Biraz da benden özet haber

Sosyal medyadan takip etmeyenler için ufak tefek haberler:

Tabi en önemli, üç aydır yoldaşım olan yavru kedi (şüpheliyim) Sri evimize gerçekten ismi gibi ışık ve bol enerji getirdi. Işık/Aşk aynı şey işte. Üç ay önce geldiğinde:

 

Ve bugün, şimdi:

çok işim var çoook, bir dakikam boş değil maşallah.

Bunları niye aktarıyorum?
Lütfen kendinizi, olayları bu kadar abartmayın çünkü bildiğimizi sandığımız şeyler bile bu kadar çokken bilmediklerimiz, hatta asla bilemeyeceklerimiz var!
Alın size minik bi örnek, kutupyıldızı
😉 bi okuyun, hayat uzunluğunuzla kıyaslayın falan filan 🧐

Polaris yıldızı, kuzey yarımkürenin kutup yıldızıdır. Polaris’in “kutup yıldızı” adını alma sebebi, daima kuzey kutbunun bulunduğu yönü belirtmesidir. Kutup yıldızının sürekli kuzeyi gösterme nedeni, kuzey yarı kürede Dünya’nın dönüş ekseni doğrultusuna çok yakın bir noktada yer almasıdır.
Elbette, Dünya küresel olduğu için, Polaris sadece kuzey yarımkürenin kutup yıldızıdır. Güney yarımküreden görünen yıldızlar farklıdır ve bu bu bölgede belirgin bir kutup yıldızı yoktur. Bunun yanı sıra, kutup yıldızı, sanılanın aksine gökyüzündeki en parlak yıldız da değildir. Hatta oldukça sönük bir yıldızdır ve ışık kirliliği fazla olan büyük şehirlerde neredeyse görünemez. Sıklıkla; #çobanyıldızı aslında yıldız olmayan, çok parlak görünümlü Venüs ile karıştırılabiliyor
Polaris her zaman Kuzey Yıldızı değildi. Bundan sonra da sonsuza kadar Kutup Yıldızı olarak kalmayacak. Dünya’nın ekseni zamanla değişiyor. Yıldızlar zamanla hareket ediyor. Polaris’ten önce Alpha Draconis olarak bilinen #thuban vardı.
13000 yıl sonra çoban kalır mı bilmiyorum fakat çoban yıldızımız #vega olacakmış

10 ESKİ TEKNOLOJİ

Eskilerde bulunan teknolojiler, anlam bulunamamış izler hep ilgimi çekmiştir. Yazılı tarih öncesine dair ne çok gizem var hala. Gerçekten de hep söylendiği gibi zaman her iki yöne doğru da gelişmeye devam ediyor. Sır şu an ve burada!

  1. Devasa Taş Küreler: 1939 yılında Kostarikanın güneyinde 500 kadar taş küre bulunmuş. Ağırlıkları 2 kg.den 16 tona kadar değişen bu kürelerin nasıl yapıldıkları ve neyi temsil ettikleri bilinmiyor. Bazıları insan ve hayvan heykellerinin yanında bulunmuş olan bu taşların astronomik bir  takvim olabileceği görüşü var, ancak çoğu yağmalanmış, yerinden kaldırılmış; bu nedenle de düzgün bir araştırma yapılamamış. 
  2. Roma Dodekahedronu: M.Ö. 200. yıla kadar uzanan tarihi ile 12 yüzlü, taş veya pirinçten yapılmış delikli bir obje. Her yüzünün pentagonal bir şekilde ve ortasında bir deliğin olduğu objeler. Avrupa’nın pek çok yerinde yüzlercesi bulunmuş, ancak ne işe yaradıklarına dair bir kayıt yok. Mumluk, su terazisi için zar göstergesi veya Roma Kartalına destek olarak kullanıldığı öne sürülmüş.
  3. Phaistos Diski: 1908 de Girit adasında bulunmuş. 15 cm. çapında pişmiş kilden yapılmış diskin Bronz Çağı ortalarına ait olduğu düşünülüyor. Her iki yüzünde 242 sembol kazınmış, bu sembollerin anlamı hala çözülememiş. Sembollerin diske mühürleme yöntemi ile basıldığı, dünyanın en eski yazılı objesi olabileceği düşünülüyor. Bir baskı aleti, müzik bestesi, varlık envanteri veya bir oyun olabileceği teorileri var. 
  4. Delhi’deki Demir sütun: 6 ton ağırlığında ve 7.21m.lik bu sütunun 1600 yıllık olması ve halen paslanmamış olması, üzerinde bulunan yazıların okunabilir olması dikkat çekici. Demirin içinde yüksek oranda fosfor olması ve Kristal yapısı altında yer alan demir hidrojen fosfat hidrat nedeni ile  korozyona dayanıklı olduğu düşünülmekte. 
  5. Ulfbert Kılıcı: Avrupa’nın farklı bölgelerindeki savaş alanında bulunan, yapımcısı bilinmeyen, MS 800 – 1100 yıllarında Vikingler tarafından kullanılmış ve 170 adet bulunmuş kılıç. Saf çelikten yapılmış ve üzerlerinde hala ne anlama geldiği çözülememiş Ulfbert sözcüğü var. (Ulfberht kılıçlarında kullanılan metal, günümüzde pota çelik olarak bilinir; modern dönemde iki farklı yöntemle yapılan çeliğe uygulanan bir terim ve bu yöntem bu kılıçlardan 800 sene sonra yapılabiliyor). O dönemde bu teknolojinin nasıl kullanılabildiği de açığa çıkmamış.
  6. Zhang Heng’ın Sismografı: Çinli astronom ve şair Zhang Heng’in yaptığı tarihin ilk sismografı.Yarattığı bakır aletin üzerinde farklı yönlere bakan ejderhalar, altında da ağızları açık olan kurbağalar vardı. İçinde sallanan sarkaç sayesinde sarsıntı sırasında ejderhaların ağızlarındaki toplar kurbağaların ağzına düştüğü sanılıyor. Ancak aletin orijinali  yok olmuş ve nasıl işlediği tam belirlenememiştir. 
  7. Yunan Ateşi:  Suyla karışınca ayrılamayan, yanıcı bir likit madde. Deniz savaşlarında kullanılmış. Çeşitli malzeme denemeleri yapılmış, kızgın kömür, kükürt ve zift karışımından oluştuğu, daha sonra MS 660’larda zift, reçine, kükürt, nafta, kireç ve güherçile ile zenginleştirildiği, MS 7. yüzyıldaki geliştirip etkisini arttırma işi Suriyeli bir göçmen olan Kallinikos tarafından geliştirilmiş. Video, formülün tekrarı için araştırmalar yapıldığı, ancak gerçek formülün bilinmediğini söylüyor.
  8. Şam Çeliği: Haçlı savaşları sırasında askerler daha önce görmedikleri bir kılıçla karşılaşıyorlar. , Müslüman ordularının kullandığı kılıçlar, şam çeliğinden yapılmış, esnek ve zarar görmeden taşı bile kesebiliyordu. Gerek çeliğin içindeki madenler, gerek dövme teknikleri ustaların ölümü ile tam öğrenilememiş. Bazı araştırmacılar şam çeliğini oluşturan maddeleri tam olarak bulduklarını söylemekte, hatta bir İspanyol üniv. Patent de almış. Ancak metalürji uzmanları arasında tartışma devam ediyor. 
  9. Antikythera Mekanizması: Çürümüş bu pirinç obje 2000 yıllık analog bilgisayar.1901 yılında Yunanistan Antikythera adası yakınlarında denizde bulundu. 82 parçaya ayrılmış pirinç objelerden oluşan aygıt, kozmik bir saat gibi. Ayın evrelerini, ayı, günü hesaplamak için kullanıldığı, ay tutulmaları ve olimpiyatların tam zamanının  hesaplamasını da yaptığı düşünüldü. (2002 yılında iki uzman, “linear tomografi” adlı özel ve gelişmiş bir görüntüleme yöntemiyle cihazı yeniden incelediler. Düzeneği oluşturan çarkların çok ayrıntılı görüntüleri elde edildi. Bu bilgiler ışığında cihazın çalışır bir kopyası yapıldı. Bu yeni düzenek, yalnızca ayın ve güneşin hareketlerini değil, Eski Yunanlıların bildiği gök cisimleri olan Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn’ün hareketlerini de gösteriyordu.) Kimin ve nasıl geliştirdiği bilinmiyor.
  10. Voynich El Yazması: Polonyalı bir arkeolog olan Voynich tarafından bulunan el yazması. Karbon testi ile 15. Yüzyıldan kalma olduğu tespit edilmiş. Yazıldığı alfabe halen çözülememiş. İçinde botanik, biyoloji, astroloji gibi bölümleri ayırmak için kullanılmış pek çok çizim var. Ayrıca suyun içinde duran ya da yürüyen çıplak kadın minyatürleri var. Bu kadınlar tüp ya da mühürlerle iletişim kuruyorlar. (Vikipedia ise bu havuzda kadınlı çizimlerin balneoloji (kaplıca tedavisi – şifalı sular ) ile ilgili olduğunu söylüyor.

İnsan uygarlığının tam olarak nasıl bir bilinç ve teknoloji gelişim eğrisi çizdiği her gün biraz değişiyor, ezber bozan buluşlar oluyor hatta öyle ki, Göbeklitepe’nin keşfinin şoku henüz atlatılıp dünya ülkelerinin tarih kitaplarına intikal etmedi. Şaşkınlık mı sürüyor, başka sebeplerimi var bilemiyorum.

Resim bana ait suluboya

Sınır Belirlemek ve Bilinmeyen

Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz. #CengTzu

#urbanshaman eğitimi almış olanlar bu konuyu anımsayacaklardır. Her karar ve her seçim sınır belirleme harekatıdır ve varlık alemlerinde bulunabilmek bu eylemi gerektirir.

Mesele bunun bilincinde olmak ve sınır belirlenirken ortaya çıkan stresi -ki hastalık dediğimiz şeylerin kökeni strestir- muhtelif yöntemlerle ve PERİYODİK olarak salmayı başarabilmek stres-gevşeme döngüsünün bir yerde kırılmasına imkan vermemek için uyanık olmaktir. Uyanık kalalım birbirimizi sevgiyle dürtükleyelim çünkü hep bi yerlerde şekerleme yaptığımız olur. Yoldaşlık, bu gözetim işinde sevgiyle bizleri uyandırır. #aloha #anıdefterim 2016

**

Sıçrama taşları, göz görgüsü!

Sonsuza kadar durmadan akacak olan o nehri geçmek için sıçrama taşlarına ihtiyacımız var. O taşlar ki, iridirler ve suyun akışına heybetle direnirler. Onlar öylesine güçlü olmasaydı güvenle basamazdık üzerlerine.

Taşlara basa basa, taşlara bağımlılığı atlarız aslında.

Ey insan! Sen olarak kalmaya devam ettiğin sürece her ihtiyaç duyduğunda ayağının önünde bir taş bulacaksın. Kendi gelendir onlar.

Akan su kendi engelini sürükleyerek kendi getirir.

Akan suya dikersen gözünü; çeker seni, akıp gitmek yokluğa karışmak istersin.

Taşa dikersen gözünü; durup soluklanmak, hesap çıkarmak istersin. Bir kurtarıcı gibi heybetle dikilir ayağının dibinde. Ne kadar şanslı olduğuna inanmak istemezsin, sevinçle alkışlarsın kendini.

Bu taşlar bazen de acı verir, kabus olur; eğer kıyıda değilsen ve hızla akan nehrin içinde kontrolsüzce sürükleniyorsan. Bir sırtına çarpar, bir böğrüne! Ne zaman nerede rastlayacağını bilemediğin için sakınamazsın da onlardan. Birinin ağrısı geçmeden diğeri gelir.

Taşların hikmeti kıyıya çıkıldığında anlaşılır.

Nehri enine katetmeden boyuna ahkam kesilmez. Önce, bir kıyıya tırmanırsın güç bela. Oynaşırsın bir süre. Pek büyük şey başarmış olmanın keyfini çıkarırsın. O kıyının girdisini çıktısını öğrenirsin.

Sonra sıkılınca döner nehre bakarsın.

Evvelce kaburgalarını deşmiş olan taşlar bir başka görünür şimdi gözüne.

Birinden diğerine sıçrayarak alt etmek istersin nehri. Onu yenmek karşı kıyıya geçmek gibi görünür sana.

Bazı taşlar çok uzun süre kalmıştır yerinde, yosun tutmuştur ve kaygandır.

Çok kereler yuvarlanırsın çıktığın o nehre.

Yürümeyi öğrenen bir bebek gibi yılmadan, usanmadan çıkar çıkar, tekrar yuvarlanırsın.

Derken ayağını usturuplu basmayı öğrenirsin. Sana bir anda oldu gibi gelir. Sihirli bir deynek dokunmuş gibi olur omuz başına.

Oysa sihirli deyneğin hikmeti; taşların kayganlığında ve senin kıyıya çıkma azmindedir.

Geçtin mi bir kere karşı kıyıya, bayram edersin.

Fakat her şeyden bıkılır, gözümün bebeği, gönlümün çiçeği… Ah her şeyden bıkılır!

Bu kez dönüp yeniden kıyıda durursun. Karşı kıyı bildik, bu kıyı bildik, taşlar çok bildik, nehrin suyu bildik!

Bilmedik bi şey ister gönlün. #birkadınıöldürmek

**

Bilinmeyenden aşırılan parçalara isim verilip tanımlamalar yapılarak bilinenler dünyasına dahil edilir ve bunların hepsi doğrudur, birbirleriyle çelişkili görünseler dahi! (bütünselliğe dahildirler, doğru ancak eksiktirler). Bilinç dünyası böyle oluşuyor (oyunlar). Bunda hiç bi yanlışlık göremiyorum. Diğer taraftan eğer birileri -özellikle eril düşünce- bu isim konarak tarif edilerek varlık alemine ithal edilmiş parçalar sayesinde bilinmeyenin alanını küçülttüklerini sanıyorlarsa şimdilik buna katılmıyorum. Bilinmeyen her zaman boyutsuz ve tanımsız üstelik her bir bilinenle daha da büyümüş olacaktır ki bu onun #yokluğun ve bizim#varlığın mucizevi sistematiğidir. #anıdefterim 2012 -Aloha

 

️Resmin kaynağını bilmediğim için yazamadım fakat çok derin anlamları olduğunu hissettim. Sizce sanatçı ne demek istiyor?

 

 

 

 

İnsan denen fantazya

İnsan bedeni kadar fantastik bir oluşumla karşılaşmadım daha. Hayal dünyamızla yaratabileceğimizden çok daha komplike üstelik sosyal insanın bilinen tarihteki yerinden çok daha gelişmiş bir yönetim tarzıyla idare ediliyor, Heterarşik bir yapı. Hiç bir organ örneğin beyin ya da kalp bu ormanın kralı benim filan demiyor! Her biri kendi işine bakıyor, her biri diğerlerinin işini kolaylaştırmak için var. Bilinç altı dediğimiz alana hiç girmiyorum bile çünkü fiziksel düzeyin derinliğine bilgisine vakıf değiliz ki onu anlayacak şansımız olsun. Ben çok küçükken uzayın damarlarımızdaki kanın içinde olduğunu düşünürdüm. Çok hastalanıp çok sayıda kan alındığı için onunla haşır neşir durumdaydım sanırım. İşte herneyse böyle fantastik ve ulaşılmaz bir hediye sahibi olduğumuzu öğrenmek için bu kadar uzun bir yaşam tecrübesi geçirmiş olmak gerekmeseydi keşke fakat, mantık matematik yönümüzü ikna etmek pek de kolay değil, üstelik bu bölüm de bedenin olmazsa olmaz bir parçası! Burada söylediklerim yalnızca insana bir övgü gibi algılanmasın, hayat içindeki tüm canlı cansız alem birer fantastik olgu 🙂 Dün paylaştığım Alis’e dair Dali’nin illüstrasyonları gibi içinde bulunduğumuz şartların Wonderland’dan fazlası var azı yok!
*
Devenin 15 dakikada içtiği 135 litre suda gözünüz kalıyorsa, çölde yirmi gün susuz kalmayı deneyin.sa
*
Gençliğimde David Hilbert’in “sonsuz odalı otel”paradoksunu duyduğumda resmen büyülenmiştim, galiba sonraki yıllarda parodoksların peşine düşmemin sebebidir. Gerçi şu an bu arayışı bıraktım Alis ve tavşan demek bana yetiyor 😀🎶
Hayır hayır yaşlanmadım ! Asla 😂😎
*
Matematik ne işe yarar diyenlere…
Hayatın alt yapısında görebildiğimiz şeylerin ifadesi sadece alet edevat teknik, ekonomi değil, müzik, resim, felsefe, lisan, fizik ve dahası… Tabi bulmacası, bilmecesi ve eğlencesini de unutmayalım❤️
*
Birileri farkedene dek afrikalıların hızlı koştuğu bilinmezdi. sa
😎☺️🐞

Devamını oku “İnsan denen fantazya”

Merak ettiklerimiz ve öylesine esenler

Kimileri dijital oyunların çocuklar ve ergenler üzerinde olumsuz etkilerinden bahsede dursun bazı bilimsel araştırmalar da bu konuda kayda değer bir fark gözlenemediğini söylüyor. Gerçi belki saldırganlığa yol açmıyor ama günde üç saatin üzerinde bu oyunları oynayanların diğerlerine oranla olgunluk seviyelerinde dikkat çekici bir fark olduğu da bulgulanmış. Belki de bu onların yaşları ve değişen çağ itibariyle normaldir. Aslında kimse Z kuşağının ne olup ne olacağını kestiremiyor.
Araştırmacı Mirjana Bajoviç bu oyunları günde üç saatten fazla ve grup olarak oynayan gençlerin dış dünyadan kopma eğilimi sergilediklerini, bu sebeple yeterince fırsata(!) sahip olamadıklarını göstermiş. Söylendiğine göre Sanal ve şiddet içeren bir dünyada fazla vakit geçirmek oyucuları çeşitli sosyal deneyimleri geçirmeleri gereken zamandan çaldığı için, doğru ve yanlışı (!)  ayırt edebilecek algıyı geliştirmelerine engel oluyor. Peki bu şimdi gençlerin kusuru mu oluyor yoksa bu oyunların yaratıcılarının kusuru mu? ve üzerlerinde bir kontrol mekanizması olmadığından mı? Bence tıpkı ilaç ve yiyecek için uygulanan FDA gibi bir merkezden onaylanmalı bu oyunlar.

Bunun sonuçlarını görecek kadar yaşayabilecek miyim bilmiyorum. Ben de küçüklüğümden bu yana strateji oyunlarına meraklıyım ve muntazam oynarım. Hatta son yıllarda sorumluluğum azaldığından günde üç saate yakın oynuyor olabilirim. Ve biraz asosyalliğim var evet fakat bu durum yumurta-tavuk döngüsüne benziyor, acaba zaten asosyal olduğum için mi sanal ortama kayıyorum bu belli değil!

*

Siber Tarım” olarak adlandırılan henüz yeni denenmekte olan bir alan var, bu konuda ne düşünüyorsunuz? Aslında buna çevresel kontrollü tarım, dikey tarım ya da kent çifliği de deniyor. Amacı verilerin bir araya toplanıp kullanılmasını sağlayacak açık kaynaklı bir teknoloji yaratmak. Şimdilik Fesleğen bitkisi ile başlanmış, lezzeti inanılmaz artırıldığı gibi hastalıklarla mücadele etme konusunda çabalar sürdürülüyormuş.

*

Bilimde yanlışlanabilirlik ilkesi de aslında boş hipotez kavramından kaynaklanmaktadır. Bir bilinmezi açıklamaya yönelik hipotezimiz, yani bilimsel bir iddiamız, öyle bir doğaya sahip olmalıdır ki, onun ilk etaptaki otomatik reddiyesinden doğan “boş hipotez” (yani iddianın tersi) çürütülebilir (yanlışlanabilir) olsun. Çünkü eğer ki boş hipotez yanlışlanabilir değilse, bilimsel olarak test etmenin bir yolu yoktur. Bu durumda hipotezimizin kendisi de bilimsel olamaz. Halbuki boş hipotezin çürütülebilir olması müthiş önemlidir; çünkü unutmayın: Eğer ki boş hipotez çürütülebilirse; orijinal iddia ispatlanmış olur. Yine bir örnek verelim:

Devamını oku “Merak ettiklerimiz ve öylesine esenler”