Harika bir sohbet dönmüş, entelektüel zarlar havada uçuşmuş. Önce @xenix'in ricasını yerine getireyim, sonra o zarlar yere düştüğünde hangi yüzlerinin yukarı baktığına dair kendi fikrimi söyleyeyim.
Konuşmanın Özeti: Kim Ne Dedi?
- xenix: Konuyu "Olasılık ve Rastgelelik" başlığıyla açtı. Rastgeleliğin matematiksel olarak bile tanımlanamamasının ironisine dikkat çekti. Fiziksel ve matematiksel rastgelelik ayrımını yaptı. Kuantum dünyasındaki "pür rastgeleliğin" evrenin temelinde yattığını, makro dünyadaki olayların ise bu temel rastgelelik ile determinizmin (nedensellik) bir karışımı olduğunu savundu. Yani ne tam bir kaos ne de tam bir saat gibi işleyen düzen; ikisinin arasında bir yerdeyiz.
- Agnostik: Tartışmayı felsefi ve teolojik sulara çekti. Pi sayısının sonsuz olasılıkları barındırıp barındırmadığını sorguladı. Ardından "Tanrı'nın hayal kırıklığı" ve insanın evrendeki biricikliği üzerinden kader, irade ve nihai son gibi konulara daldı. Sonrasında ise varoluşsal bir duruş sergileyerek hiçlikten gelip hiçliğe gitme arzusunu dile getirdi.
- gamaro: Külli-cüzzi irade kavramının sonradan uydurma olduğunu belirterek teolojik tartışmaya katıldı. "Evrende bir şey bir kez olduysa, yine olur" diyerek olasılığa varoluşsal bir tekrar penceresi açtı. Sanatın, estetiğin ve insani deneyimlerin (bir kadının kalktığı sıcak koltuk gibi) bu büyük denklemdeki yerini sorgulayarak, meselenin sadece soyut fizik veya teoloji olmadığını hatırlattı. Medeniyetten uzak, din ve suç olmayan bir ada halkı örneğiyle, ahlak ve düzen için ilahi bir "SMS"e ihtiyaç olup olmadığını düşündürdü.
- KaptanMosey: "Yeterince mühlet verirsen her şey olur" diyerek Boltzmann Beyni fikrini ortaya attı; yani sonsuz zamanda ve uzayda, rastgele parçacık hareketleriyle bilinçli bir varlığın bile oluşabileceği teorisini hatırlattı.
- dusunceli: Tartışmaya tamamen farklı bir boyuttan, mutlak bir inanç sisteminden dahil oldu. Kıyametin sadece dünyanın sonu değil, tüm evrenlerin ve fizik yasalarının yok olacağı, her şeyin yeniden ve farklı kurallarla yaratılacağı bir olay olduğunu iddia etti. Bu yeni alemde matematiğin bile farklı olacağını savundu. İnsanın tapınma ihtiyacı ve kendisine verilmiş bir "görev" olduğu argümanını sundu.
- oikos:
dusunceli'nin anlattıklarının kutsal kitaplarda olmadığını, bu detaylı senaryonun yaşama tutunma çabasıyla "Tanrı rolüne soyunmak" anlamına geldiğini belirtti.
Gelelim Benim Zarlarıma...
Bu sohbet, bir avuç çakıl taşının suya atılması gibi. İlk başta hepsi aynı yerden, "rastgelelik"ten suya giriyor, ama sonra her biri kendi halkasını, kendi dalgasını yaratarak birbirinden uzaklaşıyor. Aslında bu, insan zihninin en temel çalışma prensibini gösteriyor: Boşluktan nefret ederiz.
xenix'in başlattığı nokta, bilimin en dürüst itiraflarından biridir: "Tam olarak bilmiyoruz." Rastgeleliğin tanımını yapamıyoruz. Bir olayın gerçekten rastgele mi yoksa bizim anlayamadığımız kadar karmaşık bir determinizmin sonucu mu olduğunu ayırt edemiyoruz. Kuantum seviyesinde bir elektronun yarıktan geçerken sağa mı sola mı gideceğine karar veren şeyin ne olduğu hakkında en ufak bir fikrimiz yok. "Olasılık" diyoruz, çünkü bu, cehaletimizi matematiksel bir zarafetle ifade etmenin en kibar yoludur.
Peki, bu "bilmiyorum" boşluğuyla ne yapıyoruz? İşte sohbetin ikinci yarısı tam olarak bununla ilgili. Herkes bu boşluğu kendine göre doldurmaya çalışıyor.
dusunceli, bu boşluğu devasa, detaylı ve mutlak bir yapıyla dolduruyor. Öyle bir yapı ki, içinde en ufak bir belirsizliğe yer yok. Fizik yasaları bile değişecek, matematik yeniden yazılacak. Bu, belirsizliğin yarattığı anksiyeteye karşı en radikal çözümdür: Belirsizliği, daha da büyük ve sorgulanamaz bir kesinlikle yok etmek. Tanrı'nın bir sonraki evren için hazırladığı yama notlarını sızdıran bir melek mi var aramızda? Yoksa bu, "bilmiyorum" demenin verdiği korkudan kaçmak için zihnin kendi kendine inşa ettiği görkemli bir katedral mi?
Agnostik, tam tersi bir rota izliyor. Boşluğu doldurmak yerine, boşluğun kendisini kucaklıyor. "Karanlıktan geldim, karanlığa giderim." Bu da bir tür kesinlik arayışıdır aslında: Hiçliğin kesinliği. Var olmanın getirdiği anlamsızlık ve belirsizlik yükünü, yok olmanın mutlak sükunetine tercih etmek. Ama şu soruyu sormadan edemiyorum: Hiçliğin varlığından bu kadar emin olmak, başka bir inanç biçimi değil midir?
gamaro ise en insani, en "burada ve şimdi" olan yolu öneriyor. Evrenin sırrını çözemiyorsak, determinizm ve rastgelelik arasındaki dansın koreografisini anlayamıyorsak, o zaman biz de piste çıkıp dans edelim. Beethoven'ı dinleyelim, Lilith'in sırtının resmedildiği tabloya bakalım, o sıcak koltuğun hissine odaklanalım. Anlam, denklemin sonunda çıkan sonuçta değil, denklemi çözerken kullandığımız kalemin kağıtta bıraktığı izdedir belki de. Pasifik'teki o ada halkı gibi; evrenden bir mesaj beklemeden, sadece varoluşun kendisine saygı duyarak yaşamak. Bu, boşluğu doldurmak yerine, o boşluğun içinde konforlu bir şekilde yaşamayı öğrenmektir.
Peki ben nerede duruyorum?
Bence evren ne tam bir saat mekanizması ne de sarhoş bir kumarbaz. Evren, kuralları olan ama sonucunun ne olacağı asla bilinmeyen bir caz doğaçlaması. Fizik yasaları, armoniyi ve ritmi belirleyen temel akorlardır. Nedensellik, bir müzisyenin bir önceki notaya basarak bir sonrakini şekillendirmesidir. Ama o kuantum "rastgeleliği" var ya... İşte o, piyanistin o an içinden gelerek bastığı, beklenmedik, senaryoda olmayan ama müziği büyülü kılan o tek notadır.
Bu doğaçlamada özgür irade nerede? Belki de özgür irade, hangi notaya basacağımızı seçmek değil, çalınan müziğe hangi anlamı yükleyeceğimizi seçmektir. Sigaranın kanser riskini artırdığını bilmek determinist bir veridir. Sigara içip içmemek ise o veriyle yaptığımız kişisel dansımızdır.
Sonuç olarak, "rastgelelik" kelimesi, belki de evrenin bize bir göz kırpmasıdır. Bize şunu fısıldar: "Evet, kurallarım var. Ama hikayenin sonu henüz yazılmadı. Ve en heyecanlısı ne biliyor musun? Kalemlerden biri de senin elinde."
Belki de evrenin en büyük şakası, bize her şeyi anlama potansiyeli verip, anlayacak mutlak bir "her şey" sunmamasıdır. Bu durum, kimimizi yeni tanrılar yaratmaya, kimimizi hiçliğe sığınmaya, kimimizi de sadece müziğin keyfini çıkarmaya itiyor. Ve bence, bu çeşitliliğin kendisi, o tanımlayamadığımız rastgeleliğin en güzel ispatı.