Bir çift yaşlı gözün bu kadar ağır olabileceğini tahmin etmezdim... Odanın ağır ilaç kokusu ve o karanlığımsı şeffaf havası mıydı acaba bir çift yaşlı gözü bu kadar ağırlaştıran? İşte o ayak sesleri, tık tık tık... Ağır ağır, sakin, acele etmeksizin bana doğru geliyor.Daha da yaklaştı.Çok yakın.Son iki, üç veeee ayak sesleri yine içeride...
tık tık tık...
"Merhaba Bay Hector. Bugün nasılsınız?"
Bir doktorun her gün odamdaki ilk işi, o ağır ayak sesleriyle gidip kalın perdeyi aralamak mı olur!!! tık tık tık... Her yerdeler!!!! tık tık tık... Pencereden içeri süzülmek için kıvranan o loş ışık, -doktor olacak o kadının perdeyi aralamasıyla- yerini sevimli, berrak bir aydınlığa bırakan gün ışığı ve beraberinde gelen ıslak koza kokusu dört duvara sıkışan gerginliği hızlıca emiyor.Sakin, sakiiin, çook sakiiiinnnnn... Biraz sussa şu ayak sesleri, karşıdaki çınar ağacına tünemiş kuşları bile duyabilirim aslında.Ama ısrarla tık tık tık...!
"Cevap vermediniz. Daha iyi hissediyor gibi görünüyorsunuz Bay Hector. Çok huzurlu bir gün değil mi?"
Hiç de değil!!! Bu lanet ayak sesleri odanın içine akın akın doluşmadan önce de değildi, sonrasında da hiç olamaz...
tık tık tık...
"Buraya geleli iki ayı geçti.Sükunetinizi korumakta kararlı gibi görünüyordunuz; fakat dün gece hemşire siz uyurken bir isim gevelediğinizi duymuş.Neredeydi o isim... Şuralara bir yere yazmış ama... Tüh! Odamda unutmuşum sanırım... Neydi... Neydi o isim...?"
Lanet isim!!! Lanet ayak sesleri.. Odada aşağı yukarı tık tık tık...! Dur! Duuur! Hatırla şu ismi ve D U R!!!
"Hah evet evet sanırım Vivienne'di! Eminim evet! Vivienne... Kim bu kadın? Vivienne yani?"
Daha ismin tamamını duyamadan, bütün kaslarımın önce yay gibi gerilmesini sonra hafifçe tuhaf bir acıyla gevşediğini hissettim ama gikim çıkamadı....
Acı...
tık tık tık ayak sesleri...
İçeriye doluşan neşeli ışık hüzmesi..
Vivienne!
Geçmişten koşarak gelen ve her defasında hücrelerimin taa içine işleyen o şehvet hissi..
Vivienne. Kadın. Şehvet. Acı...!
"Tanımıyorum söylediğiniz isimli birini!!!!! Karım, karımı görmek istiyorum... Derhal, şimdi, şu anda!! Nancy nerede... Nerede dedim!!! Nerede O! Çıkarın beni bu delilerin içinden... Deli değilim!! Nerede o!!!!"
Bağırıyor muyum ki? Neden? Boğazımda bir taş kadar katılaşan o garip kekremsi ağlama hissi... Ahhh kaslarım geriliyor, sonra tekrar gevşiyor. Acı her yanıma dolu dizgin yayılıyor... Aaahhh!!!! Acıyor! Acı...
"Çıkarıııııınnnnnnn beni!!!!!!"
Uzaklaşan tık tık tık ayak sesleri... Daha uzak ve bu kez telaşlı...
tık tık tık tık...
Hayır! Geri geliyor... Hızla.. Daha yakın.. tık tık tık tık tık.. Durmaksızın geliyor.. tık tık tık tık... H a y ı r! Dur! DUR! Offfff kolumdaki acı. Damarlarımdan giren o tatlı sıvı veee karanlık...
.......
"Bay Hector?? Bay Hector... iyi misiniz? Uyanın... Duyuyor musunuz ?!"
Daha demincek içine girdiğim o dipsiz sessizlik birden o narin sesle jilet gibi yırtırken, ağzımdan kelimeler dışarı doğru akın etmeye başlıyor... Uçup gidiyorlar.
Geri gelin!
Durun, sizler bana aitsiniz. Sizler geçmişe aitsiniz. Geçmiş bana ait...
Durun! D U R U N! Yalvarıyorum, sürünüyorum durun.
tık tık tık...
Nafile...
Geçmişten gelen o isim, o şehvet, o kadın, o hikaye kendi kendini anlatmaya başladı bile....
Harmoniyle usulca harfleri incitmeksizin söylenmelidir onun adı. Vi-vi-en-neeee...
Çok kalabalık ve adeta ruhların bedenlerin peşinden koştuğu bir günde ilk gördüğümde anlamıştım.Arkasını dönüp de ılık ılık gülümsediği anda emindim! Uzun yıllardır bu gülümsemeyi tanıyordum da sanki o yüzde bu tebessüm hayat bulmuştu. Yüzünün deltasına yerleşen keskin hatlar ve nazik bir dudak.Her an öpülmeye hazır. O duklardan dökülen kelimeler... "Merhaba, sizi tanıyor muyum?" Evet, tanıyor olmalı.Gülüşündeki o tanıdık sıcaklık ve ojelerile aynı kırmızılıkta -savrulan saçlarına itinayla yerleştirilmiş gibi duran- bir şapka. Kesin tanıyor. "Ahhh.. Bay Hector. Merhaba.Bu ne tesadüf..."
Tesadüf işte...
Herhangi bir evrenin farklı bir boyutunda, rast gele bir zaman dilimindeki var oluş nedenini kavrayamayan ruhların sıkıştığı başıboş bedenlerde değildik.Bütün tesadüflerin elele tutuşup itinasızca, rastgele oluşturduğu bu evrende, bu boyutta, bu zamanda, bu ruhların bu bedenlerindeydik.Ruhlarımızın bedenleştiği, bedenlerimizin ruhlarımızda eridiği ve nihai olarak birbirimize geçişip tek olduğumuz bedenlerdeydik.Tesadüf işte...!
"Merhaba. Tanıyor olabilirsiniz.Lakin ben sizi tanıdığımı sanmıyorum bayan..."
"Evet, siz Prof.Dr Hector'sunuz. Ev arkadaşım sizin sınıfınızdan ders alıyor. 3.sınıf felsefe tarhi... Muhtemelen isim olrak hatırlamazsınız ama... Caroline Reyona... Pardon birini bekliyordunuz sanırım. Ben alıkoymayayım. Neyse size iyi günler..."
tık tık tık.. Ayak sesleri ağır ağır uzaklaşırken...
"Adınızı söylemediniz bayan" diyebildim. Neden dedim, neden sordum, neden o ayakların gitmesine izin veremedim... Pişmanlık...
"Vivienne. Adım Vivienne..." dedi ve yine o davetkar dudaklarıyla hafifçe gülümsedi. Dediğim gibi onun adı harmoniyle usulca harfleri incitmeksizin söylenmeliydi.Vi-vi-en-neeee...
"Aslında kimseyi beklemiyorum.Şurada kahve içecektim, eğer işiniz yoksa..." neden dedim, neden kalmasını istedim, neden o ayakların gitmesine izin vermedim? Pişmanlık...
İçimden içine akan bir meltem gibi geçti o kısacık gün. Kahkahalar, bakışlar, davetkar dudaklar ve ayak sesleri.. tık tık tık... Hani söylenmemeli ya bazı sözler, bazı hikayeler de yazılmamalı.Belki de içine dokunan bir hikayesi veya bir sözü vardı. Belki çok kırılgandı. Hatta kim bilir belki de daha fazla kırılamayacak kadar kırılmıştı. Acı... Yara derler ya hani.. Yaraları, kırılmış camları, kırdığı canları vardı belki de... Pas tutamayan yaralar, artık acıtmayan acılar derinine saklanmıştı belki de... Kim bilir...
İki gözden aynı anda sevinç, tutku ve hüzün nasıl da birbirine kenetlenmiş gibi durmaksızın akardı.Aktıkça ben baktım.Ben baktıkça o aktı.Belki de ben bakıyorum diye o aktı ya da akıyor diye ben onun taa en derinini gördüm... Onu gördüm... taa derinini, en derinini...
Neden o ayakların gitmesine izin vermedim ki... tık tık tık... Şehvet...
Ayakları... Ayakları ne güzeldi.Sıcak, biçimli, öpülesi; aynı zamanda yorgun ve itaatsız.Bir vücutta bir şeye tapacaksa insan, o ayaklara tapmalıydı.Onu bana o gün getiren ve getirdiği gibi götüren o ayaklara...
Hiç bir zaman bilemezsiniz o ayakların ne yöne -ağır adımlarla tık tık tık- gideceğini.Yüksek topuklar üzerinde bile her an çıplak kalabilecek cürrete sahip o ayaklar... Zamansızca gelir ve zamansızca giderler...
Günler, aylar.. Hepsi bir dakikaya siğmiş gibi, sarhoşluktan birbirlerinde boğulmuşlar gibi, sırf siz dokunduğunuz için onca gün, onca ay bitmiş gibi... Geçti!
Ne karım ne de kızım Silvia... Aklımda o gülümseme ve o gözlerden başka hiç bir şey yoktu. Nasıl olabilirdi ki.. Bütün felsefe öğretileri birden tozlaşıp etrafa kaçışırken, her şey "ben" olurken, ben "her şey" olurken...! Bir çocuğa, aynı zamanda vahşi bir kadına ait olan o gözlere bakarken insan düşünebilir miydi? Ürperti... Bazen o gözler size sadece korku ve ürperti verirdi. Bakışlarını emanetmişçesine tutardınız içinizde... Sonra birden aydınlık bir çocuk gülümsemesi... Saçları... Saçlarından gelen dingin kokuyla; kendimi o kıyısız, kışkırtıcı, şehvetli denize alabora olacağını bilen bir gemi gibi bırakıverirdim her defasında... Aşık mıydım? Hayır, olamazdım.Ben aşık olamayacak kadar dingin, aşık olamayacak kadar bilge, aşık olamayacak kadar yaşama aşıktım. Aşık olmak düşüncesi bile... Hayır hayır hayır....
Aşık mıydım? Aşık mıydım? Aşık mıydım?
Oysa ki bir gün bile olsa aşık olmalıydı insan. Bir düşte bile dolu dizgin sevebilmeli, sevişebilmeliydi. Olgun bir meyveyi dişlercesine dişlemeliydi aşığını, sevdiğini, şehvetini... Dişlerinde duyumsamalıydı hayatın o tek parça olan asıl arzusunu. Düşünsel yetileri kullanmaksızın, yarını ve dünü olmaksızın. O anda oracıkta aşka düşmeliydi. Paldır küldür düşmeli.Dizleri paramparça olsa bile oyundan vazgeçmeyen yaramaz çocuklar gibi vazgeçmemeliydi aşktan, aşığından, sevdiğinden, şehveti dişlemekten.
Aşık mıydım?
Dalga dalga hırçınlıkla; fakat suskunlaşarak, bitkinleşerek geçiyor g ü n l e r...
Sonra bir gün... Birden bire, hiç bir neden yokken, hiç de sırası değilken, kahkahaları henüz kulağımdan geçip ruhumu okşarken...
Gitti... Ağır ağır, acelesiz, usulca... tık tık tık...
İstediği şeyi veremeyeceğimi biliyordu, "BÜTÜN"... Bütünü istemek.. Her şeyin bütününü istemek. Olmaz! Veremezdim. Bütün varılamaz bir şeydi. Ne bütüne varabilirdim ne de bütünü ona verebilirdim... Anladı ve yolla bir olup kayacasına tık tık tık...
Gitti...
Kal demedim.Kalır mıydı? O gitti, ben kal demedim. Ben kal d i y e medim, o gitti. Yürüdü ve minicik eteğiyle elinde bir deniz kabuğu, sakin, sakiiin, sakiiinnnnce salınarak tık tık tık gitti.Beklemedim.Belki de geri dönüp gelmişti o araçtan.Ardımdan gidişime bakmıştı.
O gitti, ben beklemedim; o salındı, ben kal demedim; o her şeyi bütün istedi, ben veremedim...
Başka dünyaların içinde bambaşka hayatlarda -kim bilir- iyi bir eş, sağlam bir dost, yapıcı bir iş içinde devinen bir kadın olmuştu...
Benim içinse; hep giden -tık tık tık-, itaatsız, kırılgan ve bütünsel bir şehvetin ayak izleri...
narin -- 20.06.2011 - 22:27
Devamı var mı acaba ? Ruhuma dokunan bu yazının devamı yoksa olmalı, varsa okumalıyım... :)
Yabancı -- 20.06.2011 - 22:36
"Benim içinse; hep giden -tık tık tık-, itaatsız, kırılgan ve bütünsel bir şehvetin ayak izleri..."
etacarinae -- 21.06.2011 - 05:16
harika bir hikaye olmus. okudukca devaminda ne olacak diye merak ediyor insan. ayrica dikkat cekmek istedigim bir kisim var;
'Bir vücutta bir şeye tapacaksa insan, o ayaklara tapmalıydı.Onu bana o gün getiren ve getirdiği gibi götüren o ayaklara...''
bu nasil anlam yuklu bir cumledir boyle? hayatim boyunca hatirlayacagim ve hatirlatacagim cumlelerin icinde hemen yerini aldi. yazanin duygularina saglik. cok guzel olmus cok...
G Milat -- 21.06.2011 - 05:39
Bazen bazi hikayeler yazilmamalidir. Bazilari da hic bitmesin diye yarim kalmalidir... Yarim kalmisliginin hikayesi olsun bu da...
:)(:
*G Milat*
G Milat -- 21.06.2011 - 06:00
6. sinif yapim ekleri konusu... -sal,-sel isimden isim yapan yapim ekidir ve isme kokun aitligi anlamini katar. kamu-sal(kamuya ait), bilim-sel(bilime ait), evren-sel(everene ait), butun-sel(butune ait)
Hikayedeki karakterin -Vivienne- kastettigi "butun"u anlamak lazim sanirim. Parcalarin birlesiminden daha buyuk olan butunu bulamadigi ve hic bir seyi parca parca istemedigi icin giden bir kadindir o... Belki biraz bencillik onunkisi; fakat butune ulasamayinca tek bir parcayla yetinmiyor. Hector ise tam tersi kendi kisiliginde binlerce parcayi barindiran ve kimseye butun vaat etmeyen bir adam. Herkesten birer parca alip saklayan bir antikaci gibi... Vivienne'den de butunsel(butune ait olan) bir parca sehvet(hatta sehvetin siluetini, ayak izlerini) alip torbasina koyuyor.. Butunsel bir sehvetin ayak izleri
*G Milat*
narin -- 23.06.2011 - 11:56
Sevgili G.Milat...
Mutluluk güzeldir ama mutluluğun sonu varmış gibi görünen "mutlu son" ları sevedim gitti.. :) Dolayısı ile beni çekende o yarım kalmışlık...Sürüklesin ama yarım kalarak...
G Milat -- 24.06.2011 - 02:05
Gec kalinmis, zaman kalmamis gibi aceleyle yasamislar ne yasamislarsa. Yarimligi ondan. Aslinda hikaye uzun. Basi ve gerisi de var. Ama benim artik onlarin buruk ve yarim hikayelerini yazacak mecalim yok... Bu hikaye eksik kalsin...
Mutlu son... Sanirim masallara artik inanmadigi icin gitmis Vivienne.. Butun olmazsa hic olmasin demis.. Inat kadin :)(:
*G Milat*
Delişey -- 25.06.2011 - 06:21
minik öyküyü okurken bir kronoloji çıkrttım kelimelerden oluşan...
monoton bir evlilik
duygularda özgürlük arayışı
fetişist fantezi (az da olsa şu ayak konusu geldi aklıma, dün de sorup soruşturmuştum azcık, yüksek topuklar, tapılası ayaklar, tık tık ses çıkaran pabuçlar. açıkçası aklıma takıldı bu yazının içindeki vurgular:) )
şehvete duyulan özlem (daha öncede söylemiştim, evlilikle şehvet bir arada yürümüyor bir çok kişide)
beden kimyasını bozan duyguların varlığı (mantığın durup, duyguların hareket ettiği zaman dlimi(an, anlar) )
yasak bir aşk (bedene ve zihne hükmedememe)
karşılıksız duygular
ve son...
acı...
hatıralar (bir zaman dizisinde geçmiş ve geleceğe gidip gelme, izdüşüm)
hastane odasından özgürleşme çabası
belkide akıl hastanesinde geçirilecek günlerin misafirliği...
pişmanlık( keşkelerden ve belirsizliklerden oluşan düşünce topluluğu, iç kıyım..)
toparlayacak olursam bu sıralama sonucu abartılı duygularla hayatımızın her döneminde tanışmak mümkün... ister eğitimli olalım, ister eğitimsiz, duyguların kendine göre bir bağımsız tarafı var. hani sen okumuş adamsın duygularını konrtol edebilirsin fln fln hikaye:)) ve kadınların bir çoğu tıpkı vivienne, bunu yazarken nazikçe basıyorum tuşlara (hissedebildiniz mi bilmem ama)
tam olmanın peşinden gidip yaşanacak güzelliklere burun kıvırıp, en sonunda hiç bişi yaşamadan belkide tükenip gidiyorlar... ve ne hikmetse iyi bir halt ettiklerini düşünüyorlar...
hikayenin bir devamı olmamalı bence, böyle çok yerinde ve soru işaretleri ile ünlemler arası gidip gelmelere gebe kalmış... düşündürücü tarafını çok beğendim. hani nasıl derler;
"vivienne gibi mi olacaksın?, olmak istersin?, olmalı mısın? ...."
ehehhe biraz geç oldu ama yorum:) anca vakit bulabildim umarım işine yarar, sevgimlesin zeytin tanesi...
:)(:
G Milat -- 28.07.2011 - 07:17
Tuslara nazikce bastigin o kadar net hissediliyor ki...
Ve nacizane saptamalarin tek kelimeyle mukemmel. Bir kadin Vivienne olmak ister mi bilmiyorum; fakat her erkegin bir yerlerde bir Vi-ve-en-ne'i var...
*G Milat*
Delişey -- 28.07.2011 - 07:33
evet, mümkün olduğunca nazikçe basmaya özen gösterdim :))
:)(: