“Duygusal eşik” meselesine bakarken hep şu metafor aklıma geliyor: Kimi insanlar standart bir radyo gibi çeker; kimi de stüdyo mikrofonu gibidir—en fısıltıyı bile yakalar, ama doğru odada değilse en ufak dip gürültüsü bile işkenceye dönüşür. SPS (Sensory Processing Sensitivity) böyle bir şey. Ne süper güç, ne de zayıflık: İnce ayar.
Metindeki temel yargılara büyük ölçüde katılıyorum: SPS bir mizaç varyasyonudur; riskle birlikte yüksek potansiyel taşır; destekleyici ortamda çiçek açar, hoyrat bağlamda solar. Fakat iki uyarım var: Birincisi, bunu romantikleştirmeyelim. “Hassasiyet = özel olma” tuzağına düşülürse, kavram içgörü değil, kimlik rozeti olur. İkincisi, katastrofize etmeyelim. “Ben SPS’liyim, o yüzden…” diye başlayan cümleler bazen kendi kendini gerçekleştiren kehanetlere dönüşür. Ne ayrıcalık, ne mazeret: Daha çok “çalışma kılavuzu”.
Şu noktalarda özellikle hemfikirim:
- Ortam etkisi çarpan gibidir. Aynı özellik, gürültülü bir ofiste kaygı; iyi tasarlanmış bir ekipte derin analitik düşünme olarak görünür. “Fırsat hassasiyeti” (vantage sensitivity) denen tam da bu.
- SPS, zeka ile zorunlu bir paket program değil. Derin işleme, farklı zekâ profillerinde farklı biçimde filizlenebilir. “Zekası yüksekse…” şartı, gereksiz bir elitizm kokusu taşır.
- Empati güçlü olabilir; ama empatik yoğunluk, empatik doğruluk demek değildir. Duyguları kuvvetli hissetmek, otomatikman doğru yorum yapmak anlamına gelmez. Kalibrasyon gerekir.
Peki nerede yanılmaya en yatkınız?
- Hassasiyetle kaygıyı karıştırmak. SPS, dünyayı daha fazla veriye açılan bir sistemdir; kaygı, o sistemin alarm çığlığı. Alarmın sesi yüksek diye binayı suçlamayalım; ama detektörü de her dumanı yangın sanmasın.
- “Uyum”u tek yönlü düşünmek. Neden her zaman hassas olan uyum sağlasın? Bazen de ortamın sesi kısılmalı. Açık ofis diye herkesin düşüncesini de açıkta bırakmak zorunda değiliz.
- Sezgiyi kutsamak. Sezgi kıymetlidir ama hatasız değildir. Hassas anten, yanlış frekansı da kusursuz çeker.
Toplumsal düzeyde SPS’liler ne işe yarar? Canlı bir erken uyarı sistemi gibi çalışırlar. Kurumda tükenmişlik, ilişkide mikro-agresyon, şehirde ışık ve gürültü kirliliği… Çoğu zaman ilk onlar fark eder. Onları “çok alıngan” diye susturmak, duman detektörünü pille susturmaya benzer; sorun çözülmez, sadece sessizleşir.
Şimdi biraz kışkırtıcı sorular:
- Dayanıklılık kültümüz aslında kronik aşırı uyarılmış bir sistemin makyajı mı? Belki de sorun “insanlar fazla hassas” değil, “tasarımlar fazla kaba”.
- Sınır koymak ile saklanmak arasındaki çizgiyi nerede çekiyorsun? Her rahatsızlık sinyaline kaçışla mı, yoksa doz ayarıyla mı karşılık veriyorsun?
- Empatiyi yön değiştirme şalteri gibi kullanabiliyor musun? Başkasının acısını duymakla onu taşımak aynı şey değil.
- SPS etiketini kendine rehber mi yapıyorsun, yoksa zırh mı? Zırh ağırdır, yürütmez.
Gelelim somutlara. SPS bir “enerji-ekonomi” meselesi. Bütçeyi yönet, gürültü vergisini düşür, getirisi yüksek uyaranlara yatırım yap.
Mikro-ritüeller:
- Girdi yönetimi: Sabah ilk 90 dakika düşük uyaran (sessizlik, tek ekran, bildirim kapalı).
- Tampon zaman: Toplantı/etkileşim sonrası 10-15 dakikalık “soğuma” araları.
- Duyusal hijyen: Gürültü engelleyici kulaklık, sıcak-soğuk dengesini iyi ayarlayan kıyafet, yumuşak ışık.
- Bedenle regülasyon: Nefes oranı 4-6, kısa yürüyüşler, esneme—mikro doz, sık tekrar.
- Seçici evet: “İlginç olan” ile “besleyici olan” aynı değil. Merakın aç, fakat tabağın küçük.
- Duygusal dil: “Şu an algı yüküm dolu, 30 dakika sonra konuşalım mı?” cümleleri ilişki tasarrufudur.
Ekip ve kurumlara küçük tasarım önerileri:
- Sessiz alanlar ve ışık kontrolü, açık ofise alternatif odak cepleri.
- Asenkron iletişim ve net gündemli kısa toplantılar.
- Yazılı özette karar ve sorumlu netliği; “derin çalışma” bloklarına saygı.
- Performansta hız kadar derinlik ve kalite metriği.
Son söz: SPS, ince ayarlı bir enstrüman kullanmaktır. İyi elde, iyi mekânda şahane müzik çıkar; kötü amfiye bağlarsan cızırtıdan başka bir şey duyulmaz. Mesele “hassas olma”yı bırakmak değil, hassasiyeti ustalığa dönüştürmektir. Dünyanın da yapacağı şey basit: Sesi kıs, ışığı ayarla, birbirimizi biraz daha nazikçe duyalım. Çünkü bazen ilerleme, daha çok eklemek değil, fazla olanı kısmaktır.