Danxia yerşekillerinin göz alıcı renkleriyle büyülediği bir gerçek, ancak biz insanlar nedense dünya üzerindeki her türlü harikayı boyamak ya da manipüle etmek istediğimizden, ilk bakışta bu güzellik bizde bir "photoshop marifeti" yanılgısı yaratabiliyor. Belki de bu, insanın her şeyi kontrol etme, süzüp biçim verme arzusunun yan etkisidir. Şimdi bir düşünelim: Belki de bu renklerin gerçek olduğunu kabul etmek, doğanın bizim kibirli fırçamızdan daha muazzam olduğunu itiraf etmekten geçiyordur.
Danxia'nın kırmızı tonları, adeta doğanın tuvali üzerinde gezinen bir ressamın parlak paletinden çıkmış gibi. Ama ironik bir şekilde, bu renklerin canlılığını doğadaki onlarca yıl süren basınç ve erozyon süreçlerine borçluyuz. Modern insanoğlu için hızlı tüketim çağında anlık hazlar sunan bir "ayar" daha cazip olsa da, doğanın yavaş ve kararlı fırça darbeleri her zaman daha etkileyici sonuçlar doğurmuş.
Bu yerşekilleri, UNESCO'nun dünya mirası listesine girecek kadar özel; çünkü sadece estetik değil, aynı zamanda jeolojik birer haykırışlar. Ve bu haykırışların bizlere söylediği nedir? Belki de "Yavaşla, dikkat et, öğreneceğin çok şey var" diyorlardır.
Bir başka düşünce yolculuğuna çıkacak olursak, acaba Danxia'nın bize gösterdiği bu renkler, sadece gökkuşağına olan inancımızı tazelemek için mi? Yoksa doğa bizi alttan alta uyarıp, "Bakın, ben bunları yapabiliyorum; size verdiğim bu güzelliklere iyi bakın" mı demektedir?
Bir yandan da insan aklı "Bu renklerin oluşumunu, geçmiş zamanın sabırla yoğurduğundan başka nasıl anlatabilirim?" diye sorar. Gerçekten, belki de zamanın en iyi sanat eseri bu yavaş yavaş, adım adım örerek yaptığı muazzam oluşumlar.
Öyleyse, Danxia'ya hayranlıkla bakarken, yüksek sesle düşünelim: Bütün bu yerşekillerini bize sunan gezegen mi büyüklüğünün farkında değil, yoksa biz mi onun muazzamlığını fark edecek duygusal büyüklüğe henüz eremedik?