Kapitalist Toplumda Materyalizmin Hükümranlığı Ve Muhafazakâr aklın ‘İdealist’ ‘düalist' yapısı
Çağın sancısı öyle bir derin öyle bir sarsıcı ki; bundan bir çocuk doğar mı? Bir insan dünyaya gelir mi bilemeyiz. Ama çok zaman geçti ki karnındaki şişliğe ve sancıya rağmen hala kusamıyor. Belki de şimdi, insanlık yaklaşık iki yüz yıl yediği haltı kusuyor ve kendi kusmuğuna bakmaya bile cesareti yok.
Açlığa terk edilen binlerce çocuk şu an ölümü bekliyor. Doğu Afrika’da milyonlarca insan yüzyılın en büyük kuraklığını yaşıyor. Daha doğrusu yaşatılıyor. Çünkü en önemli nedenlerden birisi batının sömürü çarkının içinde yıllarca Afrika’nın bulunuyor olması. Afrika’nın bütün zenginliğinin batı tarafından yağmalandığı artık bilinen bir gerçek. Gelişmiş ülkeler ve yaşlı Avrupa kendi yarattıkları krizleriyle uğraşırken her zaman ki bencilliği ve umursamazlığı takınıyor bu konuda.
Çünkü kapitalist toplumlarda gerçek bir materyalizm hüküm sürmektedir.
Bizim gibi Müslüman toplumlar, bazı sosyalist grupları örnek göstererek Marksizm’e lanet yağdırıp batının kapitalist modeline kendini yamamış olsa da tarihi bir yalanın arkasında yol aldıklarının farkında değiller.
Vaktinde batının bu bencilleşmesinin, fütursuzca büyümesinin karşısına dikilen, lanet yağdırdığınız Marx değil miydi?
Aslında Marx, Batının eski yunandan devraldığı ve Descartes ile anlam kazanan düalizmine karşı ‘tarihi materyalizmi’ ortaya koydu.
Çünkü; düalist düşünce ‘idealist materyalizm’ madde ile ruhu birbirinden ayırır. İki farklı güzergâha taşır onları. Bu idealist tarih anlayışına karşı organik bir tarih anlayışı ileri sürer
Marx.
Dünyayı sadece ideaların/düşüncelerin yönettiğine inanmak ancak düalist bir imana götürür insanı ki, günümüz muhafazakâr Müslüman tipi de aynen böyledir. Kitab-ı mukaddesçi anlayış…
Serveti bir kenarda, namazı diğer kenardadır. Bir tarafta haccı, öteki tarafta biriktirdikleri ve bunda bir çelişki görmeyişi…
Siyasi iktidar iken bir yanda yolları ve barajlarıyla övünür diğer yanda bozulan doğal dengeyi ve türlerin yok oluşunu görmez.
Günümüzdeki kapitalist büyüme sisteminin neden evrenselleştirilemediğini bizlere anlamamızı sağlayan, Marks’ın sermayenin büyümesi için sömürgeciliğin gerekli olduğunu kanıtlaması değil midir?
Böyle bir büyüme dünyanın küçük bir azınlığının büyük bir bölümünü sömürmesi anlamına gelir ki; muhafazakâr kesim bu tarihi gerçeği kendi izan kodlarından çoktan silmiş gibi görünüyor.
Garaudy; “ ‘İslam ve insanlığın geleceği’ isimli yapıtında ‘gelişme modeli veya çokuluslu şirketlere karşı mücadele gibi, bugünkü Müslümanlar için can alıcı nitelik taşıyan sorunları çözmede eski fıkıhçı anlayışların bir yararının olmayacağını ortaya koyarken, batıdan alınma bir hukuk ile Hicretin dördüncü yüzyılından itibaren donmuş bir “şeriat”ın ortaya çıkardığı bu şizofren hukuk anlayışına son vererek bu yüzyıla ait bir hukuk ortaya koyamazsak ne şimdi yaşamaya ne de geleceği kurmaya imkanımızın kalamayacağını” söyler.
“Komünizm aleyhtarlığının ve efsanevi bir Marksizm’e karşı lanetler yağdırmanın, gerçek anlamda İslami hiçbir yanı yoktur. Bunlar sadece, bunu söyleyen kimselerin kapitalist dünyayı benimsediklerini ve onun ideolojisini paylaştıklarını gösterir.”(*)
Söylememiz gereken siyasi doktrinler olarak tek bir bedende duran iki parçadan birine talip olmamız gerektiği değil, bilakis o tek bedene yeni bir ruh vermenin gerekli olduğunu kavramaktır.
Çağımızın temel sorunu batı tarafından geliştirilmiş olan büyüme modelidir. Bu büyüme modeli faydalı, faydasız, zararlı ve hatta öldürücü herhangi bir şeyi gitgide daha fazla ve gitgide daha çabuk üretmekten ve bu üretimi piyasaya sürmek için sahte ihtiyaçlar icat etmekten ibarettir. (*)
Daha fazla ihtiyaç üretmek yoksul ülkelerin çocuklarının temel ihtiyaçlarını ortadan kaldırmak anlamına gelirken bu durum daha fazla Afrikalı çocuğun ölmesiyle sonuçlanacaktır şimdilerde..
Ekonomi bilimi sonuçta insanlar arasındaki ilişkileri eşyalar arasındaki ilişkiler söz konusuymuş gibi ele alıp incelediğinden ne kapitalizm ne de insanın ilahi boyutunu inkâr eden sosyalizm insanın gerçekliğine dayanır. Aslında ortak inançları gerçekte itiraf edilmemiş insan anlayışına dayanır.
Kapitalizmin cepkeninde ise insan zaten henüz var olmamıştır. Sırf menfaatinden dolayı harekete geçen ve yalnızca üretici ve tüketici boyutuna indirgenen bir “homo economicus” vardır.
Daha “homo sapiens” aşmasında bile değildir. Yani “düşündüğünün üstüne düşünebilen insan”, “farkında olan insan” değildir.
Günümüz Muhafazakâr insan topluluklarında olduğu gibi insanların bazıları ‘kendi kendine yetinen kibirli bir ihtirasa’ sahipse Allah karşısında bir bağımlılığı bulunduğu fikrinden de yoksun kalacaktır.
Bu durumda yüksek bir iradeye boyun eğmeniz gerektiğine inanmanız güçleşecek, hele kibirli ve ihtiraslı bir servet birikimine yelken açtıysa bu insan -evet gerçekte bir bilinmeyen tanrıya doğru yol almaktadır-
Bilinmeyen bir tanrıya, idea’ya inandığı için bununla da yüzleşemediğinden “düalist” bir evren parçasında kendi yerini bulacaktır.
Kapitalizmin nihai hedefi olan tüketim, doğal kaynakların tükenmesiyle son bulur mu bilinmez.
Ancak öncesinde insanın tabiatla olan ilişkisinin yeniden tanımlanması, her alanda sağlanacak insani (ilahi) birlik yani insanın insan tarafından her çeşit sömürüsüne ve milletler arasındaki her türlü rekabete(ulusalcılığa) karşı, bütünün birliğini savunup yüceltmek tek çıkış noktası olacaktır.
Bu durum Garaudy’nin söylediği gibi İslam’ın yaratıcı gücünün hakiki bir uyanışına bağlı bulunuyor.
Tabii ataların ocağındaki külleri muhafaza ederek değil, alevini çoğaltarak bu mümkün olacaktır.
Ama biraz acele lütfen daha adil ve eşit bir dünya için…
Çünkü milyonlarca insan açlıktan ölmek üzere
…………………………
(*) Roger Garaudy
ALINTIDIR-Ayhan Karaçam-adil medya
ali k -- 16.08.2011 - 13:21
dualizmin önüne geçilemezmi?dünya halkları-insanlar,kendi mensubiyetleri içinde evrensel bir birliğe giderek,katılımcı ademi merkeziyeti oluşturamazlarmı,tek bir cephede birleşemezlermi?
gamaro -- 16.08.2011 - 15:48
Tabi tabi, islamın öngördüğü "insan" cephesi di mi?
İslamın yaratıcı gücü uyanışa geçecek, herşey güzel olacak... Gene islamda buluşuyoruz yani, kaçış yok.
Çünkü huzur nerdeydi? Hah.. hatırladım; tabi ki islamda:)
Ben de gülmemek için zor tutuyorum kendimi.
oik0s -- 16.08.2011 - 18:56
ali k tarafından Salı, 16/08/2011 - 16:21 tarihinde gönderildi.
dualizmin önüne geçilemezmi?dünya halkları-insanlar,kendi mensubiyetleri içinde evrensel bir birliğe giderek,katılımcı ademi merkeziyeti oluşturamazlarmı,tek bir cephede birleşemezlermi?
Hem insanların ayrıştığından bahsedip hem de "kendi mensubiyetleri" diyerek kamplara ayırmak gerçekten gülünç...
ali k -- 17.08.2011 - 05:40
Komünizm aleyhtarlığının ve efsanevi bir Marksizm’e karşı lanetler yağdırmanın, gerçek anlamda İslami hiçbir yanı yoktur. Bunlar sadece, bunu söyleyen kimselerin kapitalist dünyayı benimsediklerini ve onun ideolojisini paylaştıklarını gösterir.”(*)
Ama biraz acele lütfen daha adil ve eşit bir dünya için
özgür ve eşit bir dünyadan bahsediliyor,kimse inanç ve fikirlerinden vazgeçmeye zorlanmıyor..
Ancak öncesinde insanın tabiatla olan ilişkisinin yeniden tanımlanması, her alanda sağlanacak insani (ilahi) birlik yani insanın insan tarafından her çeşit sömürüsüne ve milletler arasındaki her türlü rekabete(ulusalcılığa) karşı, bütünün birliğini savunup yüceltmek tek çıkış noktası olacaktır.
ali k -- 17.08.2011 - 06:23
kendi mensubiyeti;etnik-dinsel-sınıfsal-farklılıklar olabilir....alt yapı(İKTİSAT) üst yapı(siyasal_sosyal yapı)arasındaki organizasyon dengelendiği sürece (yerel_evrensel) sömürü agı en aza inecektir::
statik -- 17.08.2011 - 06:33
Bu kadar taraflı ve kendi içinde "düalist" bir yazının getirilip, felsefe adı altında yayınlanmasına bi şey demeyeceğim de, kafama takılanları da sormadan edemeyeceğim...
--hadi koşun! islama koşun! diyerek feryat eden bir yazarı (nerden bulduğunu sormayacağım) çok aradığın belli oluyor...
-- ne yapalım? düalist olmayan dünyayı ve düzeni nerden bulalım?
--İslam kendi içinde, zaten yeterince düalist değil mi?
--Ayrıca; kapitalizm, düalist değil individüalist'tir.
neresinden tutsan elinde kalacak bir alıntı...
ali k -- 17.08.2011 - 06:58
kanunda dualizm-siyasette dualizm-ekonomide dualizm-çifte standart....
bunun sınırını koyabilirmisin...
standartı tekleyip,onun üzerine ilişkiler agını kurmak gerekmezmi?
statik -- 17.08.2011 - 07:25
""standartı tekleyip,onun üzerine ilişkiler agını kurmak gerekmezmi?""
Standardı teklemek, tanrıyı tekleştirmek kadar kolay olsaydı, şimdiye kadar mars'ı komşu ülkesi yapardık...
Yani uçardıkkk!
ne yazık ki, herşey allahın tek olduğu kadar kolay olmuyor... gördüğün gibi...
Dinleri bi kenara koyarak, sistemleşmeye ne dersin?
Hiç değilse, insanların içini boşaltarak,
yeniden tertemiz bir düzeni daha rahat kurursun...
bwallace4ever -- 17.08.2011 - 08:21
Bak Ali K, kardeşlik demişsin, bütünlük demişsin vs. Aslında değer verdiğim yazarlardan sayın Bilgisev gibi sen de aynı yanlışlığa düşüyorsun. "Komşunu sev" yanlışlığına...
Sevmiyorum arkadaş, bir bütünlük içerisinde değildir insanlık. Devlet erbabına bi göz atınca: "Ulan bu adamlarla ne gibi ortak yönüm olabilir" demeden kendimi alamıyorum. Felsefi görüşü olmayan hiçbir insanla hiçbir ortak noktam olamaz. Konuşacak tonlarca şeyim olsa da, hissedecek hiçbirşeyim yok bütünün parçalarıyla.
Türklük, komşuluk, hatta akrabalık kavramları bile birer hayaletse(ki evet hiçbirini sevmek zorunda değilim), nasıl evrensel bütünlüğün bir parçası olmam gerektiğini ileri sürebilecek kadar ileri gidebilirsin. Hissel bi durumu nasıl nesnel bir zorunluluk meselesi haline getirebiliyorsun.
Yani şunu merak ediyorum. Nasıl bir hayalet için herşeyi hatta ölümü bile göze alabilir bir insan. Rakamsal düşünecek olursam insanlık demem daha yerinde olur.
ali k -- 17.08.2011 - 09:19
dünyaya kendi istegimizle gelmedik,bir takdir sonucu geldik...mecburiyetleri yaşıyoruz,seçim şanşısımız bu konularda hiç yok.tabiki nesnel zorunluluk,senin karakter seçimine katılıyorum,kimseyi sevmek zorunde degilsin,ama aynı şeyleri faraza Angelina JOLİ nin (faraza) sokagında yaşasan söylermiydin..sevmiyorum arkadaş sevmiyorum diye..
saygı ve hak kuralları üretmek durumundayız arkadaş...
ali k -- 17.08.2011 - 09:28
ne Allahı-ne Kuranı -ne peygamberi biz oluşturuyoruz sayın arkadaş...tüm kaideler bizim dışımızda gelişiyor...hiç bir düşünceyi atmaya gerek yok..ancak hak ve özgürlüklern tanzimini sapasaglam kurmak gerekiyor...
Hüseyin AKTAŞ -- 17.08.2011 - 10:53
Rıfat ILGAZ geldi usuma:
Kasnağından fırlayan kayışa
kaptırdın mı kolunu Alişim!
Daha dün öğle paydosundan önce
Zilelinin gitti ayakları,
Yazıldı onun da raporu:
"ihmalden!"
Gidenler gitti Alişim,
Boş kaldı ceketin sağ kolu...
Hadi köyüne döndün diyelim,
tek elle sabanı kavrasan bile
Sarı öküz gün görmüştür,
Anlar işin iç yüzünü!
üzülme Alişim, sabana geçmezse hükmün
Ağanın davarlarına geçer...
Kim görecek kepenek altında eksiğini
kapılanırsın boğaz tokluğuna.
Varsın duvarda asılı kalsın bağlaman
beklesin mızrabını.
Sağ yanın yastık ister Alişim
sol yanın sevdiğini.
Kızlarda emektar sazın gibi
Çifte kol ister saracak!
(...)
Sayın Ali K,
Önerdiğin "ilahi hukuk" binlerce yıldır sözde seni rahatsız eden sömürü sistemlerinin sürdürülmesinde, biricik hizmetçilerden biri olarak, egemenler tarafından kullanılmaktadır...
Bir gram ordan beş gram burdan biraz da kimyon katarak eklektik bir anlayışla teori kurulmuyor! Dahası kapitalizmi eleştiriyorsun onu anlamış değilsin. Sosyalizmi eleştiriyorsun onu anlamış değilsin. Materyalizme küfrediyorsun farkında değilsin. Bu nedenle bizlere sunduğun karışımın ne olduğunun anlaşılır bir yanı kalmıyor.
Evet; ufukta tüm dünya insanlarını kucaklayan bir "evrensel hukuk" yakıcı bir gereksinim olarak kendini gösteriyor. Ama böylesi bir hukuku tesis etmek için seçtiğin yollar yol değil.
Demişsin ki; "Ekonomi bilimi sonuçta insanlar arasındaki ilişkileri eşyalar arasındaki ilişkiler söz konusuymuş gibi ele alıp incelediğinden ne kapitalizm ne de insanın ilahi boyutunu inkâr eden sosyalizm insanın gerçekliğine dayanır. Aslında ortak inançları gerçekte itiraf edilmemiş insan anlayışına dayanır."
"Sosyalizm insan sevgisinden doğmuştur" diye yazar sosyalizmin alfabesinde. Sosyalizm insanın ilahi boyutuyla ilgilenmez. Onun böyle bir derdi yoktur. Kapitalizme karşı ilk etapta yapılması gerekenlerin önermesidir sosyalizm. Yangından ilk kurtarılması gerekenleri tespit eder... Ama Sosyalizmin bu çabasına karşı kapitalizm var gücü ile karşı koyarken, kapitalizmin yedeğinde hemen ilahi hukuku görürsün, ilahiyatı görürsün... Sosyalistler bilimle iştigal ettikleri oranda elbette "ilahi" dediğiniz komedyanın tutarsızlığını soranlara anlatmakla yükümlü sayarlar kendilerini. Ancak bu konudaki değişimleri geleceğe ve insanların kendisine bırakır. Düzenlemeye çalıştığı toplumsal alandaki ilişkilerdir. Düşünsel yapı anlamında bireyin ruhsal gelişimi ile de ilgilenir. Fiziki ve ruhsal olarak bireyin yetkinleşmesi önündeki engelleri kaldırmakla yükümlüdür sosyalizm.
Sosyalizmin eksikleri elbette vardır. Olacaktır. Ancak bunlar senin dediğin gibi ilahi bir sorun değildir. Sosyalizmin bir çok sorunsala sahip olmasına rağmen, Dünya insanlığı Paris Komünü ile başlayan, Ekim 1917 ile devam eden kalkışmasında elde ettiği deneyimleri yeniden gözden geçirmeyi başaracaktır. Bu alanda kapitalizme karşı aldığı yenilgiler onun tarihsel olarak yenildiği ve haksız olduğu anlamına gelmiyor. Çünkü biz sosyalistler biliyoruz ki; bir şeyin alternatifi, o şeyin kendisi olamaz ve bu anlamda kapitalizmin alternatifi kapitalizm değildir; kapitalizmin alternatifi sosyalizmdir ve her zaman inadına ve yeniden sosyalizmdir!
Siz insanlık için bir su taşımak istiyorsanız, bu suyun taşınacağı yer sosyalizmin değirmenidir! Bunu er geç hepiniz anlayacaksınız!
Komünist Manifesto şunu söyler: "Sosyalizm ulaşılması gereken bir ülkü değil, bizatihi onu var eden koşulları değiştirme savaşımının kendisidir"... Bu anlamda sosyalizmin savaşı sürmektedir. İnsanlık sosyalizme yöneldiği alanlarda yaşadığı tökezlemeler yüzünden, bu yoldan geri dönmeyecektir. Geri dönenler olabilir. Korkup yılanlar olabilir. Ama bir gün şunu diyeceğiz çocuklarımıza; "gelenler korkmayanlar, korkanlar gelmediler!"
Bilimle ve bilinçle yoğrulmuş bir cesarete ve eyleme ihtiyacımız var. Komünistler çok önce söylediler senin "ilahi hukuk" diyerek sayıklamaya çalıştığın şeyin gerçek adını; "Komünist Enternasyonal"...
"bu kavga en sonuncu
kavgamızdır artık
enternasyonal'le
kurtulur insanlık"
Evet; "emek en yüce değerdir" demiştik. Hangi hukuk olursa olsun emek merkezli olmadığı, emek ekseninde tesis edilmediği sürece, insanlık mevcut çilesine devam edecektir...
ali k -- 17.08.2011 - 12:32
insan paradigması içinde degerlendirdiğimiz hususlarda,dogal-tarihsel-tanrısal birlik-bütünlük ve ayrışma gerekçeleri
için başkaca bir dil kullanılmayacagı için mecburen tarihsel literatüre başvuruyoruz...bu adlandırmalar bir etikettir,gerçekte olanalar ise insanın derin doğasıdır..komünizm-liberalizm-din-v.s gibi dogayı-tarihi ve süreci bölmelere ayırmak kabul edilebilirbir husus degildir,ancak bir dil üretilmiştir,bu duruma ikili bir yaklaşım sergilemek gerekir..
evreni saran enerji kümesinin tek bir enerji çeşidi oldugu,çeşitli kırılmalarla maddi düzeye geçtiği malumunuzdur..
tarihteki vakıa ve dillerin ayrıksı ve kendinden menkul olduğunu söylemekte abesle iştiğal olsa gerekir..
bu baglamda ayrıştırmak istediğimiz bu analyışları yeniden sorgulamamız icap eder..
tarihsel süreç içindeki etkin herhangi bir sebeble oluşmuş kırılmayı kesitleştirip tarih felsefesi oluşturmak akil bir tutummudur?
sosyal olaylardaki sapma ve ayrışmalar,fiziki-kimyevi ve biyolojik vakıalardaki sapma ve degişimlere benzemediği için zorlanıyoruz..nasılki fiziki alanda evrensel birlik geçerliyse -sosyal alandada öyledir.
ama şunu bilmek gerekir;bir tarihsel vaka ve oluşumu;doga-tarih ve süreç ilikisi içinde oturduğu yeri keşfetmemiz gerekir..
elbetteki devrimci şehitlere sizin kadar saygım vardır..
ama bu bazı hadiseleri perdelememeli-görmeyi engellememelidir
tarihsel tecrübe (marksizm dahil)elbette etkin dominant bir yaşam faktörünün insan tabiatı ve toplumlar üzerindeki belirleyiçiliğine dayanır..ancak bunu tarihi oluşturan yaratıcı kuvvet telakki etmek egitimin neresinde olduğumuzu sorgulamayı gerektirir..
tarihi oluşturan ve saran kuvvetleri harici ve dahili yönleriyle tanıyarak,tarihi bir bütün olarak görmek zorundayız..
yoksa herhangi bir dönemi değil..
faraza türklerin tarihsel süreç içinde geliştirdiği uygarlıklarda ,geliştirdikleri din,bilim,askeri ve siyasa modelleri ile aynı bölgenin çocukları olan kürtlerin mahrumiyetlere dair geliştirdikleri argumanlar nasıl ele alınmalıdır..
zıttına dolanan kavramlar ,komünizmin tümcülüğü ve liberalizmin bireyciliği çelikisinin odak noktaları nelerdir?
herhangi bir kavram ve ulusların tarihsel süreç içinde geliştirdikleri dil örgüsünü;doga-tarih ve süreç baglamının dışında ele alırsak ;yerel ve kopuk bir bakış açısı geliştirmiş oluruz.
bu baglamda yukarıda verdiğim türklerin ve kürtlerin kültürel oluşumlarına dair verdiğim örnekler,avrupa ve amerika içinde geçerlidir..
bu açıdan komünizm,humanizm,nasyonalizm,dinsel kavramlar,v.s kendinden menkul ,orijini kendinden bilmek ;doga-tarih ve süreç yasalarını bilmemek demektir..
sonuç olarak;komünist düşünce,liberal düşünce,özgür düşünce,dini miras,tarihin,doganın,ve tabiatın bu akışkan dönüşümü içinde değerlendirilmelidir..
tarihsel sürecin bize bıraktığı bu mirası insanlık lehine ;yukarıda verdiğim örnekler nisbetinde yeniden kurmak zorundayız...
oik0s -- 17.08.2011 - 12:44
Peygamber deve yüküyle GANİMET topladığından beri diye yazmayı unutmuşsun Hüseyin...
Haa bi de sosyal adalet kavramını öğrendiğimiz üleştirme işi var.
Sana hadi ordan diyorum Ali K...
* Muhammed'den yağmayı, cinayeti, adaletsizliği öğreti olarak benimsedikten sonra, değişen dünyanın hoşgörüsünü ve insani sistemlerini islama giydirmek veya giydirmeye çalışmak bana etik gelmiyor.
oik0s -- 17.08.2011 - 13:25
Unuttum...
Çok istiyorsan, ALEVİLİĞİ kendine feyz al. Onlar baştan beri merkeze; insanı koyarlar.
oik0s -- 18.08.2011 - 11:16
Kapitalist Toplumda Materyalizmin Hükümranlığı
Hele şu yazının başlığı...
Kim demiş bunu ?
Hangi gözleme dayalı olarak bu mantığı yürüttün ?
Kapitalizmi yürüten batı toplumu, hristiyan veya muhazafakar değil mi ?
Yok ama! yaz vakti çarşaf, pardesü giymeyen dindar değildir. Garanti materyalisttir.
ali k -- 18.08.2011 - 11:27
bu bir alıntıdır..üzerinde bazı ifadeleri ele almak için alıntıladım..
bana göre materyalizm çok anlamlıdır,maddedeki evrimsel sıçrama bir çeşit ahenge gittiği için ,materyalizmin bir yönü idealistirde..
oik0s -- 18.08.2011 - 12:32
Haydaaa...
Materyalizmin ahengi dialektikten gelir.
Bak şöyle:
Madde, kendi halinde orda duruyor henüz ben onu ellemedim. Hareketlerini izliyorum ve Gözlemci olarak varlığımı sürdürüyorum. Kendi dışımdaki dünyayı çevre olarak algılıyorum. Teorik ve pratik kendi iç dünyamın dinamiklerini, dil, sanat, edebiyat,müzik ve daha birçok yol ile karşılarken bilimsel ve estetik söylemler geliştiriyorum.
Bildiklerim, herhangi bir sorunun yenilenen cevaplarıdır. Bildiklerim, entegre epistomolojik girişimlere ışık tutmaya hedeftir.
Tarih, bir duygu değildir. Tarih somut bilgiler silsilesidir. Tarih yoluyla geçmiş ve bugün ile bağlantı kurarak toplumsal şekillenmeyi analiz ediyorum. Bir başkasının duygu dünyasına mudahale etmemek adına ahlak söylemi geliştirmiyorum.
Öte tarafta duran "ŞEYLER" ise kavramlar olarak belleğimde yer ederken, herhangi / rastgele / tek idealim var: Cennete gitmemek. (Bu bir ideal değil elbet)
Anladikos ?
ali k -- 18.08.2011 - 12:49
maddi dönüşüm ve evrimlerdeki,içkin itici saik,tüm diyalektikçilerin bellegini kurcalamıştır...
sokrat,hegel ve rousseau gibi diyalektikçilerde bunu görmek mümkündür..
aslında denir ki modern bilimsel materyalizmin kurucusu marks, emek ve çalışma hayatına dair istemde bir din adamı ve peygamber edasındadır..
Delişey -- 18.08.2011 - 12:58
"ya olduğun gibi görün, yada göründüğün gibi ol!" altın kaval üstün şeşhane olmasın demiş üstad:)
ali k -- 19.08.2011 - 07:24
Birkaç yıl önce Ahmet İnsel ve Ali Bulaç gazetelerindeki köşelerinden ahlak üzerine bir tartışma başlatılar. Ali Bulaç, ahlakın din alanına dahil olduğunu iddia ediyor, İnsel de bu çağın ahlaki bir eleştiriye gereksinimi olduğunu ve ahlakı savunmak için bir dine mensup mu olmak gerekir diye soruyordu. O zaman bu tartışma ilgi görmedi; diğer yazarlar tarafından da tartışmanın boyutu genişletilemedi.
Şimdilerde ise bir tartışma almış başını gidiyor ve katılımcılar tek taraftan tartışmayı sürüklese de ilginç çıkarımlara varılıyor.
Dinlerin tarihselliğinden bakıldığında ilahi dinler kendilerini başlangıçta kötülüklerin ayyuka çıktığı zamanların olgusallığında tanımlarlar. Ahlaki yozlaşmanın ve adaletsizliğin iktidar meşruiyeti bulduğu zamanlarda kötülüklere son verecek bir insanı/sembolü/peygamberi ahlakın yenidenliğinin başına koyarlar. Bu insanlar tanrının vahiy yüklemeleri ile yeni başlangıçlara yol alırlar. Kutsal kitapların çağrısının sonuçsuz kaldığı zamanda ahlaksızlığın kurumsallaştığı toplumlar felaketlerle son bulur. “Nuh Tufanı, Semut’un Çığlığı ve Firavun’un Kızıldeniz’de boğulması gibi tarihsel olaylar din metaforları içinde hikâye edilirken, inanan insanların inanma koşulu da sağlanmış olur.
İlahi dinlerin insanı anlattığı, tanımladığı ve ahlaki bir mesuliyetle sorumlu tuttuğu olaylar peygamberi ve söylemi arasında doğrudan ilişki kurar. Kutsal metinlerde bahsedilen ahlaki vurgular konu edilen ahlaki bitişin sonu ya da başlangıcıdırlar. İncil, Tevrat ve Kur’an bu olayların etraflıca anlatıldığı, sembolik ifadelerin çokça yer bulduğu, konuşan tanrının seslenişleridir. Konu edilen olaylar ve onlardan çıkarılan ibretler bir kitaptan diğerine geçecek kadar da insan düşüncesinin tevatür sürecini gösterirler.
Bir dinde günah olan başka bir dinde de günah olarak devam eder.
İlahi anlatımlar insanları, kötü olan ve günahın karşılığı olan dünyadaki duruşlarını beğenmediğinden ahlaksız görür ya da ahlaksız olabileceği uyarısında bulunarak mutlak iyilik olan Tanrının varlığının hatırlatılmasıdır. Korkutarak müjdeleyen ve insanın her anını determine eden bu anlatımlara bakıldığında, dinler ahlaki retoriklerin en güçlüsü olarak görülür. Bu retoriklerde, tanrı ile ahlak kavramları birbiri ile örtüşür. Saint Augustinus’tan Mevlana’ya kadarki bütün Doğu ve Batılı düşünürler ve teologlar insanların dinine bakmadan ve tartışmadan ahlakı dinin temeli varsayarak Tanrı sevgisi ile güzel ahlakı denkleştirmeye çalışmışlardır.
Kilise karşıtı yaklaşımlarıyla düşünce dünyasında yerini bulan Nietzsche de ne kadar ahlakın bireyliğini savunsa ve hertanrının örgütlü şekline karşı çıksa da tanrıyı ahlakın yerine geçen bir realite olarak görür. Halk kavramı ile tanrı kavramının kutsal metinlerde aynı anlama geldiğini söyler. Modernitenin eleştirisini tanrı üzerinden yapar. “Tanrı öldü” Nietzsce’de sonuç değildir; insan doğasının zorunluluğundaki iyiliğin yok olması ve kötülüklerin geliyor olduğunun kehanetidir. Nietzsche’deki olumlanan tanrı erildir; ahlaki öznenin yerine geçer ve insanın tanrı gibi davranarak mutlak iyiliğin temsilcisi olabileceğini üstün insan metaforunda düşler.
Marks dine ve onunla gelen ahlaka karşı dursa da ve insan düşüncesinin yanılgısı olarak görse de kapitalizm çözümlemeleri ve ahlaki istemleriyle peygamberlerden sonra dünyayı en fazla etkileyen düşünürdür. Kapitalizmin bütün acımasızlığıyla insanları ve yaşayan kültürleri vurduğu bir zamanda insanı merkeze koyan söylemleri ile Tevrat’ın kendisine verildiği Musa gibi bir direnişin başını çekmiştir. Musa’nın Firavu’ndan istediği adaleti Marks burjuvadan, işçiler için istemiştir. Bu istek olgusal olduğu kadar ahlaki ve vaat edilen kutsal topraklar kadar aşkın; üretim ilişkilerinin çelişkilerinden yoksun, sınıfsız, sömürüsüz bir düzendir.
Marks’ın söylemi olgusallığın bütün acımasızlığı ile insanları sardığı sermaye iktidarında ahlaki bir taleptir ve iyi yaşamayı bütün insanların hak ettiği duygusu ve inancıyla doludur. Marks’ın açılımı bilimselliğinden daha fazla bu tarafı ile insanları etkilemiş; peygamberlerin söylemleri kadar sıradan insanlara indirgenebilecek iyilik dolu basit denklemlere dönüşebilmiştir.
Lenin’in Bolşevik devriminden sonra sosyalist bilincin inşası için çalışması sol/devrimci düşüncenin ahlaki şekle sokulması ve doktrine edilmesi aslında Marks’taki çalışılmamış metafiziğin çağın inanç eksikliğine revize edilmesidir. Sosyalist devrim olmuştur ancak nasıl sosyalist olunur! sorusu, sosyalizmin ahlaki içsellikle doldurulması
gerekliliği, düşündürtmüştür.
Louis Althusser’in geçen yüzyılın ortalarında üzerinde çalıştığı ve Marksizm’e yeni açılımlar sağladığı boyut da bu noktada olmuştur. Althusser Marks’ın tanımlamalarını bilimsel kabul etse de bu kabul edişin bir aşkınlıkla varolduğunu, dolayısıyla ona inanışın dini bir inanış olduğunu felsefi düzlemde kabul etmiştir. Bu da klasik solu bu çağdan talepleri ve kapitalizme eleştirileriyle ahlaki bir düzleme taşımıştır.
Marks’ın inanıcı bulması ve hâlâ insanları etkiliyor olması, reddeder gördüğü inanç alanını peygamberler gibi ahlaki meydan okumalar ile dolduruyor olmasıdır. Bunu yaparken de kabahati mistik felsefelerde olduğu gibi insanın kendisinde değil, onu zorlayan maddi zorlamalarda ve çelişkiler üzerinde bulmasıdır. Bu açıdan bakıldığında peygamberler de söylemleri ile Marks kadar maddecidir ve içsel ilerleyişlerin düşmanıdır.
Solun ahlaki olanda yer bulması ve bir eylem şekli olarak dirilmesi, mücadele kadar
ahlaki sonuçlara da imkân vermesidir. Din ve sol, her iki söylem de ezilmişlerle dünyayı kurmaya çalışır ve onlara iktidar vaat eder. Marks’ın hayaletinden bahsedilmesi, hâlâ bu çağa ahlaki bir seslenişle konuşuyor olmasından kaynaklıdır. Marksizm bu anlamda yaşanması gerektiği halde yaşanmamış bir dindir. Toplumsal tarafının olabilirliğine inanıldığı kadar bireysel tarafı da insanı etkilemekte ve kendisine inananları
yaşamın öznesine çevirmektedir.
Her ahlak kitabı kendi içinde bir ahenkle ve musiki ile dile gelir. Marks’ın insanlığın üzerine düştüğü notlarda bu ağıtlar ve ibretler kutsal kitaplardaki kadar net görülür; bu da onu peygamberler gibi bir ahlak insanı yapar.
Memduh Özdemir, Felsefe Öğretmeni
oik0s -- 19.08.2011 - 09:32
Sen ve senin gibi birçoklarının kendi ahlaki yapılarına kılıf giydirmeye çalışması gerçekten çok acı...
Marx'tan bu yana çok şey değişti. Bikini adasında atom bombası denendiğinden beri de çok şey değişti. (Fransız modacı Louis Reard bikini mayoyu tanıttı-1946 - Yaygınlaşması ise Brigitte Bardot sayesinde olmuştur.)
- - -
I. ve II. dünya savaşının yıkıcı etkisi batının ahlak yapısını tümden değiştirdi. Dünya, din adamlarının basitleştirmeye çabaladığı bir dünya değildi artık...
Gelişen haberleşme ve teknoloji olanakları kapalı gözlüklerin çıkarılmasına önayak oldu. Devletler kapitalizmi desteklerken diğer yandan kişisel özgürlükleri bir bir iade ettiler. İnsan ahlaken ve vicdanen o güne kadar olmadığı biçimde özgür olmuştu.
Ahlak varlığını diğerinin yargılarıyla sürdürür. Sen bakarsın Marx ahlak düşkünü dersin ben bakarım ilgisi yok derim.
Sonuç: Senle ben aynı değiliz. Farkımız ben sana karışmıyorum sen bana karışıyorsun. Hatta karışmak isteğini ve arzunu dayanılmaz bir biçimde dayatıyorsun.
En kötüsü ise dünyayı şekillendirmeye çalışman. Hem de kendi algına göre... Hem de, iyi ve kötünün ne olduğunu hiç ama hiç bilmeden...
Çaka -- 19.08.2011 - 10:13
"Sonuç: Senle ben aynı değiliz. Farkımız ben sana karışmıyorum sen bana karışıyorsun. Hatta karışmak isteğini ve arzunu dayanılmaz bir biçimde dayatıyorsun.
En kötüsü ise dünyayı şekillendirmeye çalışman. Hem de kendi algına göre... Hem de, iyi ve kötünün ne olduğunu hiç ama hiç bilmeden..."
Sayın OikOs,
Bu son iki parağrafınızda eleştirdiğiniz dayatmayı kim yapmıyor ki? Hatta yapmadığını söyleyen sizler de bir tür pasif direniş diyeceğimiz dayatma içinde değil misiniz? Yani açıktan dayatmaya karşı çıkarak eylemsiz kalarak direnmek de bir başka dayatma çabası değil de nedir?
Ayrıca; dünyayı şekillendirme çabasında olmanın neresi kötü?... Siz de burada düşüncelerinizi yazarak dünyaya şekil verme çabasında değil misiniz? Dahası insanı insan yapan ve hayvandan ayıran, insanın dünyaya şekil verme çabası değil midir bir bakıma?...
Ali K'nın görüşleri tutarsız olabilir ki tutarsız, ama bu arkadaşın da kendince bir anlama ve çözüm önerme çabası var. Bu çabaya saygı duymak ama onu doğru eleştirmek gerekiyor. Zaman zaman Ali K'ya karşı yaptığınız eleştiriler çok tepeden bakan ve "hot-zotcu" bir yaklaşım olmaktan öteye geçmiyor. Bu anlamda siz davanızı kötü savunuyorsunuz ve çabanızdaki umulan yarardan çok uzağa düşüyorsunuz. Çok basit tümcelerle onu mahkum etmek varken, onu azarlayarak konuşuyorsunuz ki, o zaman sizi anlamak olası olmuyor. Önce düşüncenizi anlatın. Onu düşünsel olarak mahkum edin. Azarlamayı ise sizi anlayanların beynine bırakın...
Küçük bir dokunuş... Saygılar...
ali k -- 19.08.2011 - 11:30
baglı bulundugun,takip ettiğin veya esinlendiğin ekol;bilimsellikmidir,bilimsel sosyalizmidir,yoksa nedir oikos?
bir davanızmı var yoksa ,moderniteye baglı reel bir insanmısınız?
tüm ahlaka karşı koyuşları ,ahlak ilkelerinin ilkelliğindenmi yapıyorsunuz?
sana göre din yaklaşımını biliyoruz..
sosyalizm-komünizm;ve liberalizm ve kapitalizm ahlakı tamamen redmi ediyorlar,bir ahlak anlayışları yokmudur?
oik0s -- 19.08.2011 - 11:39
Çaka, Arabesk edebiyatınız oldukça eskidi... Bir fikir yazın.
bwallace4ever -- 19.08.2011 - 12:44
""Nietzsche’deki olumlanan tanrı erildir; ahlaki öznenin yerine geçer ve insanın tanrı gibi davranarak mutlak iyiliğin temsilcisi olabileceğini üstün insan metaforunda düşler." "
""Ayrıca; dünyayı şekillendirme çabasında olmanın neresi kötü?... Siz de burada düşüncelerinizi yazarak dünyaya şekil verme çabasında değil misiniz?""
gamaro -- 19.08.2011 - 13:18
"Musa’nın Firavu’ndan istediği adaleti Marks burjuvadan, işçiler için istemiştir"
:)
Yav ne enteresan tipler bunlar anlamak mümkün değil...
Nedir bu, ilim çinde de olsa alınız, lakin embriyoyla oynamayınızın bir başka versiyonu mu?:)
oik0s -- 19.08.2011 - 14:26
Ali bi soru sormuşsun;
(Öncelikle senin ŞERİATÇI- AHLAKÇI yapıyı, yapıbozumun önüne koyduğunu varsaymalıyım.)
Felsefenin ideolojisini bir taraftar gibi takip etmem. Herhangi bir ideolojinin diğerinin önüne geçtiğini düşünmem.
Beni şekillendiren Marx veya diğeri de değildir. Şekillendirilmek de istemem.
Bir davam yok. Sadece şekillendirici metinlerin içindeki ikircikli mantığı çökertmek amacıyla burada duruyorum. Bak duruyorum. Hareket etmiyorum. Sen bana doğru geldikçe geri çekilmek yerine seni itiyorum. İterken birşeyleri söküme uğrattığımı ümit ediyorum. Sökülüm sonucu metnin geri gideceğini düşünmemekle beraber, itici gücünün yokolacağını ve durağanlaşacağını düşünüyorum. Anladığını da sanmıyorum.
c3po -- 21.08.2011 - 00:14
Kapitalizmin en temel dualist ikilisi:
"satan" ve "satın alan"
ya da satan vs. satın alan mı demeliydim :)
ali k -- 22.08.2011 - 06:21
şekillendirici mantığı ,yapıbozuma ugratmaktan bahsediyorsun,
yapısal anlayışın ve varoluşculuğun ,yapıbozumu şekillendirdiğine dair özellikle derrida ve foucoultun ,düşünceleri önemli ölçüde incelemeye deger..
ayrıca nihilizmin belirleyici etkisinide yapısöküme dahil etmeden edemiyeceğim..
anlamın tarif edilecegi,nihai bütün ruhunda belirmemişse ben bir şey diyemem
alabildiğine özgürsün..