Tanrı Ayakkabılarımı ben olmadan bağlamaz.

EGER BU HAYATTA BİR ŞEY ÖGRENDİYSEM, o da Tanrı’nın ayakkabılarımı ben olmadan asla baglamayacagidır.
Dört yaşına geldigimizde bizden ayakkabılarımızı kendi başımıza baglayabilmemiz beklenir.
Büyük Ruh’un Dünya’da olmasını istedigi işleri ve anlayışları, kendi işlerimiz ve anlayışlarımız vasıtasıyla beraberimizde buraya getirmekteyiz.
Baglarımız sadece ailemiz ve akrabalarımız
ile sınırlı degildir. Baglanmız bütün hayatımızı kapsar –
her şeyi, hatta taşlan bile canlı olarak düşünmeliyiz. Tüm yaşamdaki karşılıklı baglılıgın dogrudan deneyimi ve farkındalıgı, modern zamanımızda neredeyse tanınmaz hale gelen dogal insanlık potansiyelinin tekrar kazanılması yolunda oldukça gereklidir.
Uygun ve uygulanabilir bir gizeme ihtiyacımız vardır. Acelemiz, çagdaş insanın zor durumunu hemen ele alıp tüm yaşantımızdaki baglarımıza karşı daha anlayışlı ve bilinçli bir durumu talep etmemizdendir.
“İnsanoglunun dünyadaki yeri nedir?” sorusunu, daha
kapsamlı olan “Dünyanın dünyadaki yeri nedir?” sorusunu sormadan dürüstçe yöneltemeyiz. Kendimizi bagların dışında degerlendiremeyiz.
Kimse “Kendini kendin gibi bil,” dememiştir. Biz, birbirine
baglı kozmik yapının oluşturmuş oldugu uyumun dışında kaIan hiçbir şeyi anlayamayız. Bizim ihtiyacımız olan, uygulanabilir bir gizemdir – sezgisel anlayış ile pratik çabanın dengesinin uygun bir biçimde kurulmasıyla ortaya çıkacak olan bir gizem.
Meditasyonun fazlalıgı, daha çok ilahinin söylenmesi ya da çalınması, sayısız mumun ya da tütsünün yakılması, ayakkabılarımızı baglamak için Tanrı’yı ya da Cennet’i ikna etmeye yetmez. Bize yarar saglayacak, huzur verecek ya da bizi koruyacak şeylerin hiçbiri “dışarı”da degildir. Öyleyse her şeyi kendimiz yapmalıyız.
Gizemciler, Büyücüler
ve Şifacılar-Doug Boyd
ve
Gerçekliğin mükemmel doğası, bilinçli gözlemcinin katılımını bekler.
Der Kuantum ana fikri. 1999 yılında yazdığım Sırıtkan Kırmızı Ay kitabım tamamen bu fikri anlayıp anlatmayı amaçlamıştır.
Anlama çabalarına şöyle bir katkım olsun:
Şöyle düşünün, çok bulutlu karmakarışık bir gökyüzüne bakıyorsun eğer sadece gayri
ihtiyari başını kaldırıp bir an bakıp geçtiysen bi şey olmaz ama bir süre bir şey görmeyi umarak seyredersen o karmaşada birden bir geyik kafası ya da dedenin profilini görebilirsin ve bi şey buldugun için sevinir ve heyecan yaparsın, işte o an dalga parçacık olarak çökmüştür ve dedenin görüntüsü olarak gerçeklik belirmiştir! Yalnızca ve yalnızca senin bilinçli katkınla
*
“Baban o konuşmayı yaptıgında -yemek ve diger şeylerle ilgili
olan- tek bir kelime bile anlayamadım. Konuşma ne hakkındaydı?
Bana senin anlatacagını söyledi, yanılıyor muyum?”
“Dogru, ama işin garibi ben de tam anlayamadım. Bazen
eski konuşma stilimizi kullanır. Gerçekten ben de ne dedigini
bilmiyorum. Belki sadece yaşlı olanlar anlamışlardır. İçsel bir
konunun dışavurumuydu.”
Eniştem onun söylediklerini anlayabilmiş ama sanki bir rüyayı
anlatamamak gibi onun dediklerini de tam olarak aktaramıyor.
Eğer anlatmaya kalkarsa bu sefer de anlamlandıramadığını,
tam olarak ifade edemedigini fark ediyor.”
“Sana böyle mi söyledi?

Devamını oku “Tanrı Ayakkabılarımı ben olmadan bağlamaz.”

İçinizden ne Geliyor?

Gerçekliğin ne olup olmadığı ile ilgili rüya görme çalışmalarımızla ilgili olarak bu videonun özellikle 1lk 20 dakikasını izleyerek başlamak sanırım faydalı olur.
Lütfen izlerken siz de kendi sorularınızı duyun! Çünkü olacak. ve mümkünse hiç yadırgamadan yorum kısmına yazın.
Örneğin;
O halde algılayan kim?
O halde tüm gerçeklik zannımız YORUMLAMA sistemlerinden ibarettir!
YORUMLAMA SİSTEMİ nedir? Bu bir elektrik sinyali şifre kırıcısı mı?
O halde bu şifre kırıcıyı kim ve nasıl hazırlamış? bu sistem beynimize ne zaman yüklenmiş?
yORUMLAMA SİSTEMİ değiştirilebilir mi? Değişirse ne olur?
Yoksa bizler birer robot muyuz? Westword dizisini mi yaşıyoruz?
Komplo teorileri ne derse desin, sizin iç sesiniz ne diyor ve ne soruyor?
Önemli olan da bu. aloha

*

Devamını oku “İçinizden ne Geliyor?”

Bilim-Kurgu ve Fantastik kurgular konusuna devam

Bilim kurgu çok çeşitli alt türleri ve temaları içerdiğinden tanımını yapmak zordur. Yazar ve editör Damon Knight “bilim kurgu söylediğimiz zaman gösterdiğimiz şeydir.” demiştir. Yazar Mark C. Glassy tarafından yapılan bir tanımlama bilim kurgu tanımını pornografiye benzetir:”onun ne olduğunu bilmezsiniz ama onu görünce tanırsınız.”. Vladimir Nabokov eğer tanımlamalarımızı çok dikkatli yaparsak William Shakespeare’in The Tempest adlı oyununun bilim kurgu olarak kabul edilmesi gerektiğini söylemiştir.

img_20161003_092441

Bilim kurgu yazarı Robert A. Heinlein’e göre bilim kurgunun kısa ve kullanışlı bir tanımı: ” gelecekteki olası olaylar hakkında, tamamen, gerçek dünya, geçmiş ve gelecek ile ilgili yeterli bilgiye, doğa ve bilimsel yöntemin tam olarak anlaşılmasına dayalı gerçekçi kurgular” dır. Rod Serling’in tanımı şöyledir: “Fantastik imkânsız’ın olası yapılmasıdır. Bilim kurgu ise olanaksız’ın mümkün kılınmasıdır.” Lester Del Rey ise şöyle yazar: ” Sadık bir hayranı bile bilim kurgunun ne olduğunu açıklamakta zorlanır,tam ve tatminkar bir açıklamasının olmaması ise bilim kurgunun kolayca tanımlanabilecek sınırlarının olmamasındandır.

Bilim kurgu bir yandan gelişmeyi ve gelecekteki teknolojileri eleştirirken, bir yandan da yeni fikirler ve yeni teknolojiler oluşturur. Bu konu bilimsel çevrelerden ziyade edebi ve sosyolojik olarak tartışılmıştır. Sinema ve medya kuramcısı Vivian Sobchack bilim kurgu filmi ile teknolojik hayal gücü arasındaki diyaloğu dikkatle gözden geçirir. Teknoloji sanatçıların kurgusal konuları betimlemesine etki etmez ancak kurgusal dünya hayal gücünü genişleterek bilime katkıda bulunur. Bilim kurgu’nun ilk yıllarında Arthur C. Clarke gibi yazarlarla daha yaygın olmakla birlikte, Michael Crichton gibi yeni yazarlar halihazırda olanaksız olan teknolojileri gerçeklenmeye çok yaklaştıracak yollar bulabilmektedir. Nanoteknoloji alanında bu, Ottawa Üniversitesi profesörü José Lopez’in “Bridging the Gaps: Science Fiction in Nanotechnology” adlı makalesinde belgelenmiştir. Lopez, kurgusal evrenlerin teorik önermeleriyle bilimsel nanoteknoloji operasyonlarını ilişkilendirmiştir.

Yazarlar ve film yapımcıları geniş bir fikirler yelpazesinde eserler verirler ancak pazarlamacılar ve sanat eleştirmenleri bu edebi ve görsel çalışmaları farklı kategorilere ya da türler ve alt-türlere ayırmak eğilimindedirler. Bazı çalışmalar birden fazla tanımlanmış türe tekabül ettiğinden, diğerleri tanımlanmış türlerin dışında ya da arasında kalabildiğinden, ayrıca pazarlamacıların tür tanımlamaları ile edebi eleştirmenlerinki arasında ciddi farklılıklar olmasından ötürü, bu işlem pek kolay olmamaktadır.

Fantastik edebiyat bilim kurgu ile yakından ilişkilidir. Pek çok yazar her iki türde de eserler vermiştir, hatta Anne McCaffrey ve Marion Zimmer Bradley gibi yazarların iki türün ortasına denk düşen eserleri de vardır. Yazarların kurduğu profesyonel organizasyonun adı “Science Fiction and Fantasy Writers of America” (SFWA), yani “Amerikan Bilim kurgu ve Fantastik Edebiyat Yazarları Birliği”‘dir. Bilim kurgu kongreleri fantastik edebiyat konularını düzenli olarak gündemlerine alırlar.

J. K. Rowling gibi fantastik edebiyat yazarları bilim kurgu alanındaki en büyük ödül Hugo Ödülüne layık görülmüştür. Bazı çalışmalar alt-türler arasında kesin sınırlar çizmenin ne kadar zor olduğunu göztermesine rağmen yazarlar ve okuyucular çoğunlukla fantastik edebiyat ve bilim kurgu yu birbirinden ayırırlar. Genel anlamda bilim kurgu birgün gerçekleşme olasılığı olan şeyleri anlatırken fantastik edebiyat özünde olanaksız olan şeylerden bahseder. Büyü ve mitoloji fantastik edebiyatın popüler konularıdır. Bazı öyküler aslında bilim kurgu türünde olmasına rağmen fantastik ögeler içerir. Bilimsel fantezi terimi zaman zaman bu tür çalışmaları anlatmak için kullanılır.

Robert J. Sawyer’a göre “Bilim kurgu ve gizemcilik arasında büyük bir uzlaşma vardır. İkisi de bulmaca çözmeyi teşvik eder ve akla yatkın hikâyeler gerektirirler.” Isaac Asimov, Walter Mosley ve diğer yazarlar bilim kurgu eserlerinde gizemci ögelere yer vemişler ya da tam tersine gizemci eserlerinde bilim kurgu ögelerine yer vermişlerdir.

Bir ülkede bilimsel bir yeniliğin ve ardı ardına inovasyonların yaşanması için öncelikle toplumda birilerinin bunları hayal etmesi gerekir ve ardından bilimsel metodoloji takip edilerek araştırmalar sürdürülür ve bir sonuca ulaşılır ya da ulaşılmaz. Burada asıl önemli konu hayal edebilmektir. Bir toplum hayal etme becerisini yitirmişse o toplumdan insanlık medeniyetine büyük katkılar yapmasını bekleyemezsiniz. Bilim kurgu, fantastik gibi edebiyat türleri tam bu noktada devreye girerek hayal gücümüzün sınırlarını genişletir. Bize koşup oynayabileceğimiz yeni yeşil alanlar yaratır. Eğer Jules Verne 1865 yılında “Ay’a Seyahat” i yazmamış olsaydı ABD yine Ay’a giderdi belki ancak sizi temin ederim bu daha uzun bir zaman alırdı. Jules Verne toplumun ileri gelenlerinden biri olarak bir düş kurdu, bunu insanlarla paylaştı ve onu okuyan her çocuğun zihninde bir hedef yarattı. ABD’li her çocuk o kitabı bitirdikten sonra kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı ve orada bir ışık kütlesinden fazlasını gördü. Toplumsal bir amaç vardı orada. “Günün birinde Ay’a gidebilme düşüncesi” Amerikan toplumunun zihninde tohumlaştı ve yeşerdi ve eminim ki Apollo görevini yürüten bilim adamlarından pek çoğu küçükken o kitabı okumuştu.

Bilim kurguyu güzel yapan tek şey hayal gücümüzü geliştirmesi değildir. Bilim kurgu, felsefe gibi alanlardan güç alır. Dünyaca ünlü bilim kurgu yazarları eserlerinde hep felsefi tartışmalara ve psikanalizlere başvurarak hikayeyi sürdürürler. Bu açıdan psikoloji bilimiyle de dirsek teması vardır. Bu felsefi tartışmalar çok değerlidir. Bugünün dünyasına, geleceğin dünyasına yönelik bu tartışmalar toplumlar için ayna görevi görür. Kendimize, yanımızdaki insanlara bakışımızı yeniden değerlendiririz. Örneğin Ray Bradbury’nin Fahrenheit 451’ını okurken sansürlerle ve yakılan kitaplarla dolu distopik geleceğe bakarken aslında kendi toplumunuza dair dersler çıkartabilirsiniz. Çünkü yazar olması hiç de zor olmayan muhtemel bir gelecek yansıması yaratmış olur. Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sını okurken ideal toplum yaratma kaygısının aslında insanlığı hangi noktalara sürüklediğini görerek dehşete kapılırsınız ve demokratik ama zayıf yanları da olan bir toplumda yaşamayı, ideal ve makine düzeninde işleyen bir toplumda yaşamaya tercih edersiniz. Bu gibi felsefi ve politik tartışmalar içeren kitaplar kuşkusuz beyin kıvrımlarımız için büyük yararlara sahiptir.

Türkiye’de bilim kurgu yeterince okunmuyor ve bu alanda yeterince yazınsal çalışma yayınlanmıyor. Neden diye düşündüğümüzde bu türler kendi kültürümüzden kopukmuş gibi gösterilmek isteniyor. Bilim kurgu aslında milletlerin kökenine ve geleneksel kültürlerine bağı en sınırlı olan türdür çünkü tartışması tüm insanlık medeniyetini merkeze alır ve hedefleri hep evrensel boyuttadır. İnsanlarla konuştuğumda “zaman yolculuğu yapan bir Ahmet veya Bahtiyar isimli biri” düşüncesi “zaman yolculuğu yapan bir Marty Mcfly” a göre daha soğuk geldiğini söylüyorlar. Bu bir nebze olsun anlaşılabilir. Ama benim de söylemek istediğim Ahmetler ya da Bahtiyarlar illa ki zaman yolculuğu yapmak ya da ellerine lazer silahları almak zorunda değiller. Daha felsefi daha farklı pencerelerde ele alıp kendi toplumuzda da merak uyandıracak yazınsal yapıtlar ortaya koyabiliriz.

Benim kitapların çoğu, Sırıtkan Kırmızı Ay ve Laniakea başta olmak üzere bu bariyeri aşmak için 1999 yılından beri mücadele veriyor. Hatta bu konuda Ölümsüz Öyküler Yayımevi girişimimizi hatırlayanlar olacaktır.

Birkaç yıl önce ülkenin önemli yönetmenlerinden Mustafa Altıoklar’ın bir röportajını dinlemiştim. Türk sineması üzerine yapılan röportajda spiker Altıoklar’a “Neden bizim sinemamızda kaliteli bilim kurgu – fantastik filmler çekilmiyor?” sorusunu yöneltmişti.  Altıoklar öncelikle bütçe sorunlarına dikkat çektikten sonra “Aman boşverin o türde film de çekmeyiverelim” gibi bir ifade kullanmıştı. Bu ” yapması zor- boşverelim” bakış açısına katılmam mümkün değil ve bu bakış açısıyla Türk Sineması GELİŞEMEZ. İlla ki büyük bütçeler yatırmak zorunda değiliz. Bütçeleri kısıtlı tutup içeriğe, senaryoya odaklanarak büyük projeler yapılabilir. Bilim kurgu filmi yapmayalım demekse, olsa olsa tembellik olur.

Derleyen Sibel Atasoy

Kaynaklar:

https://tr.wikipedia.org/wiki/Bilim_kurgu

http://www.sosyaldusunce.com/turkiyede-bilim-kurgu-ve-fantastik-edebiyata-bakis/

 

Laniakea’nın küçük kız kardeşi

waters deep and meaningful

İlk kitap SKA; Sırıtkan Kırmızı Ay ile Laniakea arasında karşılaştırma yapılmış.    Teşekkürler Nihat Çavdar

“Laniakea’da  polisiye ve casusluk gibi artı unsurlar var. Zaman kayması olayın tamamı değilmiş gibi her şeye rağmen hikaye dünya dışı durumlarda var. İlk kitapta (SKA) olaylar belirli kişilerin arasında oluşuyor ve gelişiyor. Kahramanların çok yakın tanıdıkları bir kaç kişi devreye girerken (L) da hiç bir bağlantısı olmayan kişiler bazı yerlerde devreye giriyor ve hemen yok oluveriyorlar, ya bunlara ne oldu diye düşünmüyorsun. Temelde kurgu (L)da çok çeşitli hale gelmiş ve hiç dağınıklık yok, neredeyse her şey iç içe geçmiş ağ gibi örülmüş. Ama şurada böyleydi de gibi bir şey uyandırmıyor. Hikaye sonuna kadar bir bütünlükle devam ediyor. Yani ilkin tadına daha bir lezzet katılmış.!

NİHAT ÇAVDAR

Seçimlerimiz, dönemeçlerimiz…

Bir sohbet üzerine Sibel Atasoy, “Sırıtkan Kırmızı Ay“ı okuyup okumadığımı sordu. 2000 yılında yazmış olduğu bir kitapmış. “Bir Kadını Öldürmek“i okumuştum Sıra “Laniakea” daydı.
Tesadüf olmayan tesadüfler sonucu mini tatilime giderken yanımda yeni kitaplar değil, “sırıtkan kırmızı ay” vardı 🙂
Kitaba başladığımda kıkır kıkır gülmeye de başladım. Sanki kitabı ben yazmıştım 🙂 Cümleler, anlam yüklemeler, sıfatlar, ne çok şey benzeşiyordu. Bu bana yabancı da değil, çünkü inanılmaz benzerliklerin olduğunu biliyordum aramızda.
Okumayanlar için spoiler vermek anlamına gelecek şeyler söylemek istemiyorum ancak gene de bir şeyleri vurgulamazsam kitabın bana ifade ettiği şeyler açıklanamaz sanırım.
Benim yaşamımda önemli dönemeçler vardır, hepimizde olduğu gibi, Bunlardan çok önemlisi 1999 yılıydı. Deprem, ardından 9.9.1999 da babamın göçü. Sonra bir minibüs çarpması ve tepetaklak giden bir süreç. Hastalanışım, aylarca raporlu yatışım, ardından apar topar emeklilik. Bildiğim alıştığım ne varsa hepsinin gidivermesi. Harbi paralel evrene düşüş öyküsü 🙂
Kitap , okuduğunuzda sizi size anlatacaktır. Seçimlerimiz, dönemeçlerimiz, seçmediklerimizin bir yerlerde başka evrenlerde kendi öyküsünü yaşaması. Talih mi, talihsizlik mi, bir gün bunlardan birine düşüvermeniz.
Hangimiz merak etmedik ki seçmediğimiz öykülerde başrol alsaydık bugün nasıl olurdu?
Ben ettim, keşkelerim yok, seçerken kriterlerimi kullandım, ancak 2015 ve 16 yılları bana ilginç armağanlar getirdi. Eğer başka yolu seçseydim nasıl olacaktı , gördüm smile ifade simgesi Hem de çok kritik konularda sonuçları izlettirdi bu zaman bana. Kitaptaki gibi olmasa da bilinçli bir izlemeydi bu. İşin ilginç diğer yanı, ah keşke o yoldan gitseymişim dedirtecek bir şey göremedim. Ben , ben oluşumu idrak sürecinde hangi yoldan gitseydim fark etmeyecekmiş. Fark etmez yani 🙂 Özne benim. Benim geri dönüş yolunda senaryolar muhtelif olsa da, hatırlamaya vesile olacak olay, kişi ve bilgiyi her yere serpmiş olmam.
Sibel, bütün bunları kendi öznesinde harika bir kurgu ve anlatımla aktarmış.
Kitabın benim için başka bir anlamı var , belki de birincil anlamı. Biz onunla beş yıldır tanışıyoruz. Önceleri sanal tanışıklıktı. Yazılarını okurken inanılmaz tanıdık bir uslup, enerji, hissediş biçimi görüyordum. Hatta bazılarını ben mi yazdım nasıl yaşadıklarımı , hissettiklerimi biliyor diyordum. Sonra daha da tanımaya başlayınca hastalığımızdan kan grubumuza kadar, şimdi burada detaylı vermeyeceğim çok fazla benzerlik olduğunu gördüm. Nüans vardı sanki aramızda. O toprak ben suydum, o dolarken, ben akıyordum.
Birimiz sağdan birimiz soldan çalışmayı daha çok seçmiştik. 2013 de tanışmaya giderken bunun heyecanını duyuyordum. Oturup bu benzerlikleri derinleştirecektik . Olmadı. O farklılıklara odaklandı. Bense hemen kapanmakla meşhurumdur
Arada paralellikten daha fazlası var gibi. Düşünün bir bilgisayar oyunu hazırlıyorsunuz. İki kahramanınız var temel olarak. Onlara Aile, sağlık, yaş, zihin melekesi, okuma , araştırma merakı tutkusu, birinin hayallerini sonsuz kılması , diğerinin onun içinden yazdıklarını kaleme alması,kesişen yıllar, detay veremediğim için derine girmek istemiyorum daha pek çok şey ve ilahi kanal açıklığı veriyorsunuz. Diyorsunuz ki, benzer donanımlara sahip bu iki kişiye ufak bazı ayarlar çekeyim ve bu bilgisayar oyununda benzerlerin ufak farklarla neler elde edeceğini göreyim. Elde ettileri bilgiler, deneyimler benim server’imda toplansın ve müthiş bir zenginlik oluşsun. Aynı seçimleri yapmasınlar, aynı olayla karşılaştıklarında biri diğerinin tersini seçsin ve deneyimlesin. Görelim bakalım farklı yollar ne sonuçlar veriyor. Ben onun okuduklarını , araştırdıklarını difüzyon yoluyla çekiyorum, o benim deneyip sezdiklerimi çekiyor. Aramızda transfüzyon var karşılıklı. Bu biraz irkiltiyor, insan tek, biricik, özgün. Ancak ve ancak bütüne tık dediğim noktada en yakın, benzer, neredeyse klonuma rastlamak benim için parlak bir son 🙂 12 tamam, 13. kokusu burnumda…
Müthiş bir oyun ve biz bunu neden yaptık, yaradanın bundan gayesi neydi, başkaları da var mı? Çok aradım bu kadar benzer var mı diye, benzerlikler var, ne de olsa yaşayan herkes benim vechem, ancak neredeyse …. neyse:)
Çok yakınız ve aynı zamanda uzağız. Aynı seçimleri yapmamızı hiç beklemiyorum 🙂 Kendini kopyalamaz “olan”. Bütünün bu kadar şakacı olması içimi gıdıklıyor!
Bu da belki başka bir araştırma ve kitap konusu. Bu konuda bir şey yazmış mıydın Sibel ?
Sanki bunun da zamanı gelmiş. Ya da yeni kitapta rastlayacağım.
Her neyse ne, bu oyunu seviyorum. Çok derin yalnızlığı olan tek’in bu oyunlarını seviyorum, çoğaltıyor içini.Ruh yolculuğunu böyle yapıyor çoğaltarak ve sonra toplayarak. Tayfın daralması bir anlamda bana bir şey fısıldıyor, zaman bu zaman 🙂
Varlığına duacıyım hemşire, iyi ki varız.

berr

*

Sibel Atasoy un her roman karakteri her yazısı tanıdık bildik geliyor ve gülümsetiyor . O konuda sana %100 katılıyorum. Bu kitabı okurken içinde yer alarak okudum çok hoş bir histi. Hani nasıl desem karakterle örtüşen yanlarım vardı da fark ettim değil, bire bir içine girdim. Laniakea yi elime aldım daha kayıp motorcu hatunla gittik biz 🙂 Spoiler vermemek için duruyorum. Anne kaz ve yavruları gibi hissediyorum sen le veya sibel le yazışırken ya da yazdıklarınızı okurken ♡

Selcan Yıldırıcı