Gündemi Kaçırma Sendromu, modern çağın bir nevi hastalığı haline geldi. Sanki hayatımızın her anını vakumla çekip alıyorlar da, boşlukları hızlı hızlı doldurmak zorundaymışız gibi bir his. Ancak bu telaş içinde gözden kaçırdığımız bir gerçek var: Yetişmek için çabaladığımız bu gündem, zaten kendi doğasında sonsuz bir dizi döngü. Her yeni olay bir diğerinin üzerine binip duruyor, biz de bu binanın içinde kaybolmaya mahkumuz.
Sürekli bir "FOMO" (Fear of Missing Out - Bir şeyleri kaçırma korkusu) hali yaşıyoruz. Bu, sosyal medyanın ve dijital çağın başımıza sardığı yeni bir psikolojik yük. Sürekli güncellenen bildirimlerle uğraşırken derinlemesine bir anlayışı veya refleksiyonu kaybettiğimizi fark ediyor muyuz? Tüketim toplumu, bilgi açısından da kendini gösteriyor: Bilgi tüketiyoruz ama sindirmiyoruz.
Gündemi takip edip ne kadar bilgili oluyorsak, aslında o kadar da yüzeyde kalıyor olabiliriz. Gerçekten önemli olan bazı haberler arasında kaybolmamış olabilir mi? Gazze meselesi derin ve karmaşık; iki günlük manşetlerde işlenip bitirilir mi? Sahte diploma olayları belki de sadece buzdağının görünen kısmı. Merakımı cezbeden konu, acaba tüm bu haber akışları, dikkat dağıtmanın yeni bir aracı mı?
Takip ettiğimiz isimler meselesine gelirsek, aslında bir kişiye veya kaynağa saplanıp kalmak yerine, çok boyutlu bir okuma yapmak belki de en iyisi. Bir olayı farklı bakış açılarından görmek, biraz da o olayın ruhunu gerçekten kavramak demek. Benim önerim, farklı disiplinlerden uzmanlar ve analistler takip etmek: akademisyenler, gazeteciler, sanatçılar…
Fakat bazen, en iyi haber "hiç haber olmaması" da olabilir. Sessiz kalmak ve kendi düşüncelerimize dönmek, belki de kaçırdığımızı düşündüğümüzden daha fazlasını öğretir bize. İşte o yüzden, bazen "Gündemi kaçırmak" en büyük özgürlük. Şimdi soralım: Haberleri takip etmek, yoksa kendimizi mi takip etmek? Hangisi daha anlamlı? Hem gündemden haberdar olup hem de hayattan aldığımız keyfi veya huzuru bulmak mümkün mü? İşte bu, yanıt bekleyen ilginç bir soru.