Dualizmin en büyük sorunu, birbiri ile hiçbir ortak noktası olmayan, tümüyle iki ayrı tözün nasıl birbiriyle etkileşebildiğinin açıklanmasıdır. Öyle ya, iki nesne birbiriyle etkileşiyorsa, aralarında mutlaka bir ortak nokta, paylaşılan bir şey vardır. Ya uzay içinde birbirlerine komşu konumdadırlar, birbirlerine değerler, ya da aralarında yine maddesel bir alışveriş olur, bir sinyal, foton gibi… Oysa ruh, maddeye değmek bir yana, uzay içinde bile değildir! Aralarında bir alışveriş varsa değiş tokuş edilen şey eğer madde ise, ruh o maddeyi nasıl alır? Yok eğer ruhsal bir şeyler değiş tokuş ediliyorsa, bu sefer o ruhsal bir şeyler için aynı soru sorulacaktır.
Dualizmin, ya da genel olarak özgür irade ve bilinci ruh ile açıklamaya çalışan tüm düşüncelerin tek sorunu bu değildir? Çok daha büyük bir sorun vardır ruh için: Ruh nasıl bir şeydir? Maddenin yasaları gibi ruhun da tabi olduğu kendine özgü yasaları var mıdır? Ruhsal olaylar birbirleriyle neden – sonuç ilişkisine girer mi? Ruhsal olaylar da madde gibi belirlenir karakterde midir? Yukarıdaki açıklamaya göre, dualizm bu sorulara evet yanıtı verme eğilimindedir. Öyle ya, ruhsal olaylar fiziksel olaylarla neden – sonuç ilişkisine giriyorsa, etkileşiyorsa, birbirleriyle de etkileşebilmelidir. Ancak, burada yalnızca dualizmle hesaplaşmadığımızı unutmamamız gerek; esas olarak, ruhun varlığını ve özgür iradenin ancak ruhun varlığıyla mümkün olduğunu savunan tüm düşüncelerle hesaplaşıyoruz. Her neyse, yukarıdaki sorulara verilen evet yanıtı açık bir çelişkiye yol açar: eğer maddenin tabi olduğu yasalar yüzünden, fiziksel olayların neden – sonuç ilişkileriyle belirlendiğinden ötürü, özgür iradenin varlığının maddesel temelde olanaklılığını yadsıyorsanız ve ruhun da tabi olduğu kendine özgü yasaları ve nedenselliğinin bulunduğunu kabul ediyorsanız, yine aynı nedenlerden ötürü, özgür iradenin ruhun varlığı temelinde olanaklı olduğunu da yadsımalısınız!
Yukarıdaki sorulara hayır yanıtı vermek ise hiç kolay değildir. Anılarımızın, önceki deneyimlerimizin arzularımıza, isteklerimize, kararlarımıza neden olmadığını kim tutarlı olarak savunabilir ki? Arzularımızın ve kararlarımızın kendiliğinden, tümüyle nedensiz ve hiçbir kurala, yasaya bağlı olmaksızın ortaya çıktığı savının yanlış olacağı, sanırım herkes için açık olsa gerek. Burada şimdilik tutarlı olarak savunulabilir görünen tek şey, ruhsal denilen olayların da kendine özgü kuralları ve nedenleri olduğu, ancak iradeyi özgür yapan şeyin, bu olayların başka birileri tarafından, dahası iradenin sahibi tarafından bile, önceden hesaplanamayacağı, kesinlikle öngörülemeyeceği olabilir ancak. Bu ise, konumuzla şu anda ilgisi olmayan, ruhsal süreçlerin ilkesel olarak bilinemez olması ek savı dışında, yukarıda ilk bölümde betimlemeye çalıştığım Laplace’çı olmayan belirlenimci yorumun da paylaştığı bir şeydir zaten. Bu konuya ileride daha ayrıntılı değineceğim.
İşin ilginci, hayır, ruhun tabi olduğu yasa yoktur, ruhsal olaylar nedensiz olarak, kendiliğinden ortaya çıkarlar yanıtı da, geçersizlikle malul olması bir yana, ruhçuluğu kurtarmaz. Eğer ruhsal olaylar hiçbir nedene bağlı olmadan kendiliğinden ortaya çıkıyorsa, bunun rastlantıdan farkı nedir? Yoksa söz konusu olan ruh olduğu için bu kör değil de gözü açık bir rastlantı mı?! Özgür irademizi hiçbir yasaya tabi olmadan kendi kendine işleyen ruhumuza bağlamanın, nedensiz ve belirsiz maddesel rastlantılara bağlamaktan ne farkı vardır? Oysa yukarıda rastlantının özgür iradeye temel alınamayacağını göstermiştik.
Konumuza bir örnekle devam edecek olursak, üniversite sınavına girmeden önce tercih listesinin 1. sırasına Cerrahpaşa Tıp Fakültesi yazan bir öğrencinin bu tercihinin hiçbir nedene bağlı olmaksızın oluştuğunu kimsenin öne sürebileceğini sanmıyorum. Öğrenci, tercihini yaparken, tıp mesleği hakkında bildiklerini, bildiği sandığı şeyleri, yakın arkadaşlarının, ailesinin görüşlerini, kendi yetenek ve eğilimlerini, yani o güne kadarki formasyonunu, üniversite hayatını İstanbul’da geçirmenin artı ve eksilerini, Cerrahpaşa’nın konumunu, ulaşım ve diğer olanaklarını ve bunun gibi hemen akla gelebilecek onlarca -belki de bir alt kademeye inildiğinde yüzlerce, binlerce- şeyi zihninde tartacak ve ona göre karar verecektir.
Öğrencinin tercihini -iradesini- belirleyen binlerce etmenin arasında bir kaç tanesinin nedensiz olarak ortaya çıktığı ilk anda düşünülebilir. Hatta şöyle bir örnek de verilebilir: Çocukluğu aynı koşullar altında geçmiş, üniversite sınavına gelinceye kadar aynı okullara birlikte gitmiş, aynı kişilerle arkadaşlık etmiş, aynı kitapları okumuş, aynı saatte uyanmış, aynı saatte uyumuş, birbirlerinden hiç ayrılmamamış iki tek yumurta ikizi kardeş, tüm bu ortak deneyimlere karşın, üniversite tercihlerini farklı belirleyebilirler. Bu durumda onların tercihlerini belirleyen saydığımız ortak deneyimlerin yanı sıra ortak olmayan etmenlerin de bulunduğu ve bu ortak olmayan etmenlerden kimilerinin ikisinin ayrı olan ruhlarından kaynaklandığı ve bunların da nedensiz (rastlantısal diye de okuyabilirsiniz) olarak ortaya çıktığı öne sürülebilir mi?
Bence bu sav dayanaksızdır. Yukarıdaki örnekten ancak tercihleri belirleyen ortak olmayan etmenlerin kimilerinin nedenlerini bilemediğimizi öne sürebiliriz. Buradaki belirsizlik de ilkesel olarak yukarıda tartıştığımız gibi epistemik türdendir bana kalırsa.
Sonuç olarak, gösterdiğimiz gibi özgür iradeyi ruh gibi maddeden ayrı bir töze bağlamak durumu kurtarmamaktadır. Yukarıda irdelediğimiz gibi, maddesel temelde bir özgür iradeyi tanımlarken karşılaşacağımız bütün güçlükler, aynen ruh için de geçerlidir. Ek olarak, ruh kavramı bir çok sorunu da beraberinde getirmektedir. Bilinmeyeni bilinmeyen başka bir şeyle açıklamaya çalışmak ancak safdillik olacaktır. Böyle bir tutum bilinmeyen sayısını en az ikiyle çarpmaktan, çözülmek istenen bir düğümün önüne daha da büyük bir düğüm atmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Görüldüğü gibi, ruh her ne kadar elle tutulamasa bile Ockham’ın usturasıyla kesilmekten kurtulamamaktadır!
Özgür İrade ve Belirlenimcilik
Peki belirlenimci maddesel bir dünyada özgür irade nasıl olanaklı olabilir? Bu gerçekten çetin bir sorundur; öyle ki kimi filozoflar bu konuyla hiç ilgilenmezler, psikolog ve nörologların çoğu da özgür irade terimini pek ağızlarına almamaya çalışırlar. Ultra-materyalist (kaba-materyalist diye de okuyabilirsiniz) çoğu bilim adamı ve düşünür, özgür iradenin bir yanılsama olduğunu savunur. Bilincin maddesel tabanını çok başarılı bir biçimde açıklayabilen Francis Crick (James Watson ile DNA’nın moleküler yapısını keşfederek 1962 Nobel Ödülünü almış İngiliz fizikçi ve biyokimyacısı) bile, özgür iradenin bize varmış gibi geldiğini belirtmektedir:
İlk varsayımım insan beyninin bir parçasının gelecekteki eylemler için planlar yapmakla görevli olduğuydu. Beyindeki bu yerin planları yerine getirmekle ilgilenmesi gerekmiyordu. Bir de kişinin bilincinde olduğunu varsaydım bu planların
Doğrusu, özgür irademizi öylesine içten hissederiz ki, bunun bir yanılsama olduğunu kabul etmemiz tümüyle sağduyumuza aykırı. Elimizde görecelilik kuramının anlaşılmasında olduğu gibi, sağduyumuzun bizi zaman zaman yanılttığına ilişkin veriler olsa da aslında en dolaysız olarak varlığını bildiğimiz şeylerden biri olan özgür irademizi reddetmemiz neredeyse olanaksızdır.
Kaynaklar ve Okuma Önerileri:
Roger Penrose, Kralın Yeni Usu 1 ve 2, TÜBİTAK Yayınları, 1998
Roger Penrose, Küçük, Büyük ve İnsan Zihni, Sarmal Yayınları, 1998
Douglas R. Hofstaedter, Gödel, Escher, Bach: An Eternal Golden Braid, Vintage Books, 1980
Douglas R. Hofstaedter – Daniel C. Dennett, Mind’s I, Penguin Books,
Arda Denkel, Düşünceler ve Gerekçeler II, Göçebe Yayınları, 1998
Francis Crick, Şaşırtan Varsayım, TÜBİTAK Yayınları, 1997