İnsan beyni ve bulut İşbirliği & KKK

Beyin hücrelerini engin bir bulut-bilişim ağına bağlayabiliriz. Hem de gerçek zamanlı olarak!
İnsanda en son gerçekleşen ve bizi daha zeki daha bilinçli yapan neokorteks dışarıdaki bulutla sinyalleşebilir. Araştırmacı Freitas’ın söylediğine göre; bu teknoloji damarlarda yolculuk edip kan-beyin bariyerini aşabiliyor. Böylece kendini kusursuzca konumlandırıyor, Hatta beyin hücrelerine bile sızabilir. Hepsi kendi konumlarına yerleştiğinde şifreli verileri kablosuz aktarma gücüne sahip olacaklar.

BeyinNet(brainNet) şimdiden test edilmiş bile. Düşünceyle harekete geçirilen enformasyonun insaan beyni ve bulut arasında takas edildiği bu sistem gelecekte süper beyinlere sahip olunabileceğini, ortaklaşa biliş ile uygarlığa dair hızla güncellemenin mümkün olabileceğini öngörüyor. Yani Matrix filmi gerçekleşme yolunda!

*

Açıkça kuantum sınırlarında olan üç saha var. Bu üç saha, kuantum mekaniğinin biyoloji hakkında bir şey söyleyemeyeceği fikrini çürütüyor.

1.Fotosentez

2.Hayvanlarda navigasyon

3.Koku Duyusu

Açıklamaları bu yazıda görebilirsiniz, tıklayınız.

*

KKK – Kısa kısa kuantum 🙂

Kuantum nesnelerinin ya kesin olarak belirlenmiş bir konumu ve belirsiz bir yönü vardır ya da belirsiz konumu ve kesin olarak belirlenmiş yönü. Buna belirsizlik ilkesi diyoruz. Fakat şunu da unutmamak gerekir Kuantum nesneleri bunların ikisine birden sahip olamaz; özgür iradenin bedeli budur.

Kuantum sıçraması, bir şeyin gerçekleşmesi için gereken minimum değişikliktir.
Biz daha önceleri sosyolojik, felsefi konuları açıklamak için 100. maymun veya kritik kütle gibi tanımlamalar kullanırdık. Kuantum sıçraması da ifade edildiği şekliyle bana ayni anlamı hatırlatıyor. Sık kullandığım bu terimlerin  kuantum ölçekte karşılığının olduğunu görmek beni heyecanlandırdı.

Bir parçacıkla antiparçacığı bir araya getirirseniz etrafa gama ışığı saçarak yok oluyorlar. Bir şey vardan yok olamayacağına göre demek ki dönüşüyorlar

Süperpozisyon:

Dahası var…

Devamını oku “İnsan beyni ve bulut İşbirliği & KKK”

Yüzüncü Maymun Modeli

Senelerdir her yerde bahsettiğim bu kavram nedir?

Kendi yazdığımı bulamadığım için başka bir siteden alıntılıyorum, gayet güzel özetlemişler: 

The Hundredth Monkey’, yani ‘Yüzüncü Maymun’ isimli kitapta Macaca Fuscata denilen bir maymun türü üzerinde yapılmış 30 yıllık bilimsel bir araştırma projesi anlatılır. Zihninizden geçen sorulara ışık tutabileceğini düşünerek bu araştırmanın öyküsünü sizlerle paylaşmak istiyorum:

Japonya’daki Koshima adasında vahşi bir maymun kolonisi yaşıyordu ve bilim adamları onları kumların üzerine bıraktıkları tatlı patateslerle besliyorlardı. Maymunlar tatlı patatesleri seviyor, ancak kumlu ve kirli olarak yedikleri için durumlarından çok da hoşnut olmadıklarını belli ediyorlardı. Bir gün, İmo adlı sekiz aylık dişi bir maymun tesadüf eseri patatesini suya düşürdü ve kumlarından arınan patatesin daha lezzetli olduğunu keşfederek o günden itibaren patateslerini yıkayarak yemeye başladı. Bunu gören annesi ve oyun arkadaşları da İmo’nun yöntemini öğrendiler ve onlar da diğer maymunlara öğrettiler. Kısa bir süre içinde birbirlerini taklit eden bir sürü maymun patateslerini yıkayarak yer hale geldi ve bilim adamları yaşananları 1952-1958 yılları arasında kayda geçtiler. 1958 yılının sonbaharında Koshima adasında patatesleri yıkayarak yiyen maymunların sayısı “Kritik Kütle” diye adlandırılan sayıya ulaştı, artık hemen hemen tüm maymunlar patatesleri yıkıyorlardı. Bu olay bir tek Koshima adasında yaşansaydı, maymunlar arasında bir tür iletişim olduğu düşünülebilir ve araştırma bu şekilde sürebilirdi. Ancak, aynı anda çevre adalardaki maymunlar da patateslerini yıkayarak yemeye başladılar, hatta Japonya’nın anakarasındaki Takasakiyama’da bile… Onca maymun bilinen hiçbir şekilde iletişim kurmuş olamazdı ve bilim adamları ilk kez böyle bir olayı gözlemliyorlardı. Sonunda, bu adalar boyunca uzanan bir tür morfogenetik yapı ya da alanın varlığı nedeniyle maymunların aralarında iletişim kurduklarını ileri sürdüler.

Maymunlar üzerinde yapılan bu araştırmadan sonra Avustralyalı ve İngiliz bilim adamları insanlar üzerinde de benzer araştırmalar yaptılar ve insanın “bilinmeyen” tarafına dair çok ilginç sonuçlar elde ettiler. Bugün, insanları birbirine bağlayan bir enerji ağı olduğu gerçeği konu ile ilgilenen kişiler tarafından kesin olarak kabul edilmektedir ve tek bir kişinin başlattığı bir değişimin, zaman içinde diğer kişilere de sirayet etmesiyle ulaşılan “Kritik Kütle” sayısının tüm insanlığı etkileyen bir kuantum sıçrayışı etkisi yaratabildiğine inanılmaktadır.

Bilimin yıllar süren araştırmalar sonucunda ulaştığı bu gerçek pek çok kişinin “ilkel” diye nitelendirdiği kabilelerce asırlardan beri bilinmektedir oysa ki. Avustralya’da yaşayan Aborijinler kendilerinin “rüya zamanı” dedikleri kadim bir hayat ağı ile birbirlerine bağlı olduklarına inanırlar ve bu kolektif rüya, ya da daha doğrusu bilinç hali içinde kalplerinde merkezlenerek, bir Batılının asla anlayamayacağı biçimde iletişim kurabilirler. Aynı şekilde Yeni Zelanda’da Maori’ler yine zihnin ötesine geçip, varlıklarının kutsal noktasına girerek yaptıkları meditasyonlarda Amerika’da yaşayan Hopi’lerle iletişim kurabilirler. Hawaii’de Kahuna yerlileri besinlerini nereden bulabileceklerini Dünya Ana ile konuşarak öğrenirler. Tüm bu “ilkel” insanlar bizlerin unuttuğumuz ve şimdilerde debelenerek bulmaya çalıştığımız “Bir’lik” anlayışını kaybetmemiş insanlardır. Onlar; huzuru, barışı ve mutluluğu ilkin kendi içlerinde bulmaları gerektiğini, tüm bunları dışarıdan bekledikleri takdirde hayal kırıklıkları yaşayacaklarını bilirler ve bu değerli bilgi sayesinde “Bir” olmayı başarırlar.

Yaşadığımız dünya haksızlıklarla, adaletsizliklerle, sömürülerle dolu… Güçlü olanlar, zayıf olanları eziyor… Tüm bunların yol açtığı kargaşalar, savaşlar ve kaos arasında kendimizi bazen bir kavanozun içinde hapsolmuş gibi hissediyor, adeta boğuluyoruz. Ancak, kavanozun dışına kavanozun içindeki aletlerle ve yöntemlerle (?X) geçilemeyeceğini bir türlü anlayamıyoruz.  

Dünyayı kurtarmak için önce kendimizi kurtarmamız gerektiğini anladığımız gün maymun İmo’nun başlattığı değişim gibi bir değişim başlayacaktır ve “Kritik Kütle”ye ulaşıldığında dünya da değişmiş olacaktır… Kim bilir, belki de bu değişim başlamıştır bile… 🙂

(X) Aslında bu yöntem bize Don Juan tarafından uzun uzun anlatıldı; Bu sihirli çözüme bağlanış deniyor. İnsan kozasının içindeki yayılım bantları ile dışardaki yayılım bantlarının durup dinlenmeden bağlanması gerekiyor. (Bakınız : https://sonsuz.us/blog/?p=900 )
Peki bunu nasıl yapabiliriz?
1. İçsel sessizlik sağlanmalı. (İç konuşmanın durdurulması) Bu sebeple her türlü eski ya da yeni inisiye sistemlerince farklı isimler altında sunulan “meditasyon” ritüelleri öneriliyor.
2. Dinlemek. Dışınızdan size ulaşan her uyarıcıyı (ses, koku, renk vs) derin bir anlama, kabul ve sevinç hissiyle dinlemek. Tabi iç sessizlik sağlanmadan yapılamayacak bir uygulama bu.
3. Rutin kırmak. Alışkanlıklarınızı size zor gelse de zaman zaman kırıp, kendinizi şaşırtacak küçük ya da büyük işlere kalkışmak! Burada olan şey, ikinci maddenin işlemesi için yeni alanlar yaratabilmek, avcınızı şok edebilmektir. Avcınız ise malumunuz olduğu üzere ölümünüzdür, hep yanınızda gölge gibi gezen ölümünüz. Bakınız: https://sonsuz.us/blog/?p=854

Kritik Kütle/ Ya da Maya

<

p style=”margin: 0px;”>critical mass-kritik kütle: Reaksiyonun bitmemesi için gerekli olan minimum kütle miktarı.
Uranyumun,  atom bombası yapmak veya reaktörlerde nükleer enerji elde etmek amacıyla kullandığımız izotopunun atom ağırlığı 235’dir ve U235, doğadaki uranyumun içinde  binde beş nispetinde bulunmaktadır.  U235 için kritik kütle miktarını bir dizi formül kullanarak hesaplamışlar ve yaklaşık 70 Kg. ağırlığında 20 cm. çapında bir küre olarak bulmuşlar.
 U235 kritik kütlesi, atom bombalarının içinde, kendiliğinden patlama tehlikesine karşılık, iki parça halinde muhafaza edilir. Bombanın patlatılacağı zaman geldiğinde, parçalar hızlı bir şekilde birleştirilerek kritik kütle oluşturulur ve bunun içine bir kaynaktan nötron gönderilerek zincirleme reaksiyon başlatılır.

 Kritik kütle teriminin çıktığı fizik biliminde durum böyle. Tabi bahsi geçen bir dizi formülün ne olduğunu bilmiyorum, bi yerlerde bulmuş olsam dahi aklımın ereceğini pek sanmam. 20 cm çapında bi kürenin 70 kilo gelmesi, hayli ağır bir bilyeden bahsettiğimizi düşündürdü.

Bir de siyaset ve toplum bilimcilerin Kritik kütle tanımları var:

“Kıdemli teorisyen”e göre, işin “özü” bu kavramda yatmaktadır. “Siyasal özne”nin (ki bunun ne olduğuna ilişkin tek söylediği “kimsenin kulu olmayan özneler”dir), çok ama çok büyük bir kitleselliğe ulaşması da gerekmemektedir, “kritik kütleye” ulaşması yeterlidir. Bir kez “kritik kütle”ye ulaşıldı mı, “orta sınıfları sarsmak, şok etmek” işten bile değildir. Çünkü bu işi “siyasal özne”nin ulaştığı “kritik kütle” yapacaktır. 

 Molla Nasreddin de göle maya çalıyordu. Fizikçiler onu çok sever 🙂

Ben de epeyce yoğurt mayalamıştım; fakat ne miktarda maya koyduğumun hesabı yoktu, anneden görme, göz kararı! Göz kararımı şöyle bi düşüneyim dedim dün gece ve aşağı yukarı 2 kiloya 50 gram gibi filan tahmin ettim. Bu da demek oluyor ki binde 25 gibi bi mayalama oranı var yoğurdun. Sonra bunun kırkta bir olduğunu farkettim.

Tabi benim yaramaz zihnim bunu aldı taaa nerelere götürdü.

Kırk sözü/sayısının kültürümüzde inanılmayacak kadar çok söylemi varmış; Kırkı çıkmak, Kırk katır kırk satır, Kırk gün kırk gece, Kırk kere söylersen olur, Kırkından sonra azanı, Kırk parçaya bölünmek, Kırk haramiler, Kırk dereden su getirmek, Kırklara karışmak, Kırk tarakta bezi bulunmak, Kırk akşamın delisi, Kırk çarşamba bir arada, Kırk evin nankör kedisi, Kırk gün düşünsem aklıma gelmez, Kılı kırk yarmak, Kırk bir kere maşallah, Kırk kürk kırkının da kulpu kırık küp, Kırklanmak… 

 Düşündükçe daha da bulunur belki. Bir de zekat durumu var tabi, bildiğim kadarıyla kırkta bir, yani tam kritik kütle kadar. Neden kırkta bir?

Demek ki her insanın demokratik anlamda bir oyu olsa, 150 milyon (yaklaşık) insan dünyayı patlatır. 🙂

Ya da yoğurdu mayalar.

Tabi bunlar zihin cimnastiği, ama bu işin formulünü bilmek isterdim.:)

 İki yıl öncesinden bir yazım… Ben hala kritik kütle hesabını ya da işlevini önemsemeye devam ediyorum. O günlerde bloğuma uğrayıp yorum bırakma inceliği gösteren Büyücü  şöyle söylemişti:

<

p class=”MsoNormal”>

 Asırlardan beri, mistik ustalar, çömezlerine, hep KIRK GÜN tavsiye etmişler…Kırk gün sabret, kırkgün tekrarla, kırk güne kadar gerçekleşir. Halk arasında da, pratik bilgilere dayanılarak, hüküm verilmiş..Birine, kırk gün deli denilirse delirir….Son zamanlarda ispat olundu ki, beyin hücrelerinin özel kollar çıkararak yeni duruma uyarlanması, bireyin yaşı, uyarının şiddetine bağlı olarak değişmekle birlikte, ortalama KIRK GÜNmüş… 

Kritik kütle için katkılarınız beni sevindirir, bekliyorum?