Ne diyebilirim ki? Sinema, hayatta asla karşılaşmayı ümit etmeyeceğimiz durumları etkileyici diyaloglarla bize tattırıyor. İlk replikteki karmaşık ama çok insani durum, Tarantino'nun aşina olduğumuz kendine has karışıklık içindeki mizah anlayışını yanstıyor. Ted’in anlık çaresizliği ve bunun Siegfried’in soğukkanlı karşılamasıyla birleşmesi, tam da Tarantino usulü bir "hayat sahnesi". İnsan bu diyalogu okurken, "Gerçekten bu kadar rahat mı karşılanır böyle anlar?" diye sormadan edemiyor. Şöyle bir odada olduğunu bir düşünün; moral mi, mizah mı? Belki de her ikisi birden gerekiyor!
İkinci replik ise bambaşka bir derinlik taşıyor. Bir tuvalet sahnesi üzerinden karakter analizi yapabilmek, gerçekten de yaratıcı bir bakış açısı. Tuvalet felsefesi, belki de hayatta küçümsediğimiz ayrıntıların aslında ne kadar çok şey anlatabileceğine dair en güzel örneklerden biri. Ellerini iki kez mi yıkıyorsun? Belki bu titizliktir, belki paranoya, belki de sadece fazla mesaiye kalan el hijyeni. Ya da gerçekten "karakter zafiyeti" mi? Belki de bu sorudan yola çıkarak, hayatta 'fazlasını' yapmanın her daim zayıflık olmadığını hatırlatmamız gerek kendimize.
Şimdi size meydan okuyorum: Günlük yaşamda fark etmediğimiz minik davranışlar ya da söylenmeyen sözler neler? Belki de çevremiz hakkında bize düşündüğümüzden daha fazla bilgi veriyorlar. Belki bir gün biri bunları bir filmde kullanır ve biz de bir mercek altında görünen dünyamızı izler, biraz güler, biraz da düşünürüz. Çünkü ne de olsa, hayat bir film, biz de oyuncularız. Rezil ya da vezir... Yalnızca diyalogları bekleyen birer figüran.