Güç Modelleri

“Kuantum fiziği bizi, uzay ve zaman anlayışımızı değiştirmeye çağırır, fakat böyle bir değişikliğin her birimizin kişiliğinin merkezine yönelik olduğunu kabul etmek zorundayız.” Der D.Zohar

Önce, en düşük bilinç olan, ama çok güçlü olan şey hakkında konuşalım. Düşük bilincin inanılmaz güç taşıdığını, yüksek bilincin de inanılmaz güç taşıdığını anlayın. Ama, düşük veya yüksek onun etki gücünün ölçüsü değildir, daha çok sadece titreşimin ölçüsüdür. Bunu frekans ile karıştırmayın, çünkü bunun teknolojisi lineer değildir. Modellemede görülen şey düşüncenin titreşimidir ve nereye gidebileceği veya nereye gidemeyeceğidir ya da nasıl kısıtladığı veya genişlettiğidir. Güç veya kuvvet çok derindir. Bunu zaten biliyorsunuz. Nefretin gücü kötülüğü ve korkuyu yaratır ve çok kuvvetlidir. Korkunun gücü, eğer dikkatli olmazlarsa ulusları köleleştirebilir. Geçmişten bunun gücünü biliyorsunuz. Bunun gelecek olan enstrumanda yaratacağı spesifik modeli, o özelliğe sahip olan bir bireyle onu ölçmeyi konuşalım.
Düşük bilinç son derece basit ve temel modeller yaratır. Bu modeller kuvvetli bir çember yaratır veya yayar – diğer yüksek titreşimlere bir engel oluşturmak için bir araya gelen enerji akışı. Bu, bireyin veya bireyin yarattığı bilincin enerjisinin etrafında bir çember olarak görünür. Çember desenli bir hapishaneye veya tekrarlanmayan temel bir fraktala benzer. Kendi içinde kendini taşır ve model kendi çemberinin dışındaki hiçbirşeyin farkında olmaz. Kuvvet, onun o kadar çok güçlü olmasından gelir ki, diğerleri onun tarafından etkilenebilir ve daha kuvvetli bir çember için kolaylıkla ona katılabilir. O zaman çember daha da genişler, etrafındaki bilinç tuzağında daha da büyür, daha da büyük bir çember yaratır, ama sadece tek bir çember.
Belki de anlamadığınız bir dilde konuştuğumu düşünüyorsunuz? Belki, ama işte konu: O basittir. O bir çember olan bir kaptır ve kendisinin dışını göremez. Sadece kendisini görür ve sadece kendi kötülüğünü tanır. Sadece kendi içinde bildiği şeylere dayanan yargılamalar yapar ve kararlar verir. O düşük bilinçtir. Gündemi kendisidir ve başka hiç bir şeyi görmez. Çember aynı şeyleri düşünenleri köleleştirebilir. Daha büyük bir çember haline gelebilir, ama asla kendisinin dışına çıkamaz. Bildiği şeyin ötesini göremez. Çembere ait olan çemberin dışında modelleme yoktur. O kısıtlayıcıdır. Derin bir şekilde aşikardır: Basit, düşük titreşim, temel hayatta kalma.” Kryon
Yazının bütünü için tıklayınız
*
Bu anlatılanlar çağlar boyunca değişik isimler altında ama nerdeyse aynı cümlelerle söylendi, taşlara kazındı, sayfalara basıldı. Kimin söylemiş olduğu önemsiz aslında. Sadece sistematiği görmek ve sorumluluğu yüzde yüz almak için keskin bir karar vermeye aracılık ediyorlar.
Yıllar önce katılımı oldukça yüksek bir toplantıda -şu an konusunu hatırlamadığım-uzun bir konuşma yapmıştım. Konuşma bittiğinde herkes kah teşekkür kah şaşkınlıkla veda ederken genç bir kız yanıma geldi ve bana fısıltıyla “siz seçiminizi yaptınız mı?” dedi.
Adeta ölmüşüm de nihayet bu soru bana yöneltilmiş gibi hissettim ve titredim. Genç kızın samimi heyecanını görebiliyordum. O anı hiç unutmadım. O zamanlar seçimi yaptığımı sanıyordum fakat bunun tüm uzuvlarıma intikali için daha çok başındaymışım sürecin. Henüz sorumluluğu %100 almamışım bunu şimdi daha iyi görebiliyorum. Bunu yapmak için arzum var, niyetim samimi.
Herhangi bir şeye bağımlı olmadığımızda, her şey oldukları gibi olur: Eylemle birlikte ne gidiş vardır, ne de kalış. Seng TS’AN
Ego, her şeyin karşılıklı bağlantı içinde olduğu bir evrende yapay bir sınırdır. Tüm tanımlanmış unsurlar içinde belki oldukça iyi organize olmuş biridir. Tüm inanç ve sistemlerin, faydalı bir amaç uğruna ve gerektiğinde keyfi olarak (insan iradesiyle) dizayn edildiğini ve mutlak olmadığını bize hatırlatan; ilk prensip İKE’nin yani “Dünya düşündüğün şeydir” ilkesinin sonucudur bu.
soul-freedom-chained-acrylic-painting-depicting-chained-foot-fetters-impressionist-style-by-ishrath-humairah-khalil-gibran-poem-inspired1 Bir keresinde “Özgürlük yolunda” kavrayış edindirmek için Lao Tzu şöyle sormuş: “Niçin ona yaşam ve ölümün bir olduğunu, doğru ve yanlışın aynı olduğunu gösterip, elini ayağını bağlayan zincirlerden kurtarmadın?”

Geleceğe projekte edilenler

Bundan önce, gezegeniniz güneşin aktivitesi (heliosfer) vasıtasıyla farklı bir şekilde canlı olan bir atmosfere sahipti ve manyetik ızgarayı insanlığın DNA’sını en azından %50 geliştirebildikleri yere kadar yüklüyordu. Hatırlayın, siz şu anda %30 – % 35 tesiniz. “Bir dakika Kryon, geriye gittiğimizi mi kastediyorsun?” Evet. En sonunda, bunun kanıtını bulacaksınız – ileri uygarlık. Eğer ileri bir uygarlığın parçası olduğunuzu hissettiğiniz yaşamlarınız varsa, öyledir. Bunun nedeni teknolojinizin değil, bilincinizin ileri olmasıydı. Bilinciniz ile şu anda yapamadığınız şeyleri yapabiliyordunuz ve bunları kolayca yapabiliyordunuz. Kendi bedeninizi kendi bilincinizle iyileştirebiliyordunuz. Yoktan gerçek madde yaratabilenler vardı. Tüm bunlar mekanik cihazlarla değil, ileri düşünce vasıtası ile. Size gerçekte henüz düşünülmeyen bir prensip veriyoruz: “Bilinç fiziktir. O fiziksel gerçekliği etkileyen gerçek, ölçülebilir bir alandır.” Öfkeli olduğunuzda hiç bilgisayarınız bozuldu mu ya da ampul söndü mü? Nasıl? Bu fiziktir?” der Kryon
 
Teknoloji artışının bilinç artışı anlamına gelmeyebileceğini sık sık yazıyorum. Bunu söylemekle teknoloji karşıtı olduğumuz anlamı çıkmasın tabi. Benim kitaptan mini bir alıntı: “Bilimi seviyorum, onun anlayış derinliği yüksek insanların elinde teknolojiye dönüşmesini istiyorum. Tanrı Anu’nun oğulları Enlil ve Enki’nin anlaşmazlığı da buydu sanırım.”
Ayrıca okumayı/seyretmeyi sevdiğim ve yazdığım Bilimkurgu türünün de çok değişik fazları var bir çoğu yalnızca mevcut realitemizin daha abartılmış şekilde sunumudur. Bunları seyrederken muhtemelen acı acı gülenlerimiz vardır, daha çok savaş, daha ileri teknikle nasıl batılır, daha büyük güç hırsı nasıl olabilir vs gibi şeyler. Özetle çoğu bilimkurgu ürünü için söylenebilecek şey (özellikle erkek elinden çıkanlar/ Neyseki istisnalar her zaman var); şu anın insan duygularını gelişmiş teknolojiyle harmanlayarak geleceğe projekte etmektir, buna Ölümsüz Öyküler Kulubü yıllarımda aymıştım, onbeşsene kadar önce. Ve bunca yıldır içimden geçen sessiz bir çığlık var; bunu yazanlar, çekenler ne yaptıklarının farkında mı? Ve bu soru içimden geçtiği her an aceleyle onu nötürler ve işlerin nasıl yürüdüğüne dair peşin hüküm getirme, hemen unut bunu. Bilinmeyene-kuantum dolanıklığın mucizesine inanmayı sürdür derim kendime.Her şey ancak olabileceği kadar olur bu sebeple mükemmeldir zaten 🙂
Yine eksik olduğunu bildiğim bir genelleme yaparak; kadınların neden Bilimkurgu okumadığı/seyretmediği konusunda fikir verebilir üstteki çıkarımım çünkü onlar daha ilk sahnede güç oyunlarını tanırlar, üstünde düşünmezler, felsefe yapmazlar ama tanırlar ve düğmeyi kapatıverirler. Tabi yine istisna yazarları unutmayalım onların çoğu best seller olurlar çünkü kadınlarca da okunurlar 🙂

Sarsılmış Hissediyor!

Evet sarsıldım çünkü Nuh filmini izledim. Beni sarmayacagini dusunerek vizyona girdiginde seyretmemistim, ustelik Russell Crowe’u da severim. Neyse ve bu sozleri yazarken ayni anda seyretmekte oldugum I Origins filmindeki kiz şöyle dedi: “tanri rolunü oynamayi seviyorsun degil mi?”
Galaksiler aşkına!! Onu tam ben soyleyecektim nuh’a ve kız repligimi aninda çaldi! Fakat burada dehset bi ironi var, o bunu bilim adami rolu oynayan kocasina diyordu, ben de peygamber rolu oynayan Russel/Nuha demek üzereydim.
Hayir hayir her sey bu kadar eszamanlı olamaz, hem ne geregi var!
Hayir hayir önceden bileyim, ya da ben yaptim oldu, hem ne fark eder 🙂

Yaratımın ikili doğası, varlık alemi, hiçlik alemi gibi birçok insanı düşündürmüş konular var. Bizler insan olarak sadece belirli aralıkları algılayabilenleriz ve bu limitler değişse , artsa azalsa bile algımız her daim varlık aleminde olur (Bakınız BKÖ ve oyun kuramı), bu sebeple konuya pratik değerler açısından yaklaşmak kafidir. Bu başlıktaki ana fikir, tanrı rolü oynamanın tehlikeli olduğuna dair fikir birliğine varıp, kardeş kardeş yasamaya gönüllü olmak 🙂

Ayrıca şu da var, henüz lineer düşünce sisteminden çıkamamışken, paralel gerçeklikleri, çok boyutluluğu, sonsuz sınırsız şimdiyi yaşamıyor ve sadece hayalini kurmak için debeleniyorken tanrı konusunu önümüze koymak resmen yeni doğmuş bebeğin önüne ispatlanması mümkün olmamış bir matematik teoremi koymak gibi oluyor. Adım adım ilerlemek lazım. Tabi cahil cesareti diye bir şey var örneğin benim BKÖ böyle bir şeyin sonucudur. Neyse ki iddiacı, dayatıcı bir yapım yok, BKÖ ile arama hep biraz mesafe koymuşumdur. Fakat aradan geçen 11 yılda bakınız biraz değişmişim :))))

Alın size mesaj!   Mesajlar frekanslar olarak alıcısı açık herkese çarpıyor, peki o ne diyor? İşte o, alıcının şifre kırıcısına bağlı. Tanrıdan, uzaylıdan ya da arka bahçenden gelsin fark etmez, zaten varlık alemindeki her şey titreşmekte ve her an iletişmekteyken, alıcı olanın da verci olanın da deşifre işlemininin sorumluluğunu, yani kendi rolünün katkısının sorumluluğunu %100 alması şart. Yoksa işler sarpa sarıyor   https://www.youtube.com/watch?v=pGeWBiLVn8g 

Örneğin frekanslar, benim alıcıma ses olarak değil görüntüler olarak çarpar, ilk zamanlarda tek bir kare olurdu ve istediğim kadar orada durur ve onu incelememe imkan verirdi, sonraları iş çığırından çıktı hahahahahahaha görüntüler film kareleri gibi hızla art arda düşmeye başladılar ve bazen hız o kadar yüksek olur ki her kareyi yakalayamazsın tıpkı filmlerde olduğu gibi. Bu akış saatlerce sürer, hatta ben kesmezsem sanki durmazmış gibi gelir fakat hiç denemedim kesmemeyi. Benim de burda bi hayatım var değil mi? Uyumam lazım, dinlenmem,, şifre kırmam lazım falan filan… Yani ben bu detaylı akışa vizyon diyorum ve bütünlüğümün henüz lonomla bilmediğim bir konumundan geldiğini düşünüyorum ve onları paylaşırken de adına bilimkurgu diyorum. Yalnız şunu belirtmekte yarar var ki, bu vizyonları başkalarıyla paylaşma isteği gerçekten yoğun oluyor, bununla baş edemiyorsun, ben medyumların işlevlerinin de benzer bir mekanizma olduğunu sanıyorum.

Ben’im, ebediyim.

Doğarsın 18 yaşına kadar ailen senin Vasin tayin edilmiştir. Onların seni yetişkin olarak (kendi ehliyetine sahip olarak) hayata mezun etmeleri gerekirken, bu yapılamaz çünkü anne baba zaten kendileri yetişkin olmamışlardır! Böylece çocuklarına kendi vasilerini (dinsel,kültürsel, siyasi) her ne ise fark etmez empoze ederek onları yolcu ederler.
Bu hikaye böyle bin yıllardır sürüp gider ama şimdi gerçekten yetişkin olmak ve vasilerinizden ayrılmak kendi öz hakkınız olan ehliyetinizi elinize almak ve bunu ilan etmek isterseniz, bu yol her zaman açıktır.
Ben’im diyebilmek için en uygun şimdi.
Bunu diyebilen kişi bir yetişkin olur ve sadece kendisi için değil tüm ataları, biyolojik ve ruhsal ailesi için beklenen özgürleşmeyi aynı anda sağlar! Tıpkı her bir hücrenin aynı anda haberleştikleri gibi, geçmiş ve gelecek olmaksızın, sonsuz bir şimdiye adım atarlar.

Barış, bayramdır.

Barış, bayramdır.
Barış… Hücrelerinde, bedenlerinde, ailende, sokakta, yurtta, dünyada, galakside, evrende barış.
Savaşmadan, anlayışla gelen barış, bayramdır.

Korku, ayrılık bilincinin belirtisi. Çoğalma da korkunun belirtisi.
Bana diyorlar ki; “ne yapılsın yani, üçüncü köprü de yapılır, üçüncü havaalanı da yapılır, bunlar için ağaçlar, göletler, hayvanlar, biraz hava biraz su feda edilir mecburen. Gelişim için insanlık için başka ne yapılacak ki?”
Bu görüşe -inanca- sahip insanlarımız.
Bilim elli sene önce 200.000 kişiden fazla yerleşim alanları uygarlığımızı sona doğru ilerletir demiş, tüm araştırmalar, analizler ve hesaplar bu sonucu veriyor. Her yerleşim bölgesi kendi yiyecek içeceğini kendi sınırları içinde üretebilmeli, kendi sınırlarında dönüşüme uğratabilmeli.
Meğer ki insanlar bu gerçeği bilmeden bunca dengesiz yerleşimler oluşturmuşsa, bilgiyi öğrendikten sonra neden dengelenmeye çalışmaz? Neden hala lineer düşünmeye ve yaşamaya devam eder? Neden tek yönde, tek çare varmış gibi davranır?
Ayrılık bilinci, korkuya, korku çoğalmaya, çoğalma paylaşma hırsına ve savaşa sebep olur. Böyle inanır ve yaşarken, eksikliği had safhada hissedilen maneviyata, dine, sonsuz kaynağa yönelmek pek tabi değil mi? Burada ve şimdi dengelenmek, önceki doğruları revize etmek, kendilik bilincinin sorumluluğunu almak ve yaşarken ölüp dirilmek yerine, ölümden sonraya yatırım yapmak ve binlerce nesil yapıldığı gibi bu zor kararı hep çocuklara, torunlara havale etmek de ancak “mümkün”ün bu olduğunu göstermez mi?
Mümkün’ü, şimdi burada ölüp dirilebilmeyi sağlayacak yeni doğrulara yaklaşmış olanlar var, karar vermeye çok yaklaşmış olanlar, allah onların cesaretini artırsın, gücüne güç katsın ki her birlikte bir deviri aşalım. Biz daha önce de çok dağlar aştık.