Fatih Terim'in "Türkiye Futbol Direktörü" olarak atandığı ve bu unvan ile çalıştığı dönemi hatırlar mısınız?
O güne kadar, gerek Türkiye'de gerek dünya çapında herhangi bir ülkede var olmayan böylesi bir top-management unvanı, Fatih Terim ile birlikte hayatımıza ve spor tarihimize girmişti.
A milli takımlar, B milli takimlar, 19 yaş alti, 17 yaş altı, artık aklınıza ne gelirse.. alt yapı takımları, tesisler, geliştirme ve yetiştirme odaklı projeler, yarışmacı projeler, eğitim daireleri, yurtdışı ilişkiler, finans yönetimi, scoutings, vs vs vs..
Soz konusu unvanin sınırları o kadar genişti ki, çoğu zaman "ülkenin hali sahalarina ve mahalle aralarında top oynanan en ufak toprak parçalarına kadar kendisine (Fatih Terim'e) bağlı olduğu sık sık dillendirilirdi. (Yani evet, hali sahalarda kastı sakatlamaya yönelik hareketlerin dahi Adanalı abimizin önüne gitme ihtimali vardı anadinmi)
Neyse, ama sonuçta, böyle bir unvanin pratikte iş göremeyeceği, nerdeyse bebelerin oynadığı lastik toplarin üretim standartlarını dahi içine aldığı iddia edilebilecek bir tek adam patronajinin, imkansızlığın ötesinde "saçma" tabiatı ve mahiyetinin lafta kalacağı barizdi. Zaten de öyle oldu.
Ama daha da ilginci, bir unvanin içine alakalı alakasız doldurulan ve iyi bir şeymiş gibi servis edilen " Türkiye Futbol Direktörlüğünün , söz konusu Adanalı bitirimin kebapçı basıp adam tartaklamasi ile devam eden olaylar sonucunda görevden alınması ile bir anda ortadan kaybolmasıydi.. Evet, "Türkiye Futbol Direktörlüğü" kavramı ve unvanı adeta buharlasti, hatta sanki hiç var olmamıştı.
Yeniden A milli takım Sorumlusu konseptine geri dönüldü.
Diyeceğim şey;
Bazı unvan ve pozisyonlar kişiye özel var edilir.
Bu kompleks bir süreçtir.
Liderlik denilen vasfin nirvana boyutlarında kutsanmasi ve en belirleyici etken olarak kabulü, kitle kültürünün hoş, sarhoş etmeye müsait ama yoz tabiatından beslenen bir karizma anlayışı, hatta yer yer tapınma boyutuna ulaşan bir güven..
Bu da onlardan biriydi işte.
Ve bu yeteneklere* Mazhar olan ve kutsanan kişi ortadan kalkınca, konsept ve unvan da sessiz sedasız uçup gidiyordu hayatimizdan.
Sonuca geleyim;
Türk Tipi Başkanlık Sisteminin ömrü, bu konseptin tüm içeriği ve nerdeyse sınırsız yetkilerle bizzat şahsına münhasır uretilmiş olduğu kişiyle sınırlıdır.
Burada belirleyici olan şey seçim sonuclari ve malum Parti'nin sandıktan iktidar olarak çıkması değil, başında "O" kişi ile var olmasıdır.
Zaten sistemin mevcut hali ile bile sahip.ildugu zaafiyet alanlarını test etmedik bugüne kadar. Örneğin başkanlığın Reis'te, meclisin ise muhalefette olduğu bir seçim tablosu ile yüz yüze kalmadık hiç. ( Sistemi yer yer kabız edebilecek bir denge)
Ama böyle olmasa dahi, örneğin CHP adayını başkan secildigi, ve meclis çoğunluğun da CHP'de olduğu bir hayali siyasi ortam dusleyelim bi an için.. Kaç kişi kaç kişiye, başkan meclise, meclis başkana, meclis kendi içinde partiye kazan kaldırirdi tasavvur etmesi zor değil. (Aynı şey, tam olarak AKP için de geçerlidir. Erdogansiz bir AKP, ve başkanın Erdoğan olmadığı bir tabloda da herkes birbirine dalacaktir. Hatta şu an hafif hafif dalıyorlar bile)
Amiane tabirle, lider höt dediğinde oturan sıralar ve bu hötü kayıtsız şartsız emir telakki edip memnuniyetini sunan lider seviciler. ( Buna karizma deniyor işte bizim siyasi kültürde. Kodumu oturtan adam nam-i diğer)
Hani bakıyorum da..
Yok yaaa.
Yok böyle bı karizma.
🙂