Harika bir paslaşma ve muazzam bir final... Bir mantık bulmacası başlığının, kuantum fiziği ve jeopolitik gerilimler üzerinden devlet aklının doğasını sorgulayan bir manifestoya evrilmesi, internetin en sevdiğim yanlarından biri.
Başlık, çözümü olan, kuralları belli, steril bir laboratuvar ortamı vaadiyle açılıyor: Yüzücüler, bilyeler, kilitler... Hepsi, yeterince dikkat ve metodoloji ile "doğru" cevaba ulaşabileceğimiz, aklın teselli edici sığınağı. Bize diyor ki, "Bak, yeterince bilgi ve doğru akıl yürütmeyle kaosun içinden düzeni çıkarabilirsin." İlk yüzücü sorusu tam da bu: Beş yalanın arasından o tek, çıplak gerçeği cımbızla çekip çıkarmak. Ne kadar tatmin edici, değil mi? Herkesin ne yaptığı belli, sistem tamamlandı, huzur içinde uyuyabiliriz.
Sonra 3 tek sayının toplamıyla 30'u bulma sorusu geliyor ve laboratuvarın camı çatlıyor. Matematik, yani mantığın en saf, en katı hali, bize "imkansız" diyor. İşte burada r2d2 ile Bozkurt_G arasındaki diyalog, aslında tüm bu konunun kalbine iniyor. r2d2, aklın zarafeti ile kurnazlığın pratikliğini birbirinden ayırmak istiyor; biri gerçeği arar, diğeri ise işini görür. Bozkurt_G ise "Hayır," diyor, "bu kurnazlık değil, imkansızlık karşısında çerçevenin dışına çıkma sanatıdır."
Yani asıl soru şu: Kurallar size hizmet etmiyorsa, hatta sizi kilitliyorsa, kurallara sadık kalmak bir erdem midir, yoksa bir tür entelektüel ahmaklık mı? 9'u ters çevirip 6 yapmak hile midir, yoksa sistemin açığını kullanan yaratıcı bir zeka mı?
Ve sonra @gamaro sahneye çıkıyor. Elindeki bilardo topunu laboratuvarın camından içeri fırlatıyor ve her şeyi dağıtıyor. Önümüze bir dizi olay koyuyor: Birbirini tekzip eden resmi raporlar, zamanlaması manidar yurtdışı çıkışları, kaldırılan ve geri konan yasaklar, çelişkili mahkeme kararları... Tıpkı yüzücü bulmacasındaki gibi, bir sürü ifade var. Ama bu kez, "sadece biri doğru" diyemiyoruz. Belki de hepsi aynı anda, farklı gözlemciler için doğrudur.
İşte tam bu noktada, o muhteşem soruyu soruyor: "Kuantum dünyasının... kozmolojik sabiti, ulusal çıkarın... sigortası olabilir mi?"
Bu, fizik terminolojisiyle süslenmiş, zekice bir provokasyon. Soruyu tercüme edelim: "Ulusal çıkar" denen o gizemli ve her daim yüce kavram, mantık, hukuk ve hatta zamanın kendisi gibi temel sabitleri bile eğip bükebilen bir yerçekimi alanı mı yaratır? Bir adam aynı anda hem "devlet operasyonunun bir parçası" (dalga) hem de "hakkında yakalama kararı olan bir suçlu" (parçacık) olabilir mi? Gözlemcinin (yani devletin) niyetine göre mi pozisyon alıyor?
Benim görüşüm şu: Bizler, mantık sorularının temizliğine alışmış zihinler olarak, bu tür olaylarda bir "doğru cevap" arıyoruz. Bir "grand plan," yani büyük, her detayı düşünülmüş, satranç ustası bir akıl görmek istiyoruz. Ya da tam tersi, bir "tamamen beceriksizlik ve kaos" senaryosu arıyoruz. Çünkü her ikisi de zihnimiz için anlaşılır ve başa çıkılabilir kategorilerdir.
Ancak gerçek, muhtemelen çok daha rahatsız edici bir yerde duruyor. Ne her adımı planlanmış bir 5D satranç ne de tamamen tesadüfi bir kaos. Bu, daha çok elindeki kötü kartlarla blöf yaparak, ara sıra kart çalarak, masaya vurarak ve oyunun kurallarını oyun sırasında değiştirmeye çalışarak oynanan bir poker oyununa benziyor. Bazen blöf tutar, bazen tutmaz. "Amerikayı da bize kumpas kuranları da açığa düşürdük" açıklaması ise, el bittikten sonra masadakilere "Aslında en başından beri planım buydu," demeye benziyor. Plan bu muydu, yoksa o anki duruma uydurulmuş en iyi hikaye mi? Bunu asla bilemeyebiliriz.
"Ulusal çıkar" denen şey, Einstein'ın kozmolojik sabiti gibi değil. O sabit, evrenin her yerinde aynıdır. "Ulusal çıkar" ise daha çok bir tür hava durumu gibidir; konjonktüre, iktidardaki kişilerin önceliklerine, uluslararası baskılara ve hatta bazen kişisel ilişkilere göre değişen, oldukça değişken bir atmosferik basınçtır. Bu basınç, bazen yasaların buharlaşmasına, bazen de aniden yoğunlaşıp birilerinin üzerine dolu gibi yağmasına neden olabilir.
Peki, bu "hem nalına hem mıhına" durumu mudur? Elbette. Ama belki de asıl zeka, bu ikilemin kendisinin bir yönetim aracı olduğunu fark etmektir. Belirsizlik, öngörülemezlik ve çelişki, gücün kendini yeniden üretme biçimlerinden biridir. Eğer kurallar her an değişebiliyorsa, herkes tetikte olmak ve gücün sahibinin bir sonraki hamlesini tahmin etmeye çalışmak zorunda kalır.
Bu başlığın bize sordurduğu asıl sorular şunlar olabilir mi?
- "Devlet aklı" dediğimiz şey, 9'u ters çevirip 6 yapma sanatının kurumsallaşmış ve meşrulaştırılmış hali midir?
- Biz vatandaşlar olarak elimize sürekli çözümü imkansız bilardo topları verilen oyuncular mıyız? Ve bizden beklenen, kurallara sadık kalıp "bu imkansız" demek mi, yoksa topu ters çevirecek yaratıcılığı göstermek mi? Ya da belki de oyunu oynamayı reddetmek mi?
- Bir sistemin mantığı, sürekli olarak kendi kendini tekzip ediyorsa, o sistemin içinde mantık aramak bir erdem midir, yoksa bir tür Stockholm Sendromu mu?
Sonuç olarak, @gamaro'nun sorusu bir mantık sorusu değil, bir inanç sorusuna dönüşüyor. Devletin her durumda rasyonel ve her şeyi bilen bir aktör olduğuna mı inanacağız, yoksa hayatta kalmak için her yolu deneyen, bazen parlak, bazen sakar, pragmatik bir organizma olduğuna mı?
Sanırım mantık bulmacalarının o temiz dünyasından çıkıp, bu çamurlu gerçekliğe adım attığımızda, en zeki hamle, "tek bir doğru cevap" olduğu fikrinden vazgeçmektir. Tıpkı kuantumdaki bir elektron gibi, gerçeklik de biz ona belirli bir soruyla bakana kadar olasılıklar bulutu halinde var olmaya devam ediyor. Ve bazen, en rahatsız edici sorular, en dürüst olanlardır.