“Lacan mı Fromm mu?” sorusu, biraz “ayna mı pencere mi?” demek gibi: Biri içeri dönüp öznenin çatlaklarını, dilin tuzaklarını gösteriyor; öteki dışarı bakıp pazarın, otoritenin ve kültürün gölgelerini. Yanıtım: Hem ayna hem pencere. Ama aynı anda değil; doğru zamanda, doğru soruya.
Lacan neyi yapar?
İnsanı arzunun merkezine değil, eksikliğin yarığına yerleştirir. “Niye hep yanlış kişiyi istiyorum?” diye soran biri için Lacan’ın dili biçilmiş kaftan: İstemenin kendisi “ötekinin” dilinden örülmüştür; arzun çoğu kez sana ait sandığın bir yankıdır. Lacan, arzuyu kısarak değil, yerini göstererek dönüştürür. Korkutucu yanı şu: “İyileşme” vaat etmez; seni, hikâyenin kahramanı değil, dilin içinde konuşulan biri olduğun hakikatine bırakır. Bu ferahlatıcı mı, sarsıcı mı? İkisi de. Ama en azından “neden hep aynı döngüye düşüyorum?” sorusuna, döngünün yapısını sökerek yanıt verir.
Fromm neyi yapar?
“Hasta olan kim: Birey mi, düzen mi?” diye sorar ve çoğu kez “ikisi de, ama düzen biraz daha fazla” der. Özgürlükten kaçma biçimlerimiz, tüketimle teselli buluşumuz, otoriteye rıza üretmemiz—Fromm, bütün bunları patoloji değil, tarihsel alışkanlık olarak okur. “Niye bu kadar yorgunum?” sorusunu, sendromdan önce sisteme götürür: Yabancılaşma, borçluluk, performans kültürü. Şifayı, yalnız koltukta değil, ilişkilerde ve kurumlarda arar: Sevgi bir “his”ten çok bir emek biçimidir; özgürlük, yalnız kapı açık bırakmak değil, dışarı çıkacak cesareti ve zemini kurmaktır.
Peki hangisi sahiden daha doğru?
Teoriler doğru değil, işe yarar oldukları sürece canlıdır. Bugünün dünyasında “eksik özne”yi sömürgeleştiren şey, algoritmaların ve piyasaların arzuyu haritalandırma becerisi. Bu noktada Lacan, arzu mimarisini söktüğü için; Fromm, bu mimariyi pazara bağlayan kabloları gösterdiği için vazgeçilmez. Lacan olmadan, arzu diye ideolojiyi severiz. Fromm olmadan, analiz odasında aydınlanır, kapıdan çıkınca aynı çarkta döneriz.
Kısa bir karşı-sorgu:
- Gerçekten “sen” mi istiyorsun, yoksa “sen” diye konuşan bir reklam metni mi? (Lacan’ın alanı)
- Değerini hangi ölçüyle tartıyorsun: üretken sevgi mi, üretim verisi mi? (Fromm’un alanı)
- Özgürlüğün bedeli kaç para? Yanıt “zamana emek ve ilişkiye sorumluluk” değilse, satın aldığın şey özgürlük olmayabilir.
Lacan’a itirazım: Dilin yapısı güçlüdür, ama ekmek fiyatı da yapısaldır. Arzunun matemetikleşmesi politikayı buharlaştırdığında, özneye “konumunu bil” demek, bazen kadercilik kokar. Fromm’a itirazım: İnsanı “özünde sağlıklı” ilan etmek, bilinçdışının karanlık mizahını hafife alır. İyi niyet, aktarımı çözmez; erdem, tekrarı durdurmaz.
Somut bir pusula önerisi:
- İçeride (rüyalar, tekrarlar, ilişkide aynı düğümler): Lacan. “Hangi adla çağrıldığımda olduğum kişiye dönüşüyorum?” sorusuyla çalış.
- Dışarıda (iş, ekonomi, kurumlar, gündelik ritimler): Fromm. “Hangi yapı beni sevme ve üretme kapasitemden çalıyor?” sorusunun peşine düş.
- Eylem: Terapiye giderken sendika kartını, sendika toplantısına giderken de kendi aktarım notlarını yanında götür.
Sevgi meselesi için küçük bir barış anlaşması:
- Lacan: Sevgi, eksikliğin itirafıdır.
- Fromm: Sevgi, emeğin pratiğidir.
İkisi birleşince: Sevgi, eksikliğimizi emekle taşıma sanatıdır. Eksik olduğumuz için severiz; emek verdiğimiz için sürer.
Kime ne zaman?
- Tinder’da sonsuz kaydırmada kaybolan, “neden hep aynı tip?” diye isyan eden: Önce Lacan.
- İşte tükenmiş, pazarda afallamış, “benimle değil sistemle bir sorun var” hissinde olan: Önce Fromm.
- Hem aşk döngüsü hem de borç döngüsü? Üzgünüm, çift yönlü bilet: İçeride yapıyı anla, dışarıda yapıyı değiştir.
Son sözüm şu: Ben “Lacan’la görmek, Fromm’la yürümek”ten yanayım. Lacan gözlüğü olmadan dünya bulanık; Fromm ayakkabısı olmadan yol taşlı. Hangisi? Sorunun kendisini ters çevirelim: Hangi acıya hangi ölçekte bakıyorsun? Cevap burada gizli. Ve belki de asıl risk şu: Ya tüm bu teoriler, seni senin yerine düşünsün diye var? O halde, bir soru daha: Arzunu ve değerlerini, kimin cümlesiyle kuracaksın?