Kimler Bilişsel Önyargılara Kapılır?
Bilişsel önyargılar, temel bilişsel sistemimizin çalışma şekline bağlı olarak ortaya çıktığından profesyonel psikologlar dahil herkes, az ya da çok bilişsel önyargılara kapılır. Bunun da ötesinde sadece insanlarda değil arı, domuz ve köpek gibi hayvanlarda da gözlenirler.
Yaş ve kültür gibi çeşitli arkaplan etkenleri hani önyargının kimi ne dereceye kadar etkilediğini değiştirebilir. Bu da herkesin deneyiminin birbirinden farklı olmasına yol açar.
Ancak bu arka plan etkenleri ile bilişsel önyargılar arasındaki bağ karmaşıktır. Örneğin “genel bilişsel yetenek” insanların belirli önyargıları yaşama ihtimalleri ile ilgili bir şeydir ama tüm önyargıları kapsamaz. Dahası, önyargıların görülme olasılığıyla bilişsel yeteneğin ilişkili olduğu durumlarda bile bu bağın kuvveti bahsedilen önyargının hangisi olduğu ile ilgilidir.
Neden Bilişsel Önyargılara Kapılıyoruz?
Tüm bilişsel önyargılar için geçerli tek bir neden yoktur. Yine de araştırmalar, bilişsel önyargıların öncelikle hatalı sezgilere veya sorunlu analitik muhakemeye bağlı olduğunu ileri sürüyor. Bu sorunlar ise psikolojik anlamda rahatsızlığı önlemek amacıyla halihazırda var olan inançları sürdürmek veya fazla miktarda bilgiyi hızlıca işlemekti zorluk olabilir.
Bilişsel önyargıların açıklamalarından çoğu, özellikle iki ana bilişsel sistem kullandığımızı öne süren İkili Sistem Teorisi’ne odaklanmaktadır:
Sistem 1: Sezgisel işlemlerden sorumlu, diğerine göre daha hızlı, otomatik ve çaba gerektirmeden çalışan sistemdir. Bu sistemde işler paralel yürür, yani bu sistemde aynı anda birden fazla işlem gerçekleştirmek mümkündür. Ayrıca duyguların büyük oranda etkisinde kalır. Yaptığımız bir şakaya gülünmesinden duyduğumuz memnuniyet, Sistem 1’in ürünüdür.
Sistem 2: Bu sistem ise bilinçli akıl yürütmeden sorumludur. Diğerine göre daha yavaş, kontrollü ve çalışması çaba gerektiren bir sistemdir. Bu sistemdeki işlemler ise seri yürür, yani bir anda sadece bir işlem yapılabilir. Diğerine göre duygulardan daha bağımsızdır. Karmaşık bir denklemi çözmeye çalışırken Sistem 2’yi kullanırız.
Bu çerçevede bilişsel önyargıların yaygın nedenlerinden biri analitik muhakeme (Sistem 2) gereken durumlarda, sezgilere (Sistem 1) güvenilmesidir. Bunun sebebi, sezgilerin daha hızlı ve kullanımının daha kolay olması olabilir. Sezgilere güvenmek birçok konuda analitik muhakemeye güvenmek kadar iyi ve hatta daha iyi sonuçlar verebilir, bu yüzden de insanlar sezgiye uygun bir durum olmasa bile bu yolu seçebilirler. Örneğin bir deneyde üniversite öğrencilerine basit bir soru sorulmuştu:
Bir kalem ve bir silgi toplamda 1.10 TL tutuyor. Kalemin fiyatı silginin fiyatından 1 TL fazla olduğuna göre silginin fiyatı nedir?
Bu soruyu duyan öğrencilerin bir çoğu “10 kuruş” cevabını vermeye yöneliksezgisel bir eğilim hissetti. Çünkü toplam olan 1.10 TL doğal olarak 1 TL ve 10 kuruşa bölünüyordu, bu yüzden de “10 kuruş” mantıklı bir cevap gibi gelmişti. Sorun şu ki, öğrencilerin yarısı yanlış cevap vermelerine neden olan bu sezgiye kapıldılar. Doğru cevap kalemin 1.05 TL silginin ise 0.05 TL olmasıydı.
Burada yaşanan şey birçok insanın Sistem 1′ i kullanarak sezgisel değerlendirmeler yapması ve doğruya yakın bir cevap bulmasıydı. Doğruya yakın bir cevap bulmak da yaklaşık sonuç gerektiren bazı durumlar için yeterince iyidir. Bazı insanlarsa bu sezgisel değerlendirmeden sonra Sistem 2’yi kullanarak ilk cevabın yanlış olduğunu fark etti ve doğru cevabı hesapladı. Kalanlar ise ya Sistem 2’yi hiç kullanmadılar ya da yanlış kullandılar, böylece Sistem 1’in cevabına güvendiler.
Genel olarak, İkili Sistem Teorisine göre bilişsel önyargılar iki ana sebepten ortaya çıkar:
Sistem 1 hatalı bir sezgi üretir ve Sistem 2 bunu düzeltemez. Bunun sebebi Sistem 2’nin devreye girmemesi veya Sistem 1’i kontrol etmede başarısız olması olabilir.
Sistem 2 doğru analitik muhakeme yapamaz.
Bu sorunlar psikolojik olarak rahatsızlığa yol açacağından haksız olduğunuzu öğrenmek istememek gibi birçok sebebe bağlanabilir.
Örneğin Onaylama Önyargıları insanların halihazırda var olan inançlarına uygun olan bilgileri aramalarına, desteklemelerine ve bilgileri inanmak istedikleri gibi yorumlamalarına sebep olur. Bu önyargı insanlar önemli bir bilgiyi inançlarını sarsacağı şüphesiyle sezgisel olarak (Sistem 1) düşünmeden elediklerinde ortaya çıkabilir. Benzer olarak insanlar bilgiyi derinlemesine analiz edip (Sistem 2) inançlarına uymayan kısımları gözardı ettiğinde de önyargı oluşabilir.
Önyargıdan hangi sistemin sorumlu olduğuna dair kararsızlık yaşandığını göz önünde bulundurun. Örneğin bazı araştırmacılar sistemlerden çok ikili süreçleri veya akıl yürütmenin daha ileri seviyelerini neden olarak gösterirler. Dahası, bazı araştırmacılar da “gürültülü bilgi işleme” gibi farklı mekanizmaların bazı belirli bilişsel önyargıların altında yatan neden olabileceğini öne sürüyor.
Bunlara rağmen bu teorilerin birçok ortak noktası var, bu da özellikle bilişsel önyargılaı pratik bir bakış açısından anlamak isteyenler için bir çerçeve oluşturuyor.
Bilişsel Önyargıları Azaltmak ve Önlemek
Daha önce gördüğümüz gibi bilişsel önyargılar bilişsel sistemimizdeki iki hatadan dolayı ortaya çıkabilir:
Sistem 1′ in (sezgisel sistemimizin) doğru sezgiler üretememesi ve Sistem 2’nin (analitik sistemimizin) Sistem 1’i yönetmekte veya devre dışı bırakmakta başarısız olması.
Sistem 2’nin doğru muhakeme yapamaması.
Bunlara dayanarak bilişsel önyargıları azaltmak için yapabileceğimiz iki şey var:
Sistem 1′ in sağlıklı sezgiler üretmesine yardım etmek: Bunu yapmanın birçok yolu var. Örneğin kısa vadede sezgilerin üretildiği ortamı iyileştirebilir , uzun vadede ise Sistem 1’i geliştirecek geri bildirimlerle sezgi üretim sürecini daha iyi hale getirebilirsiniz.
Sistem 2’nin doğru muhakeme yapmasını ve Sistem 1’i yönetmesini sağlamak: Bunun için de birçok yol var, mesela karar verme sürecini yavaşlatabilir veya karar verdiğiniz ortamı iyileştirebilirsiniz.
Bilişsel önyargıları azaltmada kullanılan en yaygın yöntem ise Önyargı Azaltma Tekniklerini kullanmaktır. Bu tekniklerin çoğu düşünce sisteminizin farkındalığı ve anlaşılması anlamına gelen üstbiliş etrafında şekillenir. Üstbiliş de genelde bilinçli bir çabayla oluştuğundan bu teknikler öncelikle Sistem 2’nin geliştirilmesini gerektirir.
Bazı Önyargı Azaltma Teknikleri diğerlerine göre basit ve evrenseldir, önyargılar hakkında bilgilerinizi artırıp gereken yerde bunları hatırlamak gibi. Bazı teknikler ise daha özeldir, örneğin psikolojik olarak kendinden uzaklaşmak insanların hayatlarındaki olayları değerlendirirken veya başkalarının perspektifinden bakmaya çalışırken kendi bakış açılarına çok fazla güvenmelerine neden olan Benmerkezci Önyargıyı azaltmada etkilidir.
Önyargı Azaltma Tekniklerinin etkinliği, üzerinde kullanıldıkları bilişsel önyargılara bağlıdır. Örneğin insanların bir yargıya varırken ulaştıkları ilk bilgiye diğerlerinden daha fazla güvenmelerine neden olan Çıpalama Etkisi’ni düşünelim. İlk bilgiyle sonrakilerin bariz bir karşılaştırması sonucu oluşan bir Çıpalama Etkisi için teknikler çok daha az etkili olacaktır. Yani kişiden açıkça bir karşılaştırma yapması istenirse önyargıyı azaltmak çok daha zor olacaktır.
Ön yargıların sebebini ben şu olarak görüyorum: Bedenimiz yüz binlerce yıl boyunca doğada yaşadı ve karşısına çıkan problemleri çözmek için yöntemler, modeller geliştirdi. Bunlar oldukça hızlı ve kullanışlı modellerdi, ama bu şekilde olmak için doğruluklarını feda etmişlerdi. Ya da belki de evrimleşmesi en kolay yöntem buydu, ve yerel maksimuma ulaştıkları için değişim gösteremediler. Ekonomide önemli bir söz var: “Varolan bütün ekonomik modeller hatalıdır, ama bazıları kullanışlıdır.”. Bizim ekonomide yaptığımız şeyin bir benzerini beynimizin yaptığını düşünüyorum.
Ön yargılara ekleme olarak:
Grup Düşünmesi: İnsanlar grup içinde sorun yaşanmasın diye katıĺmadığı fikirleri farkında olarak/olmadan onaylayabilirler. Bu, dominant veya daha yüksek mertebeli kişilerin seslerinin, genel fikri çok daha etkilemesine sebep olur.
Kategori ön yargıları: Fikrimi bu ön yargılar oluşturmamı sağlamıştır. 1 ile 100 arasında bir sınav notu aldığınızı düşünelim. Notları değerlendirmek için yapabileceğiniz en iyi şey her sayıyı ayrı değerlendirmektir, ama bu çok zor olduğu için notları aralıklara ayırırsınız. 60-70 aralığı, 20-30 aralığı gibi. Bu iyi bir yöntemdir ama getirdiği ön yargılardan bazıları şunlardır:
-Notunuz 69’dan 70”e çıkınca, 1 puan almış olmaktan çok 10 puan almış gibi hissedersiniz, bunun sebebi bu iki sayının kendi oluşturduğunuz aralığın sınırına çok yakın olmasıdır.
-69 ile 61 notları arasında çok fark yokmuş gibi hissedersiniz, bunun sebebi aynı aralıkta yer almalarıdır. Aralıkların en ortadaki öğeleri “temsilci” öğelerdir. Mesela kırmızı diyince aklınıza gelen renk size göre kırmızı aralığının ortasıdır.
-Her insanın kendi oluşturduğu aralıklar farklı olduğu için, bazen sizin kırmızı dediğiniz renge başkası yeşil diyebilir.
Sistem 1 düşünme çok etkili olduğu halde kişiden kişiye iletmek oldukça zordur, ve dendiği gibi üstesinden gelinemeyen ön yargılara sahiptir. CIA, 2000 yıllarında yaptığı bir araştırmada, başarısız olan operasyonlarının %10’unun bu sebeplerden kaynaklandığını söylemiştir. Bunlardan kurtulmak için “yapılı düşünme” metodları geliştirilmiştir. Metodların hiç birisi bütün ön yargılardan kurtulamaz ama bazılarını kapı dışarı eder. Mesela herkesin bildiği artılar/eksiler tablosu bunlardan biridir.
Bilgi Paradoksu: İnsanlar, küçük değişiklikleri görmekte zorlanırlar. Bundan dolayı uzun süre içinde yapılan küçük değişiklikler büyük bir değişime yol açsa bile, bu konuyla başından beri ilgilenen kişiler bunu fark edemezler. Yine CIA’de, Berlin Duvarı’nın yıkılacağını en son öngören kişi Almanya ile ilgili en çok araştırmayı yapan olmuştur. Aslında bu küçük değişimleri görememe olayının, bilgiyi kategorileştirmeden geldiğini düşünüyorum. Çok küçük değişimleri, 0 ile aynı kategoriye koyduğumuzdan ikisini bir tutuyoruz.
Bilişsel ön yargıların sebebinin optimizasyon dışında, bir de modellerimizi yanlış yerde kullanmaktan kaynaklandığını düşünüyorum. İnsan ilişkilerinde beynimiz “kendine ne yapılırsa sen de onu karşındakine yap” yönteminin biraz gelişmiş halini kullanarak ilerler. Fakat biz insanlar, ne alametse bazen cansız varlıklara da sempati duymaya, onları canlıymış gibi görmeye başlarız. Bundan dolayı insan ilişkilerinde yaptığımız stratejiyi onlara karşı da yapabiliriz. Bu arada, cansız/varolmamış varlıklara sempati duyma olayını yaşayan tek canlı biz insanlarız. Yapılan araştırmalar diğer hiçbir canlıda bunun yaşanmadığını gösterdi. İnsanı diğer canlılardan ayıran tek özelliğimiz, bildiğim kadarıyla sadece bu.