Yeni Sonsuz Us
Sayfalar: 1 - 2 - 3 - 4 - 5 - 6 - 7 - 8 - 9 - 10 - 11 - 12 - 13 - 14 - 15 - 16 - 17 - 18 - 19 - 20 - 21 -

Sevgiye İhtiyacı Olanlar...

delete

Güçlü görünmek gibi bir takıntısı vardı. Oysa en az benim kadar çaresiz ve düşünceliydi bu içinden çıkamadığımız durum karşısında. İkimizde susup hiç konuşmadık bir daha bu konuda. Olması gereken buydu sanırım. Zaman belli edecekti olacakları, şöyle olmalı böyle olmalı diye ahkâm kesebileceğimiz durumda değildik. Dağılmıştık ikimizde… O güçlü görünüyordu kadın olmasına rağmen çok güçlü duruyordu…”Kadın olmasına rağmen” cümlesinden, kadınların güçsüz olduğu kanısına varmayın sakın, söylemek istediğim o bana göre küçücük bir kızdı ve savunmasız. Bu yüzden her kurduğu iki cümleden biri savunma cümlesiydi. O bir çocuktu, hayatın büyütemediği ama büyümeye niyetli…

Konuyu merak ettiniz değil mi? Konu İmkânsız AŞK

İçimde yumuşamaya yüz tutan duygular var. Üst üste yağan karın buzlaşmış sertliğinin aksine, güneşin zayıf sıcaklığıyla bile erimeye müsait duygular bunlar… Tanımını bilmiyorum. Bu konuda panikleme ibrem epeyce yükseldi, hissediyorum… Sevgiye mutluluğa çok ihtiyacı olanlar, kolayca hatalar yapabiliyor… Paniklemem bu sebepten…

Hiç mutlu değilim hiç! Ne yani yalan mı söyleyeyim güçlü görünmek için, her şey yolunda, hayatım 4&4’lük mü diyeyim? Bunu söyleyecek çok fazla kişi tanımadım henüz… Bir kişi hariç!

Onu tanıyalı bir yıl filan olmuştu. Mine… Adı Mine… O hep mutlu olduğundan bahsediyordu… Işıl ışıl gülen gözleri vardı, uzun süredir gülemeyen yüzüne, gülmek için neden arıyor gibi artık…

Eylül 2009, günlerden ahh ne önemi var günün, saatin… Tanıştık işte. Rutin hayatımın neşesi oldu bir süre. Evli, iki çocuklu, orta yaşın verdiği alışkanlıklardan kurtulma çabası içinde bir erkek olarak bana, hayatıma çok şey kattı Mine… Benden ne istediğini bir türlü anlayamadım. Sevdiğini söylüyordu arada bir de olsa. Bense ona âşıktım…

Gelecekle ilgili bir plan yapmadık hiç. O istemedi zira. Öyle ya ne yapacaktı kendinden kaç yaş büyük, evli bir erkeği. Sevdiğini söylüyordu ama. Bunu hep söyledi. Seviyordu beni, bundan emindi… Emindim… Bazen kaçtı ben gittim, bazen kaçtım o geldi. Ama beni sevdi... Sevdim...

Tanışmanın ilk günlerindeki heyecanı anlatmam mümkün değil. O ise hep o güçlü duruşunu sergiledi. Duygusal değildi pek. Duygusal olmamalıyız diyordu, sonradan üzülürüz. Ayrılacaktık ya, daha en başından açık seçik belirtmişti tavrını.

Ah Mine ah, peki neden girdin ki hayatıma? Ya sonra neden gitmek istedin? Neden inat ettin arkadaş dost olalım dediğimde? Ne sevgilim oldun, ne dostum, ne arkadaşım, neyim olmaktı ki niyetin?

Keşke içini açsaydın bana anlatsaydın kendini, inan daha az üzülecektim o zaman. Güvendi bana diyecektim, hem sevdi, hem güvendi ama gitmesi gerekiyordu gitti. Bu daha az acı verecekti. Oysa şimdi! Olmadı hiç olmadı Mine… Böyle sessiz, suskun gitmemen gerekiyordu ama dedik ya sen güçlü görünmek zorundasın. Bu senin takıntın... Konuşursan anlatırsan zayıf noktan çıkacak ortaya değil mi? Ah benim Fındık Farem…

Aslında biliyorum, sende en az benim kadar acı çekiyorsun. Dibe vuranın sadece ben olduğumu sanmak doğru değil. Düşünüyorsun, içinden çıkamıyorsun bu garip durumun ve susuyorsun… Biliyorum… Sana kızmıyorum, dedim ya sevgiye ihtiyaç duyanlar kolayca hatalar yapabiliyor…

Eğer şartlar eşit olsaydı çok eğlenecek ve huzurlu bir birlikteliğe adım atacaktık beklide. Lakin şu anda gözlerimi kapatıp sadece sarılıyorum sana. Sadece masum bir sarılış… Hepsi bu…

Ve düşünüyorum da her şeyin tek suçlusu benim biliyor musun? Ve bu düşünce beni mahvediyor…

İşte yine o içimdeki dinmek bilmeyen sızı başladı. Bu sızı bana konuk olduğunda her seferinde, nedense parmaklarıma hâkim olamıyor ve yazıyorum. Adını siz koyun! Ne derseniz deyin adlandırın zira ben bilmiyorum… Sadece yazıyorum… Aktarmak istiyorum anlatabildiğim, hissettirebildiğim kadarıyla, yok olur belki diyorum bu içimi kurt gibi kemiren acı…

Paylaşılınca acı, azalır mı acaba?

Ayşe ÖZEN


Sevgi pıtırcığı

DEC CAL -- 06.01.2011 - 02:43

"Paylaşılınca acı, azalır mı acaba?"


Diye yazmışsın.
Evet Acı paylaşınca azalır ama Senin acın belki benim için bir şey ifade etmez. Ya da bana yaban gelir.
Acını/mızı bence sadece yakın aile bireyleri ile paylaşınca azalır.
Dost ve Arkadaş bence hikaye.


Benim Görüşüm....


evet "acı" kelimesi burada

Delişey -- 06.01.2011 - 03:18

evet "acı" kelimesi burada paylaşılacak gibi durmamış. sadece bu acıyı yaşayan bir kesim/kişi ortak olabilir bu acıya...

bu yazılar deneme yazıları. daha iyilerine ulaşabilmek için çiziktiriyom işte:)) etraftan birebir izlenimler bunlar ama atmasyon fln değil...

keşke yazıdan anlayan birileri eleştirse de yayımlamış olmam bir işe yarasa:P

teşekkür ederim bu arada DEC CAL


gülerken gözlerimden yaş

Delişey -- 06.01.2011 - 04:02

gülerken gözlerimden yaş geldi kendi yorumuna gülüp kendi kendine eğlenen başka biri var mı acaba:))


"keşke yazıdan anlayan birileri eleştirse de yayımlamış olmam bir işe yarasa:P"

bu ne yaa delişey? haa yani burada kimse yazıdan anlamıyor !!!

çok ayıp çok...



"Sevgiye mutluluğa çok

Hüseyin AKTAŞ -- 06.01.2011 - 05:23

"Sevgiye mutluluğa çok ihtiyacı olanlar, kolayca hatalar yapabiliyor… "


Eskiler "mısra-ı berceste" derlermiş; "şah dize" ya da "en güzel dize" demek...
Yazınızın şah tümcesi bu bence...

Yaşamın her alanında hataların kaynağı aşırı ihtiyaç halidir hemen hemen... Bu aynı zamanda bir zaman sıkışması halidir de. Ancak yalnızca "çok ihtiyacı olanlar" değil, "ihtiyacı olanlar" da hata yapar. Çünkü ihtiyaç, ihtiyacı giderecek eylemi doğurur. Eylem ise öngörülenin dışında hesaplanamayan olguları da karşımıza diker ve bu hesapsızlığın adı da çoğu zaman hata olur. Bu da son derece doğaldır. "Teori-Pratik-Teori" zinciri işlerken, hatalar sayesinde zincire daha güçlü halkaları bulup, tespit edip, ekleme olanağı doğar. Yani hata ile doğru birbirinin anası babası olur her daim. Hataları da doğruları da kendimize bir öğretmen kılmayı başardığımız zaman, mutlu omanın kapısı aralanır... Böylece hatalardan da mutlu olunabilirliğin yolunu bulabiliriz...
Hiç hata yapmak istemeyenlerin hiç bir eylem de yapmamaları gerekir. Onlar aynı zamanda hiç yaşamak istemeyenlerdir de...

"Deneme"...
Deneyin bence:))


ACILAR OLGUNLAŞTIRIR İNSANLARI

ŞEREF YÜCEL -- 06.01.2011 - 05:48

ACI DEYİP DE GEÇME...


- Acılarımızda sevinçlerimiz kadar önemli bir yer tutar hayatımızda.
- İnsanlardaki etkisi görecelidir. Zira, çektiğiniz acının acıtan boyutu. sizin acılara olan direnciniz, değerlendirmeniz, sinir sistemlerinizin yapısal faktörü, irade pozisyonunuz yani kişiye göre değişir kısaca.

- Mazoşistte olabilirsiniz, dünya çapında bir edebiyatçı da.
- Ya da benim gibi hiç bir şey olamazsınız!
- Veya ahan da böyle ukela ukela başkalarına yol gösterirsiniz!

- Ha! Siz, mutluluğa giden yolu mu soruyorsunuz? Şu ilerdeki lambadan sağa dönüp dümdüz gi....

........

Yüce PÎr Hz. Mevlânâ der ki:

ALLAH sevdiklerine dert verir

"- "İnsanların en çetin belâya uğrayanları peygamberlerdir, sonra temiz kişiler gelir, sonra da onlara benzeyenler, benzeyenlere benzeyenler belâya uğrarlar” hadisinde bildirildiği gibi insanın başına gelen musibetler sebepsiz değildir ve netice itibariyle bir lütuftur, öyleyse kulun yapması gereken böyle durumlarda sabretmek, yalnızca ALLAH’tan yardım dilemektir.""


- Eckhart’ın;
""“İnsanı olgunluğa götüren en hızlı at ıstıraptır,”"
der ve
"Balzac’ın;"
"“Her ıstırabın öğrettiği bir şey vardır”"
tarzındaki benzer ifadeleri bu görüşü teyid eder.

PÎrÎ Mevlânâ Hz. Bu konuyu şöyle ifade eder:

- "Kul, gece gündüz Hakk’a ağlayıp yakarır, derdinden dolayı yüzlerce şikâyette bulunur.
- Cenab-ı Hak da ona: "Ey bîçâre, dert ve mihnet seni doğru yola çıkarır." der.
- Ey kusurlarla dolu olan; şikâyetini, seni bizden uzaklaştıran nimetlerden et.
- Gerçekte her düşman, sana bir ilaç, faydalı ve ferahlandırıcı bir kimyadır.
- Zira onlardan kaçar, Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve yardımlarına iltica edersin.
- Seni Hak’tan başka şeylerle meşgul eden dostlarınsa, hakikatte düşmanlarındır.
- Porsuk adında bir hayvan vardır, boyuna dayak yedikçe semirir.
- Onu dövdükçe daha iyileşir, vuruldukça semizleşir!
- Gerçekten müminin nefsi de bir porsuk gibidir, zahmet ve mihnet onu güzelleştirir, semirtir.
- Bu sebepten peygamberler cevr'ü cefaya uğramış, halktan daha çok meşakkat çekmişlerdir.
(Mesnevî, IV:91-107)

Hz. Mevlânâ; "Dertler. acılar kul için imtihandır." der.

- "Altın ateşte, insan mihnette belli olur. İnsanın gerçek şahsiyeti dertlerle denendiği zaman ortaya çıkar. " buyurur.

Ve yine meşhur sözü olan:

- "Hamdım, piştim, yandım!" diyen Hz. Mevlânâ'yı Mevlânâ yapan etkenlerden biri de acıdır. Allah'a duyduğu aşk ateşinin hasretinin onu olgunlaştırıp söylemesi ve çağlara da halen söyletmesidir.

- Başkaları ne der ne eder bilemem ama bana göre acı, Allah'ın kullarına: "Bana gel ey kulum!" demesidir..

- İnsanlardan beklediği ilgi ve alakayı göremeyen insan O'nun şefkat ve merhametine sığınır.

- Yani, insanların hayatta sık sık karşılaştıklarıi üzüntü, dert, keder gibi şeylerin olumlu yönleri yabana atılmamalı.

- Aslında bana sorarsanız, soruyorsanız; bir çokları gibi acıların insanları olgunlaştırdığı görüşündeyim. Bir anne gibi hayata hazırlar. Kendini ve başkalarını anlamaya, keşfetmeye yönlendirir. Duygu ve düşüncelerinin gelişmesinde, şekillenmesinde önemli bir rol oynar.

- Sonra oynamaktan yorulup istirahate geçer!

- Çevremizdeki en ünlü ressamların, müzisyenlerin, sanatçı, edebiyatçıların, iş adamlarının, kısaca her meslek guruptaki insanların hayatını irdelediğimiz zaman çok acı çekmiş insanlardan oluştuğunu görebiliriz.

- Çektiğimiz acılar bir öğretmen gibidir diyebiliriz. En azından yüreğimizi yaralayan bir şeyin ne kadar acı verdiğine bakarak, aynı acıları başkalarının yaşamamasını isteriz. En basit örneği kalbimizi kıran bir ilişki bize kalp kırmanın ne kadar acı verici bir şey olduğunu öğretir.

- Acılarımızın belki çoğunluğu aşk acısıdır, yakınlarımızı kaybetme, sahip olduğumuz maddi şeyleri kaybetme v.s.

- Ama, anne acısının yerini, ya da evlat acısının yerini hiç bir acı tutamaz...

Son olarak:
- "Bütün dertlerini tek dert yap. Din derdini dert edinirsen Allah seni diğer dertlerden kurtarır."
der Yüce Mevlânâ.

- Acıların hakkından ancak üzerinden geçen zaman gelir.

- Ahhhh... O, zamanlar yok mu?

- Gelirken şimşek gibi...
- Geçerken topal ördek...


Hüseyin Bey, kesinlikle

Delişey -- 06.01.2011 - 08:42

Hüseyin Bey,

kesinlikle denemekten vazgeçmek yok:) sağolun o kadar yürekleniyorum ki:)

Şeref Bey,

siz de sağolun eksik olmayın geniş açıklamalarınız için. Hepsini dikkate alıyorum teşekkürler...

ve benim gizli gücüm! sende sağol hep benle ol. beni nasıl iyileştirdiğini bir bilsen:)))


Arabeskte kaybolmuş ruh :

Agnostik -- 06.01.2011 - 16:57

Arabeskte kaybolmuş ruh : Şeref... Acıların çocukları... (Çok şey yazmak lazım... Sevdim bu konuyu)

Ve insanın herhangi rastgele halini tarif için sarıldıkları el : Mevlana (Birilerinin nefret ettiği tasavvuf erbabı) Üstelik pek çoğu atmasyon veya mevlana'ya giydirilmiş sözlerdir. Olsun...

Bu çelişkiden nefret ederim. Sadece burada değil, takip ettiğim başka platformlarda da dinciler; tasavvuf dendiğinde hemen diken diken olurlar. Çığlıkları yemen'den duyulur. "Dinden değildir, yanlış yoldur" diye hükmederler.

E peki neden Mevlana ? Nerede elçinizin dizeleri ?


ELÇİMİZİN DİZELERİ

ŞEREF YÜCEL -- 07.01.2011 - 08:37

Çok muhalifsin Agnostik


- Her şeye muhalefet etmek zorundamısın?
- Hz. Mevlana'nın sadece Mesnevi'de geçen beyit sayısı 26.000 dir. Ben sadece yukarıya 5 - 10 tanesini yazdım. Divan-ı Kebir, Mecalisi Seba, Mektuplar'a geçmedim henüz.
- Teşbihte hata olmaz diyerek söylüyorum lütfen yanlış anlamayın.
- Hayvanlarla bile anlaşılabilen bir dünyada bizler neden kavga ediyoruz?
- Siz kendinizi ifade etseniz,
- Biz kendimizi,
- Birbirimize saygılı olsak fena mı olur?
- İnsanlar milyonlarca yıldır birbiri ile didişip duruyor.
- Yorulmadılar mı halâ?
- Yorulmadınız mı?
- Biraz oturup dinlenin Sayın Agnostik!
- Belki başınıza bir saksı düşer!


Dinlenirken de azıcık

HoLa -- 07.01.2011 - 10:21



Dinlenirken de azıcık eğlensin değil mi ama:


ŞEHVETİN SONU

Bir halayık şehvetin çokluğundan, hırsının fazlalığından bir eşeği kendisine alıştırmıştı. O eşek, kendisine yakınlaşmayı adet edinmiş, insana yakın olmayı öğrenmişti. O hilebaz halayığın bir kabağı vardı. Eşek kendisine ölçülü yaklaşsın diye kabağı, eşeğin aletine takardı. Yakınlaşma zamanında aletin yarısı girsin diye bu işi yapmaktaydı. Çünkü, eşeğin aleti tamamı ile girse rahmi de parçalanırdı, damarları da.
Eşek boyuna zayıflayıp durmaktaydı. Eşeğin sahibi olan kadın da neden bu eşek böyle zayıflıyor, neden böyle kıl gibi inceliyor deyip dururdu. Fakat işin ne olduğunu anlamakta acizdi. Nalbantlara illeti nedir, neden zayıflamakta diye gösterdiyse de, onda hiçbir illet görünmedi, kimse bunun iç yüzünü haber veremedi. Kadın bu işin aslını adamakıllı araştırmaya başladı. Her an eşeğin haline dikkat etmekte, neden böyle zayıfladığını bulmaya çalışmaktaydı.

İnsanın adamakıllı çalışmaya kul olması gerekir. Çünkü her şeyi iyice arayan nihayet bulur. Eşeğin haline dikkat edip dururken bir de ne görsün? O halayık eşeğin altına yatmıyor mu? Bunu kapının yarığından gördü bu hale pek şaştı. Eşek erkekler kadınlara nasıl yakınlaşırsa aynen onun gibi halayığa yakınlaşmış, işini becermekteydi.

Kadın hasede düştü. Dedi ki, bu eşek, benim eşeğim, nasıl olur bu iş? Bu işin bana olması lazım ben işe daha ehlim. Eşek işi öğrenmiş, alışmış. Adeta sofra yayılmış, mum da yanmış. Görmezlikten gelip ahırın kapısını vurdu. A kız ne vakte dek ahırı süpürüp duracaksın? dedi. Bu sözü işi gizlemek için söylüyor, ben geldim kapıyı aç diyordu.

Sustu halayığa hiçbir şey söylemedi. Bu işe tamah ettiği için işi gizledi. Halayık bütün fesat aletlerini gizleyip kapıyı açtı. Yüzünü ekşitip gözlerini yaşartarak dudaklarını oynatmaya başladı, güya oruçluyum demek istiyordu. Eline sapı yıpranmış bir süpürge aldı, develerin yatması için ahırı süpürüyor göründü. Elinde süpürge kapıyı açınca kadın, dudak altından seni usta seni, dedi.

Yüzünü ekşittin, eline süpürgeyi aldın, iyi. Fakat yemeden içmeden kesilmiş eşeğin hali ne? İşi yarıda kalmış, öfkeli, aleti oynayıp durmada. Gözleri kapıda seni beklemede. Bunu dudağı altından söyledi, halayıktan gizledi. Onu suçsuz gibi ululadı,

Dedi ki: Tez çarşafını başına al. Filan eve git benden selam söyle. Şunu söyle, böyle yap, şöyle et. Neyse ben kadınların masallarını kısa kesiyorum. Maksat neyse sen onun özünü al. O işi görmezlikten gelen kadın onu yola vurunca, zaten şehvetten sarhoş olmuştu, hemen kapıyı kapadı, oh dedi.

Yalnız kaldım, bağıra, bağıra şükredeyim. Artık erkeklerin gah tam, gah yarım yamalak yakınlaşmalarından kurtuldum. Kadının keçileri, sanki bini bulmuştu, öyle neşelendi. Eşeğin şehvet ateşiyle kararsız bir hale düştü. Hatta ne keçisi? O yakınlaşma kadını keçi haline getirdi. Ahmağı keçi haline getirmeye, hor hakir bir hale sokmaya şaşılmaz ki!

Şehvet isteği, gönlü sağır ve kör yaptı mı eşeği bile Yusuf gibi nurdan meydana gelmiş bir ateş parçası gösterir. Nice ateşten sarhoş olmuşlar vardır ki ateş ararlar, kendilerini de mutlak nur sanırlar.

Yalnız Tanrı kulu böyle değildir. yahut da Tanrı birisini çeker çevirir de yola getirir, yaprağı döndürür bu da başka! Böyle olan o ateş hayali bilir, o hayalin yolda eğreti olduğunu anlar. Hırs çirkinleri güzel gösterir. Yol afetleri içinde şehvetten beteri yoktur. Şehvet yüz binlerce iyi adı kötüye çıkarmıştır. Yüz binlerce akıllı, fikirli adamı şaşkın bir hale getirmiştir. Bir eşeği bile Mısır Yusuf’u gibi güzel gösterdikten sonra o çıfıt bir Yusuf’u nasıl gösterir? Pisliği afsunu ile sana bal göstermede, iş inada bindi mi balı nasıl gösterir? Bir düşün artık. Şehvet yemeden olur, az ye. Yahut bir kadın nikahla da kötülükten kaç. Yedin içtin mi şehvet, seni harama çeker. Ele gireni elbet harcamak gerekir.

Şu halde nikah Lâhavle okumaya benzer. Oku, yani bir kadın nikahla da şehvet, seni belaya düşürmesin. Madem ki, yemeye içmeye hırsın var, çabuk bir kadın al evlen. Yoksa bil ki kedi gelir yağlı kuyruğu kapar. Sıçrayan eşeğin sırtına taş yükü vur, o kaçmadan, sıçramadan önce sırtına yükü yükle.

Ateşin ne yaptığını bilemezsin, savul oradan. Bu çeşit bilginle ateşin çevresinde dönüp dolaşma. Ateşe çömleği koyup çorba pişirmeyi bilmiyorsan bil ki ne çömlek kalır, ne çorba. Su hazır olmalı, ahçılığı da bilmelisin ki o tenceredeki çorba, dökülmeden, bozulmadan pişsin. Demircilik sanatını bilmiyorsan demirci ocağından geçerken sakalını bıyığını yakarsın.

Kadın kapıyı kapadı, sevine, sevine eşeği kendisine çekti, cezasını da tattı ya! Eşeği çeke, çeke ahırın ortasına getirdi. O erkek eşeğin altına yattı. O kahpe de muradına ermek üzere halayığın yattığını gördüğü sekiye yatmıştı. Eşek ayağını kaldırıp aletini daldırdı. Eşeğin aletinden kadının içine bir ateştir düştü. Alışmış eşek kadına abandı, aletini ta hayalarına kadar sokar sokmaz kadın da geberdi.

Eşeğin aletinin hızından ciğeri parçalandı, damarları koptu birbirinden ayrıldı. Soluk bile alamadan derhal can verdi. Seki bir yana düştü o bir yana. Ahırın içi kanla doldu, kadın baş aşağı yıkıldı, öldü. Kötü bir ölüm, kadının canını aldı.

Kötü ölüm, yüzlerce rezillikle gelip çattı babacığım. Sen hiç eşeğin aletinden şehit olmuş insan gördün mü?

Kuran’dan rezillikle azap edilmeyi duyda böyle kepazelikle can verme. Bil ki bu hayvan nefis bir erkek eşektir. Onun altına düşmekse ondan daha kötü ve ayıp bir şeydir. Nefis yolunda benlikle ölürsen bil ki hakikatte sen de o kadın gibisin. Tanrı, nefsimize eşek sureti vermiştir. Çünkü suretler, huylara uygundur. Kıyamette sırların açığa çıkması budur. Tanrı hakkı için eşeğe benzeyen nefisten kaç. Tanrı, kafirleri ateşle korkutmuştur. Onlar da ateşe utançtan hayırlıdır demişlerdir. Tanrı hayır demiştir, o ateş, utançların aslıdır. Bu kadını öldüren şu ateş gibi. Hırsından doyacak kadar yemek yemedi, daha fazla yemek istedi. Kötü ölüm lokması boğazına durdu.

A haris adam doyacak kadar ye, hatta yemeğin helva ve palüze bile olsa. Tanrı, teraziye dil verdi. Aklını başına devşir de Kuran’dan Rahman suresini oku. Kendine gel de hırsından teraziyi bırakma. Hırs ve tamah seni azdıran bir düşmandır.

Hırs, hepsini ister fakat bütün lezzetlerden mahrum olur. A turp oğlu turp hırsa tapma. O halayıkcağız hem gidiyor, hem de ah diyordu; a kadın sen ustayı yola saldın. Ustasız iş yapmak istedin. Bilgisizlikle canınla oynamaya kalkıştın. Benden bir bilgidir çaldın, çaldın ama tuzağın ahvalini sormaya arlandın. Kuş, hem harmanından tane toplamalıydı, hem de boynuna ip dolamamalıydı.

Taneyi az ye bu kadar pis boğaz olma. “Yiyin” emrini okudunsa “İsraf etmeyin” emrini de oku. Bu suretle tane yemekle beraber tuzağa da düşme. Bilgi ve kanaat ancak bunu icap ettirir. Akıllı kişi dünyanın gamını yemez, nimetini yer. Bilgisizlerse nedamet içinde mahrum kalırlar. Boğazlarına tuzağın ipi dolaştı mı tane yemek, hepsine haram olur. Kuş, tuzaktaki taneyi nasıl yer? Yemeye kalkışırsa tuzaktaki tane zehre döner.

Tuzaktaki taneyi gafil kuş yer, halkın bu dünya tuzağındaki nimetleri yemesi gibi. Akıllı ve işten haberi olan kuşlar, kendilerini taneden adamakıllı çekerler. Çünkü, tuzağın içindeki taneler zehirlidir. Kördür o kuş ki tuzaktan tane diler. Tuzak sahibi, aptalların başını keser. Güzel ve narin olanlarıysa meclislere çeker götürür.

Çünkü aptalların ancak etleri işe yarar. Güzel ve zariflerinse güzel sesleri işe yarar. Hasılı halayıkcağız kapının yarığından, hanımının eşeğin altında can verdiğini görünce, dedi ki: A ahmak kadın, bu iş nedir? sana ustan bir şey gösterdi ise, yalnız görünüşe kapıldın. Halbuki iç yüzü senden gizliydi. Usta olmadan dükkan açtın.

Bal gibi, pâlüze gibi olan o aleti gördün, âlâ. Fakat a haris neden kabağı görmedin? Yoksa eşeğin aşkına o kadar mı dalmıştın ki gözüne kabak görünmedi? Ustadan sanatın dış yüzünü gördün sevine, sevine ustalığa kalkıştın. Nice riyacı ve işten haberi olmayan ahmak kişiler vardır ki erlerin yolundan göre,göre ancak sof kumaş görmüştür.

Nice boş boğazlar vardır ki azıcık bir hüner elde etmişler, padişahlardan laftan başka bir şey öğrenmemişlerdir. Her biri Musa’yım diye eline bir sopa almış, her bir, İsa’yım diye ahmaklara üfürmeye kalkmıştır.

Bir gün doğruların doğruluğu, senden mehenk taşını isteyecektir. Eyvah o günden! Artık geri kalanını ustaya sor. Bu harislerin hepsi de kördür dilsizdir. Hepsini aradın, elde etmek istedin, fakat herkesten geri kaldın. Bu ahmak sürü, kurtlara av olmuştur.

Bir suret gördün, onun sözünü söylemeye başlayıverdin ha; dudu kuşları gibi kendi sözünden haberin bile yok.

Dudu kuşu, önünde bir ayna, ayna içinde de kendi aksini görür. Aynanın ardında usta gizlenmiştir; güzel dille edeplice söz söyler. Duducuk, bu söz söyleyeni ayna içinde gördüğü dudu sanır. Bu suretle o koca kurdun hilesinden haberi olmaz, güya kendi cinsinden olan bu dududan söz söylemeyi öğrenir.

Usta, ona ayna ardından söz söylemeyi öğretir. Böyle olmasa kendi cinsinden olmayan birisinden söz söylemeyi öğrenemez. O hünerli kuş, söz öğrenir ama sırrından da haberi yoktur manasından da. Söz söylemeyi bir insandan beller. Fakat bir duducuk, bundan başka insandan ne bilebilir, ne elde edebilir ki?

Velinin beden aynasında da kötülüklerle dolu olan mürit, tıpkı bunun gibi kendisini görür. Fakat söz ve iş zamanında aynanın ardındaki Akl-ı Kül-ü nereden görecek? O sanır ki insan söylüyor. Halbuki bu, başka bir sırdır, onun bundan haberi bile yoktur. Söz söylemeyi belletir, belletir ama önü sonu olmayan sır belletir. Halbuki o, bu sırra eş değildir, bir dududur, bunu bilemez.

Halkta kuşların ötüşünü taklit ederler. Bu, ağzın ve boğazın yapabileceği bir şeydir. Fakat kuşların seslerini taklit edenin o seslerdeki manadan haberi bile yoktur. Kuş dilini aancak bakışı hoş Süleyman bilir.

Nice kişilerde dervişlerin sözlerini öğrenir, mimber ve meclisleri o sözlerle parlatır. Fakat onların ya bu sözlerden başka bir kısmetleri yoktur, yahut da sonunda Tanrı rahmeti onlara yol gösterir.

Mesnevi Cilt 5


Hehe

xenix -- 07.01.2011 - 16:21

Hola'nın koyduğu Mevlana'nın yazısı epey eksi almış. Mevlana'yı pek sevmiyorlar galiba.

xenix


Sevgi Yanılsaması

Misafir -- 17.03.2011 - 21:31

Hümanizm dediler ve kandırdılar.Ben yeni ogrendım, emperyalızmın en gerck masalıymıs megerse..Zeynep'i sev Osman'ı sev.Ve kendini unut...Sen KENDİN degıl de Zeynep ol Osman ol .bizi KENDİMİZE yabancılastırdılar...kusra bakmasın kımse ben kimseyı sevmıorum, bu masala ınanmıorum artık...beni bana bırakın...çunku TANRI ora

bana da davet gonderırmı bı zat-i muhterem (rapsali@hotmail.com)


güzelll bu yorum bu hafta

Delişey -- 18.03.2011 - 07:36

güzelll bu yorum bu hafta okuduğum ikinci "kendini sev" diğeri hikaye yorumu...

bak diğerini de yazıyorum altta:)

"Aşk çok güzel bir masal, Aşk olsaydı genelevler olamazdı.

Çocukluğumuzda Sindirella, Uyuyan Prenses gibi masallar anlatılırdı. O masallarda yaşanan aşk yansıtılırdı. Ama hayatta öyle değil aşk. Grip gibi, ya da aids gibi de düşünebilirsin. Virütik bir şey. Aslında olay şu; seks dürtüsünü, böyle birbirinin üzerinde tepişmeyi edepli hale getirmektir aşk. İnsan önce kendini sever, bir de çocuğunu. Üçüncü şahısı düşünemezsin."

demiş kim demiş? Aysel Gürel, ışıklar içinde yatsın...

ben biraz daha irdeliyeceğim bu konuyu zira bende biraz farklı. kurdu kuşu çiçeği böcüğü otu... insan denen tuhaf varlığı seviyorum ben acaba problem li miyim valla araştırmam lazım... yada bir hastalık mı var bende???


ahhh ne buldum:)

Delişey -- 05.09.2012 - 10:23

ahhh ne buldum:)

Sonsuz Us yorumlar yükleniyor...


Yeni Sonsuz Us
Sayfalar: 1 - 2 - 3 - 4 - 5 - 6 - 7 - 8 - 9 - 10 - 11 - 12 - 13 - 14 - 15 - 16 - 17 - 18 - 19 - 20 - 21 -