Tarih Öncesi
14 milyar yıl önce samanyolu galaksisi (Güneş sisteminin bulunduğu galaksi) oluştu.
Bir süper nova patlamasının kalıntılarından 4.5 milyar yıl önce güneş sistemi oluştu.
3.8 milyar yıl önce basit hücreler oluştu.
2 milyar yıl önce karmaşık hücreler oluştu.
1 milyar yıl önce ilk çok hücreli yaşam gözüktü.
600 milyon yıl önce basit hayvanlar oluştu.
200 milyon yıl önce memeliler oluştu.
200 bin yıl önce modern insan oluştu.
Bulunan en eski insan fosili 130 bin yıl öncesine aittir ve Afrika’da bulunmuştur.
35 bin yıl öncesine ait Lebombo kemiği bulundu ve üzerinde takvim hesabına benzer matematiksel işaretler tespit edildi.
20 bin yıl öncesine ait Ishango kemiği bulundu. Bu kemiĝin üzerinde basit toplama işlemleri ile bazı asal sayılar bulunmaktadır.
Sayılar ve 3-4-5 üçgeni
Bazı yerli kabilelerde sadece tek, çift ve çok kavramı bilinirken, bazılarında parmakların kullanılmasıyla 10 luk veya 20 lik tabanda sayıların kullanıldığı görüldü. Buna benzer bir şekilde birçok kültür sayıları bağımsız olarak geliştirdi ve kullandı.
İnsanlar için çok önemli bir faaliyet olan tarım, Mısır’da Nil Nehri kenarında, Mezopotamya’da Dicle ve Fırat nehrinin aşağı kısımlarında ve birleştiği yerde (Şattül Arap) ve Hindistan’ın İndüs nehri kıyılarında başladı. Tarım faaliyetleriyle birlikte yiyecek miktarındaki artış, insanların çoğalmasını sağladı ve bu insanların aralarında organize olabilmeleriyle tekniğin ve bilimin başlangıcı sayılabilecek çeşitli faaliyetlerin ortaya çıkmasına olanak sağladı. Özellikle Mısır’da, 3-4-5 üçgeninin dik açı oluşturduğu keşfedilmişti ve bu üçgen, ip çekiciler tarafından arazi ölçümlerinde kullanılıyordu. Yöneticiler bu ölçüm sonucunda belirlenen ve ekilen arazinin miktarına göre halktan vergi topluyorlardı. Geometri (arazi ölçümü) ismi de o zamanlarda yapılan bu faaliyetlerden günümüze kadar gelmiştir.
Tarih, Sümerler ve Babilliler
İnsanların dünya üzerinde varlık gösterdikleri sürede yaptıkları en önemli buluş Sümerler tarafından yazının bulunmasıydı (M.Ö. 3500). Yazıyı bu kadar önemli yapan özellik, insanların kendi deneyimlerini ve öğrendiklerini gelecek kuşaklara düzenli bir şekilde aktarmalarına olanak tanımasıdır. Artık insanlar okuyarak geçmiş kuşakların deneyimini göreceli olarak çok kısa bir sürede öğrenebileceklerdi ve dolayısıyla medeniyet daima ilerleyecekti. Yazı ilk olarak tahılların ekim mevsiminin belirlenmesinde ve tahılların depolanmasında kullanılmıştı. Bu bilgileri kil tabletlerin üzerine yazıyorlardı ve daha sonra bu kil tabletleri güneşte veya ateşte kurutuyorlardı. Sonraları bu kil tabletler başka bilgileri de kaydetmek için kullanıldı. Bunlar bazı dik üçgenler (Pisagor´dan bin yıl önce), çarpım tabloları, alan ve hacim hesaplanmasıyla veya bölmeyle ilgili bazı matematiksel problemler ve onların çözümleriydi (M.Ö. 18.yy).
Mevsimlerin belirlenmesi için yapılan çalışmalar sonucunda yıl, ay ve gün kavramları ortaya çıktı. 1 haftada 7 gün olması, bize o günlerden kalan miraslardan biridir. 1 haftanın 7 gün olmasının sebebi, Sümerler zamanında dünyamız dışında güneş sistemine ait 7 elemanın bilinmesidir. Bu 7 elemanın her birine bir gün atfedilmiştir (güneş, ay, merkür, venüs, mars, jüpiter, satürn). Sümerler´den kalma diğer bilgiler ise dairenin 360 derecelik parçalara ayrılması, güneşin şafakta ucunun gözükmesinden tamamının gözükmesine kadar geçen sürenin 1 saat olarak tanımlanması, bunun sonucu olarak da günün 24 saate bölünmesi, 1 saatlik zamanın Sümerler’in 60 lık sayı tabanına göre 60 dakikaya ve dakikanında 60 saniyelik sürelere ayrılmasıdır. O zamanlarda astronomi ve astroloji birbirinden ayrılmamıştı ve gök cisimleri tanrılar olarak görülüyordu. Bu tanrıları izlemek, onların isteklerini halka bildirmek de rahip diyebileceğimiz kişiler tarafından yerine getiriliyordu. Bu rahipler çeşitli dinsel törenlerin yapılması, ekimle ilgili işlerin zamanlarının belirlenmesi gibi toplumsal düzenin sağlanmasında etkin bir rol oynuyordu.
Muhtemelen Sümerler´de bilim, çobanlıkla uğraşan diğer kabilelerin saldırıları sonucunda zamanla azaldı. Habil ile Kabil efsanesinin de bu dönemlerden kalma bir çoban kabilesi (yahudilerin ataları) tarafından ilk olarak anlatıldığına dair teoriler vardır. Tarım ile uğraşan Kabil’in Habil’i öldürmesinin sebebi olarak, öykünün bir çoban kabilesi tarafından anlatılması gösterilmektedir. (Steinbeck’in Cennetin Doğusu(Cennet Yolu) isimli kitabı bu hikaye üzerine kurulmuştur ve orada bu hikayeyle ilgili analizler yapılmaktadır.)
Sümerler´le etkileşen Mısırlılar da bilimsel çalışmalar yaptılar. Özellikle alan ve hacim hesaplamaları ve doğal olarak matematiksel işlemler Mısırlılar tarafından çalışılan konulardı. Piramitlerin yapımı da bu dönemlerde gerçekleşti (M.Ö. 2600-1800). Pi sayısı da dairenin alanını hesaplamak için bu zamanlarda ilk olarak hesaplandı. (Sümerler ve/veya Mısırlılar)
Babilliler´in görece medeni bir hayata geçmeleriyle bilim tekrar canlandı ve bilimin öncülüğü Babilliler tarafından yapıldı. Bu faaliyetler Sümerler´in devamı niteliğindeydi. Babil’de yönetici Nebukadnazzar’ın bu faaliyetlere önem vermesiyle birlikte bilime olan ilgi arttı. Babilliler´in elde ettiği bilimsel başarıların en önemli örneği birinci, ikinci ve bazı üçüncü dereceden denklemleri çözebilmeleriydi. Babilliler gezegenlerin hareketlerini tahmin etmenin yollarını araştırmaya başladılar ve bu araştırma Sümerlerin yaptığı gözlem faaliyetlerinden bir adım sonrasını oluşturdu. Çok uzun süreli tutulan kayıtlarda, güneş ve ayın hareketlerinin yaklaşık 19 yıllık bir süreyle kendini tekrarladığını fark ettiler ve artık bir sonraki güneş tutulmasını tahmin edebilecek düzeye geldiler.
Babil Kulesi de bu zamanlarda tanrıya ulaşabilmek veya tanrıya meydan okumak amacıyla yapılmıştı(M.Ö. 747-733). (Nebukadnazzar’dan esinlenilerek Matrix filminde isyan eden Morpheus’un gemisine bu isim verilmiştir.) İnsanların hepsinin aynı dili konuştuğu ve bu kulenin yapımından sonra, farklı dilleri konuşanların cezalandırıldığı efsanesi de bu döneme aittir.
Mısır’da da benzer faaliyetler vardı ama o zamana göre bilim başlangıcı diyebileceğimiz hesaplamalar ve kayıtların öncülüğünü önce Sümerler daha sonra Babilliler yapmıştı. Bu faaliyetler önceden olduğu gibi çobanlıkla uğraşan diğer kabilelerin saldırıları sonucu zamanla azalarak devam etti.
Antik Yunan
Yunanlılar´da şarap ve zeytinyağı ticareti sayesinde insanların zenginleşmesi, Yunanlılar´ı bilim için elverişli bir konuma getirdi. Yine ticaret sayesinde insanların etkileşimi, Yunanlılar´ın daha önce Babilliler´in, Sümerler´in ve Mısırlılar´ın yaptıkları hesaplardan haberdar olmasını sağladı. Tales ve Pisagor Mısır’a ve Babil’e seyahat ettiler. Bu seyahatlerden öğrendikleri faaliyetleri Antik Yunan’da devam ettirdiler. Bu da Antik Yunan´da bilimin ışığının yanmasını sağladı.
Materyalist düşünürlerin ilk örneği Tales’dir. Tales her şeyin sudan geldiğini ve suyun değişik biçimleri olduğunu söyledi(M.Ö. 624-546). Anaksimender her şeyin sınırsız (boundless) bir şeyden geldiğini iddia etti ama tam olarak neyi ifade etmek istediği bilinmiyor(M.Ö. 610-546). Anaksimenes her şeyin havanın yoğunlaşmasıyla meydana geldiğini söyledi(M.Ö. 585-525). Efesli Heraklitus değişimin önemli olduğunu ileri sürdü ve ateşin bunda temel rolü oynadığını iddia etti(M.Ö. 535-475). Akragaslı Empedokles 4 temel elementin (ateş, hava, su, toprak) sevgi ve kavga (strife) ile değişimleri sonucu diğer nesneleri meydana getirdiğini öne sürdü(M.Ö. 490-430). Son olarak Leusippus ve Demokritus 2 temel şeyin olduğunu bunların da küçük ve parçalanamaz atom ile atomların bulunduğu boşluk olduğunu söylediler(M.Ö. 5. yy). Bu düşünce o zamanın şartlarını düşündüğümüzde çok ileri bir öngörüyle söylenmiş bir düşüncedir. Bunlardan farklı olarak Pisagorcular atomların farklı geometrik şekillerde dizilişinin nesneleri meydana getirdiğini ileri sürdüler.
Pisagor materyalist düşünürlerden farklı olarak geometriyle de uğraştı(M.Ö. 6.yy). Pisagor pisagorcu okulu kurdu ve pisagor teoremini gösterdi. Bunun yanı sıra başka matematiksel hesaplarla uğraştı ve dünyanın yuvarlak olduğunu söyledi. Pisagor geometrinin farklı bir önemi olduğunu düşünüyordu ve her şeyi bununla birlikte yorumluyordu.
Plato Akademiyi kurdu ve astronominin geometrik modellerle çalışılabileceğini söyledi. Bunun yanı sıra Aristo ile birlikte felsefe tartışmaları yaptı (M.Ö. 385). Yunanlılar`ın bilimde parlak bir döneme girişi ise Aristo’nun yaşadığı zamanlarda büyük İskender(Aleksandr) döneminde oldu (M.Ö. 331). Büyük İskender, yönetimini ele geçirdiği topraklarda yaşamış olan Babilliler´e ve diğer medeniyetlere ait bilgilerin yunancaya ҁevirisini Olynthuslu Callisthenes’e yaptırdı ve o bu çevirileri amcası Aristo’ya gönderdi. Aristo bu bilgileri kullanarak çalışmalar yaptı. Aristo daha sonra doğa üzerine olan yapıtında bazı temel elementler olduğunu ileri sürdü (ateş, hava, toprak, su, boşluk) ve elementlerin hafif olanlarının evrenin merkezinden uzağa doğru, ağır olanlarının ise evrenin merkezine doğru hareket etmesinin maddelerin doğasında olduğunu söyledi. Öklit aksiyomları kullanarak geometride bilimsel yöntemde çığır açan bir anlayışla çalışma yaptı(M.Ö. 323-283). Önceki araştırmalardan farklı olarak 5 tane aksiyomdan geometri kurallarının çıkarımını yaptı. Bu yeni bir yöntemdi ve bazı temel kurallardan başka çıkarımlar yapmayı içeriyordu. Samoslu Aristarkus ilk güneş merkezli modeli öne sürdü fakat kabul görmedi ve unutuldu(M.Ö.310-230). Arşimet suyun kaldırma kuvvetinin de iҁinde bulunduğu kitaplarını yazdı ve eğri altındaki alanı seri toplam metoduyla buldu(M.Ö. 287-212). Bu seri toplam metodu integralin ilkel versiyonu olarak değerlendirilebilir. Hipparkus ilk yıldız katoloğunu oluşturdu ve Babilliler´in gözlemlerini kullanarak dünyanın eksenden olan eğikliğini hesapladı (M.Ö. 190). Bartelemous (Ptolemy) Almagesti yazdı. Bu kitapta gezegenlerin dünya merkezli bir modelde dairesel hareketler yaptıklarını belirtti ve bu modelle gezegenlerin hareketleri tahmin edilebildi (M.Ö. 2.yy). Açıklanamayan kısımlar epicycle (büyük dairelerin etrafındaki küçük daireler) kullanılarak açıklanıyordu.
Hipokrat ve takipçileri bazı hastalıkları tanımladı(M.Ö. 400). Galen maymunlar üzerinde birçok çalışma yaptı. Bu ameliyatlardan insan vücuduna dair çıkarımlarda bulundu ve göz ile vücudun diğer bölgelerine ait bazı ameliyatlar yaptı(M.Ö. 2.yy). Bunların yanı sıra 37 dişli Antikythera denen güneş ve ayın hareketini hesaplayan bir mekanizma yapıldı (yapan kişi bilinmiyor).
Roma
Roma İmparatorluğu´nda bilim alanında çok fazla çalışma yapılmadı. Bu çalışmaların en önemlilerinden biri Aya Sofya’nın mimarlarından olan Trallesli Anthemius’un (474-534) yazdığı geometri ve mühendislik alanında bir kitaptı. İlk hastane Büyük Konstantin zamanında kuruldu ama çok büyük bir etkiye sahip olmadı(4.yy). John Philoponus (490-570) Aristo’nun fizik üzerine düşüncelerini eleştiren bir kitap yazdı. Aeginalı Paul (625-690) bazı ameliyatlar yaptı ve tıp üzerine kitaplar yazdı.
Hintliler
Aryabhata (476 – 550) sinüsü, kosinüsü tanımladı, rakamların yerine harfleri kullanarak 10 luk sistemde hesaplamalar yaptı. (Daha sonra Araplar bu sistemi Hintliler´den öğrendi ve kullandı. Aynı şekilde Avrupalılar´da Araplar´dan öğrendi ve kullandı.) Bunların yanı sıra Aryabhata dünyanın hem güneş hem de kendi etrafinda döndüğünü söyleyerek hesaplamalar yaptı. Fakat daha sonra diğer Hintliler (Brahmagupta ve Bhaskara) tarafından bu görüşü kabul görmedi. Brahmagupta (598–668) birinci dereceden denklem için genel çözümü yazdı. Bhaskara (1114-1178) harflerin denklemlerdeki bilinmeyenlerin yerine kullanılmasını önerdi ve ikinci dereceden iki bilinmeyenli bazı denklemlerin çözümünü buldu.
Çinliler
Eski Çin´de bazı matematiksel ve astronomik çalışmalar vardı. Bunların en önemli örnekerinden biri Zu Chongzhi’nin (429-500) Kavalieri prensibini (Cavalieri’s principle) kullanarak silindirin hacmini hesaplamasıydı. Bir diğeri ise baskı metodunun geliştirilmesiydi(6.yy). Asıl ilerleme Tang Hanedanlığı zamanında oldu(618-906). En önemli işlerden biri baskı tekniğinin geliştirilmesiydi(7.yy). İlk olarak Taocu bir Simyacı tarafından yazılan bir kitapda baruttan bahsedildi(850). Sun Sikong (1015-1076) gökkuşağının güneş ile havadaki su buharının etkileşiminden olabileceğini söyledi. Shen Kua (1031-1095) manyetik iğneli pusulanın ilk tarifini yaptı ve ilk defa hareketli baskı metodunu tarif etti.
Sasanidler
Babilliler´den kalan çalışmalar İran’da Sasanidler(226-651) tarafından devam ettirilmiştir. Plato ve Aristo’nun çevirileri yapılmıştı. Bu çeviriler insanlara öğretiliyordu. Sus da hastane yapılmıştı(6. yy). Bagdat Bateri ismiyle anılan pilin ilkel versiyonunu icat etmiş olma ihtimalleri vardır. Buradaki insanlar daha sonra müslüman toplum içinde çalışmalar yaptılar ve bilime büyük katkıları oldu.
Abbasiler-Endülüsler (Müslümanlar)
Hz. Muhammed’in (570-632) 7.yyda Arap toplumu için söylediği şeylerle birlikte Kur’an-ı Kerim’in oluşturduğu müslüman toplum, bilgiye ve bilime çok önem veriyordu. Özellikle Hz. Muhammed’in söylediği “Âlimin mürekkebi şehidin kanından kıymetlidir” sözü ile Kur’an-ı Kerim’de insanlara duyu organlarıyla birlikte akıllarının kullanılmasının emredilişi müslüman toplum için ateşleyici bir güç oldu. Yapılan ilk işlerden biri medreselerin kurulmasıydı. Bu medreselerde Antik Yunan ,Çin ve Hindistan’dan toplanan kitaplar arapçaya çevrildi. Daha sonra Talas Savaşı´nda(751) Çinliler´den kağıt yapımının ve baskı tekniğinin öğrenilmesi ve geliştirilmesini, medreseleri halka açık kütüphaneler, astronomik gözlemevleri, halk hastaneleri ve üniversiteler izledi. Büyük çoğunluğu Abbasiler döneminde yapılan bu calışmaların en ҁok artış gösterdiği dönem Harun Reşit’in(763-809) Bağdat’ta yönetimde olduğu dönemdir. En çok çevirinin yapıldığı zamanlardan biri de Harun Reşit’in yönetimde olduğu zamanlardır. Bilime, sanata ve edebiyata büyük önem verilmiştir. Abbasiler´in diğer bir önemli yanı Mutezile mezhebinden insanların burada yaşıyor olmasıydı. Mutezile mezhebi ayrılanlar manasına geliyordu ve bu isim de Vasil bin Ata’nın al-Basri’nin dersinden bir tartışmanın sonunda ayrılmasından geliyordu. Hatta bu mezhebin belli bir dönemde Abbasiler´in resmi mezhebi olduğuna dair görüşler vardır. Bu mezhebin özelliği gerçekçi olmasıydı ve akla çok önem vermesiydi. Mutezilikte dikkat çeken uygulamalardan biri Kuran-ı Kerim’le hadislerin çeliştiği konularda akla uygun olanı seçmeleriydi. Sünni mezhebden olan insanların bazıları bu mezhebin üyelerini dinden çıkmış olarak görüyorlardı. Mutezilik 11. yy. dan sonra azalarak kaybolmuştur. Diğer bir önemli yönetici Müslüman İspanya’da Al Hakam’dı (?-972). Dünyanın her tarafına adamlarını oradaki kitapları veya kopyalarını getirmek için yolladı. Kitaplığında 400 bin civarı kitap bulunuyordu ve bir çoğunda Al Hakam’ın kendi açıklamaları vardı.
Bu dönemdeki bilim adamlarının birçoğu birden çok alanda çalışma yapmıştır. Buradaki bilimsel çalışmaları yapanların çoğunluğu Araplar, Persler ve/veya Müslümanlar olmakla birlikte hepsi Arap, Pers ve/veya Müslüman değildi. İçlerinde Türkler’in (Farabi, Abu al Kasım, al Turki, Abd al-Hamid ibn Turk ve benzeri), Yunanlılar’ın olduğu gibi Hırıstiyan, Yahudi ve diğer dinlerden ve milletlerden de insanlar vardı. Bu dönemdeki çalışmalar, onlardan önceki medeniyetlerdeki çalışmaların devamı niteliğindeydi. Onların yanlışlarını düzeltmekle kalmayıp daha önce yapılmamış birçok yeni buluşu ve araştırmayı da içeriyordu. Bu dönemdeki bilim Kuran-ı Kerim’deki ayetler kullanılarak yapılmadığı, her zaman olduğu gibi daha önce yapılmış olan çalışmaların devamı niteliğinde olduğu için “İslamî bilim ve teknoloji” olarak nitelendiremeyiz. Böyle düşündüğümüz zaman Batı´da yapılan bilimi de Hırıstiyan bilim ve teknolojisi olarak nitelendirmemiz gerekir ki bu da doğru degildir. Bilim her zaman olduğu gibi önceki araştırmalardan yararlanılarak, gözlemlerin ve deneysel verilerin akıl yoluyla değerlendirilmesi sonucunda yapılmaktadır.
Bu çalışmaların en önemli örnekleri:
Matematik
Abd al-Hamid ibn Turk (?-830) 2. dereceden denklemlerin çözümünü içeren bir kitap yazdı. Harazmi (780-850) bugün de kullandığımız Hintliler´in sayılarını kullanarak matematiğin temellerini oluşturan cebir üzerine Kitab al-jabr’i yazdı. İlk defa geometriden bağımsız olarak analitik bir şekilde birinci ve ikinci dereceden denklemlerin çözümlerini elde etti. Bu yönüyle analitik çalışmanın öncüsüdür. Cebir (algebra) kelimesi de kitabın isminden esinlenilerek kullanılmaya başlandı. Algoritim kelimesi de Harazmi’nin isminin latince çevirisinden esinlenilerek kullanıldı. İlk defa sıfır Hintliler´den 3 yıl önce 873 yılında arapça yazılan bir kitapta kullanıldı. Al-Nairizi (?-922) ilk defa tanjantı kullandı. Abu al-Wafa (940-998) dairesel üçgenlerde sinüs teoremini, sinüs için yarım açı förmülünü, sekantı ve kosekantı ilk defa kullandı. Al-Karaji (Karkhi) (953-1029) ikinci dereceden denklemlerin çözümünü ispatıyla birlikte elde etti, köklü sayılar ve seriler üzerine çözümler buldu, tarihte ilk defa matematiksel tümevarımı kullandı ve bununla Binom teoremini ispatladı. İbni Heysem (11.yy) matematiksel tümevarımı kullanarak integral kuvvetlerinin toplamı için genel bir formül çıkardı, Wilson teoremi olarak bilinen asal sayılarla ilgili teoremi ispatladı ve integralin öncülü sayılan bir yöntemi kullanarak parabolik yüzeyin altında kalan hacmi hesapladı. Ömer Hayyam (11.yy) 3. dereceden denklemlerin ilk genel çözümünü buldu, analitik geometri, cebirsel geometri ve düz olmayan uzayda geometri üzerine ilk çalışmaları yaptı. Tusi (1201-1274) sinüs teoremini buldu, Tusi- çifti denen iç içe geçmiş iki dairenin hareketi incelendiğinde içteki çemberin üzerindeki bir noktanın büyük dairenin çapı üzerinde harmonik hareket yaptığını gösterdi, 3. dereceden denklemlerin cebirsel ve nümerik çözümlerini buldu ve 3. dereceden polinomların türevlerini hesapladı.
Astromi
Al Sufi (903-986) çok kapsamlı bir gökyüzü haritası hazırladı. Ilk defa Biruni tarafindan astronomi ve astroloji birbirinden ayrıldı(11.yy). Astroloji bilim olarak görülmemeye başlandı. Ibni Heysem tarafından Ptolemik sistem sorgulanmaya baslandı(11.yy). Biruni Ptolemik sisteme bazı değişikler ve yenilikler getirmenin yanı sıra alternatif dünya merkezli teoriler üzerine çalıştı ve dünyanın kendi etrafında dönüp dönmediği üzerine tartışma yürüttü ama kesin bir çıkarım yapmadı. Al Zarkali (1029-1087) yıldızları düşünerek güneşin dünyadan en uzak olduğu zamanı hesapladı. Ömer Hayyam (11.yy) Celali takvimini geliştirdi. Ibni Shatir (1304 –1375) Ptolemik modeli değiştirerek yine dünya merkezli fakat diğer gezegenlerin güneş etrafında dönüşünü içeren bir model yazdı.
Kimya
Jabir bin Hayyam (721-815)(Geber) simyacılıkla işe başladı. Amaçlarından biri felsefe taşını bulmaktı ve bu yolda bir çok yenilik yaptı. Bu amaҁla damıtma, eritme, kristalleştirme, saflaştırma, süzme gibi birçok işlem gerçekleştirdi. Çeliğin üretimi, manganezdioksitin cam yapımında kullanımı ve benzeri konularda araştırmalar yaptı. Al Kindi(801–873) simyayı ve metallerin birbirine dönüştürülmesini sahtekarlık olarak deĝerlendirdi ve ilk defa damıtılmış alkolü elde etti, ağri kesici ve antiromatizmal olarak kullanılan kafuru keşfetti ve iҁinde ilaçların ve birçok kimyasal maddenin bulundugu bir kitap yazdı. Al Razi (865-925) sabunu ve petrolden gazyağını elde etti, gaz lambasını yaptı ve ilk defa elemetleri sınıflandırmayı denedi.
Tıp
Razi (865-925) çocuk hastalıkları konusunda uzmanlaşmıştı, kızamık ve çiçek hastalıklarını ortaya ҁıkardı, dışkı ve idrar tahlilini hastalıkları belirlemek için kullandı.Ilk defa kimyayı ilaç yapımında kullandı, jinekoloji ile ilgili ameliyatlar ve göz ameliyatları yaptı. 931 yılında Bağdat’ta diploma sahibi olmayan insanların muayene etmesi yasaklandı. Abu-l-Kasım (936 – 1013) modern ameliyatın öncülüğünü yaptı, 30 ciltlik tıp ansiklopedisi yazdı, ameliyat aletlerini geliştirdi. Ibni Sina (980-1037) (İranlı) “Tıpta Kanun (7 cilt ve birçok hastalık ve tedavinin yanı sıra 760 ilaç yapımıyla birlikte anlatılmakta) ve İyileştirme” Kitabını (Kitab al shifa, 11 cilt, teorik kısmı fizik, matematik ve metafizik; pratik kısmı etik, ekonomi, ve politika üzerine) yazdı, sistemli deneyi geliştirdi, fizyoloji üzerine sınıflandırma yaptı, bulaşıcı hastalıkların doğasını buldu ve bu durumlar için karantinayı çözüm olarak sundu. İbni Sina’nın en önemli tarafı ondan önce yapılanlarla birlikte kendi görüşlerini tutarlı ve açık bir şekilde sunmasıydı ve zamanının en büyük bilginiydi. Ibni Zuhr (1091–1161) deneysel ameliyat yöntemini geliştirdi ve otopsiyi başlattı. Ibni Nefis (1213 – 1288) küçük ve büyük kan dolaşımını tanımladı ve Moğol saldırısında bilgilerin kaybolmamasi için 80 ciltlik tıp ansiklopedisini yazdı.
Fizik
İbni Sahl (940-1000) aynalarda ve lenslerde ışığın nasıl kırıldığını gösterdi ve Snell Yasası olarak bilinen yasanın ilk halini buldu. İbni Heysem (965-1039) Bacon´ a ait olduĝu düşünülen bilimsel yöntemi tanımladı, İbni Sahl’ın çalışmalarını ilerleterek optik üzerine 4 ciltlik kitap yazdı, anatomi ve geometriyi kullanarak görmenin nasıl olduğunu açıkladı (daha önceden Ptolemi’nin söylediği üzere gözden yansıyan ışınların nesnelere çarptığına ve görmenin böyle gerҁekleştiĝine inanılıyordu, İbni Heysem nesnelere çarpan ışığın nesnelerden ҁevreye yayıldığını ve sadece göze dik gelen ışınların görülebildiğini açıkladı (bu aҁıklamanın doĝru olmadıĝı bilinmektedir) bu işlevin gözün lens kısmında olduğunu söyledi. Daha sonra İbni Rüşt retinanın fonksiyonunu tanımladı ve görme açıklanmış oldu.). Iğne deliği kamerasını kullandı, ışığın hızının sabit olduğunu söyledi, kütleçekim (gravitation) üzerine tartışmalar yürüttü, gökcisimlerinin de dünyayla aynı yasalara uyduğunu ileri sürdü. Newton’un birinci yasası olarak bilinen cisimlerin herhangi bir kuvvet etki etmedikçe hareketlerine devam edeceğini söyledi, momentum tanımını kullandı ama matematiksel olarak tanımlayıp formüle etmedi. Biruni (973-1048) ışığın hızının sabit olduğunu kabul etmekle birlikte sesten çok daha hızlı olduğunu söyledi, statik ve dinamik durumlar için deneysel yöntemler tanımladı ve ivmelenmenin düzgün olmayan (non-uniform) hareketlerle ilgili olduğunu ileri südü. Kutb al-Din (1236-1311) gökkuşağının doğru açıklamasını yapt. İbni Shakir (800-873) gök cisimlerinin de dünyayla aynı yasalara sahip olduğunu söyledi, gök cisimleri arasında bir çekim kuvveti olabileceğini öne sürdü. İbni Sina (980-1037) hareket, etki, kuvvet, sonsuz, ışık ve ısı üzerine çalışmalar yaptı, momentum kavramını kütle ve hızın çarpımı olarak kullandı. Al-Kazini (12.yy) (Aslen Yunanlı bir köle, efendisi Al-Marvazi Marv’da bilimsel bir eğitim almasını sağladı.) kütleçekimin ve küleçekimsel potansiyel enerjinin dünyanın merkezine uzaklığa bağımlı olduğunu söyledi ve Biruni’nin kitabını temel alarak mekanik üzerine kitap yazdı. Ibni Bajjah (12.yy) kuvvet etkidiğinde daima bir tepki kuvveti olduğunu ileri sürdü ama bu kuvvetin birbirine eşit olduğunu söylemedi. Abu’l Bakarat (1080-1165) kuvvet uygulandığında daima bir ivme olduğunu söyledi ve ivmenin hızın değişimi olduğunu söyledi. İbni Rüşt (1126-1198) kuvveti maddenin kinetik durumundaki değişimi yapan iş olarak tanımladı ve bununla ilgili çalışmalar yaptı.
Al Masudi (?-957) doğa felsefesi üzerine kitap yazdı ve orada, minerallerden bitkilerin, bitkilerden hayvanların, hayvanlardan da insanların evrildiği görüşünü savundu.
Bunların yanı sıra gündelik hayatımızda dolaylı veya doğrudan kullandığımız birçok şey bu dönemde bulunmuştur. Bunların bazı örnekleriyle bu dönemde geliştirilmiş diğer buluşlar: sabun, gazyağı, gazlambası, damıtılmış alkol, kağıt yapım tekniğinin geliştirilmesi, dolma kalem, damıtma ve damıtma teknikleri, kristalleştirme, kahve, parfüm, şampoĝan, sivri uҁlu kemer (Gotik mimaride Avrupa´da oldukça yaygın bir şekilde kullanılmıştır), İran halısı, barut(Çin’den alınmış ve saflaştırılmış), ilkel patlayıcı roket, banka çeki, su ve ağırlıkla çalışan mekanik saat, renkli ve kuvars cam, yel değirmeni (Hindistan´dan alınmış ve geliştirilmiş), su pompası, tekli piston (daha sonra Avrupa´da ikili piston geliştirilerek motor yapıldı), 200 civarı ameliyat aleti (111 i hala aynı haliyle kullanılıyor), birçok ilaç ve kimyasal madde(2000 civarı)……
Bilimin Öncülüğünü Avrupanın Alması
Bu arada Müslümanlar, Hindistan´dan başlayan ve Kuzey Afrika kıyılarından uzanarak İspanya’ya kadar olan bölgeyi yönetimleri altına almışlardı (12.yy). Endülüsler İspanya’da Granada’da zamanın en modern şehirlerinden birini kurmuşlardı (1 milyon civarında nüfüs, halka açık kütüphaneler, hastaneler, sokak lambalarıyla donatılmış ışıl ışıl bir şehir). Yönetimleri altındaki birçok şehirde yukarıda belirtildiği gibi, modern bilimin birçok kolunun ortaya ҁıkmasına öncülük etmişlerdi ve birçok bilimsel araştırma yapmışlardı. Tabiki bu kadar bilimsel çalışmanın yapıldığı bir ortamda her şey üzerine düşünülüyor ve sorgulamalar yapılıyordu. Buna Kur’an-ı Kerim´ de dahildi. İbni Sina ve diĝer bazı bilim adamları bazı ayetlerin akıl yoluyla varılamayacak ve kabullenilemeyecek şeyler olduğunu söylediler. Bu ayetlerden birisi Mahşer gününde bütün ölülerin tekrar canlanacağının söylenmesiydi. Daha sonra Gazali (1058-1111) “Felsefenin Tutarsızlığı” (yada Felsefenin Tükenişi) isimli kitabı yazdı ve bilimsel bilginin Kur’an-ı Kerim’deki bilgilere ulaşamayacağını, Kur’an-ı Kerim’deki bilginin asıl bilgi olduğunu söyledi ve İbni Sina’nın düşüncelerine, nasıl ki her bahar bitkiler yeniden canlanıyorsa insanlarda mahşer gününde yeniden canlanacak gibi karşılıklar verdi. Bunun yanı sıra halk ta dinlerinin sorgulanmasından rahatsız olmuştu. Hatta daha sonra Moğol istilasını, Kuran-ı Kerim üzerine olan bu sorgulamanın sonucu olarak yorumlayanlar bile oldu. Kur’an-ı Kerim ile ilgili çalışmaların dışında artık sadece tıp ve astromi bilimleri alanında çalışılması Arabistan yarımadası ve Mısır’da hoş karşılanmaya başlandı. Bazı kaynaklara göre kimi çalışmalara ve düşüncelere yasaklar getirildi. Bu da, Müslüman toplumda büyük çoğunlukla sufilerin ve nadiren de astronomi ve tıpla uğraşan insanların yetişmesiyle sonuçlandı (Müslüman İspanya dışında). Son olarak ta Moğolların 1258 de Bağdat’ı işgaliyle kütüphaneleri ve hastaneleri yakmaları, Müslümanların altın çağını sona erdirdi.
Müslüman İspanya’da (Endülüs Emevi Devleti (756-1492) ise durum farklıydı. Gazali’nin kitabına karşılık İbni Rüşt “Felsefenin gerekliliği” üzerine bir kitap yazdı ve bilimsel düşüncenin Müslüman İspanya’da devam etmesini sağladı (yukarda bahsedilen bilimsel katkıların geç tarihli olanlarının çoğunluğu Endülüs’te gerçekleşmiştir), bunun yanı sıra Aristonun doğa felsefesi üzerine olan kitabının arapça çevirisi üzerine hangi düşüncenin niye yanlış olduğuna veya o düşünce hakkındaki yorumlarını kitabın kenarlarına not olarak aldı ve bu kitabın latinceye çevirisinde bu notlar da çevrildi. Bu notlardan dolayı batı dünyası İbni Rüşt’ü yorumcu adıyla anmaktadır. İspanya’daki bu Müslüman devlet Avrupa´ya bilimi tanıttı ve birçok eser buradan elde edilerek zaman içersinde Latinceye (zamanın avrupasında bilim dili) çevrildi. Bu çevirilere en çarpıcı örnek sadece bir kitabı çevirmek için müslüman İspanya’ya giden Cremonalı Gerard’ın (1114-1187) orada her konuda gördüğü birçok kitaptan etkilenmesi ve çoğu en önemli eserler olmak üzere 87 kitabı latinceye çevirmesidir. Hatta bazı Antik Yunan´a ait kitapların orjinalleri günümüzde bulunmuyor ve sadece arapça çevirileri sayesinde bu kitapları bilebiliyoruz. Müslüman İspanya sayesinde bilimin önemini gören avrupa toplumu, Genel Eğitim (Studium Generali) olarak adlandırılan birçok farklı konuda çalışma imkanı sağlayan kurumları İtalya, Fransa, İspanya ve İngiltere’de kurdular. Bunlar daha sonra 13.yy da üniversitelere dönüştü. Bu üniversiteler de halkın eğitilmesini ve onların hayatlarını daha iyi bir şekilde yaşamasını sağlayan teknik araçların yapımını sağladı. Bu ortamda da daha sonra Reformlar ve Rönesans hayat buldu ve Kiliselerin elinden birçok yetki alınarak modern yaşama geçiş sağlandı.
Batıda bilimin başlaması
Müslümanların önderlik ettiği bilimsel çalışmalarının latinceye çevrilmesinin üzerinden yaklaşık 300 yıl geçmiş, üniversiteler kurulmuş ve bu üniversitelerde çevrilen bilgiler yeterince tartışılmıştı. Bilime katkıda bulunmanın zamanı gelmişti. Bu katkıyı da Kopernik (1473-1543) yaptı. Kopernik Ibni Shatir’in dünya merkezli modelini alarak güneş merkezli bir model haline getirdi ve bu modelle gezegenlerin hareketlerine dair birçok şeyi açıkladı. Ama bu modeli yayınlatması o kadar kolay olmadı çünkü Avrupa´daki bütün insanlar dünya merkezli modele sorgusuz inanıyorlardı. En sonunda bir arkadaşının bulduğu bir yayıncı, Kopernik’in kitabının önsözüne kendisinin kitabın içindekilere inanmadığını ve bunların gerçeklikle ilgisi olmadığını bildiğini yazarak yayınladı. Kopernik bu önsözle birlikte hayatının sona ermesine az bir zaman kala kitabının ilk baskısını eline alabildi. Galileo (1564-1642) ilk teleskoplardan birini kullanarak jüpiterin aylarını, venüsün aya benzeyen fazlarını, ayın yüzeyindeki kraterleri, güneş lekelerini gözlemledi ve laboratuvarında eğik düzlemde yaptığı deneylerle cisimlerin yere düşmelerinin ağırlıklarından bağımsız olduğunu gösterdi. Kopernik’in güneş merkezli modelininin doğruluğunu savundu ve bunu insanlara anlattı. Bu düşüncesi sebebiyle yargılandı. Dünyanın dönmediğini söyleyerek hapse atılmakan kurtulmasına rağmen ev hapsine mahkum edildi ve önceki düşüncelerinin açıklanması ve yayınlanması gelecekte de dahil olmak üzere yasaklandı. (Birkaç yıl önce kilise cezasını affetti ve onurunu teslim etti!) Kepler (1571-1630) Tycho Brahe’nin (1546-1601) gözlemlerini kullanarak gezegenlerin güneş etrafındaki yörüngeleri ile ilgili 3 tane yasa çıkardı. Newton (1643-1727) mekanikle ilgili 3 yasa ortaya koydu. Daha sonra bu yasalarla kütleçekimini birleştirerek gezegenlerin hareketlerini açıkladı. Bu yasalarla yapılan hesaplar da gözlemlenmemiş bir gezegenin varlığını ortaya koydu. Daha sonra hesapların gösterdiği yere teleskopla bakıldığına Uranüs keşfedilmiş oldu.
Selçuklular-Osmanlı-Türkiye
Selçuklu imparatoru Melik Şah, Ömer Hayyam’la aynı medresede yetişen Nizamül Mülk’ü kendisine vezir yaptı. Nizamül Mülk Selçuklular´da birçok medresenin kurulmasına ön ayak oldu. Hatta Ömer Hayyam’da gelerek bu medreselerden birinde çalıştı ve ona bir gözlemevi kuruldu. Celali takvimini de bu dönemde Melik Şah için geliştirdi. Celali takvimi günümüzde kullandığımız takvimden daha hassas bir takvimdir fakat günümüzdeki takvimi kullanmak daha kolay olduğu için bu takvim kullanılmaktadır. Ama Nizamül Mülk ve Melik Şah’ın ölümünden sonra Selçuklular parçalandı. Daha sonra Selçuklular´ın devamı olan Anadolu Selçukluları gibi devletler medrese geleneğini sürdürsede bilime özgün sayılabilecek bir katkı yapacak kadar uzun yaşamadılar.
Osmanlı döneminde medrese uygulaması devam etti. Osmanlı imparatorluğu 1330 da ilk medreseyi Orhan bey zamanında açtı ve daha sonra bu uygulamaya devam edildi. Fakat Gazali’nin yaklaşımı Osmanlı için resmi bakış açısına dönüştü ve medreselerde eğitim din eksenli yapılmaya başlandı. Bu da bilime çok fazla bir özgün katkı yapılmamasına sebep oldu. Medreselerin dışında Enderun okulları da II. Murat zamanında kuruldu. Bu okullarda devşirmeler (Müslüman olmayan Osmanlı halkının çocukları) devlete hizmet etmeleri için yetiştiriliyorlardı. Bu okullardan mezun olan yetenekli öğrenciler vali, sancak beyi, vezir gibi konumlara getiriliyorlardı. (Kanuni zamanından sonra Enderuna Müslüman halkın çocukları da öğrenci olarak alınmaya başlandı.) Osmanlı okullarındaki din eksenli eğitim uygulaması ilk olarak Fatih Sultan Mehmet zamanında değiştirildi ve fen bilimleri denilebilecek konularda da eğitim verilmeye başlandı. Hatta Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u feth etikten sonra orada bulunan Bizans alimlerinin İstanbul´da kalmalarını ve orada çalışmalarına devam etmelerini istedi. Ama Fatih’in getirdiği yenilik çok sürmedi ve 16. yy. da fen bilimleri eğitimi kaldırıldı.
Osmanlı zamanında bilime özgün bazı katkılar yapıldı fakat bunların sayısı çok fazla değildi. Bunların en göze çarpanları Piri Reis’in haritası ve Takiyyüddin’in çalışmalarıdır. Takiyyüddin (1526–1585) Kahire’de yetişmiş ve İstanbul’a Sultan III. Murat’a hizmet etmek için gelmişti. Tophanede kendisine bir gözlemevi yapıldı ve orada çalışmalarını yaptı. Bu gözlemevi Kepler’e kullandığı verileri sağlayan Brahe’nin gözlemeviyle yaklaşık aynı zamanda yapılmıştı ve ikisininde hassasiyetleri birbirine çok yakındı. Osmanlı zamanında astronomi ile uğraşanlar aynı zamanda müneccimlik te yapıyorlardı (Bir tür astrolog. 15. yy. ın sonundan itibaren sarayda müneccimler bulunuyordu ve bu gelenek Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasına kadar devam etti). Takiyyüddin bir kuyruklu yıldızı yanlış yorumlamıştı, ve bunun üzerine Şeyhülislam Ahmed Şemseddin Efendi’nin de gözlemevinde meleklerin bacaklarına bakıyorlar demesi Takiyyüddin’in gözlemevinin sonu oldu ve Sultanın emriyle gözlemevi bir gecede yıkıldı. Gözlem faaliyetlerinin dışında Takiyyüddin astronomi, matematik ve trigonemetri alanlarında birçok çalışma yaptı ve kitaplar yazdı. Bunların yanı sıra ilk olarak yay ile çalışan cep saatini ve alarmlı saati tasarladı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla Gazali’nin düşünceleri ve her şeyi Kuran-ı Kerim’le açıklama alışkanlığı değişmeye başladı. En basitinden düşündüğümüzde bilgisayarın nasıl yapılacağı herhangi bir dini kaynakta yer almaz ve bunu yapabilmek için bilime ve bunu düşünebilecek özgür beyinlere ihtiyacımız vardır. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Cahit Arf, Feza Gürsey, Cavid Erginsoy, Erdal İnönü gibi bilime özgün katkılar yapan insanlar yetişmiştir.
Günümüz
Newton’un çalışmalarından sonra bilim Avrupa´da yerleşmişti ve müslüman dünyada da önceki evresine benzer bir şekilde, insanların hayatında yavaş yavaş degişiklikler yapmaya başlamıştı. Thermodinamiğin ve mekaniğin kullanılmasıyla ikili piston geliştirilerek motor icat edildi. Buna başka mekanik aletlerin eklenmesi sanayi devrimine yol açtı. Sanayi devriminin sonucunda fabrikalar kuruldu; tren, araba, uçak gibi ulaşım araçlarının üretimine olanak sağladı. Elektrik ve manyetizma üzerine yapılan bilimsel çalışmalar ilk önce lamba ve telgrafın daha sonra radyo, telefon, televizyon ve en son olarak ta bilgisayarın gündelik hayatımıza girmesini saĝladı. Kimya üzerine yapılan çalışmalar ilaç sanayi, deterjan, kozmetik ve benzeri ürünlerin üretimini beraberinde getirdi. Teknoloji, hastalıkların tedavisinde ve tanısında ultrason, MR, lazerle ameliyat gibi birçok yeniliği beraberinde getirdi. Bu yeniliklerin yanı sıra günümüzde de aktif olarak yapılan birҁok araştırma her gün hayatımızı değiştirmeye devam ediyor. Sosyoloji ve ekonomi alanlarında yapılan çalışmalar modern devletlerin yapısını sağlamlaştırdı ve onların ileriye dönük Avrupa Birliği gibi gelişim projeleri oluşturmasına olanak sağladı.
NOT: George Sarton’un bilim tarihi kitabindan alintidir.