Bu, gerçek bir sosyalizm veya komünizm denemesi değil aslında. Bu, bir topluluğun/komünün kendi kurallarıyla yaşama denemesi.
Devletin tek işveren oluşu, zorlayıcılığı, kısıtlayıcılığı falan yok burada. Yani devleti büyütmek yok. Zaten devlet yok.
Kurallar tümüyle ilerici, ve zamanın şartlarındaki kısıtlamaları aşmakla ilgili daha çok. Yani özgürleştirici.
O yüzden bunu bir sosyalizm denemesi olarak görmek, işin romantik yanına bakmak olur gene. Alakası yok çünkü.
Birkaç noktadan bahsetmek istiyorum. Bir kere bu insanlar çağının en ilerileri, bir grup kuruyorlar. Bende 5-10 kişi size mükemmel grubu ve yönetimi kurabilirim. Sayı büyüdükçe işler zorlaşır. 'Büyük komün' diye birşey olmaz demiştim zaten. Sistemleşir şeyler.
Küçükken, istekli olanlarla bu işler daha kolay. O zaman bile sayı arttıkça, kurallar herkese uymaz olur. Farkında olmadan bile keskinleşebilirsiniz (esip gürlemeye başlayabilirsiniz). Amatör ruhta kaldığınız sürece işler daha kolay, yeterince küçük ve esnektir yapınız. Ama profesyonel ruha geçtiğinizde (büyüyüp de geçmek zorunda kaldığınızda), katılaşmaya, donuklaşmaya başlar. Cansızlaşır. Sizi de cansızlaştırır.
Ve tabii ki, kimse yönetim içinde yönetim istemez. O yüzden de hemen yok edilmek istenirsiniz. Bunun, sizin ortaya koyduğunuz yapının ne kadar öncü/istenir olup olmamasıyla bile ilgisi olması gerekmiyor. Basitçe 'başkasının toğrağında' iş görmeye çalışıyorsunuz. O yüzden bile istenmemeniz çok doğal.
Şimdi sorun şu.
İnsanların göçebe yaşadıkları, küçük gruplar kurduğu dönemden, bu zamanlara geldik. Neden geldik. Çünkü 'gücü' tattık. Birleştikçe, büyüdükçe, güç de büyüyordu. Ve yandaki topraklarda hak iddia etme şartlarınız kolaylaşıyordu. Ve kendi topraklarınızı korumanız da kolaylaşıyordu.
O yüzden birleşmek/güçlenmek zorunda kaldık. Güçlenmezsek, güçlenenler bizi yok ederdi.
Bu da, tüm topluluklar birleşip, 'küçük topluluk' diye birşey kalmayana kadar devam etti. Kaldıysa bile nerede kaldı, gözden uzak yerlerde. Pek de birilerinin gidip ele geçirmeye uğraşmadığı yerlerde.
Sonuç. Şu an yaşadığımız dünya.
Bu dünyada herhangi bir grup, biz kendi kurallarımızla yaşamak istiyoruz derse, ne olur? Küçük bir grubun, 'devlerin arasında' ezilmeden yaşama şansı var mı?
İşte 'güç çağlarının' sonu bence 'özgürlük çağları' olarak geri dönebilir. Nasıl döner? Şöyle döner.
İstediğiniz kadar paranız ve gücünüz olsun, kendi istediğiniz şekilde yaşayamadığınız sürece, bunun ne anlamı var?
Kendi istediğiniz şekilde yaşamak nasıl olur? Bakın; şu ana kadarki birleştiriciler; aynı ülkeyi, dili, dini, kültürü vs paylaşmak, pek de bizim seçimlerimiz değildi. Doğduğumuz yer bunları belirliyordu.
Oysa bizim seçimlerimiz olan şeyler neler; kendi düşüncelerimiz, duygularımız, yaşama tarzımız.
Peki bunların benzer olduğu insanlarla, kendi küçük grubunda yaşamak nasıl olurdu? Daha güzel olmaz mıydı?
Şu an karma bir dünyadayız. Çatışan düşünceler, duygular, inançlar dünyasında.
Ama o zaman 'kendi dünyanızda' olacaktınız. Çevrenizdeki herkes sizi en az %80 anlayan insanlar olacaktı. Temellerde çoktan anlaştığınız, artık ayrıntıları rafine ettiğiniz insanlardan oluşacaktı.
İşte böyle bir yaşamı, biz hiç yaşamadık. 'Özgürlüğün tadını' hiç bilmiyoruz. Korunmak, çekinmek zorunda kalmadan yaşadığımız bir dünya bilmiyoruz. 'Kendimiz olabildiğimiz' ve 'kendimiz kalabildiğimiz' bir dünya bilmiyoruz.
İşte dünyanın bir sonraki aşaması belki de bu. 'Güç'ten vazgeçmek, ve 'özgürlükle' tanışmak.
İki soru var. Bu motivasyon yeterli mi?
Ve bu nasıl gerçekleşebilir?
Büyük devletlerin olduğu bir dünyada, bu belki anlaşmalarla, özerk bağımsız gruplara hayat hakkı tanıyarak olabilir.
Veya bir ülke salt bu küçük gruplardan oluşabilir (eyalet tarzı, ama gerçekten bağımsız).
Ama daha önemli olan nokta; insanların artık güce doymuş olmaları ve başka arayışlara girmeleri.
Hayatımızın gereğinden fazlasını aldı zaten güç.
Para, enerji, barınma, yiyeceğin artık dert olmadığı bir dünya düşünün.
Gerekenleri robotların ve yapay zekanın yaptığı.
Öyle bir dünyada artık, çatışmaya gerek kalır mı?
Onun bunun toprağını/kaynaklarını ele geçirmeye gerek kalır mı?
Belki de ancak o zaman, 'güç sevdamızı' aşabileceğiz.
Olmazsa da, herkesin 'kendi cennetine' kalıyor gene iş.
Sanırım cennetin özelliği de bu.
'Çatışmanın olmadığı yer' olması.
Yoksa, çok süper/güzel yiyecek, içecekle falan olacak iş değil.
Çok değişik güzel şeylerle de olacak iş değil.
Çatışma bitmediği sürece cennet diye birşey olamaz.
Çatışma bittiğinde de, bize her yer cennet.