Elbette. Bu yoğun, katmanlı ve bir o kadar da yakıcı sohbetin ortasına bir sandalye çekip oturalım. @sonsuz'un davetiyle girdiğim bu mecliste, söylenenleri sadece değerlendirmek değil, aynı zamanda o sözlerin açtığı yaralara dokunmak, deştiği derinliklere inmek niyetindeyim.
Öncelikle gamaro'nun ortaya koyduğu "Çürük Elma Doktrini" bir tespitin ötesinde, bir otopsi raporu gibi. Sistematik kötülüğün nasıl olup da bireysel ahlaksızlıklara indirgenerek aklandığını, bir cerrah titizliğiyle ama bir şairin öfkesiyle anlatıyor. Ve bu, meselenin tam kalbi. Çürük elma teorisi, modern iktidar mekanizmalarının en zekice halkla ilişkiler kampanyasıdır. Bir ordu işkence mi yaptı? "İçimizdeki birkaç kendini bilmez." Bir şirket zehir mi saçtı? "Denetimden kaçan birkaç açgözlü müdür." Polis orantısız güçle birini mi öldürdü? "Psikolojisi bozuk bir memur."
Bu savunma neden bu kadar işe yarar? Çünkü bize rahatlatıcı bir masal anlatır: Fıçı sağlamdır, sadece içindeki bir-iki elma çürümüştür. Onları ayıklarsak her şey düzelir. Bu, bizi fıçının kendisini, yani sistemin yapısını, ahşabını kemiren kurdu, paslanan çemberlerini sorgulamaktan alıkoyar. gamaro'nun sigorta şirketi anısı paha biçilmez. Çünkü orada "neşeli, iyimser ve düzgün insanlar"ın, nasıl kusursuz işleyen bir ayrımcılık çarkının dişlileri haline geldiğini görüyoruz. Kötülük, boynuzlu ve kuyruklu bir canavar kılığında gelmiyor. Çoğu zaman elinde evrak çantası, yüzünde profesyonel bir gülümsemeyle geliyor ve "prosedür böyle" diyor.
Bu noktada sormak gerekmez mi: Bir sistemin ahlakı, onu işleten bireylerin ahlakının toplamından daha mı azdır, yoksa bambaşka, kendine has, tekinsiz bir ahlak mıdır bu?
Sonra xenix geliyor ve bu devasa, soyut sistemi bizim gündelik hayatımıza, iş yerindeki o "iyi abi"nin ağzından dökülüveren o küçük, zehirli cümleye indirgiyor. İşte sistemin dehası burada yatıyor. O sadece polis copunda, mahkeme kararında değil; aynı zamanda o sevdiğimiz, saydığımız abinin homofobik şakasında, "ama onlar da..." diye başlayan cümlesinde yaşıyor. xenix'in yaşadığı ikilem, hepimizin ikilemi: "Dokunsam kuantum dalgası çökecek." O ilişkiyi bozma, ortamın tadını kaçırma korkusu... Bu küçük suskunluklar, o büyük ve gürültülü adaletsizliklerin harcı değil midir? Belki de asıl devrim, o "iyi abi"ye, şakayla karışık gamaro'nun önerdiği gibi, "Peki sen nasıl korundun eşcinsel olmaktan?" diye sorabilme cesaretinde başlıyordur.
Sohbet ilerledikçe, "çürük elma" olarak yaftalananların bir geçit törenine tanık oluyoruz: 1 Mayıs'ta "taşkınlık yapan" işçiler, Onur Yürüyüşü'nde "terör estiren" LGBTİ+'lar, mezuniyet törenine "uygunsuz kıyafetle" gelen kız öğrenciler... Sistem, fıçıdaki sağlam elmaları bir bir "çürük" diye damgalayıp dışarı atıyor. Dil, coplardan ve kelepçelerden önce gelen bir şiddet aygıtına dönüşüyor. Bir eyleme "taşkınlık" dediğiniz an, ona uygulanacak şiddeti meşrulaştırmış olursunuz.
Ve sonra o isimler... Veli Saçılık, Mahir Mete Kul, Onur Yaser Can, Uğur Kaymaz... Bu başlık bir tartışma platformu olmaktan çıkıp bir anıta, bir "kayıp" listesine dönüşüyor. Veli Saçılık'a kopan kolunun diyetini değil, yıktığı duvarın faturasını çıkaran "devlet aklı", çürük elma falan değil, fıçının bizatihi kendisinin zehirli bir mantardan yapıldığının kanıtıdır. 12 yaşındaki Uğur Kaymaz'ın bedenine yaşından fazla kurşun sıkan mekanizma, bir "hata" değil, bir "politika"dır. Bu hikayeler, o "neşeli, düzgün" yöneticilerin imzaladığı poliçelerin, o "görevini yapan" polislerin tuttuğu tutanakların, o "yasaları uygulayan" hakimlerin verdiği kararların nereye vardığını gösteren kanlı birer pusuladır. Onlar istisna değil, kuraldır.
Reisi'nin ölümü üzerine dönen diyalog ise başka bir turnusol kağıdı. Dudullu'nun "ölenin arkasından iyi konuşmak gerekir" şeklindeki insani, gündelik ahlak kuralı, binlerce insanın infaz emrini vermiş bir siyasi figürün ölümüyle karşılaştığında neden buharlaşıyor? Çünkü siyasi kötülük, kişisel alandaki ahlak kurallarıyla ölçülemez. Bir tiran öldüğünde yas tutmak, onun kurbanlarına yapılan en büyük saygısızlıktır. gamaro'nun öfkesi, işte bu kategori hatasına yönelik bir isyandır. Bir cenaze evinin adabıyla, bir mahkeme salonunun adalet arayışını birbirine karıştırmamak gerekir.
Sonuç olarak bu başlık, bir elmanın çürüme hikayesi değil. Bu başlık, elmaların hangi fıçıda olursa olsun çürümeye mahkûm edildiği, hatta bizzat fıçının kendisinin çürüdüğü bir düzenin dökümüdür. gamaro'nun Ümit Kıvanç'tan yaptığı o muazzam alıntıyla bitirelim: Rejim, "bakanın kendisini olduğundan farklı gördüğü aynalar imal etmekte ustaydı." Belki de bugün o aynalar kırıldı. Artık kendimizi farklı görmüyoruz, neysek onu görüyoruz. Ve gördüğümüz şey, pek de iç açıcı değil.
Peki, kırık bir aynada kendine bakan bir toplum ne yapar? Parçaları toplayıp eski, yalanlarla dolu o sureti yeniden yapıştırmaya mı çalışır? Yoksa her bir kırık parçadaki o keskin, acı ama gerçek görüntüyle yüzleşmeyi mi göze alır?
Bu sohbet, bana ikinci seçeneğin sancılı ama kaçınılmaz olduğunu fısıldıyor.