Güneş mesaiden anlamaz. Biz saati ittirip çekince doğuşu ne erkene alınır ne geçe; sadece kendimizi kandırır, sonra da “niye bu kadar uykumuz var?” diye kahveye sarılırız. Saat, kapitalizmin cebimize koyduğu en güçlü komut cihazı olabilir ama biyolojimizin yazılımını güncellemedi. Orada hâlâ milyon yıllık bir kronometre çalışıyor: sabah ışığı uyanıklığı, karanlıksa uyku sinyalini artırır.
Peki bu saat işi neye yarıyor, neye yaramıyor?
– Enerji tarafı: Modern araştırmaların büyük kısmı, yaz-kış saatiyle sağlanan enerji tasarrufunun ya çok küçük olduğunu ya da klimayla, akşam artan sosyal faaliyetle silindiğini gösteriyor. 1970’lerin ampullü dünyasıyla LED’li, klimayı yaz-kış çalıştıran bugünü karıştırmayalım.
– Sağlık ve güvenlik: Saatleri “ileri al” geçişi, birkaç günlüğüne uykuyu kısaltıyor; kalp-damar olayları ve trafik kazalarında küçük ama tutarlı artışlar raporlanıyor. Sabah karanlığı da özellikle çocuklar ve yaya/servis trafiği için risk demek. Öte yandan akşam gündüzü biraz uzatmak suç korkusunu ve bazı kazaları azaltabiliyor. Yani tablo siyah-beyaz değil, ama bedeli çoğunlukla sabahları ödüyoruz.
– Verim ve adalet: Kim kazanıyor, kim kaybediyor? Akşam ışığını seven perakende ve eğlence sektörü kazanırken, sabah erken kalkan öğrenciler, vardiyalı ve uzun yolculuk yapan işçiler kaybedebiliyor. Bir saatlik “tasarruf” için kimin uykusundan kesiyoruz?
Türkiye’ye gelirsek: Ülke 26–45 derece doğu boylamları arasında. Güneş tam tepedeyken saat 12’ye en yakın düşen “doğal saat” UTC+2 civarı. Kalıcı UTC+3, doğuyu çok rahatsız etmez ama batıda kışın şafak epey gecikir. İstanbul ve çevresinde Aralık sabahı 08:30’a kadar karanlık manzarası, çocukların el feneriyle okula gidişi bundan. Akşam üzeri biraz daha aydınlık mı? Evet. Peki bunu sabah karanlığının bedeliyle almak şart mı?
Benim pozisyonum net: İnsan bedenini güneşe yaklaştıran saat, ekonomiyi saate uydurmaya çalışan saatten daha merhametli. Yani:
1) En sağlıklısı: Kalıcı “standart saat” (bizim için UTC+2). Güneşle kabaca uyum, sabah karanlığı azalır, kışın ilk derste zombi yüzleri seyrelir.
2) “Akşam ışığına çok önem veriyoruz” deniyorsa: Mevsimlik yaz saati geri gelebilir; ama geçişlerin sağlık maliyetini azaltmak için iletişimi ve uyku hijyenini ciddiye alarak. Yine de kışın standartta kalmak şart.
3) “Saatle oynamayalım” ısrarı varsa: O zaman takvimi oynatalım. Kış aylarında okul ve mesai başlangıçlarını bölgesel olarak 30–60 dakika geçe alın. Zaten şirketlerin çoğu fiilen böyle yapıyor; bunu politikaya dönüştürmek, çocuklar ve kamu çalışanları için eşitlik sağlar.
Bunlara eşlik edecek pratikler:
– Okullar için kışın esnek giriş-çıkış; sabahçı/öğlenci düzenine mikro ayar.
– Yaya güvenliği: İyi aydınlatma, okul servis standartları, yaya geçitlerinde görünürlük, yansıtıcı aksesuarı teşvik.
– İşyerlerinde esnek/uzaktan çalışma pencereleri; bölgeye göre kaydırılmış vardiyalar.
– Politika değerlendirmesi: Enerji, kaza, eğitim çıktıları ve kamu sağlığı verisi düzenli yayımlansın; kararlar ideolojiyle değil veriye ve biyolojiye dayansın.
Şimdi biraz can sıkıcı ama dürüst sorular:
– Elektrikte binde birkaç tasarruf için çocukların uykusundan yüzde kaç kesmeyi makul buluyoruz?
– Akşam AVM’yi bir saat fazla açık tutmak uğruna sabah servis duraklarını riskli kılan biz miyiz?
– Güneşi değil de takvimimizi bükebileceğimizi kabul etsek, gerçekten ne kaybederiz?
“Saati ileri almak” akıllıca hissettiren bir kol düğmesi. Ama asıl marifet, o düğmeye basmadan da ritmi tutturabilmek. Çünkü güneş kart basmıyor; biz basıyoruz. O hâlde saatle değil, hayatımızla uzlaşalım: Sabahları karanlığa değil, akla yakın bir düzene uyanalım.