Asimov, bir zaman yolcusu muydu?

Lütfen önce Asimov’un 1954 yılında yazdığı Çok güzel bir gün öyküsünü okuyun ve sonra konuya devam edelim, ya da nasıl isterseniz öyle yapın. 🤗

Öykü şu cümleyle bitiyor:

“Biliyor musunuz, bugün çok güzel bir gün. Sanırım yürüyeceğim.”

Öykü, ışınlamanın insanların günlük rutinine girdiği bir çağda geçiyor. Öyle ki herkesin evinde ışınlama makinesi vardır ve insanlar mikrop kapacakları korkusuyla “dışarı” çıkmayı gereksiz bulurlar. Artık bir yerden başka bir yere her türlü seyahat ışınlanmayla gerçekleşmektedir. Çocuklar okula ışınlanarak gitmekte, anneler biraz daha yüksek enerji maliyeti ödemek pahasına, binlerce kilometre uzaklıktaki ülkeleri ziyaret etmek için ışınlanmaktadırlar. Işınlanma, içine bir “kapı”dan girilen makine sayesinde gerçekleşmektedir. “Kapı” imgesinin farklı anlamlar içeren şekillerde, öykünün pek çok yerinde, metaforik olarak kullanıldığı gözlenmektedir.

Küçük Richard’ın Büyük Keşfi

Işınlama makinesinin bozulduğu gün Richard, komşularının ışınlama makinesini kullanmak yerine, yangın çıkışını kullanarak araziye çıkar. Okula yürüyerek gitmeyi tercih etmesiyle başlayan süreç, öyküdeki olay örgüsünün başlangıcıdır. Richard dışarıyı -aslında yeniden- keşfetmiştir. Oysa, Richard’ın öğretmenine göre: “Dışarıda bir şey yoktur. Dışarısı hariç. Güneş ışığı sertçe parlıyordur ve tozlu bir rüzgâr vardır.” Gelecekteki toplumda yaşamın kolay, güvenli ve hijyenik olması her şeyin önüne geçmiştir. Dışarıda olmak gereksiz ve anlamsız bir hale gelmiştir.

**


Aradan 67 yıl geçmiş, O bu öyküyü yazalı!
sizce bu, zaman yolcusu olduğuna bir kanıt sayılabilir mi? yetmez mi? O halde bir de vakıf ve Dünya kitabına uğrayalım:

“Gaia’nın küçük düzenliliğine nasıl uyum sağlayamıyorsa Vakıf’ın devasa karmaşasına da sağlayamayacaktı. Hiçbir yerde kendini evinde hissetmeyecek, her yerde yetim olacaktı.”

Gaia – Ortak bir bilinci paylaşan gezegen

“Tarihin başlangıcından önce insanların olayları hatırlayabildikleri halde konuşamadıkları bir çağ yaşanmış olmalı. Sonra konuşma icat edildi ve hatıraların ifade edilmesini ve insandan insana aktarılmasını sağladı. Sonraları hatıraları kaydedip zaman içinde nesilden nesile aktarmak için yazı icat edildi. O zamandan bu yana bütün bilimsel ilerlemeler bu hatıraların aktarılması ve depolanması için daha fazla yer açılmasını ve istenen konuların daha kolay hatırlanmasını sağladı. Fakat bireyler birleşip Gaia’yı oluşturduktan sonra bütün bunlar geçerliliğini yitirdi. Sonraki her şeyin temeli olan ilk kayıt sistemine, yani hafızaya tekrar dönebiliyoruz.”

Gaia’da insanlar, hayvanlar ve hatta cansız dağlar ve taşlar bile ortak bir bilince sahiptir. Herkes herkesin zihnindekini bilir, belleğindekini öğrenebilir. 

“Bak Trevize, sen zihninde olmayan bir şeyi öğrenmek istiyorsan uygun bir kitap-filme bakar ya da bilgisayarın veri bankalarını kullanırsın. Ben ise Gaia’nın bütün zihnini tararım.”

Hiçbir şeyin yazıya dökülmediği ve kayda alınmadığı gezegende bilgi nasıl saklanır? Hem insan zihinlerinde hem de canlı varlıklarda.

“Mineral yapısında mı? Kayaları ve dağlık alanları mı diyorsun yani?”

“Ve bazı veri türleri için okyanusu ve atmosferi de. Bunlar da Gaia’ya dahil.”

“Ama cansız sistemler ne depolayabilir ki?”

“Çok fazla şey. Yoğunluk düşük, ama hacim o kadar fazla ki Gaia’nın bütün hafızasının büyük bir bölümü kayalarında depolanıyor. Kayalardaki hatıraları almak ve yerlerine başka bir şey koymak biraz daha uzun sürüyor, bu yüzden onlar ölü verileri, tabiri caizse normalde günlük yaşamda nadiren ihtiyaç duyulacak bilgileri depolamakta kullanılıyor.”

Dünya ve insanların galaksiye yayılması

Romanda, Trevize, Pelorat ve Bliss insanlığın galakside yayılma geçmişini araştırıyor ve geriye doğru adım adım gidiyor ve her şeyin başladığı Dünya’yı bulmaya çalışıyorlar.

 Peki, Dünya/Arz nerededir ve ona ne olmuştur?

“Arz insanlığın ve milyonlarca bitki ve hayvan türünün ilk eviymiş. Sayısız yıl boyunca bu böyle devam ettikten sonra üstuzay yolculuğu icat edilmiş. Sonra Uzaycı dünyaları kurulmuş. Bunlar Arz’dan ayrılmışlar, kendi kültürlerini geliştirmişler ve çıktıkları gezegeni aşağılar ve ezer olmuşlar. Böyle iki yüzyıl geçtikten sonra Arz özgürlüğünü tekrar kazanmayı başarmış…” 

“Arz ikinci bir yerleşim dalgası başlatmış ve yeni bir yöntemle birçok yeni dünyaya yerleşmiş. Bu yeni Yerleşimciler grubu Uzaycılardan daha enerjik çıkmış, onları geride bırakmış, yenmiş, onlardan daha çok dayanmış ve sonunda da Galaksi İmparatorluğu’nu kurmuş. Yerleşimcilerle Uzaycılar arasındaki çatışmanın seyri sırasında Arz radyoaktif hale gelmiş.”

Soruma henüz cevap bulamadığım için, bir sonraki yazıda zaman yolculuğuna dair bilgilerle yeniden Asimov diyeceğim, şimdilik hoşçakalınız

12 saniyelik ŞİMDİ

Üç boyutlu gerçekliğimiz, bize fiziksel olarak 12 saniyelik bir ŞİMDİ imkanı veriyor.

Her şey, tüm zamanlar ve sonsuzlukla ilgili tüm bilgi ve anlayışlar, her hangi bir 12 saniye içinde mevcut!

Anlaşılmasının kolay olmadığını biliyorum. Belki de Huna felsefesi-Urban shaman konseptine aşina olanların anlayabileceği (örneğin kendim) bir terminoloji ile açıklamaya çalışacağım.

Öncelikli oniki saniyelik şimdi nedir, bundan ne anlamamız gerekiyor? sorusuna odaklanalım. Evet 12  saniyemizi bu soruda kullanalım; Bu gerçeklik illüzyonunda bize her biri on iki saniye süreli bilgilendirici videolar sunulduğunu ve bunların herbirinin tüm yaradılışın sırrını eksiksiz olarak sunan paketçikler olduğunu anlayalım. Yani hayatınızın toplam süresini 12 saniyeye bölerek, hep aynı mesajı kaç defa aldığınızı bulabilirsiniz! Usandırıcı bir tekrar değil mi? Ve biz hala yaratımın gizi hakkında hiç bir şey bilmiyoruz! Geldik gidiyoruz ve bu sırra vakıf olabilenlerin bikaç elin parmakları ile sınırlı olduğunu duymakla yetinmek zorunda kalıyoruz.

Detaya girmeden önce konuyu Aristo mantığı gibi iki seçenekli düşünmemek için kendinizi salın, rüyada  gibi rahat olun, hatta isteyerek teta frekansına girebilmeyi başarabiliyorsanız önce bunu yapın. Olmuyorsa, yazıyı okumayı burada kesin ve hemen en görünür yere bu yazıya geri dönmeniz gerektiğini (kendinize) 12 saniyeler arası mesaj bırakın, sonra hiç bir şey düşünmediğiniz bir yürüyüşe çıkın. konuyu da tüm sorunlarınızı da unutun, kuş seslerine odaklanın.

Şimdi(yepyeni bir 12 saniye, değişik kelimeler fakat aynı sonsuz içeriğe sahip videomuz) açıklamaya geri dönüyoruz. Teşekkürler.

Çıkarları için iş yapsalar da
Bilgisizler bırakın iş yapsınlar
Bilge onları uyarıp şaşırtmaz
Yapılan işleri gereksiz bulmaz.
Bhagavad Gita

Anlatmakla olmadığını, olsaydı… Kendi yolculuğum esnasında her 12 saniyenin bana verdiği mesajları çocukluğumdan bu yana yazdığımı, yayınladığımı, paylaştığımı ve bunların büyük kısmına internetin keşfiyle birlikte herkesin her an ulaşabilir hale geldiğini ve bunları birbirine bağlayacak sözcükleri zaten bu yazının başında söylediğimi fark ettim. Demek ki yapabileceğim yeni bir şey yok. Gülümsüyorum ve rahatım, huzurluyum. Bilge değilim, yine de bazen onları kısmen anlayabiliyorum. Teşekkür ederim.

Son olarak (sadece bu yazının sonu olarak, hahahahahaha), kendilerime şu hatırlatmaları yapmak istiyorum :

Urban shaman birinci seviye, ana prensipler ve 4 farkındalık düzeyini her 12 saniye içinde görebilir olana kadar kararlı ve sabırlı ol.
Unutmadan, şu kelimeleri bu sitede (ve alternatif başka kaynaklardan test ederek) ara, oku ve yeni katmanların sana gelmesine izin ver: Yorumlama sistemi-dekoder, görücülük, hipnoz, ayrılık, lisan, deri ve isim,frekans,bİRLEŞİK ALAN KULLANIMI-bak, bağlantı,dolanıklık

Ve bir uyanma büyüsü/hatırlatıcı:

Her biip sesi duyduğunuzda (korna ya da alarm vs. ne olursa) şunlar aklınıza gelsin:

** Nefes al.

Hayati!!!
Nefes almak, enerjiyi hareket ettirir.

 ** Kolaylık. Eğer yaşamınızda fazlasıyla çaba olduğunu görüyorsanız, her şeyin zor ve meydan okuyucu olduğunu görüyorsanız, onu yanlış yapıyorsunuzdur. Eğer kolaylıkla olmuyorsa, durun, derin bir nefes alın, bir süre eğlenceli başka bir şey yapın ve sonra ona tümüyle farklı bir biçimde yaklaşın. Olan, kolaylıkla olmalı.

** Farkındalık. çağlar boyunca muazzam miktarlarda hipnotize edici örtücü-katmanları olan  toplumlarda yaşadık. Ve bunların hepsi şimdilerde birbirine karıştı. Bu sanki insanlığın bilincindeki bir yara izi gibi. Farkında olmak (dekoderinizi iş başında yakalamak), bilinçli olarak soluduğunuz havayı, dışardaki ağaçları, gökyüzünü, kuşları, doğadaki her şeyin farkında olmak demektir. Seslerin farkında olun. Gördüğünüz ve kokladığınız şeylerin farkında olun. Koku – bu sezgiyi kutsal bir düzeyde uyandırmanın en güzel yollarından biridir. Insanların koku alma duyusunun yüzlerce, belki binlerce yıldan bu yana en düşük noktaya geldiğini fark ediyor musunuz? Bu, çevrelerindeki şeyleri duyumsamadıkları gerçeğine işaret ediyor. Böylece sinüsler, geniz, koklama duyusu kapanıyor. Onlar küçük bir hipnoz içindeler. hepimiz değişik düzeylerde hipnoz altındayız. O ağaca bir bakın. Yanına gidip onu hissedin. Bir ırmağın ya da derenin ya da gölün akan suyuna elinizi daldırın, ve sadece hissedin. Ona herhangi bir şey yapmaya kalkmayın.

**Var Olma Noktası. Şimdi anı…  Şu anda neredesiniz? Varlığınız nerede? O parlak ışık parıltısı nerede? Yarında mı? Dünde mi? Eh, insan bilincinin büyük bir bölümü aslında öyle. O, dışarıya bir yerlere çıkıp gitti, yıllardır orada. Bir de aşık olana gözü kör dersiniz.
Bu Var Olma Noktasında her şey size gelir. Şimdi güç anıdır.  Dışarılarda olduğunuz zaman, gelmez.

Teşekkür ederim, ALOHA

 

 

Kundalini Kriyas Nedir? 5

Önceki bölüm için tıklayınız

Kriya, uyanmış kundalini’nin dışa dönük fiziksel ifadesidir ve spontan yoga duruşlarına benzemektedir. Uzun zaman önce, kriyas sık sık meditasyon yapan insanlara geldi ve bu yoga benzeri pozlar modern yoganın kökeni olarak kabul edildi. Kriyas kendiliğinden (spontan) hareketlerdir, çünkü gönüllü olarak bu şekilde hareket etmeye karar vermezsiniz. Bir kriya beklenmedik bir şekilde olur. Kriyas, hareketi düzenleyen yüksek benlik nedeniyle olur. Yüksek benlik düşünceyi kullanmadığı için, kendiliğinden olur gibi görünüyor.

Diğer kundalini semptomları gibi, kriyas da hayatımızın herhangi bir aşamasında ortaya çıkabilir. Herkes geceleri yatakta dönüp durmayı ve sabahları karışık bir yatak örtüsü görmeyi deneyimledi. Bu karmaşa, geceleri kendiliğinden hareket ettiğimize dair tek ipucumuzdur. Sabah uyandığımızda yine kendiliğinden gerinmelere de aşinayızdır. Böyle gerinmeye karar vermedik, oldu. İşte Kriya böyle hissediliyor.

Kriyas’ın, kasları ve iskelet pozisyonlarını kullanarak enerji bloklarını vücuttan çıkarma amacına sahip olduğunu hissediyorum. Kriya’nın spontan hareketi vücudun daha geniş alanlarını açar. Birçok kriyas yaşadıktan sonra, kriyas’ın omurgayı, kranial kemikleri ve omurgaya bağlı tüm eklemleri ayırmak için çalıştığı sonucuna varıyorum. Aynı zamanda, iskeletin en derin tabakasında tutulan enerji olan kişiliğin temelini serbest bırakırlar. Omurga vücudun temel taşıdır ve tamamen serbest bırakılmalı ve yeniden yapılmalıdır. Kundalini dönüşümü sırasında, kriyas daha sık hale gelir ve vücudun daha büyük kısımlarını içerir. O kadar güçleniyorlar ki, uyanıkken bizi yoga pozlarına taşıyabiliyorlar. Sonunda kriyas, yeni ışık bedeninde yüksek benlik hakim hale geldikçe sürekli, akıcı ve sarsıntılı bir hale gelir.

Kriya Gerinme

Kriyas enerji blokları tutan vücut bölgelerinde kasların eşleştirilmiş gruplarının inşa edilmesi esnasında oluşur. Belli bir vücut alanının kasları şarj edildikten sonra, gerinme refleksine sebep olan büzülmelerdir.. Streç kuvveti vücudun o alanını açar ve enerji verir, nöromüsküler kavşakları güçlendirir ve enerjiyi dönüştürür. Bu süreç aktif veya pasif olabilir. Aktif bir esneme vücudun hareketini içerir. Pasif bir esneme ile vücut hareket etmez, pasif gerginliği, vücutta lokalize olarak hissedersiniz, bu bölgede güçlü bir gerginlik vardır.

Devamını oku “Kundalini Kriyas Nedir? 5”

Manevi alanlara Yöneliş

Dünyada özellikle son 30 yıldır giderek artan oranlarda manevi alanlara yönelindiği biliniyor. Bunların içerikleri, dinler, uzak doğu öğretileri, şamanik olgular ya da amerikanın modernize ettiği ve bir çok başlık altında öne sürülen tüm yöntemler dahilinde değişse bile amaç aynı; maneviyata yöneliş.
Fakat bu “manevi  yönelişin”hangi amaçla böylesine hızlandığına dair gerçek bir araştırma var mı bilmiyorum. Bana sanki teknolojinin sıçrama yapışı ve acımasız bir büyüme gösteren kentleşme, doğadan kopuşla gelen yalnızlaşmanın bir sonucuymuş gibi geliyor. Yani aslında insanlar bu boyutun gerçekliğinden kaçmak için uğraşıyor gibiler. Bazı kişiler bu gidişatı engellemek için manevi arayışı küçümseyip çeşitli aktivitelerde cesurca yer alıp bizzat ellerini taşın altına koyuyorlar, bu da ayrı bir grup oluşturuyor kanımca.
Yukarda belirttiğim yöneliş sebeplerinden eksik bıraktığım şey ise bilinçlenme arzusu; bunu hangi sebeple talep ediyoruz diye baktığımızda kısaca “görüş alanımızı” artırmak, hayatla daha kolay baş etmek, problemlerimize daha geniş perspektiften yaklaşıp onları anlayabilmek ve sonuç olarak İLİŞKİLENDİRME kabiliyetimizi artırmak diyebiliriz. 

Eski yazılarımda ben de sık sık belirttim; “şimdi ve buradan başka zaman-uzay” yok ki nereye kaçacaksınız diye sordum. Yanlış anlaşılmasın, tüm bu arayışları gayet olumlu buluyorum fakat amaçta bir aksama seziyor, hatta bunca yıl sonunda fiilen gözlemliyorum. Bazen kişilerin kendi farkında olmadıkları biçimde; ya bu dünyada elde edemedikleri farklı güç/güçler elde etme peşinde olduklarını yahut bu dünya koşullarında tüm isteklerini karşılamış olup, oluşan boşluğu doldurmak isteğinde olabileceklerini sanıyorum.
Peki neden böyle düşünüyorum?

“maneviyat, bir din değiştirme, bir inanç ya da kanaat sorunu değildir; dünyada olma tarzıdır. en belirsiz ve basit hareketlerimizde yansıması görülür: yürüme ve yemek yeme tarzımızda; diğer insanlara açık olmamızda; zaman, iktidar, kader ve sessizlik karşısındaki tefekkür tarzımızda; kısacası fikir olmayan, ideoloji olmayan her şeydedir…” Der  İranlı yazar Daryus Şayegan Yaralı Bilinç isimli kitabında. Hatta şöyle bir anektod olduğu da söyleniyor:

Yıllarca ülkesinden uzak kalmış bir adam, iran’a döndüğünde ülkesine kavuşmanın heyecanı içindedir. evine gitmek için tahran havaalanı’nda bir taksiye biner. yarı yolda şoföre, ilk tütüncüde durmasını söyler. şoför sorar:
“tütüncüde ne yapacaksınız beyim?”
“sigaram kalmamış… iki paket sigara alacağım.”
“alamazsın beyim, sigarayı artık camide satıyorlar!”
“camide mi satıyorlar? yahu, cami allah’ın evidir, oraya ibadet etmeye gidilmez mi?”
“hayır beyim! ibadet etmek için artık üniversiteye gidiliyor.”
“peki, o zaman eğitim nerede yapılıyor?”
“eğitim hapiste yapılıyor beyim!”
“hapiste hırsızlar, soyguncular yok mu?”
“onlar artık mecliste beyim!”

Maalesef ben bu kitabın yalnızca özetini okumuşum, kendini de bulursam almak üzere listeme ekledim. Yine orada şöyle bir cümle dikkatimi çekti:

“İslamdaki buhran hakkında; “âlimlerin yeni bir epistemeye geçecek riski göze alamamaları” tabiri kullanılmış. Bu konuda uzman bir görüşüm yok fakat Hristiyan papalığının aynı zafiyeti kendi içinde halledebilmek adına son yıllardaki revizyonist bildirileri öyle sıklaştı ki, duyunca artık şaşırmıyor sadece gülümsüyoruz.

Şimdi benim kısaca özet verdiğim yazılarıma alışmış olan dostlar neden konuyu uzattığımı merak edebilir, onu da dürüstçe itiraf edeyim: Bu iç döküşe başladığımda tam da “peki ben neden böyle düşünüyorum” diye sorup kendi fikrimi açıklamak üzereyken araya bir şeyler girdi ve uzun süre ben bu konuya dönemedim, fakat unutamadım da. O başlangıcın üzgün üzgün beni beklediğini göz ucuyla fark ediyordum. Fakat ne diyeceğimi unutmuştum! Şimdi siz de benim gibi gülüyorsunuzdur. Bu sabah kalktım ve aslında niyetimin ne olduğunu hatırlama çabasına giriştim; çünkü bilen bilir bende sıfır ezber, herhangi bir şey söylüyorsam tam o anda bana intikal etmiştir, aklımda önceden (en azından bilgim dahilinde) bi şey kalmaz. Dolayısı ile ben şimdi ve burada acaba bu başlangıcı sonuca erdirebilir miyim diye bulunuyorum. Göreceğiz bakalım.

Galiba sorunun kökeni madde ve mananın çok keskin çizgilerle birbirinden ayrılmasında yatıyor. Ve bu dualitik katılaşma sanırım, kurumsallaşan dinlerin orta ve yani çağ boyunca barizleşen hatta giderek zalimleşmeye varan gelişimini yıkmak, ya da dengelemek adına son 300 yılda bilimsel yöntemi benimseyenlerin de aynı tarzda çalışmasından, üstelik önceki bağnazlığı yıkmaya çabalarken bu kez kendi kazdığı kuyuya düşmesiyle oluştu. Böylece madde ve mana; bilim ve din gibi tuhaf ötesi bir taraflaşma ortaya çıkardı. Bu durumu sosyologlar felsefeciler daha güzel kelimelerle ifade etmişlerdir muhakkak, ben sadece kendi görüşümü belirtiyorum.

Beni bu duruma uyandıran yaklaşık 25 sene önce dikkatimi çeken ve yoğun olarak anlamaya çabaladığım Kuantum fiziği oldu. Anlama girişimlerimi hem on binin üzerinde makale ve kısa yazılarımda hem de kitaplarımda rahatça görebiliyorum. Çocukken ve gençken çevremi ve olup biteni gözlemlerken (ki iyi bir gözlemciyimdir) bir terslik olduğunu hep görüyordum fakat insanların bunu neden düzeltemediklerini anlayamıyordum, çünkü çok zeki, kültürlü bir çok insan vardı, yaşayan ya da geride bıraktıkları eserlerle iz bırakanların yol göstericilikleri neden toplumdaki bu tarafgirliği alt edemiyordu? Üstelik yine bahsettiğim manevi alanlara yöneliş, bilim insanlarında da sıklıkla rastlanıyordu. Buna paralel, manevi alanda uzmanlaşmış bazı kişilerin de bilimsel yöntemlere ilgi gösterip kendi savlarını onaylatma ihtiyacına da şahit oluyordum. Belli ki madde ve mana dualitesi tarafların zeki ve sezgisel olanlarınca fark edilmiş ve bu olguların sentezini yapma çabası bariz hale gelmişti. İnsanlar bu sentezi neden yapamıyordu? Bana göre “amaç ve araç” kavramlarını karıştırmıştık! Araçlar sanki sihirli biçimde amaç halini almıştı! Bunu çok çok yıllar önce fark ettim ve bir zamanlar sürekli bunu yazardım. Şimdi kendime gülüyorum.

Uzun süre şamalıkla ilgilendim hatta Toltek bilgeliği konusunda seneler süren gayrı resmi doktora öğrenciliğimden de bahsedebiliriz. Derken, bilinen insanlık tarihinin çok öncelerinden kopup gelen bir öğreti ile Huna Bilgisiyle karşılaştım! Bu benim için kuantumdan sonraki ikinci milat oldu 🙂 Türkiye’de bilinmiyordu, yabancı kaynaklar tercüme edilmemişti sadece tek ve bence asıl kıymeti anlaşılmamış bir özet halinde Türkçeye kazandırılan “Kahuna Şifacılığı” isminde yayımı eskice bir kitap buldum. Okurken inanamadım. Şaşkınlık tüm benliğimi sarmıştı. Sonrasında yazarı Sergei Kahili King’in hakkında araştırma yaptım, vidolarını izledim ve tüm kitaplarını getirtip kendimce tercüme ettim. Ve bu sayfalarda Kategori kısmında göreceğiniz “Urban Şaman” konsepti içinde detaylı bir biçimde anlatmaya, bu konuda atölyeler düzenlemeye başladım.

Peki neydi beni bunca heyecanlandıran? Aslında var olmayan madde-mana ikiliğinin ispatıydı tabii. Üstelik kuantumun felsefi içeriğiyle fevkalade uyuşuyordu. İki miladım bir olmuştu. Bunun nasıl olduğunu anlatmak için 3000 yazı daha yazacak sabrım yok haliyle :))) Sadece adres vermekle yetiniyorum. Her birimizin yolu ve miladı farklıdır, biriciktir, buna rağmen ortak bilincimiz, dünyanın bilinci, zaman ve uzaydan bağımsız olarak bunların hepsinin şaşmaz bir ortalamasını alır. Bunu da fark ettiğimde BAK Birleşik alan kullanımı oyunu/performansı adında bir uygulama başlatmıştım. Verdiğim adreslerde yüzlerce yazım var, hepsi anlatarak anlama çabamı ve paylaşmaktan duyduğum derin zevkin eseridir. Bütün bunları çok önemsediğim zannedilmesin. Sadece ormanda yürürken kaybolmamak için geçtiği yerlere pirinç taneleri atan çocuğum ben. Her şey, her şeyin içinde, ister ayrıştırarak incele(bilim) ister bütünleyerek (mistik) fark etmez. Hayat holografiktir. Hiyerarşik değil heterarşiktir varlık alemi.

Her neyse daha fazla uzatmadan Rertrand Russell’in şu sözüyle bu yazıyı bitireceğim:

“Manevi bir çöküşün en büyük belirtisi, kişinin yaptığı işin çok önemli olduğunu düşünmeye başlamasıdır”
Bu hataya düşmemek için her daim uyanık kalmaya uğraşırım, ne derece başarırım o bilinmez. Sorularınız veya katkılarınız olursa sevinirim.

Son olarak urban Şaman konseptindeki bir düsturumuzu belirtmek isterim:

7.Prensip PONO bize doğruluğun ölçüsünün etkinliğinde olduğunu söyler. Yaptığımız şey kendimizde ve/veya bütünde bir yarar sağlamış mıdır? Şamanların mistiklerden ayrılan yanı da budur, bizler faydayı tam olarak şimdi ve burada bulmaya çabalarız. Tüm gerçekliklerde şifalandırma işlevlerimiz, şimdiye hizmet eder. Bu temel amaç doğrultusunda esnekliğin gücünü keşfederiz. Dalganın sırtında sörf yaparken belli olur bilgeliğimiz. Aloha

Devamını oku “Manevi alanlara Yöneliş”

SUYU GROKLAMAK

Şamanlar bunu genelde yağmur yağdırmak amacıyla kullanmışlardır ama her türlü sebep için de yapılabilir. Serge hoca gel-git dalgaları için yaptıkları bir uygulamayı anlatmış.

Groklama, tüm şamanların bildiği ya da uyguladığı bir yöntem değildir. Diyelim ki bir sorun var, halledilmesi gerekiyor, bu sorunu iyileştirmek için bir şaman onunla telepatik bir iletişim kurar, diğeri onunla rüyada bir işlem yapar, fark etmez, herkesin kendine , yapısına, yaradılışına uygun ve kolay gelen yöntemler vardır. Uzmanlık alanları farklıdır, herkes her konuda uzman olmak zorunda değil, dolayısıyla bu durum bizi, diğeriyle karşılaştırma yaparak daha iyi ,daha uzman gibi bir sonuca götürmez, acemilik gibi bir durum söz konusu değil. 7. prensip (PONO: doğruluğun ölçüsü etkinliğidir) gereği onlar sadece uygulamadaki etkinliğe odaklanmışlardır, yapabildiklerini en etkin şekilde yapmaya çalışırlar. Doğal olayların oluşumu, bilmediğimiz bir çok etkileşime ve ihtiyaca dayanmaktadır.

Eğer toplulukta gel-git dalgasını bir sebeple isteyen, ona ihtiyaç duyanlar ya da ondan çok korkanlar varsa şamanların dalgayı değiştirme çabası etkisiz kalabilir. Yani şamanın bazı konuyu başaramaması, onun yetersizliğin göstergesi değildir. O grupta gel-gitin varlığının lehine olacağı biri varsa, ya da mesela hiç görmemiş biri buna tanıklık etmek istiyorsa vs bunlar birleşik alan olduğu için bu işlemi etkiler. Örneğin Teksas’ta uzun dönem ağır bir kuraklık olmuş. Bu durumu çözmek için bir şaman grubu toplanmış ve uzun süre çalıştıkları halde işe yarar bir sonuç alınamamış; Çünkü kuraklık olma potansiyeli, kuraklığın bitme potansiyelinden fazlaydı. Sonra bir şaman bu çabayı bütün eyalet için sürdürmeyi bırakıp sadece kendi vadisi için uygulamış. Kocası ile birlikte tüm gece kendi işlemini uygulamış ve ertesi gün 3 gün boyunca kendi vadisine yağmur yağmış. Demek ki o vadide kuraklığı isteyen potansiyel düşükmüş ki başarılı olunmuş.

Devamını oku “SUYU GROKLAMAK”