…..”Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
…..İmdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
…..Sultan hançerIeri gibi ayışığında
…..Bir yanında üstüste üstüste kayalar
…..Öbür yanında ben.” - Turgut Uyar-
Peki, aslında bu sarı çizgilerin fon oluşturduğu geyik desenli kazaktan daha çok sevdiğim şeylerin de varlığını başlangıçta kabul edersem sanırım sorun kalmayacak. Ayakkabı kutusu içinde tırtıl yetiştirip(!)besleyen bir arkadaşı vardı ablamın ve ben onun yani o kızın adını sanını hatırlatamazken oturduğu evi, evin önündeki palamut ağacını, o evin ve ağacın bulunduğu sokağın sonundaki fırını hatırlıyorum ve bütün bunları çok seviyorum…Nesnenin insan ruhunu ele geçirebilecek bir sihri olduğunu kesin olarak hissettiğim o günden beri yalnızca evde eski replikleri okuyup, kazağımın kollarıyla sarılıp kendime geleni geçeni falan seyrediyorum günlerdir…karanlıkta üzerindeki sarı çizgilerin parladığına yemin bile edebilirim. Onu giydiğim zaman kendimi, güçlü, gösterişli, bilge ve sıcacık bir hayvan gibi hissediyorum… Karşı konulamaz bir şekilde bir geyiğe tamamlandığımı hissediyorum… bazen…bazen…geyikler ıslak burunları ve sıcak nefesleriyle odama doluştuğunda çam ağacımı yılbaşından bugün itibari ile iki ay geçmiş olmasına rağmen toplamamış oluşuma seviniyorum…Aslında değişik duygu durumlarının, derin duygu durumlarının değişik takıntılarda tezahür ettiğini söyleyen bir adamı dinlemiştim bir vakitler ve o zaman yemin ederim daha gençtim, takıntı benim için bir varoluş biçimiydi…şimdi daha kararlı ve seçiciyim… Bu kazak! O kadar! Havanın soğuk oluşuyla bu tutku arasında bir bağ olmadığını Nihal’e anlatmayı tam 3,5 saat denedikten sonra karşımda kesintisiz şüpheci ve tırnaklarını yiyen bu kadına herhangi bir şey ispat etmek zorunda olmadığıma karar verip onu pek fazla sevmediğimi yani görmesem de olabileceğimi düşünüp pazar günü yeni bir oyunu izlemek için sözleşerek ayrılırken yanından, elbette sahtekar biri olduğumu biliyordum.
Öyle özel bir şey sayılmaz… Yani sanıldığı gibi değeri ona biçilen maddi değerden falan gelmiyor benim için… Nehrin kıyısındaki pazardan aldığım ikinci el bir giysi… Hatta onu bir başkasına hediye etmeyi daha alırken düşünüyordum… ta ki geyiğin gözlerinin anlaşılması güç bir şekilde bana baktığını, gözlerime, oradan kalbime, kalbimin içinde çok derin ve temiz bir şeye baktığını fark edinceye kadar… Havanın soğukluğu ile bir ilgisi yok Nihal, sen tam bir sabit taşkafalı olmalısın zira onu giymediğim zamanlarda izliyorum… Bir kazağı giyiyor ve kendini bir geyik gibi hissediyorsun, giymediğin zamanlarda da onu izliyorsun ve ona neredeyse tutku duyuyorsun öyle mi? Bu çok saçma! Hıh… Onu özenle çalışma masamın sandalyesine giydiriyorum üzerinde üç tane geyik var aslında ve tanrım Degas’ın balerinlerini anımsatıyorlar bana işte çılgın bir akıl tutulmasında… Onlar kadar zarif ve ne yaptığının ya da kim ve ne olduğunun farkındalar. Geyiklerin ikisi fonda sarı çizgilerle grafik bir görüntüye tamamlanırken en önde ve gözlerime bakanı ve onun gerçekliğini vurguluyorlar işte… Gözlerime bakmayı da nereden biliyor? Ay ışığında pırıl pırıl boynuzları ile heykel gibi duruşları gecede… Lirik ve görülesi…Birkaç kişinin nezaketen aaa sahiden ne hoşlar di mi diye sormasının ve sorumu soruyla onaylamak gibi saçma bir eyleme girişmesinin, hayırdır ooğlum hatun aldattı falan mı? Demesinin dışında kimsenin bu tuhaf beğeni ve ilişkiden bir bok anlamadığını açıkça söyleyebilirim…
Aslında eskiden ben de anlamıyordum… Bu kadar, aslına bakılırsa o kadar da duygulu biri sayılmam… Şans oyunları oynar, takım tutarım ve kaybedince genelde bir şey hissetmem aslında…Çocukken evde çıkan bütün çocuk savaşlarında geride yaralı bıraktığım kardeşlerimin arasından muzaffer bir edayla geçerek süt ve kurabiye ile zaferimi kutlamak için mutfağa giderken de hiçbir üzüntü hissetmediğime yemin edebilirim…Ben sütü hazırlayıp kurabiye için uygun tabak ararken mutfak yolundaki koridorda atlarını kaybetmiş, zırhları delinmiş ve kesinlikle şövalyeliğin yüz karası olan bu iki ufaklıktan kati surette ses gelmezdi… Gelemezdi zira anlaşmamız böyleydi…Kaybeden gururlu bir savaşçı gibi ölecek-ölü taklidi yaparak içinden 100’e kadar sayacaktı. İşte ben kendimle yüzleşmek, kendimden utanmak için belki de en uygun olan, evde bir süre için bir daha asla bulunamayacak olan o kati sessizlikte bile Tommiks düşünecek kadar duygusuz bir heriftim…Ansızın atım mutfakta bağlı olduğu noktada huzursuz hareketlerle bir iki devinir, çocukların kokusunu alıp beni uyarmak isterdi… ve onlar ölü taklidi yapan, bir türlü ölmeyen böcekler gibi koşuştururlardı mutfağa… Böceklere benzetiyor oluşumun herhangi bir sevgi ya da sevgisizlik eşiği ile cidden bir ilişkisi yok. Gözlerimle gördüm hamam böceklerinin ölü taklidi ile nekahatte geçirdikleri 5-10 dakikanın ardından hiçbir şey olmamış, sanki az önce ayakları bacakları kopmamış gibi yürümeye eskisinden daha kararlı devam ettiklerini… Yani severim ben ufaklıkları. Bu; yüz saniye koridor savaşlarının ufaklıkların boylarının uzayıp ağırlıklarının artıncaya kadar sürdüğünü ve benim de sonra pislik bir ağabey gibi davranarak ilerleyen yaşıma paralel kaybettiğimi düşünmelerini istediğim hayal gücümle hangi atlar? Diye sorarak çocuklara hiç yenilmeden bu savaşların ezeli galibi olarak tarihteki yerimi aldığımı sanırım söyleyebilirim… Üçkağıtçı olduğumu zaten söylemiştim… Ama kendime de yalan söyleyecek değilim ya… atlar koridorda dört nala benim atımı kovalarken kardeşlerimin büyümüş olduğunu fark edecek kadar akıllı bir savaşçıydım…
Değişik ve yarı değerli taşları seven kızlar vardır örneğin bazen oldukça takıntılı kızlar. Salı akşamları Peri ile buluşmayı seviyorum… Bana garip öyküler anlatırken sesini farkında olmaksızın bir ton daha kalınlaştırarak dirseklerini masaya sabitleyip bana doğru uzanan yüzünü ve kısılan gözlerini seviyorum. Komik görünüyor ve beni kesinlikle anlayabilecek yegâne insan Peri.
Bir zamanlar buna benzer bir hikaye duymuştum diyor. Adamın biri hakkında… Ne demek adamın biri? Adamın biri işte fena halde bir chevrolet’ye aşık oluyor. Karısıyla falan kavga edip geceleri arabasında uyuyor… Silerken konuştuğunu bile söyleyenler var. Bu da ne şimdi? Geceleri uyumadan önce tütsü yakıp odasındaki iyi ve kötü ruhları dengeleyen, baykuştan haber alacağını düşünen süpürgesinin hemen girişteki vestiyerde olması olası bu kaçık kızın beni deli yerine koymasını eğlenceli mi buluyorum? Hayır. Peri 12 yıl önce ilk garip hikayesini anlatmak için beni buna benzeyen ama artık olmayan pastaneye çağırdığında yine aynı keki yiyordu. Eminim o sabah köşedeki büfeden aldığı gazete ile bugün sabah aldığı gazete de aynıdır. Bana anlattığı ilk hikaye benim geyiğime olan tutkumla kıyaslandığında bir hayli garipti. Yani bakın benim için bile garipti… Büyük ve Gotik bir malikânede geçen olayların bence en ilginç yanı katilin kesinlikle uşak olmayışı, ev sahibinin sigortadan para alabilmek için kendisini öldürüp bir hayalet olarak yaşayacağına inanmasıydı. Yani bayağa garip işte bilirsiniz kim ölünce yaşamaya devam edeceğini düşünebilir ki? Mistik bir dünyadan ya da Firavun olmaktan bahsetmiyorum... İşte tam bu noktada sesini bir ton kalınlaştırıp kısarak “hala yaşadığına yemin edenler var” demişti… Adamın hala yaşayıp yaşamadığını bilmemekle birlikte gerçekten ölmediğine sanırım emindim. Her sezon evinin etrafına fotoğraf çekmek için gelen meraklı kalabalığa ücret karşılığı gezdirilen malikâne, bu garip adamın minik polyester heykelcikleri sigortanın verdiğinden ya da verebileceğinden fazlasını vaat ediyor olmalıydı. Bütün bu düşündüklerimi genellikle Peri’ye söylemem zira o sever böyle hikayeleri… Fakat Kazağıma ve bir geyiğe dönüşmeme duyduğum ilgiyi chevroletsine tapan bir adamın ilgisine indirgeyerek benimle ve hikayemle hiç ilgilenmemesi şu an düşününce kesinlikle emin olduğum bir şekilde o vakitler müthiş kırmıştı beni. İkinci kesin ve müthiş verim nesnenin insan ruhunu ele geçirebilecek güçte olmasının dışında insanların gerçekten kendi hikayelerine ilgi duyulmasını istediğiydi… İntikamımı alacaktım 21. Yüzyıla kaçıp gelmiş bu ortaçağ cadısından! Beni, hissettiğim değişimi ve geyiğimi önemseyecekti… Artık büyük ve gerçekte olduğundan daha etkili bir hikaye sahibi olmamın zamanı gelmişti. Geyiklerin gece bir kızakla beni gökyüzü’nde gezintiye çıkardıklarını anlatabilirdim… Ama o, yani Peri bana büyük olasılıkla noel babayla iki de tavla atıyor musunuz diye sorardı… inanmazdı… Onun o kısacık ve dik dik duran saçlarının dikkat kesilmiş kedi tüylerine olan benzerliği ancak gizemli bir hikaye duyduğunda görülebilirdi… Ona iyi bir hikaye anlatacaktım.
UZUN SAVAN GECESİNDE GEYİĞİN NİŞBU’YA GÖSTERDİĞİ YOLUN GİZEMLERİ ÜZERİNE KISA BİR HİKAYE:
Savaşçı bir kanın çocuğuyum ben ve nasıl olur şimdi sana biat etmemi istersin benden parlak gözlü, Endülüs rakslı sağrısı gergin ve sırlı varlık! Ve bu yol bizi atalarımın dileğine götürecek mi? Ve her yer uzun bir gece için ne kadar aydınlık!
Kadim bir zamanda Nişbu; atı ve yardımcısı ile büyük, yağmurlu, derin ormanları geçerek devam ettirdiği yolun bitiminde günler, haftalar boyunca yol almış fakat dilediği yere olan uzaklığı hakkında neredeyse hiç fikri olmaksızın bütün gücünü tüketerek o ünlü gecede bu savanın ortasına atını ve yardımcısını yolda kaybetmiş bir halde ulaştığında geyik ışıl ışıl yıldızların altında derin derin nefes alarak buğulu ve bilge gözlerle uzakta bir tepede Nişbu’yu izliyordu. Bu çaresiz ve belli ki öyküsü ve arayışı çekiciliğini yitirmiş genç için artık buradan bir çıkış olamazdı. Amacını unutmuş, gücünün sonuna gelmiş bir halde savanda hüzünlü seslerle ağlarken çaresizliği geyiğin kalbine ulaştı. Bilgisiz ve çaresiz bir genç yapayalnız bu uçsuz bucaksız savanda ne arıyor olabilirdi? Geyik Nişbu’nun gözlerine bakarak kalbine sesleniyordu onun, ve Nişbu yanıtladı geyiği; atalarım yüzlerce yıldır ölümsüzlük arayışlarını sürdürdü ve bu yolculuk benim sıramdı… Bulacağımı düşünüyordum, bulmayı çok istiyordum! Geyik Nişbu’ya ölümsüzlük hakkında ne bilip ne bilmediğini sordu, Nişbu için ölümsüzlük ölmemekti… Saf çocuk! Belki de geyiğin sabrını ve savan gecesindeki güzel zamanını boşa harcıyordu… Nişbu yolculuğun büyük yorgunluğu ile toprağa uzanmış bir çocuk kıvrılışı ile ay ışığında geyiğin gözlerine bakıyordu… Ölecek miyim? Binlerce yıllık savan yaşamında anılabilecek bu hüzünlü anda geyik bir karar verdi. Çocuğun yaşamını kendisiyle taşıyacaktı: Ölümsüzlük ölmeyen şeyler bırakmaktır küçük arkadaşım ve ancak ölmeyen şeyler için bazen ölmen gerekebilir… Senin bu zor görev uğruna yaşamını ortaya koyman gibi örneğin… Yola benimle devam edebilirsin dilersen, dediğinde çocuk çoktan bir enerji olarak varlığını geyiğin kalbinde bulmuştu bile… Savan gecesinde sıcacık sağrısı ışıltılı ve bilge gözleriyle bu geyiğin kadim zamanda hala yol alarak Nişbu’yu ölümsüzlüğe taşıdığı söylenir…
Evet evet! Bunun yeterince iyi olduğunu düşünmekte hiç de haksız sayılmam, hatta Nişbu olduğumu bile düşündüğümü hesaba katacak olursak hikayem kesinlikle kadim ve artık gerçek! Gözleri faltaşı gibi açık, siyah kısacık saçları dik dik, tüy tüy kahvesini bile ağzında bir süre beklettikten sonra yutan bu kadının hikayeyi dinlerken çıkarttığı kahveden mütevellit gurk gurk yutkunma sesleri beni sahtekarlığımın ışıl ışıl tacına yaklaştırıyordu… Demek kütüphanede buldun ha! Vay be… Belki bir kez ben de deneyebilirim? Yani sen diyorsun ki geyik şimdi seninle yolculuk ediyor bizim zamanımızda ha! İnanamıyorum…Çok şanslısın… Mahcup ve bilge gibi görünen sahtekarlığımın gülümseyişimden sesime sızmasını istemeyerek olabilir… Belki… Bunu düşünmeli, hatta ona sormalıyım… Diyorum… Ha pardon haklısın sormalısın tabi… Ben de salak gibi herhangi bir kazak muamelesi yapıyorum ona… Acaba sen onunla nerelere gideceksin? Nişbu geyikle nerelere gider bimiyorum ama Peri’nin sorusunu geride bırakalı takribi 60 saniye sonra ben metro istasyonuna giderken o pastanede buz gibi olmuş kahvesiyle 100’e kadar sayıyordu içinden benim anlaşılmaz bulduğu ricamla… Sahtekarlık tacım ışıl ışıl başımda edindiğim üçüncü kesin veri insanların kesinlikle “gerçek” denilen şeyi sevmediğiydi.
G Milat -- 15.10.2011 - 08:21
"Geyik Nişbu’ya ölümsüzlük hakkında ne bilip ne bilmediğini sordu, Nişbu için ölümsüzlük ölmemekti… Saf çocuk!"
Savascilari severim, savaslari sevmesem de... CC'nin ormanda karsilastigi sihirli geyik aklima geldi.. Gozlerinde hareleriyle bakan..
Savascilari severim, buyuculeri de..
Bu arada cok guzeldi Marsseh:) Daha daha dahaaaa cok yazmalisin, dah daha dahaaa cok okumaliyim seni:))
*G Milat*
Marsseh -- 15.10.2011 - 19:45
Teşekkür ederim *G Milat*, bu benim de sevdiğim bir öykü...yazmaya gelince...devam ediyorum fırsat buldukça..tekrar teşekkürler....