel" sıçramalarla "bozulduğu"; ve evrimin, gelişimini bu tür sıçramalarla sürdürdüğü gerçeğidir.


sevgili gencer

xenix -- 30.08.2011 - 21:28

ara form nedir?

xenix: Takiplerim


Merhabalar sayın xenix.

gencer -- 31.08.2011 - 13:01

Merhabalar sayın xenix. TÜBİTAK'ın hazırladığı, "Popüler Bilim Kitaplığı" serisindeki "EVRİM" adlı ansiklopedi, sanırım bu konudaki sorularınıza cevap verebilir. kitaptaki, Yaşayan aratürler ve Fosil aratürler başlıklı bölümler okunabilir.

İyi günler...


sayın gencer

xenix -- 31.08.2011 - 14:28

Ben tübitakın veya bir başka bilim dergisindeki aratür veya araform tanımlarını değil, sizin okuduklarınızdan ne anladığınız ile ilgileniyorum.

Bu yüzden beni sağa sola yönlendirmek yerine sizce araform (veya aratür) nedir? Sonuçta bu yazı sizin okuduklarınızdan anladığınız bir yorumlama değil mi?

xenix: Takiplerim


Sayın Gencer, Burada nitel

bwallace4ever -- 02.09.2011 - 10:01

Sayın Gencer,

Burada nitel nicel kavramları üzerinde fazla vurgu yapıldığı düşüncesindeyim. Ve dolaylı olarak sanlki jeolojik ve palentolojik tarihin belirli bir erek doğrultusunda hareket ettiğini varsaydığınızı sanıyorum.

Evrimde sıçramalar önemlidir ancak nesnel olarak bakarsak bir "gelişim" durumu belirtmez. Sıçramalar yeni baskın canlı türlerinin oluşumuna sebebiyet vermesi onun bir ereğe sahip olduğu anlamına gelmemeli. Trias döneminde de tıpkı karboniferdeki gibi doğaya eklembacaklılar egemen olabilirdi. Ve ya günümüz dünyasına dinazorlar. Bu tamamıyle rastlantısallık sonucudur. O dönemde, o jeolojik duruma mutasyonel olarak hangi tür daha adapte olursa onun borusu öter. Olgu mutasyonelse hiçbir şekilde bir sıçramanın yönünden veya niteliğinden bahsedemezsiniz. Tarih bunu gösteriyorsa bu tamamıyle rastlantı sonucudur.


ara form - aratür

xenix -- 05.09.2011 - 17:40

sayın gencerden cevap gelmediğine göre yazabiliriz.

Geçmişteki ve şu anda yaşayan tüm canlı türleri aratürdür.

(Aratür veya araform arayanlara duyurulur)

xenix: Takiplerim


Evrimle olan ilişkim sadece

gencer -- 06.09.2011 - 06:54

Evrimle olan ilişkim sadece merak ve madde ve de onun bir türevi olan insan ve toplum konusunda mantıklı açıklamalar aramak ve bilgi sahibi olmak. buradaki kısa makalede de bu konudaki tartışmalarda öne çıkan olsa olsa en temel yaklaşımı özetlemeye ya da onu sadece dile getirmeye ya da konu üzerinde küçük de olsa bir şeyler söylemeye çalıştım, daha fazlası değil. ama bu tartışmanın salt "aratür-araform" gibi bir alana çekilmesi de bana enerjinin boşa sarfı gibi geliyor, ya da tartışmayı bağlamından koparıyor!
ben xenix adlı kullanıcı için, bu konuda ilgilenedği ya da ilgilenmek istediği hissiyle naçizane elimin altında olan bir kaynağı önerdim ama kendisi fütursuzca bunu reddetti. böylece tartışmanın ne minvalde yürüyeceği konusunda benim bir tutum almamı sağladı. zira xenix gibi fütursuzca laflar eden bir kullanıcı ile tartışmaya girmek az önce de dediğim gibi enerjinin boşa sarfı gibi geliyor bana..


Önüne gelen "felsefe

Gıcık -- 06.09.2011 - 07:18

Önüne gelen "felsefe yapıyor":) İnsanın ön tarafında bir şeyler var ama...:)

Benim babam benim ile büyük babam arasındaki araformdur... Ben son form oluyorum derken benim çocuklar doğduktan sonra babam tanrı oldu, ben ara form oldum. Derken önüne gelen arada kalıyor işte.

Dedim ya bu insanın önünde bir şey var:)


Sevgili gencer

xenix -- 06.09.2011 - 23:09

Boşuna enerji sarfetmiyorsun merak etme. Biz anlamazsak okuyanlar anlar. Bir şeyi reddetiğim falan yok. Siz sadece yarım kanatklı, kafası aslan alt kısmı at veya yarım böcek gibi şeyler sanıyorsunuz araformu. Bunlar mitoloji de olur elbette ama evrim teorisinde olmaz.

DNA da küçük bir değişiklik büyük bir değişikliğine yol açabilir. Ortaya çıkan yeni canlı uyum sağlarsa üremeye ve genlerini aktarmaya devam eder. Sizin sıçrama dediğiniz şey nedir?

Ayrıca her canlı fosilleşmez. Fosil olması çok düşük bir olasılıktır. Bu yüzden gelmiş geçmiş bütün mutasyonlu canlıları bilmenize imkan yoktur. Mesela geçenlerde kuyruklu bir insan doğdu. Eğer bu fosilleşseydi bundan 1 milyon yıl sonra belki de insan-maymun arasındaki tür olarak kayıtlara geçecekti.

Her neyse. Darwinin hesapları elbette yanlıştı. Darwinin zamanında dünyanın yaşı 100 milyon yıl sanılıyordu. Ve o da hesaplarını bunun üzerinden yaptı. O yüzden şaşkınlık duyuyordu çünkü bu kadar sıra sürede bu kadar çok türleşme ona zor geliyordu. (Arkadaşı da ona bu kadar kısa sürede mutlaka sıçramalı evrim olmuştur diye düşüncesini söylüyordu.) Ama canlılığın 3.5 milyar yıl olması sizin sandığınız gibi sıçramalı evrime (her ne demekse artık) gerek olmadığını, yeterli zaman olduğunu doğrular.

xenix: Takiplerim


Ara formlar

sonsuz -- 08.10.2011 - 12:09





Sonsuz Us yorumlar yükleniyor...


Yeni Sonsuz Us
Sayfalar: 1 - 2 - 3 - 4 - 5 - 6 - 7 - 8 - 9 - 10 - 11 - 12 - 13 - 14 - 15 - 16 - 17 - 18 - 19 - 20 - 21 -