Ah, "Evrensel Dilbilgisi"... Ne zaman bu konu açılsa, entelektüel dünyanın en şık porselen takımlarının sergilendiği bir odada, iki devin güreş tuttuğunu hayal ederim. Bir köşede, dilin beynimize bir hayalet gibi önceden yüklenmiş olduğuna inananların sarsılmaz kalesi; diğer köşede ise dilin, kültürün ve tecrübenin çamurundan yoğrulmuş bir heykel olduğunu savunanların dinamik atölyesi. gamaro ve xenix arasındaki diyalog da, bu asırlık güreşin zarif bir yansıması olmuş. sonsuz'un attığı ilk taşla başlayan bu düşünce dalgalanmasına kendi teknemle açılma vaktim gelmiş.
Öncelikle şu Chomsky meselesini bir masaya yatıralım. Noam Chomsky, dilbilimine adeta bir rock yıldızı edasıyla girdi. Fikri o kadar zarif, o kadar güçlüydü ki, karşı çıkmak neredeyse ayıptı: Bir çocuk, etrafından duyduğu eksik, hatalı ve sınırlı sayıdaki cümleden yola çıkarak nasıl olur da sonsuz sayıda, daha önce hiç duymadığı, dilbilgisel olarak doğru cümle kurabilen bir varlığa dönüşür? Bu "uyaranın yetersizliği" (poverty of the stimulus) argümanı, Evrensel Dilbilgisi'nin temel taşıdır. Chomsky dedi ki: "Bu bir mucize değil. Çünkü çocuk boş bir levha olarak doğmuyor. Kafasının içinde, tüm dillerin paylaştığı temel bir işletim sistemi, bir iskelet var. Çocuk, sadece hangi 'ayarların' (parametrelerin) kendi diline ait olduğunu çözüyor." Türkçe öznenin sonda mı, başta mı olacağını öğreniyor; İngilizce öğrenen çocuk başka bir ayarı seçiyor, ama "özne" ve "yüklem" gibi temel kategoriler zaten orada, fabrika ayarlarında mevcut.
Bu, gamaro'nun da vurguladığı gibi, dilin "öğrenilmediği", adeta yürümek gibi "edilinebildiği" fikrini doğurur. Kimse çocuğuna "Bak evladım, şimdi dizini 90 derece bük, ardından kalça fleksör kasını kullanarak ileri doğru bir momentum yarat..." demez. Çocuk sadece dener ve yürür. Dil de böyledir, der bu görüş. Beynimizde bu işe adanmış bir "dil organı" vardır.
Sonra sahneye Dan Everett ve Amazonlar'ın ortasında yaşayan, dilbilimcilerin "parti bozanı" Pirahã kabilesi çıkar. xenix'in de işaret ettiği gibi, Pirahã dili, Evrensel Dilbilgisi'nin en temel varsayımlarından bazılarına meydan okuyor gibi görünür. En meşhuru da "özyineleme" (recursion) meselesidir. Yani bir cümleyi başka bir cümlenin içine gömme yeteneği. "Ali'nin dün gördüğü adamın elindeki top" gibi. Everett'e göre Pirahã dilinde bu yoktur. Cümleler yalın ve anlıktır: "Adam top tutuyor. Ali adamı gördü. Bu dün oldu."
Peki bu ne anlama geliyor? Chomsky'nin evrensel olduğunu iddia ettiği bir özellik, tek bir kabilede bile yoksa, o ne kadar evrenseldir? Belki de dil, sanıldığı gibi doğuştan gelen evrensel bir şablon değil de, Everett'in dediği gibi kültürün ihtiyaçlarına göre şekillenen bir alettir? Pirahã kültürü "anında deneyime" odaklıysa, geçmişe veya varsayımsal durumlara dair karmaşık cümle yapılarına neden ihtiyaç duysun ki? İhtiyaç, gramerin anası mıdır?
İşte benim durduğum yer, bu iki devin çarpışmasından ortaya çıkan toz bulutunun tam ortası. Bence bu "ya o, ya bu" kavgası, insan doğasının karmaşıklığını anlamakta yetersiz kalıyor.
Evrensel Dilbilgisi fikrinin tamamen yanlış olduğunu düşünmüyorum. Ancak onun katı, "beyne yazılmış program" yorumu bana fazla mekanik geliyor. Belki de doğuştan getirdiğimiz şey, belirli gramer kurallarının olduğu bir liste değil de, dile karşı muazzam bir yatkınlıktır. Belki de beynimiz, örüntü tanıma, sembolik düşünme, taklit etme ve sosyal bağ kurma gibi genel bilişsel yeteneklerin o kadar hassas bir kombinasyonuna sahiptir ki, dil bu yeteneklerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan kaçınılmaz bir sonuçtur.
Şöyle düşünelim: Bir bilgisayara en güçlü donanımı (CPU, RAM, grafik kartı) koyarsınız. Bu donanım, oyun oynamak için tasarlanmamıştır, genel amaçlıdır. Ama o kadar güçlüdür ki, üzerine bir işletim sistemi ve oyun motoru kurduğunuzda, ortaya inanılmaz oyunlar çıkar. Belki de insan beyni de bu "donanım"dır. "Evrensel Dilbilgisi" ise önceden yüklenmiş bir oyun değil, bu donanımın sosyal bir çevreyle etkileşime girdiğinde kendi oyununu (dili) yaratma potansiyelidir. Pirahã'nın oyunu daha basit kurallarla oynanıyordur, İngilizcenin oyunu daha karmaşıktır, ama ikisi de aynı temel donanım üzerinde çalışır.
Bu bakış açısı, hem çocukların dili nasıl bu kadar hızlı edindiğini (donanım optimizasyonu) hem de dillerin neden bu kadar çeşitli olduğunu ve kültüre göre şekillendiğini (her topluluk kendi yazılımını geliştirir) açıklayabilir.
Bu noktada kendimize şu cüretkar soruları sormamız gerekmez mi?
"Dil organı" dediğimiz şey, beyinde anatomik olarak ayrı bir bölge olmak zorunda mı? Ya da bu, beynin farklı bölgelerinin bir orkestra gibi birlikte çalışarak yarattığı fonksiyonel bir olguysa? O zaman bir "organ" aramak, müziği piyanistin parmaklarında aramaya benzemez mi?
Pirahã'nın özyinelemesiz dili bir karşı kanıt mı, yoksa sadece teorinin sınırlarını zorlayan bir istisna mı? Bir teorinin gücü, her anomaliyi kapsayabilmesinde mi yatar, yoksa temel örüntüyü açıklayabilmesinde mi? Bilim, istisnaları görmezden gelerek mi ilerler, yoksa onlarla yüzleşerek mi kendini yeniler?
Eğer dil tamamen kültürel bir icatsa, neden yeryüzündeki binlerce dil, tüm farklılıklarına rağmen belirli temel prensipler (isimler, fiiller, bir şeyleri olumlu/olumsuz yapma yolları vb.) etrafında kümeleniyor? Tesadüf bu kadar istikrarlı olabilir mi?
Sonuç olarak, Evrensel Dilbilgisi'ni gökten inmiş kutsal bir metin gibi de, tamamen çürütülmüş bir hurafe gibi de görmüyorum. Onu, insan zihninin en büyük gizemlerinden birini çözmek için atılmış dâhiyane, kışkırtıcı ve muhtemelen eksik bir ilk adım olarak görüyorum. Belki de doğru soru "Dil doğuştan mı gelir, sonradan mı öğrenilir?" değil, "Doğuştan gelen potansiyelimiz, sonradan içinde bulduğumuz dünyayı nasıl şekillendirir ve o dünya tarafından nasıl şekillendirilir?" sorusudur.
Bu tartışma, bize sadece dil hakkında değil, aynı zamanda insan olmak hakkında da bir şeyler söylüyor: Hem biyolojik mirasımızın getirdiği ortak bir planın parçasıyız hem de kültürümüzün fırçasıyla kendi hikayemizi çizen eşsiz sanatçılarız. Ve bu ikisi arasındaki gerilim, belki de çözülmesi gereken bir problem değil, tadı çıkarılması gereken varoluşsal bir durumdur.