Şamanlık nedir, ne değildir? (1)

Şamanlık gündelik dünya ile Gölge dünya arasında gezginlik tir. Bir şaman bu faaliyeti sorunları çözmek, şifa getirmek için kullanır. Bu konuda Eliade başta olmak üzere çok sayıda ciddi araştırmacı emek vermiş ve iki-üçbin yıllık verileri toplamayı başarıp bize onları ve faaliyetlerini tanıtmışlardır. Her zaman belirttiğim gibi Şamanizm diye bir kavram, din ya da yönetim şekli yoktur çünkü şamanlık kişisel bir yetenek ya da hastalık, daha doğrusu acayipliktir.Bunu anlamak önemli. Şamanlık konusunda bu sayfalarda, özellikle anadolu şamanlığı ve urban şaman kategorilerinde çok sayıda açıklayıcı değerli alıntılar ve kendi deneyimlerimi ve eğitim çalışmalarımı içeren paylaşım bulunmaktadır. kısa bir örnek için tıklayınız

Bu tanımlardan anlaşılacağı üzere herkes şaman olamaz! O hal bir anomalidir. Her insanın kendine has yazılımları vardır ve yaşam içinde bunların dışına çıkmak da pek olası değildir. O halde yazılımı uygun olan ya da kaza ile şaman niteliği edinmiş olanların bizlere sunduğu aracılığı/elçiliği iyi değerlendirmeliyiz. Bu konuya ileride değinmeyi umuyorum.

Günümüzde birdenbire çoğu insan şaman olmak isteğiyle doldu, bunun sebepleri neler olabilir?

Devamını oku “Şamanlık nedir, ne değildir? (1)”

Kurgulardan seçtiklerim

The Professor and the Madman (Deli ve Dahi)

2019 İrlanda yapımı dram/biyografi sınıfındaki bu filmin baş rolleri yıldız parlıyor! Yönetmen koltuğunda Farhad Safinia’nın oturduğu biyografik yapımın başrolleri Mel Gibson ve Sean Penn.

Oxford İngilizce Sözlüğü’nün yaradılışının gerçek hikayesini konu ediyor. Professor James Murray, gerçekleştirmek istediği proje için gecesini gündüzüne katarak çalışmaktadır. Onun amacı, Oxford İngilizce Sözlüğü’nün  ilk baskısını hayata geçirmektir. Çalışmalarını sürdürdüğü sırada Murray’in eline akıl hastanesinden büyük bir çalışma gelir. Tehlikeli hastaların konulduğu bir akıl hastanesinde yatmakta olan Dr. W.C. Minor, profesöre 10,000 kelimelik bir çalışma gönderir. Minor’un gönderdiği bu liste, ikilinin yollarının kesişmesine neden olur. Filmde bir aşk hikayesi de var ve paranoyanın sanırım iyi bir örneği de sergilenmiş. Olay binsekizyüzlü yılların sonunda geçiyor. İzlenmeye değer olduğunu rahatça söyleyebilirim. (sözlük deyip geçmemek lazım. Hele sözlüğe geçirilen, üzerinde güneş batmayan büyük Britanya’nın lisanı olunca siz düşünün artık)

karanlık sular, roman

Bu hafta okuduğum polisiye romanın anlatımı her ne kadar başarılı olsa da hikaye beklentimin altında kaldı. Bir polisiyeden çok aileler arası ilişkilerin anlatıldığı roman, karakterlerin bakış açısıyla anlatılmış. Ayrıca nerdeyse kitabın yarısına kadar kim kimdir akılda kalmıyor çünkü bazen tam isimleri bazen kısaltılmışlarını kullanıyor, üstelik bunlar birbiriyle bütünsel bir ilişki içinde değiller, her biri kendi kitabını yazmış gibi. Yazar çok övüldüğü için almıştım fakat benim gibi polisiyeci birinden ancak orta düzey not alır.
Bir gün ansızın Julia Abbott’un kapısı polisler tarafından çalınır. Julia tehlikeyi sezmiştir. Sevmediği ablası Daniela’nın ilgisini çekmek için başına belaya soktuğunu düşünür. Ancak polisler ablasının öldüğünü söyler. Bunun üzerine Julia Çocukluğunun geçtiği Değirmene gider. Ablası ardında bir kız çocuğu bırakmıştır. Kızını babasız büyütmüştür. Adı Lena’dır.

*

a kind of murder- film

İşte polisiye diye buna derim. Zaten beğendiğim yazar Patricia Highsmith’ın kitabından uyarlanmış. Müziği, gerilimi, geçtiği ortam da gayet uygun seçilmiş. Polisiyeyi şiddet ya da korku zannedenlere pek uymaz.
1960’ların New York şehrinde geçen hikaye, aydınlatılmamış bir cinayetin peşinden sürüklenen, bu sürüklenmede zaten sorunları olan evliliğine daha büyük darbeler alan, aslında mimar olup polisiye hikayeleri dergide yayınlanmış olan Walter’ın içine düştüğü olaylara ışık tutuyor. Filmin sorusu: “Birinin ölmesini istemekle bunun gerçekleşmesi için çalışmak arasındaki fark nedir?”
Öneririm

*

Ben, Robot-kitap

Dev yazar #asimov , “garip oyun arkadaşı”isimli öyküsünde robotun tekine şöyle diyordu: İstese de istemese de, sadık, sevecen, kibar biri. Makine sonuçta; öyle yapmışlar. #benrobot kitabı hem birbirinden ayrı hem de birbirini bütünler 11 öyküden oluşuyor. Başka yazarların kendi kabiliyetlerince değişik zamanlarda ve halen kaleme aldıkları öyküler romanlar filmler Asimovun ortaya koyduğu bu kaidenin üzerinde yer almadıkça okuyucu tarafından gerçekçi bulunmuyor😀bu sebeple #bilimkurgu ya ilgi gösterip başlayanların ilk okunası kitabı bu olmalı #robotbilim #pozitronik

Instagram’da Sibel Atasoy_ “Sayfaları kaydırın lütfen. Dev yazar #asimov , “garip oyun arkadaşı”isimli öyküsünde robotun tekine şöyle diyordu_ İstese de istemese de…”

Robotlar söz konusu olunca, insan rahatsızlıkları romantik analojilerden ibarettir. #asimov peki insanı #robot tan ayıran keskin bir çizgi var mı sizce?#bilim #bilimkurgu #hastalık #bilinemiyen #sorgulayan #irobot #benrobotokumadan #insanolmak konusunu irdeleyemezsiniz #mukayese ye ihtiyaç var#insanbilimi #robotbilim

Instagram’da Sibel Atasoy_ “Robotlar söz konusu olunca, insan rahatsızlıkları romantik analojilerden ibarettir. #asimov peki insanı #robot tan ayıran keskin bir çizgi…”

 

 

Yapay zeka endişesi ve bir Şiirimsi

İnsanlar atom bombası yaparken ya da atmosfer de delikler açıp küresel ısınmaya yol açarak dünyanın sonunu getirebileceklerini hiç düşünmeden birbiri ardına teknolojik devrim yaparak, bunların hepsini büyük bir başarı elde etmiş olmanın iştahı ile yapmışken, şimdi YAPAY ZEKA konusunda neden bu kadar titizleniyor? Neden gün geçmiyor ki bu ve benzeri makalelere rastlıyoruz?
İnsanlar mı eskiye oranla daha akıllandı?
Yoksa
Bu endişede bilimkurguların öngörülerinin mi etkisi var?
Ya da belki şundandır; Dünya batarsa batsın ama İNSAN hakimiyeti sürerken batsın, yapay zeka hakimiyeti ile değil?
Belki de cevap sadece iletişim çağına girmiş olmamızdır? Daha önce yapılanları da tehlikeli bulanlar oluyordu belki ama onların endişeleri bilim camiasını aşıp bizim gibi sıradan halka ulaşamıyordu.

Human’ın sonu mu geliyor? Fakat bundan daha da fazla endişe edilen yapay zekanın insanın patronu olması bir şekilde insana hükmetmesi! Atom bombasını icat eden bilim insanları yıllar geçtikten sonra bu olayın başarıları arasında olduğunu unutmaya meyilli olurlar Sanki atom aniden kendiliğinden patçalanıvermıştir! Terminatör filmleri ve daha iyisi Sarah connor dizisi bunu öyle güzel anlatır ki hayranımdır. Bence seyretmeyen kalmasın 🙂

*

Devamını oku “Yapay zeka endişesi ve bir Şiirimsi”

Robotlar aslında ne ister?

Biz insanlar da robotlar gibi yazılımlarla doluyuz. Aramızdaki farkın duygular olduğu söylenir bilimkurgularda fakat bu da muğlak bir ayrım çünkü duyguları düşüncelerimiz, düşüncelerimizi ise zaten yazılımlar oluşturur. Robotlar ölmez biz ölürüz.Aslında onlar da eskir, parçaları yazıılımları güncellenir ve sadece çok daha uzun dönem için kişiliklerini korurlar.
Ban göre kendi aralarında üremiyor oluşları şimdilik en belirgin farkımız çünkü insanlardaki üreme, yeni bireyin anne babadan randomsample aldığı şeylerle (tesadüfi seçim) oluşuyor ve yeni bir şey ancak böyle ortaya çıkabilir. Yazılımların icat edemeyeceği denli tuhaf ötesi bileşimler çıkıyor ortaya insanda.
Örneğin robotların turing testini geçmeleri bana pek olası gelmiyor.çünkü onlara 50 tane lisan yazılımı yükleseniz dahi, annenin yavrusuna yüklediği manada olmaz yani gerçeklik belirmez. Orada devreye giren bambaşka bir şey var. Bunların başında belli belirsiz işleyen bu iyi bu kötü, bu doğru bu yanlış vardır. Bunlar eğer robota yazılımla yüklenirse çok net olacağından onu kandırmak kolay olur ama insanı kandıramazsın bu anlamda. Örneğin  robotlara ahlak normlarını herhangi bir kültürü baz alarak yazılım olarak yükleyebilirsin ama bu asla mother tongue (ana lisanı) ile yüklenen büyünün yerine geçmez bence.
Robotlarda özgür irade olmadığı söylenebilir. Bu da hayli tartışmalı bir konu.
Bazen ben bir kere ve özel bir durum için insanımsı bir yaratığa özgür iradesiyle hareket etmesi söylenmiştir. Ve sonra bu giderek insanlık için müktesep hak haline gelmiştir (bence), çoğu şey böyle olur hayatta. Örneğin bir robotla şöyle bir konuşma yapabilirsiniz:

Devamını oku “Robotlar aslında ne ister?”

Gökyüzünde yalnız gezmeyin yıldızlar

Edindiğiniz her bir bilgi, gökyüzünde yalnız gezen bir yıldız ya da okyanusta bir adacık gibidir, bunlardan binlercesini edinmektense bir tanesine/bikaç tanesine bağlanın! Köprü kurmakla; farkındalığınızın bağlantısal düzeyine geçer ve bir anda hayal bile edemeyeceğiniz adacıklara ulaşırsınız.
KALA’nın her şey birbiriyle bağlantılıdır özelliğini hatırlayınız.
Urban shaman, birey olmanın ilişkiyle (bağlantısallık) mümkün olabileceğini savunmakla kalmaz, tüm şifalandırma teknikleri ile çoğu kez istenen sonuca ulaşıldığını kanıtlar.
Biz insanların nasıl ilişki kurduğumuzu anlamak için yapılan bir dizi araştırma sonucunda; yeryüzündeki herhangi iki insanı birbiriyle ilişkilendirmek için 5 ila 7 bağlantının yeterli olduğu kanısına varılmış, hatta bu durum “altı derecelik ayrılık” teriminin doğmasına sebep olmuştur. Bu konuyu anlamak için basitçe facebook’un çalışma biçimini düşünseniz bile yeter 🙂
Tabi farkındalığın üçüncü düzeyi olan bağlantısallık yalnızca insanların birbirine bağlarını değil, zaman/uzay/madde arasında kurulan köprülerdir. Bilgiye ulaşımın en kestirme yoludur, fiziksel ya da duygusal hareket gerektirmez. Çünkü bunlar öylesine çok kez tekrar edildi ki dünyada, onların bıraktıkları ısı izlerini takip etmek yeterli olur. aloha

*

Mental bedenlerin, biyorobotik (insan) fiziksel kılıfları yerine teknorobotik kılıflar içine yerleşme olasılığı nedir acaba? Bunu düşünen oldu mu?
Örneğin Asimov’un üstün özellikli R. Daneel olivaw ve R. giskard reventlov robotları mental bedenlere sahip olabilir mi? Bu durumda insan tanımı nasıl yapılacak?
http://tr.wikipedia.org/wiki/Robot

Şimdi robot teknolojisi iyice geliştiğinde, bazı robotların diğerlerinden farklı olduğu görülebilecektir diyorum tıpkı Daneel ve Riscard gibi çünkü bazılarının içine mental beden (bazıları buna ruh da diyebilir) girmiş olabilecek ama diğerleri bu anlamda boş kılıflar olabilecekler!   Dünyanın bir çok değişik coğrafyasında şaman kültürlerinin içinde buna benzer mitler dolaşır, öyle ki; bazı usta büyücülerin kendilerini uzun süre yaşayan varlıkların içine nakledebildikleri, örneğin bir çınar ağacı içinde bin yıl, bir kristalin içinde onbinlerce yıl yaşadıkları söylenir. Olmayan bi şeyi söyleyebilmek zordur bu sebeple eski meseller ve mitler yaratıcı meslekler icra edenlerin en büyük dostu olmuştur 🙂

Sebebini tartışmıyorum şu an ama diyelim ki nöronların bilgi trasnferlerinden/elektromanyetik sinyallerden ya da bilemediğimiz başka nedenlerden bazı insanlarda mental beden aktive olmuş diyelim bir an için. Nasıl ki rüya bedenleri var yani onlar da daha farklı titreşimdeki bedenler, astral beden diyorlar ve bir çok kişi bunu deneyimlediğini anlatıyor. Tıpkı bunun gibi mental beden aktif olduğunda, kendini fizik bedenle sınırlı görmek istemez (onun ömrü aşağı yukarı belli) ve fakat fizik bedenin kaybından sonra bile titreşim aralığı düşük mevcut gerçekliğimizde kalmaya devam etmek isterse, işte o zaman gelişmiş teknorobotlar kullanışlı birer yuva olabilir mi diyorum 🙂

Benim mental bedenle ilgili soruma benzemekle birlikte çok daha basit bi öngörü Hiçi destanı üçlemesinde gayet başarılı biçimde ortaya atılmıştır. Okuyanlarınız varsa, orada bir insanın bilinci ölüm anına kadarki tüm anılarıyla birlikte sonsuza kadar ulaşılabilecek biçimde bir yere nakledilebiliyor ancak Hafıza-bilincin yaşamasını sağlayamıyordu, yani fizik ölüme kadar ne toplandıysa o total, ya da enerji kalıbı artık değişmeyecek biçimde donup kalıyordu. Güzel bir üçlemedir hatırlayan varsa.