Aidiyet duygusu ardındaki psikolojik nedenleri çok merak ediyorum. İnsan kendisini nasıl bir bütünün parçası olarak görür ve ya hisseder?
Milliyet gibi, bana göre hayalet olarak nitelendireceğimiz bir kavram var ortada. Sadece aynı dili konuştuğum için hiç tanımadığım insanlara sahip çıkma arzusu nereden ortaya çıkıyor? "Komşunu sev" dayatması mı, yoksa bilinçaltı mekanizmalar mıdır buna sebebiyet veren?
Değer verme süreci, mantıken tanıdığım insanlarla başlayıp bitmesi gerekiyorsa, o zaman neden 2010 Dünya Basketbol Şampiyonasında Kerem Tunçeri'nin Hırvatistan'a attığı son saniye tunikesinde havalara fırlıyorum. Neden oyununu çok beğendiğim Teodosic'in takımını değil de Türkleri tutuyorum.
Aynı kültürden geldiğimiz için mi? Aynı dili konuştuğumuz için mi? Aynı topraklarda yaşadığımız için mi? Yoksa insanın, egosuyla çelişen bir bütünlük istemi mi? Ben çözemedim hayaletlerin ardındaki gerçekleri. Sizlerin yorumunu bekliyorum.
Hüseyin AKTAŞ -- 23.08.2011 - 09:06
"Aidiyet duygusu ardındaki psikolojik nedenleri çok merak ediyorum. İnsan kendisini nasıl bir bütünün parçası olarak görür ve ya hisseder?"
Bu sorunun yanıtını bir çok yazınızda veriyorsunuz aslında... GÜÇ!...
Bu duygunun ardındaki nedenler psikolojik sonuçları olsa da psikolojik değil, fizikidir...
Güce gereksiniminiz var mı yok mu? Bunu sorgulayın önce. Aidiyet duygusu sorunu güç sorunsalının yalnızca bir koludur... Güce bağlı bireşimler içerisinde gelişir. Keza bir diğer başlıkta değindiğiniz "hakimiyet" sorunu da bu konu ile ilişkilidir bir çok yanıyla... Bir yerde Çaka'ya verdiğiniz yanıt da (dayatma-dayatmama) bu konular içerisinde yer alabilir...
"Hayalet" dediğiniz şeyler hiç de hayalet değil, gerçeğin türlü türlü oluşumları oysa...
Hüseyin AKTAŞ -- 23.08.2011 - 09:13
Ayrıca siz gerçekten "bir bütünün parçası" değil misiniz?
Hani bencil eylemlerimiz ya da kendimizi aileden soyutladığımız davranışlarımızda annelerimiz bazen kahırlanarak sorarlar; "Taş kovuğundan mı çıktın sen, kendi başına mı oldun?"...
Yani doğuştan bir şeylere ait olarak doğuyorsun zaten. Birey bunlardan kendini hangi oranda koparabilir, bağımsızlaştırabilir, bu matematiği hesaplamak zor, ama bu hesabı yok etmek olası görünmüyor... Olası değil daha doğrusu...
oik0s -- 23.08.2011 - 10:06
Hüseyin'e birçok yerde katılıyorum.
Bi eksik var:
GÜVEN DUYGUSU...
Bebeklikten bu yana gelişen, değişen insanın en önemli duygusu...
Komşuna, milletine güvenmek, kendine yakın hissetmek aidiyetin çıkış noktası olmalı...
bwallace4ever -- 23.08.2011 - 10:09
Şöyle söyleyeyim sayın Aktaş,
Bir bütünün parçası olmanın biraz daha mekanik bir ilişkiye bağımlı olduğunu düşünüyorum. Devlete vergi verirsin, o da sana hizmet verir. Vergi-hizmet...
Bu ihtiyaç meselesi insanlarda nasıl hissiyat durmuna dönüşüyor onu merka ediyorum.
Ben bütünün parçası değilim demekten ziyade soruyorum: Bu duygu nasıl oluşuyor insan zihninde onu merak ediyorum. Verdiğim basketbol örneği de anlatmak istediğimi açıklamıştır. Türk olmak, İzmir'li olmak nasıl bir gurur kaynağı olabilir.
Aile'yi sever sayarız, sadece aile olduğu için değil sevgisel bir bağ kurduğu için bizimle. Biz aileyi a priori olarak değil, karşılıklı sevgi bağlamında severiz. Bu da, siz de takdir edersiniz ki bencil bir yaklaşım değil aksine dürüst bir yaklaşımdır. Aile bireyle ilişkide olduğu sürece değerlidir. Yoksa bu kavram idealist bir kategori değildir. Var etmek de, bi kalemde silmek de bizim elimizde olan birşeydir. Sana bir sır veriyim, ben askerden dönünce babamın oğlu olmak istemedim. İsmimle yürümek istedim hayatta. Anlatmak istediğimi anlatabilmişimdir herhalde yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermeden.
"Yani doğuştan bir şeylere ait olarak doğuyorsun zaten. Birey bunlardan kendini hangi oranda koparabilir, bağımsızlaştırabilir, bu matematiği hesaplamak zor, ama bu hesabı yok etmek olası görünmüyor"
Ait olarak doğman ait hissettiğin anlamına gelmez. Yüzünü bile görmediğin bu toplumun %99.999'unu oluşturan insanları sahiplenmek, onlara kendini ait hissetmek, hatta onlar için ölmek doğuştan gelen bir durumu hiç düşünmeden sindirmek demek değilmidir.
Güç konusundaki yorumunuzda şunu soracağım: Güçlü olmak isteyen birey mi, yoksa bireylerin oluşturduğu bütünlük mü?
bwallace4ever -- 23.08.2011 - 10:25
"GÜVEN DUYGUSU...
Bebeklikten bu yana gelişen, değişen insanın en önemli duygusu...
Komşuna, milletine güvenmek, kendine yakın hissetmek aidiyetin çıkış noktası olmalı..."
Buna güven mi demeliyiz yoksa sevgiyi kaybetme korkusu mu? Belki ikisi de yakın yerlere varıyor, ancak start noktasındaki kavram önemli: Güven mi? Korku mu?
oik0s -- 23.08.2011 - 11:58
Bu işin içinde sevgi mevgi yok. Dediğin gibi korkular var. Emniyette hissettiğin yapılanmaya ait olmak bir nevi korkulardan arınmaktır. Savaş bir korku objesi olmasına rağmen orduya ait olmak ve ülke için savaşmak güven hissi uyandırır. Salakça gözüküyor ama böyle...
Anlamak için çocukluğuna kadar geri gitmen gerekiyor, hani anlamsız bir biçimde annenin kollarında mutlu olmak, hani masanın altına girip kendine güvenli bir yer bulmak gibi...
jedilost -- 23.08.2011 - 12:52
Bence de temel sebep güven duygusu, ya da daha doğrusu insanın kendisini güvencede hissetme ihtiyacıdır. Dünyaya karşı tek başına savaşmak yerine bizimle birlikte savaşacak gruplar ararız.
Bu grupları, organik ve organik olmayan diye ikiye ayırabiliriz. Organik gruplar, doğdumuz anda kendimizi içinde bulduğumuz, doğal üyesi kabul edildiğimiz, öte yandan kimsenin bize fikrimizi sormadığı gruplar, toplumdur. Organik olmayan gruplar ise, sonradan kendi tercihimizle girdiğimiz topluluklardır.
Dijital iletişimin bu kadar hızlı ve ucuz olduğu bir çağda, belki ileride daha farklı oluşumlar gözlenebilir; ama tarihsel süreçte bugüne kadar, ait olduğumuz grubu yaşadığımız çevre belirlemiştir. Bulunduğumuz çevrede hangi gruplar varsa, ya o gruplardan birinin üyesi kabul ediliriz, ya da o gruplardan birine dahil olmaya çalışırız. Yaşadığımız çevrede mevcut olmayan bir gruba dahil olamayız. Türkiye'de, Türk anne babadan doğmuşsak, Fransız olamayız. Çünkü bir Fransızın kendisini Fransız olarak hissetmesini sağlayacak özellikler her neyse, doğduğumuz yerde onlar olmayacaktır.
Burada ayrıca çift yönlü bir etkileşim vardır. Bir yandan biz kendimizi güvencede hissedecek gruplar ararken, bir yandan da, mevcut olan gruplar mevcudiyetlerini devam ettirmek için sürekli olarak yeni üyeler ararlar. Kendinizi ait hissetiğiniz gruplar, ister organik olarak kendinizi içinde bulduğunuz toplumlar ve onun alt birimleri olsun, ister sizin kendi seçiminizle girdiğiniz topluluklar olsun, bir yandan size ihtiyaç duyduğunuz güven hissini verirken, bir yandan da, bu güvenceyi herkese ve her zaman sunabilmek için sizin belirli şekillerde davranmanızı ister. Farklı davranırsanız sizi kabul etmez ve verdiği desteği çeker. İçinde bulunduğunuz grubun kuralları ne kadar esnek olursa olsun, size ne kadar çok serbest hareket etme alanı sağlarsa sağlasın, bir noktada illa ki geçmenizin kabul edilmeyeceği bir sınır olacaktır.
Bir de aidiyet hissinin hiyerarşik yapısı vardır. Ait olduğunuzu hissettiğiniz grup ne kadar büyürse, uğruna birlikte mücadele edeceğiniz değerler seyrekleşir; çünkü içinde bulunduğunuz grupla neyi paylaşıyorsanız onu korumak için mücadele edersiniz. Doğal olarak da, aileniz için yapacağınız şeyleri, komşunuz için yapmazsınız. "Yo hayır, ben komşum için de aynı mücadeleyi veririm." demeyin, örneğin her gün gidip komşunuzun evini temizlemezsiniz, ya da kazandığınız parayı düzenli olarak onlarla paylaşmazsınız. Benzer şekilde, komşunuzla birlik olarak yapacağınız dayanışmayı bütün mahalle için yapmazsınız. En nihayetinde, aynı ülkeyi paylaştığınız insanların tamamı için yapacaklarınız, sadece onlarla paylaştığınız ortak değerler için olacaktır. Bu, milli bağımsızlık gibi çok ciddi konular olabileceği gibi, bir futbol ya da basketbol maçı gibi çok daha çerezlik bir konu da olabilr.
bwallace4ever -- 23.08.2011 - 13:36
Sayın Jedilost,
Güven durumunu hayatta kalma içgüsünün nesnelleşmiş bir hali olarak görürsek (ki buna katılıyorum), ister istemez milliyetçilik, hemşehri gibi kavramların da içi boşalır. Bilimsel anlamı dışında bütünüyle anlamını yitirir.
Annem için herşeyi yaparım. Benim tekelimde bir sevgi durumu olduğu için. Benim tekelim dışında duyumsadığım her duygu aslında bir hayalettir. Ahlak bunlardan biri, milliyetçilik bir ikincisi. Tabi devamı da var ...
Toplum içinde yaşamak içgüdüsel hatta mekanik bir meseleyken, toplumun evrilmesiyle oluşan milliyetçilik kavramı bir hissiyat meselesi halini alıyor. Garip olan bu. İnsanların milliyetçilik duygularını irdelemeleri gerekiyor. İçgüdüsel bir tavrın derinine yeterince inersek aşağıda insan üzerine düşünülmesi gereken meseleler olduğu kanaatindeyim.
sanalmanik -- 14.08.2014 - 20:43
bu çok karmaşık bi konu,
örneğin konu dışında (gibi) belki ama doğduğum büyüdüğüm yere ya da aslında mülkiyeti bizim olan araziye (ya da belk icivar bölgeye de) çok yüksek ve çok büyük aidiyet hissederim;
mesela benim en büyük ve en güçlü aidiyetim budur, belki;
(ve belki dünya içinde başka bi dünyaya (yere) gitmişçesine bi garip özgürlük-benimlik-bizimlik ve oralılık;rahatlık, rahatlama-özgünlşme vb. başka bi çok şey)
bu benim düşünüp durduğum bi şey;
"
aidiyet duygusu ardındaki psikolojik nedenleri çok merak ediyorum. İnsan kendisini nasıl bir bütünün parçası olarak görür ve ya hisseder?"