Hani bazı insanlara ilk görüşte kanınız kaynar da, gecenin sonunda masadan kırk yıllık ahbap gibi kalkarsınız ya, o insanlardan değildi Furkan. Girdiği tüm ortamlarda asgari düzeyde konuşur, saatlerce susup kalkmaya yakın dandik bir mevzuda enteresan iki laf eder ve her nasılsa masadakilerin akıllarında kalmayı başarırdı. Ancak bu akılda kalmanın dozunu öyle güzel ayarlardı ki, veya tesadüfen olurdu, insanlar “Faruk muydu, Fatih miydi neydi o herifin adı?” diye sorarlardı sonradan. Fatih, Furkan, Faruk… Pek de önemli değildi insanlar için. O sadece arkadaşın arkadaşı kontenjanın biriydi…
Güngören, Camlıkahve’de ikamet etmekteydi Furkan. Çocukluğunda mahalledeki çocuklar üç’e ayrılırdı: arka sokaktaki inşaatın ikinci katından kum yığınına atlayanlar, birinci katından atlayanlar ve hiç atlayamayanlar. Furkan birinci kattan bir kere atlayıp, hiç atlayamayanlarla makara yapan o zibidi güruhun üyesiydi.
15 yaşına kadar hayatı 2 ekmek yanında para üstüyle bir paket cheetos alıp, tasoları biriktirmekle geçti. “Kepilme” korkusu öyle büyüktü ki, neredeyse hiç taso oynamadı. Arkadaşlarına gösterip hava attığı tasoları, aslında yediği cheetosların sayısını gösteriyordu.
Lisede beraber olduğu kız sayısı, arkadaşlarına açıkladığı şekliyle 3’tü. Aslında 0 (Gerçekte beraber olduğu kız sayısı) + 3 (Uydurma beraber olduğu kız sayısı) = 3 formulünü kullanıyordu. Daha sonra Tanrı’nın eliyle bu 1+3 oldu, imana geldi ve şansının yardımıyla olayı 2+2 de sabitledi.
Furkan’ın Ünivresite hayatında hiç birşey olmadı…
Yaşı 24’e geldiğinde yalan söylememeyi, kendi deyimiyle “abartmamayı” prensip haline getirdi. Önce askere gitti, sonra bir sigorta şirketinde işe girdi. Ciddi düşündüğü (!?) kız arkadaşına ne olduğunu değil, ne olmadığını anlattı. Alçak gönüllü olmaya çalıştı insanlara karşı. Zaten böbürlenecek bir şeyi pek de yoktu. “İnsanlar beni olduğum gibi sevsinler” felsefesini benimsedi. Yalan söylediği gün gibi belli adamlara gülüp geçti. Ağırbaşlı olup insanların takdirini kazanmayı ve kabul görmeyi bekledi. Bekledi… Bekledi… Önce 3 sene terfi edemediği işinden atıldı, sonra sevgilisi tarafından terk edildi. Ne olmadığını öğrenen kızlar ona sırt çevirdi, yaptığı işi abartmadığı için yeni başladığı işte göze giremedi.
Bir gün, kum yığınına atlayamayanların “Atlarım aslında ama bileğimde platin vardı” demeye başladığını, Kendinden çok tasosu olanların çaktırmadan ordan burdan çaldığını, Lisede herkesin 0+5 = 5 yaptığını gördü. Yeniden abartma ufuklarına yelken açacağı beklenirken o öyle yapmadı. Kendisi onlar gibi olmadığı için, gerçek dünyada yalanlarıyla var olmadığı için mutlu oldu. Doğru yoldaydı. Elbet bir gün, doğruluk ve dürüstlük ona mükafatını verecekti.
Bekledi… Bekledi… Bekledi Furkan…
Sonunda beklediğine değdi mi bilinmez ama, o ortamlardaki 3 saatlik susuşun ardından “Ölünce ne oluyor acaba?” temalı dandik muhabbete yaptığı enteresan katkıyı gerçekleştirdi geçen cuma. Yeniden başlamak istiyordu hayata. Öldükten sonra baştan başlanıldığına inanmak istiyordu aslında.
gamaro -- 24.06.2011 - 15:17
Bir süredir radyo dinliyorum... Her sabah ve her akşam yarım saat araba kullanmam gerektiği için (ki bu yeni bir durum) önceki dönemden farklı olarak radyoyla arkadaş oldum. Ayrıca garip bir biçimde mercan, nurcan, irfan vesaire gibi dini radyolara takılıyorum. Çünkü niran ünsal'ından sezen aksu'suna kadar içinde pop olan ne varsa katlanamıyorum... Buna karşın, hani bıraksan 96 saat boyunca sürekli aynı dingin ses tonuyla ve zerre ıklamadan konuşabilecekleri hissine kapıldığım kimi yumuşak sesli hatiplerin, müminlerin gönlündeki dünyevi ihtiraslara ilaç olabileceğinden cihetle her hafta minumum bir kez mezarlık ziyareti önerdiği enteresan sohbetlere kulak kabartıyor ve garip bir şekilde seviyorum böylesi muhabbetleri. Son günlerde Fettullah Gülen Hoca efendi de denk geliyor nedense.. 1975 bursa vaazı... 1974 Adana vaazı... 2006 amerika'dan esintiler, gönül iklimi...vesire, vesaire...
Yukardaki yazıyı görünce...bir an bu radyolar sayesinde kulak misafirliği yaptığım sohbetlerin ortalama içeriği... hayır , pardon, içerik değil de, genel bir kaç izlenim demeliyim belki de.. Mümin nasıl olmalıdır... hangi hareketine nasıl dikkat etmelidir... şurda nasıl bir tavır belirlemelidir... güne nasıl başlamalıdır, gün ortasında ve gün bitiminde neyle nasıl meşgul olmalıdır.. Karşısına şöyle bir durum çıkarsa nasıl bir reaksiyon sergilemelidir... herşeyden öte, ve kendi başına kaldığında aklını nasıl işletmelidir... filan derken, yani nerdeyse hayatın her saniyesine yönelik komut ve tavsiye kararlarıyla bezeli bir... bir... dev bir BBG evi psikolojisi mi desem bilemiyorum... Ama dönüp baktığında ne var bunların karşılığında... Aslında sadece ve kocaman bir "hiç"... Çünkü öyle bir tipoloji pompalanıyor ki, allahın kuldan razı olması gibi hayati bir ögenin etkisiyle, kişinin gayri ihtiyarı açtığı bir pencerenin kulpunu nasıl ve ne şiddette ve kaç derecelik bir açıyla tutması gerektiği bile önem arzediyor haliyle... Ama yaşanan? Yani elle tutulur ne yaşıyor aslında bu insan.. Orası biraz muallak...
Furkan'ın bunlardan farkı, muallaklığının gönülsüz oluşu... Ya da bir dönem hemen hepimizi kuşatan bu güdüklüğün" bir gönül işi olamayacağını anlayabilecek kadar kendinde olması.
Sevişmelerini ertelemekten yorgun düşmüş bi ahali. Kendi sahasındaki ilk maçı açık ara kaybettiği için her daim muhteşem bir rövanş peşinde.. tek yürek ve tek hedef; deplasmanda farklı galibiyet, beş de olur yedi de:)
Elinize sağlık.
Hephaistos -- 25.06.2011 - 21:49
"Sevişmelerini ertelemekten yorgun düşmüş bi ahali. Kendi sahasındaki ilk maçı açık ara kaybettiği için her daim muhteşem bir rövanş peşinde.. tek yürek ve tek hedef; deplasmanda farklı galibiyet, beş de olur yedi de:)"
G Milat -- 01.07.2011 - 08:44
Oylece, sakin mi sakin duruyor Furkan'lar yani basimizda. Bazen ben de mi onlardan birisi olmak isterim ne.... Yok yok hayatimin hic bir doneminde furkan olamadim. Cadilik baki bende ama boyle dingin sever ya Furkan'lar, iste o hep hosuma gitmistir. Cok uclarda degillerdir, hep oluruna gider hayatlari. Nehirdeki saman copu gibi... Nehrin akis yonune karsi koyup kendi yolunu cizmektense, nehrin huyuna-suyuna uyup oylece gider dururlar..
Dururlar, dururlar, dururlar.... Beklerler, beklerler, beklerler...
Aslinda en mesakkatli istir Furkan olmak...
*G Milat*
Poetic Edda -- 12.07.2011 - 12:46
Her bekleyen bir körebe... ama oyunun kuralı farklı, sobe diyene kadar gözü açık numarası yapmak zorunda her ebe...
fon müziği: kadere baaakkk:))