bir kifayetsiz muhteris: celal şengör
dilara ilbuğa yıldırım
siyaset, bu ülkede herkesin en rahat fikir beyan ettiği alanların başında geliyor. hatta sosyal bilimlerin tamamıyla ilgili bunu söylemek mümkün. sizin hangi sosyal bilim dalında eğitim almış olduğunuz, teorik birikiminiz çok da önemli değil. bu ülkede herkes politikadan anlar, herkes siyaset bilimcidir, toplum bilimcidir, iletişim bilimcidir. dolayısıyla söz konusu alanlar bazılarının atıp tutması için konforludur. televizyon kanalları (ve çoktandır sosyal medya) da bu atıp tutma halinin sahnesine dönüşmüştür.
sabahtan akşama dek, istisnasız her konu hakkında fikirleri olan ve fikirlerini pazarlamayı iyi bildikleri için “aydın” muamelesi gören kişilere maruz kalıyoruz. herkesin her şeyi bildiği ama kimsenin hakikati dert edinmediği, yozlaşmış, köhnemiş bir sürecin parçası olmamız bekleniyor. çünkü artık bilginin, düşüncenin ya da hakikatin değil sadece söyleme ediminin, fikri dışarıya aktarmanın kıymetli olduğu bir çağda yaşıyoruz.
mesela jeoloji profesörü celal şengör’ün ya da tarihçi ilber ortaylı’nın hemen her konu hakkındaki fikirlerine maruz kalıyoruz. ne hikmetse, bir de kendilerine koşulsuz hürmet etmemiz, her söylediklerine inanmamız ve kendimizi her anlamda onlardan aşağıda görmemiz bekleniyor. biraz daha yakından bakınca, üstün kibirleriyle türlü tahrifat yaptıklarını ve hakikatin üstünü ısrarla, kasten örtmeye çalıştıklarını görüyoruz. hakikatin üstünü örtecek aydın görünümlü maşalar tarihin her döneminde vardı, üstü örtülen gerçekler de her zaman birilerinin işine yaradı.
bu iki isim alıcı buldukça daha da arsızlaşarak devam ediyorlar açıklamalarına. mesela biz celal şengör’ün ya da ilber ortaylı’nın uzmanlık alanıyla ilgili bir beyanda bulunursak “zırcahil” olabiliriz ama onlar kendi alanları olmayan konularla ilgili fikirlerini özgürce dile getirebilirler. kendilerine bu özgürlüğü ve özgüveni veren şeyin ait oldukları sınıfsal pozisyon olduğu bilemeyecek kadar da teoriden yoksundurlar.
istisnai bir örnek olmadığını vurgulayarak celal şengör profili üzerinden devam edelim. hayatına biraz yakından bakınca, kibrinden de anlaşılacağı üzere, zengin ve şımarık bir çocuk görüyoruz. ilkokul 5. sınıfta öğretmeniyle tartışınca okuldan atılan şengör, ortaokulu ışık lisesi’nde bitirdikten sonra robert kolej’e geçiyor ve eğitimine devam etmek üzere abd’ye gidiyor. 1992’de istanbul teknik üniversitesi maden fakültesi genel jeoloji anabilim dalında profesörlüğe yükseliyor, 2022’de yine istanbul teknik üniversitesi’nden emekliye ayrılıyor. zengin bir ailenin zengin çocuğu, tamek holding’in varisi.
arkadaşı ilber ortaylı’yla birlikte, sosyal medyada yayılan “cahiller” söylemini el birliğiyle büyütüp besliyor. peki, kim bu cahiller? çoğu zaman yoksullar elbette. hatta halkın tamamı olduğunu söylüyor verdiği bir röportajda. bunun birkaç nedeni var. birincisi şengör, iflah olmaz bir seçkinci. ikincisi de halka vurmanın dayanılmaz hafifliği elbette. halk denen şeyin, siyasal, ekonomik, ideolojik yapının içinde şekillendiğinden bihaber olmak ya da halkı bir yığınlar toplamı olarak kavradığı için halkın gerçeklerinden fersah fersah uzakta olmak… şengör, karşısındakine cahil dedikçe kendi aklını övüyor, kibrini besliyor. uygun bulmadığı, onaylamadığı fikirlere sahip herkese hakaretler yağdırabiliyor. karşıdakinin cahilliği bizi daha akıllı, daha mantıklı, daha daha daha yaptığından olsa gerek bir sürü “akıllı” da peşine takılıyor. cehalet konusunda o kadar saplantılı ki, konuyla ilgili kitabı bile var celal şengör’ün: senin cahilliğin benim hayatımı etkiliyor. bilmiyor ki onun kibri, şımarıklığı, bilmediği konular hakkındaki ısrarlı tutumu da bizim canımızı sıkıyor.
“cehalet bir tercih mi?” gibi basit bir sorudan bile yoksun düşünce yapısıyla söylemlerini sürdürüyor. marx okumuş olduğu iddiasından aldığımız cesaretle, cehaletin bir tercih olmaması halinin sınıfsallığından bahsedelim desek de anlamayacak gibi. malum kapitalizmin sömürü düzeni olmadığını kendi ailesinin kimseyi sömürmediği üzerinden açıklamaya çalışıyor. altın madenine karşı çıkan köylüleri zırcahillikle suçlayabiliyor. “manzara derdindeler” diyor. yoksulun can derdini anlamaması normal, çünkü manzara ancak kendisi gibi zenginlerin derdi olabilir.
çocuklar sınıfsal pozisyonlarını ailelerine borçludurlar, yani ailelerinin sınıfsal pozisyonunu paylaşırlar. bu nedenle bir kötü haberim daha var: şengör’ün biliminsanlığı da sınıfsallıktan azade değil. küçük celal’in jules verne okuyup jeolog olmayı istemesi ile 14 yaşındaki arda’nın okulda olmak yerine fabrikada çalışırken ölmesi mesela aynı düzenin yansıması. burada tercihler devrede değil, yapısal koşullar bilinci ve tercihleri belirliyor. yani küçük celal’in profesör celal şengör olabilmesinin hikmeti sadece o çok beğendiği aklı değil, kendisinin sınıfsal konumlanışı.
celal şengör, her fırsatta kemalist olduğunu iddia ediyor ama kafası bir hayli karışık. hem devrim karşıtı, hem monarşi hayranı, hem de bugün rejimin tasfiyesinde imzası olan bazı isimleri sevgi ve saygıyla anıyor. ihtilalsiz ve cumhuriyetsiz bir kemalizm peşindeyken, bir yandan da cumhurbaşkanına saygısını, hakan fidan, ibrahim kalın ve hulusi akar’a sevgisini göstermekten geri durmuyor.
“bak kardeşim! ihtilal ne demektir biliyor musun sen? devrim ne demektir? darbe? zorla bir işi yapmak demektir! kusura bakmasın kimse. her yapılan haktır kardeşim” sözleriyle antidevrimciliğini, “kenan evren’in yaptığı her şeyi istisnasız onaylıyorum, insanlara dışkı yedirmek işkence değil” cümleleriyle ise işkence seviciliğini pekiştiriyor. “fransız ihtilali aklı öldürmüştür. ayak takımına iktidarı verirsen işte bugünkü dünya olur” diyerek dünyanın bizzat kendisinin ve ailesinin konumunu pekiştirdiğinden, kendisine bu denli konuşma hakkı verenin de bu düzen olduğundan da bihaber.
deniz gezmiş ve mahir çayan hakkında “eşkiya” deme cüretini gösteriyor, buna çok yakışan biçimde süleyman demirel hayranı. mesela, demirel’in özelleştirmelerine destek sunmaktan çekinmiyor. bilimin toplumsallaşması için çalışmış carl sagan’a küfredebiliyor.
bilim, toplumun ve insanlığın ilerleyişi için yapılır ama belli ki şengör’ün insanlığın ilerleyişine katkı sunmak ya da biliminsanının toplumsal sorumluluğu gibi bir derdi yok. o zaman halk düşmanlarının yaptığı bilimin de bizim için pek bir katkısı yok. mevcut konumlarını banka hesaplarındaki milyonlara göre pekiştirenlere, canı sıkıldıkça halkı küçümseme kolaylığına kaçan sahte aydınlara, bilimi sömüren azınlık için kullanışlı hale getirenlere, hakikatin üstünü bile isteye örtenlere, kısacası sırtını kapitalizme yaslayan herkese minik bir hatırlatma: bilim kapitalizmi de gereksiz kılacaktır, er ya da geç.
irlandalı fizikçi john desmond bernal’ın sözüne atfen: “bilim günümüzde pratik aklın soyut bir ürünü değil, kapitalist teknolojinin başarısının ayrılmaz bir parçası –onun ürünü ve üreticisidir. kapitalizm bilimi olanaklı kıldı; bilim kapitalizmi gereksiz kılar.”