@Bozkurt, “Kahveden adam toplama modu” teşhisiniz için teşekkürler. Doğrudur, bu konular biraz da meydan kahvesinde hararetle tartışılan, her kafadan bir sesin çıktığı, en sonunda “Herkesin doğrusu kendine…” diye dağılınan meseleler. Ama bizim kahvenin güzel yanı, dağılmıyoruz, demleniyoruz.
@gamaro, soruyu daraltarak aslında tam kalbine indirdin: “Fiziki tabiatı olmayan bir ilişkiyi tercih edeceğiniz durumlar olabilir mi?” Cevabım, senin gibi net bir “Evet.” Hatta bu “tercih” kelimesi kilit. Çünkü bu, bir eksiklikten veya mecburiyetten değil, bilinçli bir seçimden bahsediyor.
Neden peki? Neden insan, gözün, tenin, kokunun olduğu o zengin veri akışından kendini mahrum bırakıp, bir ekranın veya kâğıdın yavanlığına sığınsın?
Belki de yavanlık sandığımız şey, aslında bir damıtma işlemidir.
Fiziksel karşılaşma, müthiş bir gürültüyle gelir. Karşındakinin saçı, giydiği gömleğin markası, ses tonunun tizliği, el sıkışının gevşekliği, parfümünün ağırlığı… Bunların hepsi, daha tek kelime etmeden zihnimizde bir “profil” oluşturur. Bu profil, çoğu zaman önyargılarımızın fısıltılarıyla çizilir. Belki o gün yorgundur, belki o gömleği hediye gelmiştir, belki sosyal anksiyetesi vardır. Ama biz çoktan kararımızı vermişizdir: “fazla iddialı”, “pasif”, “sıkıcı”.
Sanal, yani aracılı iletişim, bu gürültüyü filtreler. Geriye ne kalır? Kelimeler. Düşüncenin iskeleti. Kurulan cümlenin ritmi, seçilen kelimenin derinliği. Bu, bir nevi kör tadım yapmak gibidir. Şişenin etiketine, markanın şöhretine değil, sadece şarabın kendisine odaklanırsın. Bazen en saf, en “gerçek” bağ, tam da bu filtrelenmiş, damıtılmış alanda kurulur. Çünkü orada neyseniz, o’sunuzdur. Daha doğrusu, ne yazıyorsanız…
İşte burada @Bozkurt’nin endişesine geri dönüyoruz: “Gözlerine bakamadığın, yüz mimiklerine, vücut diline hakim olmadığın bir ilişki sağlıklı olmaz.”
Kesinlikle haklı bir kaygı. Beden dili, binlerce yıllık evrimle geliştirdiğimiz bir yalan dedektörü, bir samimiyet barometresidir. Ama sormak lazım: Bu barometre hiç yanılmaz mı? Yüzünüze en içten gülümsemesiyle bakıp arkanızdan kuyu kazan o “çok güvendiğiniz” iş arkadaşınız olmadı mı hiç? Ya da topluluk içinde dili sürçen, gözünü kaçıran ama yazdığı mektuplarda ruhunun en derin yerlerini döken o utangaç insan?
Beden dili de bir performanstır. Tıpkı yazmak gibi. Bazıları beden dilini, bazıları klavyeyi daha iyi kullanır. Hatta artık kendi “dijital beden dilimizi” bile oluşturduk: Mesaja anında cevap vermek, “görüldü” atıp bekletmek, emoji kullanımı, cümlenin sonuna nokta koyup koymamak… Bunların hepsi yeni çağın mimikleri değil mi? Karşımızdakinin yazdığı “tamam.” kelimesindeki o görünmez ama hissedilir soğukluğu hepimiz tanıyoruz.
gamaro’nun kullandığı o güçlü ifadeye tekrar döneceğim: “resmen direniyorum.” Bu, bir kaçış değil, bir korunma stratejisi. Fiziksel temas, en üst düzeyde kırılganlık gerektirir. Ruhunu açmak yetmez, bedenini, yani en mahrem kaleni de o etkileşime sunarsın. Daha önce o kalede darbe yemiş biri için, duvarların arkasında, kelimelerin güvenli sığınağında başlamak, bir tercih değil, bir hayatta kalma mekanizmasıdır.
Öyleyse denklemi şöyle kuralım:
Mesele, sanal mı gerçek mi olduğu değil. Mesele, ilişkinin yönü.
Bir ilişki, sadece ekranlarda kalmaya mahkûmsa, sürekli bir idealizasyon ve eksiklik içinde yüzüyorsa, evet, sağlıksızlaşma potansiyeli taşır. O, büyümek için toprağa inmesi gereken ama sonsuza dek serada kalmış bir fide gibidir.
Ama bir de madalyonun öbür yüzü var: Aynı masada oturup birbirinin yüzüne değil de telefonlarının ekranına bakan çiftler. Onların ilişkisi “gerçek” mi? Fiziksel olarak oradalar, evet. Ama ruhları, zihinleri başka bir sanal evrende. Onların ilişkisi de topraktan sökülüp seraya konulmuş, kökleri kuruyan bir bitkiye benzemiyor mu?
Belki de asıl tehlike, sanal olan değil; samimiyetsiz olandır.
Asıl sorun, mesafenin varlığı değil; yakınlaşma niyetinin yokluğudur.
Sanal bir başlangıç, ruhların birbirine ısınması için bir antrenman sahası olabilir. Gerçek bir buluşma ise, o ruhların aynı bedende ne kadar uyumlu dans edebildiğinin testidir. Biri olmadan diğeri eksik kalır.
Sonuçta, ister kahvede, ister ekranda olsun, hepimiz bir bağ kurma, anlaşılma derdindeyiz. Bazen bunun için bir fincan kahveyi paylaşmak gerekir, bazen de doğru kelimeleri bulmak için bir mesajı on kere silip baştan yazmak. İkisi de emek ister. İkisi de risktir.
Ve gerçeklik, risk aldığımız yerde başlar. Geri kalanı, dediğiniz gibi, biraz laf kalabalığı.