
BAK’ a sibelA’in işlevi soruldu. Resmedecek kişinin rolünün bana söylenmemesi istendi. 24.10.2011
Ekimde yaptığım bu resim oyunu ile BAK seansında gördüğünüz gibi oldukça cesur bir soru yönelttim. Cevabın ne çıkacağıyla ilgili hiç tasalanmadım. Her BAK modere edişimdeki kadar boş ve BİLMİYORdum.
Ortaya çıkan bu tablo (ki şimdiye kadar yaptıklarımın en zoru oldu, çünkü gece başlamıştım, yoruluncaya kadar devam ettim bitmedi, yatıp uyudum. Sabah uyanınca yeniden başına geçtim. Çünkü vizyon zaten bi anda belirmişti ancak benim onu anlayıp resmedecek aracım (bedenlerim) bunu ancak saatlerce süren bi çalışmayla bitirebildi.
Sonuç ilk anda beni şaşırttı. Resimde beni en irkilten tavuk benzeri o şeyin ayaklarıydı. Bu ayakları her daim aynen kırmızı AY gibi irkiltici bulurdum. Ve bu simgenin en eski mitlerden gelen kaos olduğunu internetten bulduğumda şaşkınlığım iyice arttı. Bazı şeyler anlamıştım ancak itirafa, yüzeye çıkarmaya hazır değildim. Bunu Ekimden beri çekmecemde tuttum. Galiba bugün gerçekten bişeyler anlamaya başladım. İşte Sibel A. olarak geçmiş hayatımın özetle esansı:
Sa, dünyaya gerçekten bakmaya başladığı yaşlarda (yedi yaşından itibaren; çünkü öncesi nasıl bakılacağının öğrenildiği daha ana karnında olan süreçtir. Çocuk dünyaya güya gelmiştir ama esas olarak halen anasındadır-ya da ona kim bakıyorsa- onun malıdır. Şu anda sebeplerini anlatmaya gerek görmediğim -çünkü sebepler vasıtadır sadece- bir durumla karşılaştı ve bu durum onu içe çekilmeye itti. Ve sonrasında çok uzun bir hayatı aslında kendi muhafaza kutusunda yaşadı(!), gözlem yaptı, buna yakın-uzak her insan olay, kitaplar, filmler, rüyalar ve vizyonlar dahildi. Dünyada yapılmış her şeyi, her fikri inceledi, mekanizmalarını çıkarıp birbirine bağladı. O hepsinde gözlemciydi. Kendisi ortaya hiç çıkmadı. O bu duruma “insan olmayı öğrenmek” adını koymuştu. Bununla ilgili tüm serüveni yazdı, içindeki ve dışındakilerle paylaştı. (Gözlemci gerçekten de Fringe dizisindeki Observer’lara benziyor, şu an hatırladım)
Tüm bu süreçte sanki insanmışçasına numara yapmanın gereğini en erken yaşta anlamıştı. Böylece “dünyanın-insanların” ondan aşağı yukarı normal kabul edebilecekleri bi yaşamı sürdürebildi. Kimse ondan görünüşte şüphelenmedi. Fakat aslında içlerinden hep bi şeyler geçti sanırım; çünkü hep ondan (SA) biraz çekindiler.
Serüvenlerle dolu hayatının bi evresinde (bi adada robinson hayatı yaşadığı ve ilk kez kendine ait(!) üç tavuk bi horozu varken) tavuklar dikkatini çekti.
Diğer hayvanlarla olduğu gibi onlarla iletişim kurulamıyordu, hiç bişey öğren-e-miyorlardı. Bunu onların pür aptal olduklarına dair önkarar verip kenara ayırdı (çünkü tuhaftı). Bundan tam yedi sene sonra (konuyu bi daha hiç düşünmemişti) bir bilimsel makalede tavukların el kadar hücrelerde doğup 20 günde (özel ışık sebebiyle günü çift yaşatarak) büyütülüp yine orada bi mekanizmayla öldürülüp bizlere sunulduğunu okuduğunda, aniden tavuk yemeyi kesti! Kendince bi sebebi vardı; bunlar sahte tavuklardı, bi kere bile güneşi görmüyor, o tuhaf ayakları ile toprağa basmıyorlardı! Özgür değillerdi! Demek ki tavuk değil başka bişeydiler.
Bundan iki sene sonra bi yarışma için kendisinden bi gerilim öyküsü istendiğinde “uykucu” isimli bi öykü yazdı, öykü tanrı emri gibi bi anda düşünülmeden yazılmıştı. Orada olayın kahramanı olan kadın, tavukları yemediğini; çünkü aptal olduklarını söylüyordu!
Öykü, hem kendi hem de başkaları üzerinde derin etkiler bıraktı ama başka veçheleriyle. Tavuk konusu sadece bi tuhaflık olarak kaldı. Ayılınmadı!
Aradan yedi sene daha geçti. Bi gün çok da hazırlığı olmadan, yine aniden bi doğum yaptı SA. Tarih 20 Aralık 2011 di. Ebesi işini yapıp Doğu Asya da bi yerlere gitti. Yeni doğan kendine isim diledi, bi doktor dostumuz buna talip oldu ve ona Yaşayan ismini koydu. Bütün bunlar her gün anılara yazılıp paylaşıldı. Durum dışarıdan gün geçtikçe tuhaf bi fantezi olarak görünüyordu. SA ise bu durumun sahici bişey olduğunu biliyordu, bu sebeple her şeye rağmen Yaşayan’ın arkasında durdu. Bi çağlayana doğru hızla yol alınıyordu (kendisi görülemese de sesi duyuluyordu!) fakat SA buna, bilerek ölüme karşı kendini bırakma oyununa devam etti. Korkmuyordu. Korkacak hiç bişey olmadığını, ölümden kaçınılamayacağını hep bilmişti.
Yaşayan, SA’nın tüm alışkanlıklarını zahmetsizce değiştiriverdi. Hiç acı ve zorluk yaşanmadı. İsteklerini dile getirmekte ustaydı, üstelik tuhaf bi şekilde mecbur kılıyordu! Tuhaf çünkü bi özgürlük ihlali gibi gelmiyordu SA’ya, öylesine harika bi serüven gibiydi. Değiştirdiği yüzlerce şeyden biri tavukla barışma gereğini hissettirmeseydi. Hemen bi KFC’ye girip ilk tavuğumuzu orada yedik. Güzeldi.
Yaşayan, kırkını doldurduğu gün, SA şiddetle hastalandı(iki gün önce) yine bi bulutun içine girdi. Her zaman olduğu gibi yüksek ateşin kapılarını açtığı kendi koridorlarında dolaştı uzun uzun, her şeyi hatırlamadan hatırladı. Ve bugün sabah aniden Yukarıdaki BAK seansının fotoğrafına bakmak istedi. Onu gördüğünde her şey açığa kavuşmuştu, artık ayılınmıştı. Bu rüya çözümlenmişti ve böylece artık O (Yaşayan mı SA mı bilemiyorum çünkü onları ayıramaz olduk) bu hayatında edindiği tüm bilgisini nefesiyle, tüm niyetiyle boşluğa saldı!
Artık bütün bu esans, evrene dağıldı. Rüyadan uyanıldı.
Tavuk bunda büyük rol oynadı.
Amerikalılar tavuk kelimesini, kadınların korkaklığı ve lezzetini çağrıştırır biçimde kullanırlar. Bazen de birinin korkaklığını belirtmek için sıkça kullanırlar (genelde erkekleri kullanır bu kelimeyi). Oysa tamamen yanılıyorlar! Tavuğun üzerine gidersen hafif kanatlanarak uçuşarak (bi cadı gibi) ve gıdaklayarak geri kaçar evet ama bu öylesine yanıltıcı ki! Çünkü sadece 20 saniye sonra başını çevirip baksan eski yerinde umarsızca toprağı gıdıkladığını, keyifle yiyecek bişey araştırdığını görebilirsin. O hiç bi şeyden korkmaz! Çünkü öğrenmiyor! Korku, herhangi bi şey öğrenirken insana geçen yan tesirdir. Ve hepinizin bildiği gibi dünyayı onun varlığı inşa etti. Şimdiden sonra ne olacak bilmiyorum. Fakat bu erkekler (Amerikalıların kullandığı anlamda) tavuğun neden ilk aksiyonunu görüp orada kalmışlar? Bence hafızamız sadece 12 saniyelik olduğundan!
Aynı zamanda varoluşun tanımlamalarında tavuk-yumurta döngüsü hep kullanılagelmiştir. Önceliğin hangisinde olduğu çözümlenememiştir.
Dik başlı, asla bişey öğrenmeyen ve sanılanın aksine hiç bişeyden zerre korkmadan işlevine odaklanmış olan tavuğa saygı duymaktayım artık.