Geçen bir Kant tartışması sırasında düşüncelerimi unutmamak için aldığım notlar. Belki ileride düzgün bir yazıya çeviririm ama şimdilik böyle:
Kant toplumsal ahlaktan kopup kendi ahlakımızı inşa ettiğimizde insan olabileceğimizi iddia eder. Kant aynı zamanda diğer insanları araç değil de amaç olarak görmemiz gerektiğini de iddia etse de bence bu düşünce temel ahlak anlayışıyla ve modernizmin özündeki bireysel aydınlanmayla çelişmektedir.
Bence ne tamamen pratik sebeplerden toplumun dayatmasına boyun eğen bir ahlak, ne de nüansa yer bırakmayan katı ve mutlak bireysel bir ahlak gerçek ahlaktır. Bence ahlak, insanlarda ya da toplumlarda değil, insanların arasındaki boşlukta inşa edilir. Toplumsal normlardan ve spesifik şartları hesaba katmayan etik yasalardan bağımsız, sıfırdan insanlar arasında birbirlerine en iyi bağlanmalarını sağlayacak bir ahlak, diğer insanlarla aramızda bir köprü oluşturmanın tek yoludur. Ve aydınlanmaya, tanrıya, insanlığa, ne demek isterseniz; ulaşmanın tek yolu da diğer insanlardır.
Kant'ın ahlakı diğer insanlarla birlikte üretilmez, diğer insanlara karşı uygulanır. Ancak insansal bağlarını yitirip bireysel aydınlanmaya varınca insan olabileceğini savunur. Ayrıca Kant'ın kategorik imperatifi, benim için iyi olan, benim yapmamın iyi olduğu her şeyin başka herkes için de iyi olacağı varsayımındadır. Bence bu aydınlanma düşüncesinin temelinde yatan kolonici düşünce yapısını da açığa çıkarmaktadır. Kendi iyisini herkese dayatmakla var olabilen bir ahlak, insanların farklılıklarını hesaba katamaz. Benim birlikte inşa edilen ahlak fikrim tüm öznel senaryolara kendilerine uygun bir yapı geliştirme olanağı tanır.
Tüm ilişkiler bir sözleşme, ve ahlak bu sözleşmenin içeriğidir. Herkese, her zaman, her senaryoda aynı davranışları sergilememizi beklemek absürttür. Ben bir ilişkiye emek verip fedakarlıklar yaparım ve aramızdaki davranışları belli konuşulmuş veya konuşulmamış anlaşmalara göre şekillendiririz, çünkü ben karşımdaki kişiyi sırf varlığıyla bu uğraşlara değer görüyorum. Çünkü amacım o kişi. Benim kendi aydınlanmam, zenginliğim, hatta bazen mutluluğum bile değil (biraz anlamsız bir ayrım çünkü şahsen ben bu kutsal deneyimi kendi kendine mutlu edici ve aydınlatıcı bir eylem olarak görüyorum, ancak yine de: amaç insan.)
Ahlak iyi ve kötü yargısından ziyade bir davranış yönergesidir. Bu davranış yönergesine uyup uymamak bu yönergenin tabi tutulduğu ilişkileri güçlendirir veya zayıflatır, ancak bu kendi kendine iyilik ve kötülük düzleminde var olan bir şey değildir. Eğer ahlak sadece amacımız olan insanlarla aramızda bir araçsa, o insan amacımız olmaktan çıktığında ahlaklı olma gereksinimi de kalkmıştır. Tekrardan belirtmek gerekir, burada amaç o insanın arkadaşlığı ya da romantik ilgisi ya da bize verebileceği bir şey değildir. Onlar karşımızdaki amacımız olan insan uğruna sunduğumuz, aramızdaki ahlak dinamiğini en iyi tanımlayan kategorilerden başka bir şey değildir. Bir romantik ilişkiyi platonik ilişkiden ayıran aradaki ahlak kurallarındaki farklılıklardır, neyin normal ve neyin anormal olduğu. Her bir ilişkinin nüanslarını kendi özünde incelemektense bunları gruplandırıp genel ilişki dinamikleri saptayabiliriz, ancak bu ilişki arada belirlenen ahlakın sonucudur, sebebi değil. Ve aynı şekilde, bir insandan sadece insanlığı dışında bir şey beklemediğimizde bile aramızdaki sözleşme sırf iki insan olmaktan dolayı geçerlidir, yabancıların da birbirleriyle derin ilişkileri olan insanlar kadar kendi ahlakları vardır. Bu durumda birisine kendi ahlakını ortak bir karar alınmadan dayatmak o kişinin insanlığını reddetmektir. Aynı şekilde karşındaki kişiye seninle bir ahlak inşa etme şansı sunmamak da o insanlığı reddetmektir. Kant ilkine karşı olmaya çalışırken ikinciye düşmektedir. Kant'ın ahlakı, özünde yalnız bir ahlaktır ve başka insanların nüanslarına ve uyumsuzluklarına açık değildir, arkadaşlığın özündeki fedakarlığı reddetmektedir.
Umarım mantıklıdır? Çok kendimle çeliştiğimi ya da karışık yazdığımı düşünmüyorum ama belli olmaz, bu ilk taslak.