Bilim hiç bir çağda halka tam olarak ulaşmamıştır. Çok eski zamanlarda şamanların uyguladığı, daha sonra rahiplerin veya aristokratların, burjuvanın geliştirdiği bilimin yansımaları teknik ve teknoloji olarak çok sonraları halka ulaşmıştır. Ama halk bilimden hep uzakta kalmıştır. Bu aradaki boşluğu da hep dolduran şarlatanlar çıkmıştır.
Özellikle son yüzyılda bilim ile halk arasında aşırı bir fark oluşmuştur. Bu fark o kadar fazladır ki, aranın kapanması veya halkın o bilgi düzeyine çıkması imkansızdır. Buna eş olarak teknolojinin hayatımıza giriş hızı da tamamen kapitalizmin yönergelerine göre olmaktadır. Onlarca yıl önce geliştirilmiş yüksek teknolojik ürünler hayatımızı kolaylaştırmak için hemen girmezler hayatımıza. Önce elde olan stokların tüketilmesi bekletilir. Ardından seri olarak üretilmiş diğer stokların.
Bilim adamları ise gerek dilleri ile gerek işleyiş biçimi ile zaten halktan uzaktadırlar, uzmanlık alanlarında. İnceledikleri konuları halk düzeyinde anlatmaya kalksalar çalışmalarına devam edemezler. Tam bu noktada, bilimi, bilim adamlarından alıp halka aktarması gereken bir ara kurum veya kişiler olması zorunluluğu meselesi girer devreye.
Peki böyle insanlar yoksa?? O zaman olacak olan şey, bu aradaki boşluğu dinler, şarlatanlar, dolandırıcılar veya bilimi kendi çıkarları doğrultusunda çarpıtan kişiler ortaya çıkacaktır.
Bu nasıl engellenebilir veya bu ara kurum nasıl oluşturulabilir?
G Milat -- 01.07.2011 - 08:27
Bilimsel makaleleri okudugunda sanki iki bilimadaminin kendi aralarinda konusuyorlarmis gibi hisseden bir halk, asla bilime sicak bakamaz.Konu bilim olunca halktan bir adamin soyleyebildigi tek sey "adamlar yapiyor abiii" olur. Baska da bir sey soyleyemez.. Einstein ya da Nietzsche modasina kapilir, bir kuantum bir nihilizm alir basini yurur. Feysbukta sozler paylasilir, tavla atarken isimleri gecer entellektuel olunur. Bu kadar.
Bence araci kurumlar yaratmaktansa bilimsel calismalarin daha yumusak - belki mizahla- basitlestirelerek halka indirgenmesi gerekir. Araci kurum yaratmak "kulaktan kulaga" oyunu oynamak gibi olur. Sahibi kediye kedi kuyruguna soyleyene kadar soylenen sey degisir.
*G Milat*
bwallace4ever -- 01.07.2011 - 09:31
"Einstein ya da Nietzsche modasina kapilir, bir kuantum bir nihilizm alir basini yurur. Feysbukta sozler paylasilir, tavla atarken isimleri gecer entellektuel olunur. Bu kadar."
Nasıl katılıyorum anlatamam :)))
Hüseyin AKTAŞ -- 01.07.2011 - 09:56
Bireyin gelişimi önündeki tüm engelleri kaldırmak gerekir...
Bu engellerin başında ise, "özel mülkiyet" ve buna bağlı olarak "sömürü" sömürünün geldiği noktada ise "artıdeğer sömürüsü" gelmektedir...
Mülkiyet edinme dürtüsü ise, bireyin gelecek kaygısından başlayıp, geleceği garanti altına aldıktan sonra da bu amaca yabancılaşarak, "mülkiyet hırsına" ve daha sonra hırsızlığa dönüşmektedir... Organize hırsızlıklara... Devletler kuran ve yıkan hırsızlıklara... Büyük hırsızlıklar büyük organizasyonlar gerektiriyor...
Ne olursa olsun, "gücü kadar üretim/ ihtiyacı kadar tüketim" ilkesi ( insan vücudundaki sağlıklı bir hücrenin özelliğidir de bu...) toplumsal bir öğreti olarak tüm dünya tarafından benimsenmedikçe bu sorunun çözümlenebileceğini düşünmüyorum. Yerel çözümlerin de buna yetmeyeceğini, dünya ölçekli bir anlayıştan yerellere, yerellerden bireye değin insanı kuşatan, ama "hapseden" değil, sarıp sarmalayan, özgürleştiren bir mekanizmanın kurulması gerekiyor... Bunun önündeki engel nedir? Asıl "soru" bu bence...
bwallace4ever -- 01.07.2011 - 11:26
Ben hemen cevaplıyım sayın Hüseyin Aktaş,
Engel "isteme"dir. Nietzsche "insan ister" der. Sorun da burada. Böyle bir sistem sarıp sarmalanmaz, dayatılmalıdır. Herşeyin dayatıldığı gibi bu da dayatılmalıdır.
Güçtür burada önemli olan. Bu yüzden mülkiyetin önündeki engel olan "istem" yine hak sorununu ortadan kaldırılmak için kullanılmalıdır.
Hayalleri yaratmak istiyorsanız sadece eylem yetmez. İsteme bağlı güç (dayatma) da devreye girmelidir. Konuya çok hakim olmasam da sanırım Lenin Marx'tan daha farkındadır bu durumun. Çöküşü beklemek değil, kitlelerin üzerinde yükselip harekete geçmektir onun için önemli olan. Realite güçtür, insan doğasında vardır bu ...
Hüseyin AKTAŞ -- 01.07.2011 - 14:47
"İsteme" nasıl bir engel oluşturuyor, bunu biraz açar mısınız? Ya da isteyen neden "gücü kadar üretim/ ihtiyacı kadar tüketim" ilkesine uygun bir yaşamı istemiyor da, bin türlü istemler gelişiyor?...
Ayrıca "dayatmanın" olduğu bir yerde başkalarının da "dayatma" tepkisi gelişmez mi? Bu gelişince de mevcutttan ne farkımız kalır?...
bwallace4ever -- 01.07.2011 - 16:33
"İsteme" nasıl bir engel oluşturuyor, bunu biraz açar mısınız? Ya da isteyen neden "gücü kadar üretim/ ihtiyacı kadar tüketim" ilkesine uygun bir yaşamı istemiyor da, bin türlü istemler gelişiyor?..."
Bu soruya aslında senden bir alıntı yaparak cevap vereyim:
"Mülkiyet edinme dürtüsü ise, bireyin gelecek kaygısından başlayıp, geleceği garanti altına aldıktan sonra da bu amaca yabancılaşarak, "mülkiyet hırsına" ve daha sonra hırsızlığa dönüşmektedir"
Mülkiyet HIRSINA dur demek için senin tabirinle "öğreti" yetmez sayın hüseyin aktaş. Mülkiyetin kendisi bir hak değil dayatma (güç) ise onu kaldırmak için de dayatma gerekir. Mülkiyet konusunda en az sizin kadar rahatsızım. Ancak yöntem ne olacak onu merak ediyorum. "Öğreti" beni tatmin etmedi, fazla iyimser buldum onu vurgulamak istedim.
Mülkiyet insan doğasına son derece özgü aslında. Almaya, sahip olmaya, istemeye dayalı bir kavram. Bu sistemi yıkmaya yine aynı "sahip olma" ve "isteme" güdüleriyle hareketle varabilirsiniz. İnsan doğasıyla parallelik gösterdiği için havada kalmaz.
Şiddet, dayatma ve güç gibi laflar beni de rahatsız eder. Bunların eyleme geçirilmesine karşıyım (sonuçta hepimiz insanları seviyoruz). Bunları bir tespit gibi algılamanı öneririrm, yoksa sağda solda gözüm yoktur. Ancak dürüst bakmak gerekirse, mülkiyet yıkıldıktan sonra gerçekleşecek "gücü kadar üretim ve ihtiyacı kadar tüketim" anlayışı, bu sürekli istemeye programlanmış insana nasıl aksettirilecek onu merak ediyorum. Onların elindeki güçse, senin elindeki de güç olmalıdır, öğreti değil.
Kısaca özetlemek gerekirse, mülkiyete sebebiyet veren "İsteme" gibi egoist bir içgüdüyü yine aynı egoizmle bastırabilirsiniz.
Yarı Freud'cu az biraz Nietzsche'ci bir yaklaşım desem belki biraz daha iyi özetlemiş olurum.
Son olarak "hak bir güç meselesidir" diyorum.
xenix -- 03.07.2011 - 21:23
Aslında haklın sıcak bakmasını veya bilime ilgi duymasını istemiyorum.
Bilim ilgi çekicidir, ilgilerini çekmiyorsa...
Fakat arada aktaran olmayınca ilgilerini çekenleri de çok çabuk yanlış yönlendirebiliyorlar. Veya ortalıkta dünyanın da şu kadarı suymuş, insanın da bu kadarı suymuş diye dolanan insanlar çıkıyor. Bunun önüne geçilsin yeter.
xenix: Takiplerim
Hüseyin AKTAŞ -- 04.07.2011 - 08:19
bwallace4ever,
Aslında senin dediğin dayatma, marksist literatürde (daha çok Leninist tarafında) "proleterya diktatörlüğü" şeklinde var: Burjuva sınıfını yıkan emekçi sınıfların, burjuva kalıntılara karşı, kalıntıların yok olacağı döneme değin "diktatörlük" uygulaması gerektiği söylenir...
Ancak tam da burada insanlık bir sorun yaşamıştır ki, örneğin Hitler'e karşı kurulan Kızılordu kalıcı hale gelmiştir. Sosyalist toplumu korumak adına kurulan ÇEKA, KGB'ye dönüşmüş ve rakipleriyle aynı operasyonlara başlamıştır. Keza sistemin diğer "resmi" kurumları da, örneğin YARGI, sözde "rejimi koruma" adına, rejim karşıtlarına karşı "dayatırken", rejime olumlu anlamda karşı çıkan, rejimi geliştirmeye çalışan bireye de "dayatma" uygulayınca, en baştan beri insanlığın baş belası olan YABANCILAŞMA nedeniyle, bir süre sonra, savaştığı düşmanları ile aynı silahları kullanmaktan kaynaklanan benzerlikler edinmeye başlamış ve proleterya diktatörlüğü de amacına yabancılaşarak, kendine yeni bir sınıf yaratmış, (Bürokrasi ve Militarizm...) olan yine halka olmuştur...
Şimdi yeniden çabalıyoruz...
xenix,
Konu başlığından uzaklaşmış gibi görünüyoruz ama, konunun tam orta yerindeyiz...
bwallace4ever -- 04.07.2011 - 09:02
Peki yabancılaşma kaçınılmaz değil mi?
Yani hepimizin hayalinde adil (ki herkesde adalet anlayışı vardır) bir düzen varken, bu pratikliğe döküldüğü zaman neden distopya haline geliyor hiç düşündün mü?
Pratik başarısızlık bireysel bir sorundur, kitlesel değil. O çok övülen rasyonel doğanın aslında irrasyonel olma durumudur her daim yaşadığımız hayal kırıklıklarımızın sebebi.
Simge -- 04.07.2011 - 13:55
Halk ile bilimin arası kapanmayacak şekilde açıldı. Artık bir bilim adamı bile kendi konusu dışındaki konulara oldukça uzak. Branşlaşma ve uzmanlaşma çok arttı. Bu elbette iş bölümü ve gelişim açısından daha gerekli. Bu yüzden halka bilimi anlatmak yerine kimlere güvenebileceğini anlatmak daha doğru olur diye düşünüyorum.
Hüseyin AKTAŞ -- 04.07.2011 - 16:42
"Bu yüzden halka bilimi anlatmak yerine kimlere güvenebileceğini anlatmak daha doğru olur diye düşünüyorum."
Yönteminizin "garantisi" nedir?
Niye güvenmek zorunda kalsın ki insan?
"Güvenmek" gerçekçi bir yaklaşım mıdır? "İnanmaktan" farkı nedir kastetiğiniz güvenin?... Bilerek, anlayarak, karar vererek kendi seçimini yapmalı insan...
Halk ile bilimin arası mı açık, yoksa bilim adamlarının arası mı açık durumdadır...
Halkın bilimisevmediğini söyleyen mi var? Halkın bilim ile arası niye açılsın ki? Aksine "bunu icad eden gavursa da nur içinde yatsın" diyor, yararlı bir şey için...
xenix'in sorusunun bu kısmını belki irdelemek gerekir...
Burada suç bilim adamının değil, bilimi bir sömürü aracı haline getiren, gölgesinden kar etmediği her ağacı mutlaka kesen kapitalizimindir...
Peki bilim adamları nasıl onların hizmetine giriyor? Belki burayı sorgulamalıyız... Bilim insanları niye halktan yana direnişlere destek vermiyor da kapitalistlerin hizmetinde çalışıyorlar? Bu nasıl oluyor?
Hani, insan sevgisi olmayan bir kişinin, bilim ile ilgilenmesi olası mıdır? Bize göre değildir de, örneğin Irak işgalinde milyonlarca çocuğun ölümüne neden olan bombaları yapan bilim insanları nerede üretiliyor? Sonuçları ortada olduğu halde bu insanlar silah üretimine ve silah teknolojilerinin geliştirilmesine hangi nedenle devam ediyorlar? Ben herhangi bir sermaye sahinin kalkıp bir bıçağı bile eğeleyemeyeceğini, bu denli teknolojiden, bilimden uzak olduğunu bilirim. O tüm bunları bilim insanlarına yaptırmaktadır. pekiyi işte o bilim adamı nasıl bir bilim adamıdır? Ya da bilim insanı?...
Yoksa kapalı kapılar ardında "insancıl değerler" dediğimiz bir takım "hümanist" düşüncelerin bilimselolarak yanlışlığı falan mı kanıtlandı da, bu denli insan bilimi insanların aleyhine kullanıldığı halde bunları üretmeye devam ediyor?...
xenix -- 04.07.2011 - 22:29
Bilim ile hizmet veya üretim aynı potada eritilemez gibi geliyor bana.
Bilim adamı bilim üretir. O üretilen bilimden teknoloji veya başka bir şey üretmek için sermaye gerekir. Bu da kapitalizm dışında pek mümkün görünmüyor. Eğer kapitalizm olmasaydı, bilim normal halkın hayatına hiç girmezdi. Kimse sizin durduk yere renkli televizyondan her şeyi görmenizi istemez heralde.
"Halkın bilimisevmediğini söyleyen mi var?"
Hüseyin AKTAŞ -- 05.07.2011 - 06:13
"Kimse sizin durduk yere renkli televizyondan her şeyi görmenizi istemez heralde."
Gerçekten mi?:))
Çığlık ovasına biçer-döverler girmiş bir zaman... (Çığlık bir köy burada) Köylünün eskiden günler aylar süren ekinini iki saat içerisinde biçip atmışlar ve buğdayını da anbarına katmışlar. İhtiyarın biri ağacın altında seyretmiş ve en sonunda şöyle demiş:
- Ah ulan ah, Dünya bir lokum oldu ama, bende yiyecek diş kalmadı...
Yedi çocuk büyüten ve okuması yazması olmayan annem, 6. çocuğunu 12 yaşına yetirdiğinde eve çamaşır makinası alınmıştı. Annem dağ gibi çamaşırı hiç yorulmadan ve çok kısa bir sürede yıkayıp asınca o sözü söylemişti işte:
- Bunu icat eden gavursa da nur içinde yatsın...
Son olarak Özay Gönlüm'den bir türkü:
"Evlerinin önü bulgur kazanı
Herkes sever okuyanı yazanı
Kimse sevmez meyhanede gezeni
Armut dalda kız bahçede sallanır
Birgün olur güzel kızlar bollanır"
Yani sever bilimi halkımız. Bir kaç tane örümcek kafalının bisiklete "şeytan icadı" deyip de binmeyişine bakmayın siz... Halkımızın "usta" diye bir kavramı vardır ki, sanayi çarşıları kurulmadan önce usta denilen bu insanlar halkın arasında yaşardı. Evlerinde bir çoğunu kendilerinin icat ettiği aletlerle dolu bir atölyeleri olurdu. Her türlü işler onlara danışılırdı. Doğal önderleriydi halkın bu insanlar bir bakıma. Herkes tarafından çok sevilen ve sayılan bu insanlar geçimlerini de asıl olarak diğer insanlar gibi çiftçilikten falan kazanırdı. Yani ustalıkları profesyonelce değil, amatörce idi... Tahtayı, demiri, taşı işlemeyi bilirler, duvar örebilirler, çivi çakabilirler, kurarlar, çözüm üretirlerdi...
"Yani ustalıkları profesyonelce değil, amatörce idi" dedim ya, belki de bilimin profesyonel alandan çıkarılması yeniden halk ile buluşmasının yollarından biri olabilir... Bilim bir amatörlük (heveskarlık) ruhuyla yapılmalı. Geçim kaynağı olmamalı! İşte bu önemli!... Yani kitlesel sporlar gibi, spor yapar gibi olmalı bilimsel faaliyet... Onun kitleselleşmesinin, bilim adamının keşif gücünü düşüreceğine katılmıyorum... Aksine zaten bilimsel faaliyetler kitlesel bakış açısından olumlu etkilenirler. Örneğin bir çok alanda proje yarışmaları yapılır, öğrenciler yarıştırılır ve bu öğrencilerin yarışmaya gönderdikleri projeler geri gönderilmez... Hatta yarışma kurallarına yazılır bunlar... Aslında bu projeler bir taraftan kitleleri özendirmek gibi sunulsa da, yarışmayı düzenleyen kurumların yalnızlığının, yaşamdan kopukluğunun bunalımıdır diğer yandan...
"Haydi hep beraber koşuyoruz" der gibi, "hep beraber bu hafta moleküler biyolojideyiz çocuklar" diyerek koca bir stadda bu konuyu tartışalım bakalım...
Kimse gelmez mi dediniz?
Getirmek kolay da anlatmak kolay değil, ama bilim onun da yolunu bulur!...
Antik çağdaki tiyatrolar ve agoralar yalnızca oyun ve alışveriş için kullanılmıyordu. O yerler aynı zamanda birer forum alanıydı ve halk buralarda toplanarak toplumsal yaşamın sorunlarını konuşur, tartışırdı. (Bu günki internetteki "site", "forum" gibi sözcüklerin kaynağı da bu kültürdür...) Halkın sorunları ise, bilimsel faaliyetin doğuş nedeniydi...
İşte bir tanesi daha çıktı; bilimsel faaliyet alanlarının, halkın ihtiyaçları doğrultusunda düzenlenmesi... Bomba yapan bilim halkların ihtiyaçlarından kaynaklanmıyor...
Biz bilimin halka ulaşma yollarını arıyorduk değil mi?
Çok kolay:) Dünyayı birazcık değiştirelim çok kolay:)
xenix -- 05.07.2011 - 12:17
Anlaşamıyoruz sayın Aktaş.
Kimse sizin durduk yere renkli televizyondan her şeyi görmenizi istemez heralde. derken, halkı değil televizyonu üretenleri kastetmiştim. Bunu hayır olsun diye yapmıyorlar. Cebinizdeki 3-5 kuruşu almak için yapıyorlar.
Gelelim halkın neyi sevdiğine. Halk işini kolaylaştıran teknolojiyi sever. Bilimi değil. Halkın kullandığı o teknoloji ise bilimin aslında yıllar önce bulduğu ama kapitalizmin ürettiği teknolojidir. Bilim bu yüzden çok ileridedir zaten. Onun hızına halkı bırakın seri üretim yapan büyük şirketler bile yetişemiyor. Bu yüzden kullandığınız teknolojinin çoğu bundan 20 yıl önce bulunmuş.
O bahsettiğiniz elinde tornavida çekiçle dolaşan halk ustaları bile bilimin 4500 yıl önce yapmış olduğu piramitlerin, geometrinin, matematiğin yanına bile yaklaşamazlar. Yani sizin anlayacağınız o ustalar bilimden en az 2000 yıl gerideler.
Halk bilimi sever diyorsunuz. Bunun için size bilimsel bir metod önereyim. Sokağa çıkıp rastgele 100 kişiye sorun. Matematiği seviyor musun? Fiziği seviyor musun? Kimyayı seviyor musun? Biyolojiyi seviyor musun? diye.
Aralarında lise ve üniversite okuyanların çoğu sevmediğini söylecektir. Okumamışlardan da çoğu bunları bir deterjan markası veya başka bir şey sanacaktır.
Teknolojiyi sevmek bilimi sevmek değildir. aksine kapitalizmi sevmektir. Çünkü teknolojinin icadı bilimin elindedir, üretimi değil.
xenix: Takiplerim
Hüseyin AKTAŞ -- 05.07.2011 - 21:58
Anlaşırız Sayın xenix:)
Teknoloji bilimin sonuçlarındandır. Bilimin halk ile buluşması aşamasıdır. Kapitalizm teknolojiyi satıyor diye sen de satma modunda düşünmek zorunda değilsin.
Sokağa çıkıp da "matematiği, fiziği seviyor musun" sorusu ile bilimi sevip sevmemek ölçülemez kanısındayım. Aynı soruya yanıt verip fiziği sevmediğini söyleyen bir adamın ayağı kırıldığı zaman eline vereceğin bir koltuk değneğinin ya da tekerlekli sandalye-arabanın, fizik biliminin eseri olduğunu söylediğinde fiziği sevecektir. Yani sorun bilimi tanıma ve halkın ihtiyaçları ile ilişkilendirme sorunudur...
Tanımadan bilmeden sevmek olmaz. Eksik olanın halk ile bilimin tanışıp buluşması olduğunu kabul edelim. Ancak halkımız tanıdığı oranda bilimi hep sevmiştir. Dünyanın tüm halklarının da sevdiğinden eminim. Matematiğin doğuşu da Nil nehrinin getirdiği alüvyonlardan yararlanma çabası değil miydi?... Çünkü bilim insanın yaşamı kolaylaştırma çabasıdır bir bakıma ve cahili de okumuşu da bu yolu hep aramıştır. Araya engel koyan halk değil senin de bildiğin gibi. Onu bir kar aracı haline getirenler... Ama halkın bilime uzaklaşması onun bilimi sevmediği anlamına gelmez. Kimbilir belki de şöyle diyordur: "Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli":))
Şaka bir yana yaşamı ile ilişkilendirdiği ve tanıdığı oranda bilimi sever halkımız.
xenix -- 05.07.2011 - 22:17
Kar yoksa, teknoloji de yok sevgili Aktaş.
Halk, çıkarcıdır. Kendi çıkarını, işinin kolaylığını, işinin halloluşunu sever. Yoksa bilimi sevdiğinden değil. Aynı çıkarları onlara başka biri verse onu da sever. Bilimi sevmek düşünmektir, araştırmaktır, gözlemlemektir, okumaktır, yazmaktır. Bilimi sevmek hiç bir işe yaramayacak bir matematik teoremini ömür boyu ispatlamaya çalışmaktır. Bilimi sevmek basit görünen bir konu hakkında aylarca, yıllarca düşünmek araştırma yapmaktır. Hadi bunları yapmadın, en azından bilimi sevmek bunları yapanların neler yaptığına ilgi duymaktır, onları desteklemektir.
Bilim adamı sıfatlı bir arkadaşımın bir yorumu vardı Büyük Hadron Çarpıştırıcısı ile ilgili. Dedi ki. Boşu boşuna o kadar para harcıyorlar, oraya yapılan yatırımla kim bilir kaç kişi doyardı.
Bu bir bilim adamının yorumu, sen bir de halka in bakalım onlar neler diyecek. Sorduğun 100 kişiden 98 i aynı şeyi demezse gel tekrar tartışalım.
xenix: Takiplerim
Hüseyin AKTAŞ -- 06.07.2011 - 05:26
Sen de 100 tane bilim adamına sor bakalım, "boşu boşuna mı" çalışıyorlarmış? Eğer 100 kişiden bir tanesi bile "evet boşa çalışıyoruz" derse gel yeniden tartışalım...
Bilim adamı da çıkarcıdır. Fark her insanın çıkarı farklı tanımlamasından ibarettir. Senin tarif etmeye çalıştığın "bilimi sevmek" de ("merak...") bir çıkar türüdür... Teknoloji kullanarak ucuza getirmek de bir çıkar türüdür...
Hiç kimse binmeyeceği eşeğin önüne ot koymuyor xenix. Bilim adamı da filim adamı da filanca da öyle... Yalnızca her biri eşeği ve binmeyi kendine göre tanımlıyor , o kadar...
İnsanı yöneten yönlendiren ilahi kuvvetler mi sence yoksa? "İçindeki Hayvanı Öldür" başlığında bunları tartıştık... İnsanın ilahiyata yönelmesi bile dünyevi çıkarları içindir. Bana sen "üç temel güdünün"dışındaki nedenlerle devinen bir insan göster kendimi vuracağım!... Hepsi aynı nedenlerle hareket ediyor insanların. Bazısı çok güzel süslüyor bu isteklerini, haydi diyelim geliştiriyor, insancıllaştırıyor bazısı da en kaba haliyle yaşamaya devam ediyor. "Hadron çarpıştırmasını" boş gören boşkafanın da dolu gördüğü başak bir şey var aslında ama sen de onu görmüyorsun. Ya da senin onda gördüğün de sana göre boş... E, sen de bakalım şimdi; "rakı içen ölüyor da su içen ölmüyor mu?"... "Yolda kalan ile yürüyen" arasındaki farkı söyle bana...
Akıbet taş ya da ataş olacağız...
Yani herkesin "çıkar" kavramı Roma gibidir, herkesin kendisine çıkar!...
xenix -- 06.07.2011 - 20:12
Konu nerden nereye geldi.
Halkın bilimi sevmesine en iyi örnekler metafizik19, doğrusöz (tersinim, hüdai çakmak), aron ve daha bir çoğu. Halk, bilimi işte bu arkadaşlar gibi sever.
Ayrıca orada çalışan bilim adamların 100 ünü de sorun. 1 kişi yaptıklarının gereksiz olduğuna inanıyorsa yine size hak vereceğim. Fark çok açık diyorum sevgili Aktaş. Öyle böyle değil yani.
xenix: Takiplerim
xenix -- 31.07.2012 - 13:47
gamaro için güncelleyelim.
Daha doğrusu tersinim için. Bilim farkı çoktan açtı. Mesela hüdai bey kendi düşüncelerini açıklayabilmek için, 1800 lü yıllarda yazılan makalelerden esinleniyor. Yani bilgiden en az 100 yıl geriden besleniyor. Şu an en basit bir yüksek lisans tezini bile anlamakta zorlanabilir halk. Böyle olması da normaldir diyorum.