Anılardan mini ve yeni bir haber

Facebook önüme her yıl getirip hatırlatıyor ve ben tekrar tekrar kahkahalara boğuluyorum.

2018 yılına varabileceğimi bir gün olsun bile düşünmemiştim. Sonsuzca uzaklıkta görünüyordu hatta düşüncemde bile henüz varolmamıştı. Ben 15 yaşındayken yirmisini geçmiş olanların (her ne kadar yüzlerine söylemesem de) işinin bitmiş olduğunu düşünürdüm. Ciddiye alınmaya değmezlerdi!
O ve öncesi yıllarda (15 altı) kendimi bütünüyle dünyanın geçirdiği evreleri anlamaya adamıştım.Tek önemli şey buymuş gibiydi.
Ha şimdi ne oldi?!
2018 oldu! Buna inanmak da alışmak da zor.
Ne oldum değil ne olacağım diyeceksin.
Benim çocukluk evrem çok uzun sürdü. Sebebini bilmiyorum. Şöyle bir olay olmuştu (sanırım bunu bir kaç yerde söyledim ve yazdım umarım kimseleri sıkmamışımdır, en azından kendimi sıktığımı itiraf edeyim):
28 yaşındaydım (çalışmaya başlayalı 9 yıl, evleneli 8 yıl,üniversite biteli ve annelik 7 yıl olmuş) ;İstanbul’dan iş seyahatinden dönüyordum. O zamanlar hava alanlarında ciddiye alınacak kitapçılar bulunurdu. Ben de Adana’da henüz bulamadığım bi şeyler var mı diye alana erken gider ve kitapçıda hayli vakit geçirir, taşıyabileceğim kadar kitap alırdım (önceliklerim için para mühim değildi).O gün de öyle yaptım. Ağır ve büyük bir torbayla bekleme salonuna doğru giderken ki içim her zamanki gibi pır pır, beklerken, uçakta, eve varınca tüm aldıklarımı defalarca elden geçireceğim sevip okşayacağım, hangisinden başlayacağıma karar vereceğim. Tam koltuğa bir adım kala birden bire aklıma beni dehşete düşüren bir fikir geldi: Benim hayatım Dünyadaki tüm kitapları okumaya yetmeyecekti! Bu ilk kez aklıma geldi ama Katrina kasırgası gibi zangır zangır titredim. Sanırım çocukluktan çıkışım orada böyle oldu.”

söyleyin bana yoksa yaşlandım mı? Sadece bu sitedeki makale sayım 3000 Omg! 1997 yılından beri internette bir çok yere yazdım, abartısız 50 kitap olurdu hahhhaha… çok komiğim ve fakat dün 2023 yılı bana yeni bir kitap yazmam için yeşil ışık yaktı! Bunda Allah’ın hikmetiyle beni bulan Siriuslu SRİ’nin de etkisi kesin. Fikir geldi, iş vizyonun inmesine kaldı Bekleyinnnn anacığıııımmm.

 

Hayli ara verdikten sonra…

Sanal alemdeki evimi (rüya dilinde kişiliğim) bu kadar ihmal ettiğim için hafif bir suçluluk duyuyorum. Neyse her insanın her zaman olduğu gibi benim de gayet makul(!) mazeretlerim vardı.

Bugün biraz Murakami’den bahsetmek istiyorum. Az önce okuduğum ikinci kitabın ortasında durdum ve yine hayretle karmakarışık duygularla düşüncelerimi toparlamaya çalıştım. Bu kitaba başlamam hayli zor olmuştu! Neden acaba diye sorunca, bana hemen cevap verdi fakat şimdi bunu nasıl tarif edeyim de kelimelere dökeyim? Kısaca diyor ki; alışık olduğun düşünme tarzı, yaşam tarzı(batı orjini) ve özellikle ilişkiler, her şeyle herşeyin ilişkisi üzerine, tepetaklak bir anlatıma hazır hissetmedin kendini!

Evet evet tam da bu işte. Oysa Murakamiyle tanıştığım ilk okuduğum Sahilde Kafka romanına hevesle bodoslama girişmiştim. Ne de olsa beşbin kitap okumuş birinin sıradanlaşan motivasyonu ile hoşluğa ve yeni bir maceraya açılan beşbinküsürüncü güzel bi şeydi. Başka ne olabilirdi ki! İşte kazın ayağı öyle değildi bu kez. Bir kere Japon kültürüne, sosyal hayatına ilişkilerine dair fena halde cahil olduğum anlaşıldı ama bundan da öte yazarın tek kelimeyle acaipliği, entellektüel zekası şaşkınlıktan şaşkınlığa düşürdü beni.

Sonuçta ikinci kitap masamda, okunacaklar sırasında sürekli ikinciye düşürüldü, öne tanıdığım bildiğim beni allak bullak etmeyen polisiyeler, uzay hatıraları vs geçip durdu. Ertelemenin de bir sonu var tabi nihayet dün başladım ikinci kitaba; Yaban Koyununun İzinde yürümeye başladık, Yazar, hafif kroşelerle bekletilmenin hıncını aldı tabi. Dur bakalım daha neler olacak?

-Devam eder herhalde-

 

Sibo diye bir hastalık! İnce bağırsak savaşları

Öncelikle sibo Hastalığı kısaca neymiş onu söyleyeyim, sonra kendi sibo günlüğüme geçeceğim.

SİBO hastalığı olarak da bilinen bağırsaklarda zararlı bakterinin çoğunluğa geçmesi sonucu ortaya çıkan bir durum. Peki bu neden olur? Genellikle karbonhidrat ağırlıklı beslenen, işlenmiş gıdalar ve uzun süre antiasit ilacı kullanmış olanlarda görülür. Burada hemen çoğu hastalığın temelinde yatan (gizlenmişimsi) glutenin de bulunduğunu sanıyorum. Bu arada glutenin ingilizce yapıştırıcı kelimesinden (glue) türediğini ve tahılların içine de bu maksatla eklendiğini sanırım biliyorsunuzdur. Neyse konudan uzaklaşmayayım. Konudan ilk kez şu video ile haberdar olmuştum, tıklayınız, Çünkü yaklaşık on yıldır artarak devam eden önceleri FMF (doğuştan gelen genetik bir hastalık) sebebiyle sandığım fakat giderek bunda başka bir iş var dediğim belirtileri webte aratmış ve ismini ilk kez duyduğum, gittiğim hiç bir doktorun sözünü etmediği sibo kelimesini duymuş oldum.  Belirtilerini kısaca özetleyecek olursam: en belirginleri Sürekli gaz üretimi ve hamile gibi karın şişkinliği, karın ağrısı zaman zaman kabızlık ya da ishal. Bulantı, vitamin ve mineral eksikliği,yorgunluk, kas ve eklem ağrıları, halsizlik, moral bozukluğu gibi bezdirici şeyler. Bu arada sağlık sektöründe değilim, sadece damdan düşenim!

Sibo Günlüğüm:

Devamını oku “Sibo diye bir hastalık! İnce bağırsak savaşları”

Sergi Daveti

 

Sevgili sanatsever Dostlar,

Yarın yani Cumartesi günü Kişisel Suluboya Sergime davetlisiniz. Evet evet haklısınız çok çalışıyorum, bu güzellikler birikiyor, bir kısmı da yurda dağılıp duvarlardan sevenlerine gülümsüyor. İnstagram ve Facebook Venusyenart galeri hesaplarımda paylaşıyorum gün be gün. Yine de bir sergide buluşmak gibi olmuyor tabi. Vakti ve ilgisi olanları beklerim, sevgiler
Açılış kokteyli
23 Ekim Cumartesi
Saat: 14.00 – 18.00
Tuva Sanat
Atıf Yılmaz Sokak No:16/3 Beyoğlu
İletişim: 0532 485 98 62

Yaratma cesareti ve sanatçı

Yeni biçimleri ve sembolleri hemen dolaysızca ortaya çıkaranlar sanatçılardır: oyun yazarları, müzisyenler, ressamlar, dansçılar, şairler ve de dinsel alanın şairleri olan ermişler. Yeni sembolleri -şiirsel, işitsel, plastik, dramatik- imgeler biçiminde resmetmekteler. Kendi imgelemlerini sonuna kadar yaşıyorlar. Birçok insan tarafından sadece düşlenen semboller sanatçılar tarafından grafik biçimde ifade bulmaktalar. Ancak yaratılmış bir ürünü -mesela Mozart’ın beşlisini- değerlendirdiğimizde de yara- tıcı bir edimi icra etmekteyiz. Kendimizi bir resme bağladığımızda -ki modern sanatı otantik olarak görebilmek söz konusu oldu ğunda özellikle yapmamız gereken şeydir- yeni bir duyarlık yaşarız.

Resme temasımızla içimizde yeni bir görünüm zembereği boşanır; içimizde eşsiz bir şey doğar. Bu da, yaratıcı kişinin resmini, müziğini ya da diğer yapıtlarını değerlendirmenin bizim açımızdan da yaratıcı bir edim olmasının nedenidir. Eğer ki bu semboller tarafımızdan anlaşılacaksa, onları algılarken onlarla özdeşleşebilmeliyiz. Beckett’in oyunu Godot’yu Beklerken’de zamanımızdaki iletişimin iflasına dair entelektüel tartışmalar bulamayız; iflas basitçe orada, sahnede sunulmuştur. Mesela bunu en canlı şekilde, Lucky’nin efendisinin “düşün” emri üzerine girdiği, felsefi bir nutkun tüm debdebesine sahip, oysa gerçekte salt tantanadan ibaret, tükürükler saçan uzun konuşmasında görürüz. Kendimizi piyese, giderek daha bağladığımızda, sahnede, otantik olarak insanca iletişim kurmada topyekún iflasımızı yaşamdakinden daha büyük boyutlarda görürüz.

 

Devamını oku “Yaratma cesareti ve sanatçı”