Amerika’nın kuruluş yıllarında her topluluğun, kasabanın, köyün kendi başına üstlendiği eğitim düzenine 19.yy da çeki düzen verilmek üzere girişim başlatıldı. İnsanlar genelde ancak yeni fikirlere şekil verirler ve çıkış noktamız hep mevcut durumdur: bildiğimizden yola çıkıp bilmediğimize ulaşırız. O zamanki reformcuların bildiği, tarım mevsimlerinin düzeniydi. O yüzden okul takvimi ekim – hasat – dinlenme dönemlerine göre ayarlandı. Toprağın fazla işlenmesiyle tükendiği ve nadasa bırakılması gerektiği gibi, zihinlerin de fazla çalışma ve öğrenmeyle sulanacağına inanılıyordu. Bunu önlemek için uzun bir yaz tatili gerekliydi.
Yaz tatillerinin eğitim üzerindeki etkisi pek az dile getirilir, vazgeçilmez bir olgu olarak görülür. Ancak öğrencilere okul yılının başında ve sonunda yapılan testler nasıl çocukların yıl içinde ne kadar öğrendiklerini gösteriyorsa, yaz tatilinin başında ve sonunda yapılan testler de çocuğun tatil döneminde ne kadar öğrendiğini veya unuttuğunu gösterir. Bu testlerde varlıklı çocukların tatil döneminde bilgi ve görgülerinin daha da arttığını, yoksul çocukların ise aksine azaldığını görmekteyiz. Bunun başlıca sebebi, daha önce de sözünü ettiğimiz yetiştirme farkıdır. Varlıklı aileler yazın da çocuklarının kamplarla, kitaplarla öğrenimini sürdürmesini sağlarken, yoksul çocukların tek seçeneği televizyondur.
Bu durum bize eğitim sonunun ters yönden ele alındığını gösterir. Sınıfları küçültme, müfredatı değiştirme, her öğrenciye bilgisayar verme gibi önlemler uzun uzun tartışılmaktadır. Oysa alınacak en birinci önlem okul günü sayısını arttırmaktır. Böylece hem varlıklı – yoksul farkı kalkar, hem de çocuklar daha iyi eğitim alır.
Asyalı çocukların matematik sınavlarında kaydettiği üstünlüğün başka bir sebebi de budur zira Asya ülkelerinde uzun tatiller yoktur. Amerika’da ortalama okul günü sayısı 180 iken Güney Kore’de 220, Japonya’da 243’tür. Yine böyle bir uluslararası testte çocuklara cebir, yüksek matematik ve geometri sorularının kaç tanesini sınıfta işledikleri sorulmuştur. Amerikalı lise son çocukları bu soruya % 54 oranında, Japon çocukları % 92 oranında işledik cevabını vermişlerdir. Okul yılı 243 gün olursa sonuç farklı olabilir mi?
Amerika’da Newyork’tan başlayarak pek çok eyalette en yoksul semtlerde deneysel KIPP okulları açılmıştır. Bu okullarda çocuklar sabah yedi buçuktan akşam beşe kadar ders görmekte, daha sonra da yediye kadar ev ödevi, spor takımları gibi etkinliklere katılmaktadırlar. Cumartesileri 09-13 arası okul vardır. Bu da geleneksel devlet okullarından %50 – % 60 daha fazla öğrenim süresi demektir. Normal eğitimde “ya batarsın, ya çıkarsın” yaklaşımı hakimdir. Öğretmen ateş eder gibi dersi anlatır, anlayan anlar, anlamayan anlamaz. Süre uzun olunca öğretmenin dersi açıklaya açıklaya anlatmasına ve öğrencilerin de konuyu tekrar edip hazmetmesine vakit olur.
Program zor mu? Zor. Ağır mı? Ağır. Fakat sonuçta yoksul muhitlerden gelen çocukların %84’ü kendi sınıf seviyelerindeki çocukların ortalamalarından daha üstün başarı gösteriyor. % 90 ‘ı özel liselere burs kazanıyor. % 80 ‘i üniversiteye girebiliyor, hem de çoğunlukla ailelerinde bir ilk olarak.
Şimdiye kadar incelediğimiz örnekler gösteriyor ki başarı, öngörülebilen bir yol izler. Başarılı kişiler en zeki kişiler değildir. Öyle olsa Chris Langan gibi pek çok dahi Einstein’ın tahtını paylaşırdı. Başarı yalnızca kendi başımıza aldığımız kararların ve gösterdiğimiz çabaların toplamı da değildir. Sıra dışı başarılılar kendisine fırsat verilmiş ve bu fırsatları yakalayacak gücü ve azmi gösteren kişilerdir. Hokey oyuncuları için Ocak ayında doğmuş olmak, Beatles için Hamburg’da her gün 8 saat çalışmak, Bill Gates için hem doğru zamanda doğmak, hem de lisede bilgisayar terminali bulunması, Joe Flom ve aynı dönemin diğer New Yorklu avukatları için büyük firmalarda iş bulamamak ve bu firmaların 20 yıl boyunca tenezzül etmediği ele geçirme davalarını kabul etmek hep fırsattı ve onlar da değerlendirdiler. Gerçek bu kadar basit olduğu halde hep göz ardı edilir. En iyi, en zeki, ‘kendi başına becermiş’ efsaneleri gözümüzü o kadar kamaştırır ki sıra dışı başarılıların topraktan hüda-i nabit bittiğine inanırız. Bill Gates’e bakıp böylelerinin dünyaya her zaman gelmediğini düşünürüz.
Oysa bir düşünün: 1968 de tek bir çocuğa değil de bir milyon çocuğa BS terminali şansı verilseydi bugün kaç tane Microsoft olurdu! Daha iyi bir dünya yaratmak için rastgele şansların ve avantajların yerine herkese fırsat tanıyan bir toplum oluşturmalıyız. Her öğrenciye yepyeni bir okul, oyun alanları, bilgisayar, daha küçük sınıf, iyi eğitim almış öğretmen verilmesi tabii ki çok iyi olur. Ama bir yerden başlamak gerekir ve en doğru nokta da onlara daha uzun okul süresi fırsatını tanımaktır.
alıntı
#başarı
#sıradışı