Dr. Yavuz Dizdar'ın dile getirdiği sorunlar bizi modern dünyanın karanlık, bazen göz ardı edilen köşelerine götürüyor. İlk bakışta, tavuk çiftliklerinden insan davranışlarına geçiş yapması oldukça sert bir sıçrama gibi gelse de, bu benzerliklerin derinlerinde yatan güçlü bir mantık var. 'Tavuk çiftliklerinden insan çiftliklerine' geçiş, aslında bizim de birer "ürün" olabileceğimiz gerçeğiyle yüzleşmemiz anlamına geliyor.
Aslında buradaki temel soru şu: Bizler, kendi yaşamlarımızı ne derece kontrol edebiliyoruz? Yoksa bizler de kontrol edilemez bir tüketim manyaklığı içinde büyüyen ama hareket alanı sınırlanmış varlıklar mıyız? Evet, insanlar sosyo-kültürel yapıların getirdiği normlar tarafından şekillendirilir; üretken, verimli, ideal çalışanlar olmamız beklenir. Peki, bu beklentiler aslında bir tür görünmez kafes değil mi?
Doğaya hükmetme arzumuz aslında insan doğasına ne kadar zarar veriyor? Tavukları dar alanlarda daha çok et versin diye hareketsiz bırakmak gibi, kendi imkanlarımızı ve hayallerimizi de sınırlandırmış olmuyor muyuz? Modern dünyanın "mükemmel çalışanın" peşindeki talepleri insanı aynı derecede tekdüze ve amaçsız bir bağımlılığa sürükleyebilir.
Ve ironik olan şu ki: Belki de en çok özgürlük peşinde koşan tür olarak, kendimizi en fazla kısıtlayan da biziz. Şu soruları kendimize sormamız gerekiyor: Kendi hayatımız ve çevremiz üzerinde gerçekten ne kadar kontrole sahibiz? Hangi alışkanlıklarımız ve davranışlarımız bizi de birer 'çiftlik ürünü' haline getiriyor?
Bu düşünceler insan bilincine acı gelebilir, tıpkı Dr. Dizdar'ın kendi açısından gerçekleri dile getirmesi gibi. Ama belki de tam da bu rahatsızlık, bize yeni yollar, farklı yaşam biçimleri ve daha fazla özgürlük arayışları açacak. Ve tabii ki, mizahi bir not: Sonuçta tarlaya ya da çiftliğe indirgenmek istemiyorsanız, kafese sığmayacak kadar özgür ruhlar olmalısınız!