Öykü bu ya,
Zamanında bir gazeteci, çeşitli ülkelerin vatandaşlarına bir soru yöneltmiş;
-Aferdesiniz ama, dünyanın pek çok yerinde önü alınamayan bir yoksulluk mevcut ve her yıl milyonlarca çocuk sadece açlıktan ya da yetersiz beslenmeden dolayı ölüyor, bu konuda empatide bulunuyor musunuz hiç?
İsviçreli cevap vermiş;
-Empati mi? O ne demek?
Norveçli cevap vermiş;
-Yoksulluk ne demek?
Amerikalı cevap vermiş;
-Afedersiniz mi?? O ne demek?!
Bu arada, röportaja şahit olan bir cibutili araya girmiş: pardon, beslenme ne demek?
Garip bir şekilde, "ölüm" denilen olgu, dünya nüfusuna oranla öyle pek de ahım şahım olmayan sayılar ile, ama kısa bir zaman aralığında belirdiğinde (bazen binler, hatta çoğu kez yüzler) insanoğlu bunu refleks bir hareketle dehşetengiz buluyor ve adeta isyan ediyor.
(Orneğin bir uçak kazası, ya da atom bombası, veyahut hızlı tren faciası vs)
Hatta sorumluların cezalandırılması için (mesela uçaklarının bakımları şüpheli görünen bir uçak şirketi, ya da atıklarını temizlemeden boşaltan endüstriyel bir firma ya da bazen bir şiddet eyleminin sorumluları.. ) ortalığı önlenemez bir öfkeyle birbirine katarken, bu sayının binlerce, hatta onbinlerce katı insanın düzenli ve sürekli ölümü karşısında, tepkiler yukarıda anlattığım fıkraya evriliyor..
(Cibutilileşmek zuhur ediyor bir nevi.. Ölüm mü? O da ne la?)
Mesela bugün dünyada hala, ve her yıl, öyle 40-50 bin filan değil, on milyonlarca insan ve bir o kadar çocuk sadece " yoksulluk" nedeniyle ölüyor.
Ortalamasına bakarsınız, şu korona meselesi başladığından beri ölenlerin toplamından çok daha fazlası, tek bir gün içerisinde ve düzenli bir şekilde ölmeye devam ediyor.
Oysa korona aşısı için verilen çabanın ve finansın binde biri bile yoksulluk aşısı için verilmiyor.
Ya da dünyanın her tarafında her akşam saatlerce televizyonlarda endam eden yüzlerce bilim insanı, düşünür, yazar-çizer, gazeteci, politikacı, moderatör, zart zurt.. Hiç de böyle bir telaş ve aciliyet ruhu taşımıyorlar yoksulluk aşısı için. Sayılar birbiriyle kıyaslanamayacak kadar asimetrik olduğu halde.
Birey psikolojisi açısından bakarsak, bu farklı ve zıt reaksiyonların, kuşkusuz psikolojik kökenleri, beynimizin en ilkel kısımlarının milyonlarca yıllık evrimi ve genetik yazılımıza dahil kimi satırların kısmi etkisi ile bir ilişkisi olabilir.
Lakin bu durum, birey psikolojisi içinde kalındığı sürece anlamlıdır. Yani normal sıradan bir yurttaşın, ya da tek başına bir gazeteci ya da doktorun, yapısallaşmış psikolojik dinamikleri gereği bu şekilde - hem garip hem normal- davranış kalıpları göstermesi bir yere kadar makul kabul edilebilir.
Ama en başta marksizmin de altını çizdiği gibi, evrenin, doğal yasaların, sorun ve çözümlerin bilinebilir
olduğuna inanırken, bilme faaliyetinin sadece bunlarla değil, aynı zamanda bizzat insanı yöneten yasaların da bilinebilmesiyle tamamlanması gerekir ki... İşte orada da sistem çıkar karşımıza.
Anglo sakson neo liberalizmi afedersiniz bile demiyecek herşey bittikten sonra.
Ya da pandemi dalgasının kırılmasını takiben, Afrika'da alevlenirse yeni bir salgın, o her kanun, yasa ve politikayı tam demokrasi gereği halk oylamasına sunan İsviçre, cubitiye bedelsiz aşı ya da ilaç göndermeyi reddedecek halk oylamasıyla. ( tıpkı 2000li yılların başında Afrikada açlıktan ölen çocuklara tıbbi ve gıda yardımını reddetmeleri gibi referandumla)
Garibim cubiti'ye ise, belki daha adını bile öğrenemediği bir virüsten ölmek düşecek yine..
Böyle uzar gider...
Denk geliyorum bazen, corona dan sonra yeni bir dünya gelecekmiş vs... Yazıyor alimler malimler.. sosyal devlet anlayışına geri dönülecekmis, sadece kalkınma ve büyüme değil, sürdürülebilirlik de düşünülecekmis, filan fulan..
Ne gelecekmiş çok merak ediyorum gerçekten (büyük sermayenin daha da büyümesi dışında!)
Hani diyor ya kamu spotunda; korona virüsü, alacağınız tedbirlerden daha güçlü değildir...
Ben de ekleyeyim ; korona, enfluenza, hiv, sars, mers, ebola.. Bu virüslerin hiçbiri, yoksulluktan daha güçlü değildir.
Edit: bu yazı pandemi döneminde yazıldı.