Sen sert zemini bırak da yaş tarafa gel.
Yaş tahtaya basmamak gerekir inancı(!) misal.. nereden gelir?
Çünkü basarsan eğilir, bükülür, kırılır ve seni aşağıya, kicinin üstüne düşürür.
Düşünce canın yanar, eklemin cikar, kemiğin kırılır. Hatta bazen ölürsün.
Yani sadece yaş tahtaya ve ona basana bakmak, basan kişinin düştüğünü görmek ve gördüğünun doğruluğuna inanmaktan ibadet değildir bilgi üretimi.
Gördüğün ve yaşadığın seyin, zihninde sürekli ve maddi olarak dakiklesmesi sonucunda ilerler süreç.
Yani ruhun derinliklerinden fışkıran (artık orası neresidir kimse bilmez) ve "gördüğüne inan" şeklinde sıçrayan bir ilham zortlamasi filan olmaz, bilâkis, kırılan kicin, sakat kalan bacağın, ya da yanan canındir güvenlik kilidini sana sunan!
Daha sonraki levellarda daha komplike süreçler devreye girer.
Örneğin isinan cisim kızarır.
Ama bizim bir cismin rengine bakarak onun ısındığını bilmemiz, kırmızının kendisinden degil, ısı ile kırmızılık arasındaki iliskiyi bilememizden kaynaklanır. Orada da elin yanar, saçın yanar, basın yanar, kurulan bu ilişkinin doğruluğuna dair zihni dakiklikler böyle sağlanır.
Şimdi tüm bunlarda problem teşkil eden şey nedir? Bu nasıl bir kıyastir?
Sabahlari uyandığında, yataktan kalkip adımını zemine attığında bile, zihinde yüz binlerce kez dakikleserek güvenlik testini geçmiş bir mekanizma vardır: O zemin var ve orada! ( Aksi halde tuvalete bile gidemez, altına sicardi yatakta)
Bu adamın ne iddia ettiğini, ya da bilme sürecine alternatif olarak ne sunduğunu anlamak kelimenin tam anlamıyla imkansız.
İnsanlari sinir hastası etmeye programlanmis bir yapay zekayla yazistigim hissine kapılıyorum çoğu zaman.