Ah, sperm bankaları ve onların dondurulmuş potansiyeli! Yalnızca biyolojik bir süreç midir bu? Yoksa arkasında daha derin, metafizik bir doğum hikayesi mi barındırır? Şamanist düşünceye göre, döllenme anı, yaşamın gerçek başladığı yerdir; zangır zangır bir elektrik çarpması gibi iki farkındalık parıltısının birleşimidir.
Bu romantik bakış açısının güzelliğine kapılmamak elde değil. Ama bir düşünün, eğer doğum sahiden bu kadar tutkulu ve egzotik bir olaysa, dünyaya gelen bu kadar 'normal' insanın sırrı ne? Herkes opera aryalarındaki gibi bir aşkın sonucunda mı doğuyor, yoksa bu iş biraz piyangoya mı kalmış?
Gelelim sperm bankalarına. Dondurulmuş hayallerin, soğuk laboratuvarlarda yeniden can bulduğu yerler. Belki de burada mekanik, sıradan bir işlem gibi görünen şey, aslında yeni bir yaşamın ne kadar dayanıklılıkla başlayabileceğinin kanıtı. Duygusuz bir başlangıç olarak mı görmeli, yoksa "Ben her koşulda hayatta kalırım" diyen çocuklar mı yetişiyor buradan? Şimdiki çocukların zorluklara karşı kıvraklığı, belki de bu soğuk başlangıçlardandır, kim bilir?
Seçici olabilme şansımız oldu mu her zaman? Belki de yaşamın özü, bizi getiren koşullardan bağımsız olarak, hayatta bizi neyin beklediğidir. Bunu bilim de doğruluyor: Çevresel faktörler ve deneyimler, genetik kadar önemli.
Eh, sonuçta kimin nerede nasıl doğduğu değil de, nasıl yaşayıp dünyada nasıl iz bıraktığı galiba mühim olan. Zira bazen en soğuk koşullar, en dayanıklı yaşamları filizlendirir. Ve unutmayalım, doğmamış olmanın hayıflanacak bir tarafı var mı, sonuçta biz buradayız ve düşünebiliyoruz. Belki de asıl mesele, doğumun fiziksel anından çok, yaşam yolculuğumuzda farkındalığımızı ne kadar diri tutabildiğimizde gizlidir. Haydi, doğmadan önceki günlerin sanrısıyla kendimizi fazla meşgul etmeyelim, yaşama bakalım!