İlk Müdahele

Bir trafik kazası olmuştu ve kız kardeşimle ben bir blok ötedeye koşarak varmıştık.

Kız kardeşim ellerini yerde yatan adamın kulagına dayamıştı.
Her ne kadar neler dedigini duyamasam da, o kanlar
içindeki kafanın sahibiyle konuşuyor olmalıydı . Çünkü onun
dediklerine karşı cevap verirken adamın kullandıgı ses tonu
görüntüsüyle pek uyuşmuyordu: ” Seni duyuyorum, seni duyuyorum,
” diyordu. “Konuşmaya devam et. Aynen böyle,
evet devam et. Kendimden geçmek istemiyorum. Sakın susma,
konuşmaya devam et, tamam mı?” Siren sesini duydugumuz
sırada adamcagız hala mırıldanıyordu. “Durma lütfen,
konuşmaya devam et. ” Olay yerine önce bir polis geldi ve ardından
bir ambulans, adam götürüldükten sonra arabamıza
dogru yola koyulduk
“Orada ne yapıyordun?” diye sordum. ” Ona neler söylüyordun?”
” Sadece oraya dogru koştum, agzımı kulagına, zihnimi
zihnine dayadım ve onun olan bitene odaklanmasmı sağladım.
Ona kazanın sona erdiğini söyledim. Hepimiz böylesine
bir travma sırasında olay anına takılı kalırız. Bu çok doğaldır,
ama iyileşmeyi geciktirir. Bu yüzden ona, ‘Yaralanma sürecin
sona erdi artık. Bunu sakın aklından çıkarma. Kaza oldu
ve bitti , bu süre içinde mümkün olduğu kadar yaralandın.
Artık iyileşme sürecin başlıyor. Bundan sonra yaralanma gibi
bir durumun söz konusun bile olamaz, artık oluşan yaralarının
onarılmasının zamanı. Daha zarar gördüğümüz anda
iyileşme süreci de başlar. Sadece bu fikirle, yani iyileşme fikriyle
işbirliği içinde olmalısın. Tümüyle buna odaklan çünkü
şu an vücudunda olan tek şey bu. Bak bakalım hissedebiliyor
musun? Vücudunun bu süreci başlattığını hissetmeye
çalış. Bu iyileşme sürecini kabullenmelisin çünkü bunu ka
bullendiğin takdirde sana gerçekten fazlasıyla yararı olacak.’
İşte bu tarz şeyler söyledim art arda ve şükür ki dediklerime
harfiyen uydu .”
Adam hiç şüphesiz kendi zihnine yardımcı olabilmek için
bir yabancının -iyileşme sürecinin ne şekilde işlediğini bilen
ve bu sürecin bir parçası olmaya gönüllü birinin- olay yerindeki
varlığından yararlanmıştı. O, kazanın hemen ardından
kriz sonrası müdahalesini yaptırma şansına erişmişti. Bunu
yaptırmadığı takdirde iyileşme süreci çok daha fazla uzayacaktı.
Ancak düşünüldüğünde, adam ilk müdahaleyi kendi
kendine yapmıştı.

*

Dünyevi meseleler önemli diyordu bir bilge.
Mesaj o kadar sadeydi ki, akla zor geliyordu.
O kadar basitti ki, anlamak için çabalamak gerekiyordu.
“Mesaj , ” demişti Henry, “komşuna hiçbir şekilde saygısızlık
etmemen gerektigidir. ” Mesaj , “vermek” ve “affetmek
tir. Ne kadar ilginçtir ki, en basit fikirlerle çalışmak çoğu
zaman çok zor olmuştur.
Burada dikkati yerden yükselme ve ışınlanma konularına
rahatça çekebilirim. İnsanlar “Bana nasıl oldugunu göster! ”
diyecektir ve içleri arzuyla dolacaktır – teknikler onlara söylendigi
takdirde hemen çalışmalara başlayıp, tekrar tekrar deneyeceklerdir.
Ama hayatın altın kuralları; “İçindeki tanrıyı sev, komşunu incitme, ver ve affet”
kulağa uygulamadan çok dua gibi geliyor. Her ne kadar hoş da karşılansa,
cezbedici bir yanı yok. Daha ilginç kişisel güçlerin edinimi daha kolay gibi görülür.

Ona ışınlanma ve yerden yükselme
konusunda ne bilgi verebileceğini sormuştum;
” Bu daha sonra gelir. Ve tamamen doğaldır. Yani do­gal olarak
ortaya çıkar. Herhangi bir bilgiye, çalışmaya ihtiyaç duymadan.”
Evrenin önemli kanunları içinde bana göre en anlamlısı
ve uygulanabilir olanı doğru ilişkiler ilkesidir. İşte sonsuz
insan potansiyeli de bunun altında yatar. Henry’nin
dediği gibi “hayatın altın kuralları” sayesinde kendi gücümüzü
ortaya çıkarabiliriz. Bu doğal olarak ortaya çıkacaktır.

“Komşunu incitme, ” derken sadece yan dairedeki adamdan
bahsetmiyoruz. ” Komşunu incitme, ” dünyevi bir mesel
edir. Hepimiz dünyevi meselelerin birer parçasıyız;
evet, her birimiz!  “Bu saydıklanm sayesinde hırsın
ve baştan çıkmanın ötesine geçip, düşlediğin
doğal yetilere sahip olabilirsin.” İnsan potansiyeli? Doğal
güçler? Bunlar kişisel kazançların değil, sevginin esas sayıldığı
durumlardır.

*

Amerikan yerlilerinin duası, her birimiz için sağlık, kendi insanları için sağlık, dinleyenler için sağlık, hayvanlar, ağaçlar için sağlık olarak uzayıp gidiyordu. Onlar için tüm bu sayılanlar tek bir sağlıktan geçiyordu; tek bir şahıstan tüm gezegenin etrafına yayılan sadece tek bir sağlık!

Gizemciler, Büyücüler ve Şifacılar-Doug Boyd

Burada bahsedilen sadelik, efektiflik tam da yedinci ilke PONO’dur. Bilgeliğini dalganın tepesinde sörf yaparken göster, der Pono. Dünyevi meseleler, şu an ve burada yapılması gerekeni sadelikle ve içtenlikle yapabilmektir. Henry’nin altın kuralları adeta Huna prensiplerinin bir özetidir. Aloha

Yine ALOHA

5.PRENSİP ALOHA: Sevgi birlikte büyümektir.

 

Alohanın Hawai dilindeki anlamı:

Alo= şimdi ve burada bir deneyimi paylaşmak

Oha=sevinç bulmak

Aloha= Şimdi ve burada bir deneyim paylaşarak sevinç bulmak, işte bu sevgidir.

*

Yağmur ve güneş aniden karşılaşmalı ki gözümüzü kamaştıran, icimizi sevinçle dolduran gökkuşagı doğsun. Beklenmeyeni bekle gönül.

7 Temel Prensip

Huna Felsefesi yedi temel prensipten olusuyor. Bu yedi prensibi herkes kendi yaşam biçimine göre alır, dilediği gibi prensiplerin maddelerini çoğaltarak hayat felsefesi yapar:

7 Prensip:
Ilke: Dünya düşündüğün şeydir.(Görme)
Kala: Limit yok. (Arınma)
Makia: Enerji dikkatin odaklandığı yere akar. (Odaklanma)
Manawa: Şimdi gücün bulunduğu andır. (Huzurda olma)
Aloha: Sevgi, birlikte sevinçle büyümektir. (Şükran)
Mana: Bütün güç içerden gelir. (Yetkilendirme)
Pono: Doğrunun ölçüsü etkinliğidir. (Rüya dokuması)

 

Tanrı sonsuzdur. Bu yüzden tanrı tüm gerçektir ve gerçek sonsuzdur. Bu sebeple var olan her şey gerçektir. İnsanın sonsuzluğu kavrayamaması nedeniyle kişi ancak gerçeğin belli bir bölümünü kavrayabilir ve bu bölüm de bütünüyle kişinin inanç sistemine bağlıdır. İnsanın inançları değiştiğinde ardından gerçekleri ve ardından deneyimleri değişir. Yani gerçeğin kavranması zihninizin durumuyla ilişkilidir, belli bir zaman diliminde zihin durumunuzla ilişkili tek bir gerçeklik yaşayabilirsiniz.

Sözcüklerin anlamları koşullara bağlıdır. Anlam sadece çevresel şartlarla ilgili olarak anlaşılabilir. Bu yüzden kelimeler ancak içerikleriyle düşünüldüğünde gerçekten etkili olabilir. Evrenin her hangi bir parçası, karşılaştırılabileceği başka bazı parçalarla ilişkili olarak açıklanabilir. Mutlak yoktur, ilişkiler olmadan anlam yoktur, her şey yalnızca karşılıklı ilişkiyle değil, karşılıklı bağımlılıkla da birbirine bağlıdır. Kahunalar her tür sınıflandırma ve bölünmeyi potansiyel olarak yararlı fakat keyfi bulurlar. Ayrılık sadece pratik değeri olan bir yanılsamadır. Kahunalar amaçlarına hizmet eden açıklayıcı her hangi bir anlayış geliştirmede kendilerini özgür hissetmişlerdir.

Urban Shaman

Sizler neleri yetkilendiriyorsunuz?

Şu haberin düşündürdükleri üzerine bir güzelleme:)
GATA profesörü kabul etti: “Şizofreni cin çarpmasıdır.”

Cinse bile o senin içinde, kendi üretimin ve yaratımın olunca ne fark ediyor ki! Hangi ismi verirsen ver, ordu malı yer değiştiriyor denir buna hak ağzıyla 🙂
İtirazlar bu söylemin realiteyle uyuşmadığına dair oluyor. Peki onun adına cin yerine bilmem ne nevrozu dendiğinde bu inanç realiteyle uyuşmuş mu olacak? ve Hangi realite?

Vereceğiniz hiç bir ismin üzerine atlamayacağım, bana ne isimlerden. Ben her insanın kendi realitesi olduğunu ve bunu da bizatihi kendi iç rüyasıyla görünür kıldığını biliyorum ki buna öznel gerçeklik diyoruz.
Ünlü Afrika şamanı Mutwa’nın anılarında, sağaltma işlemini gerçekleştirirken hastanın tespiti/inancı yönünde işlem yaptıklarını, örneğin, hastası kendisine musallat olan bi varlık gördüğünü söylüyorsa, onu çadırdan kovana kadar, sopayla, davulla, tokmakla, sözcükle o şeyi ne kadar gerekirse o kadar zaman kovaladığını ve sonunda hasta “tamam şimdi çıktı gitti” diye ikna olduğunda bile işlemi bitirmeyip, çadırın dışında gözden kaybolana dek o şeyi pataklayarak kovaladığını söylemişti. Mutwa, o şeyi görmüyordu, inanmıyordu da ama hastasının inancı o şeyi (cin vs herhangi bir musallatı) hasta için gerçek kılmaktaydı, bunun bilincindeydi.
Gezgin şamanın yolunda da önemli olan pratik sonuçlar almaktır, yöntemleri tartışmak, daha doğru olanı bulmak için kavgaya girişmek vakit kaybı olurdu, hem ne gerek var! Savaşçı/barışçı şaman için önemli olan pono dur yani “doğruluğun ölçüsü etkinliğidir. ” Ya da savaşçı gerekeni yapar.”
Jung da hastalarını tedavi ederken onların inançlarına hiç dokunmadığını, sarsmadığını çünkü yerine koyacak daha iyi bi şeyi olmadığını söylerken muhtemelen dünyanın her yerindeki şaman topluluklarını gözlemlediği o önemli deneyimlerinden yararlanıyordu.

Realite denilen ki biz ona yaratımdan gelen anlamında “nesnel gerçeklik” diyoruz; dünyadaki gelmiş geçmiş tüm insanların (zaten tek zaman şimdi, yani şu an itibariyle) ortak inançlarıyla (buna da paulele diyoruz) oluşmaktadır ve şu an itibariyle nesnel gerçeklik oluşturmakta insanların baz aldığı yöntem/güç; bilimdir. Bunu da yıllardır anlatmaktan usanmadım galiba, hadi bi kez daha söylemiş olayım.

Komik olan ise, daha önce nesnel gerçekliği oluşturmakta baz alınan, animistik ve spiritüel gücün bu yetkiyi elinden kaptırmasıyla ilgili büyük bir hırçınlığa kapılmış oluşudur . Daha da komiği, BİLİM bir yöntemken güç eline geçince o da kendini mutlak ilan ederek, selefinin seviyesine düşmüş oldu! Böylece nerdeyse frekansları aynı seviyeye geldiği için de kıyasıya savaşıyorlar.

Gezgin Şamanın yolunda altıncı prensip MANA; “Bütün güç içerden gelir” der. Yani yetkilendirme içeridendir! Şimdi düşünün bakalım sizler neleri yetkilendiriyorsunuz?

7.Prensip PONO’nun masalı:Doğrunun ölçüsü etkinliğidir.

Her zaman başka bir yol vardır.

Hawaii de Awa (Kava) kutsal bir içecekti, tıpkı ayahuska ya da meskalito gibi. Çok eski zamanlarda AWA’yı tanrı Kane’den yalvar yakar istiyorlardı. Her bir kutsal tören zamanı geldiğinde topluluktan bir kişi seçiliyor ve Kane’nin oturduğu adaya ondan biraz Awa koparmak amacıyla gönderiliyordu. Bu böyle çok uzun zaman sürdü ta ki Awa isteme sırası Maui’ye (Hawaii masallarının değişmez genç delikanlısı) gelene kadar.

Maui, tanrı Kane’nin huzurunda AWA için yalvarıp yerlerde süründü ve bundan da pek hoşlanmadı. Kane sonunda razı olup arkasını döndü ve içeceği hazırladı sonra Maui’ye bir tas Awa’sını verdi. Maui teşekkür edip ayrıldı ama adayı terk edeceğine ağaçlık bir alana gidip tastaki awayı yerlere serpti, sonra hemen dönüp tanrıdan yeniden istedi, yalvarıp yakardı. Tanrı Kane yine razı olup arkasını döndü ve içeceği hazırlayıp ona verdi ve aynı işlemler tam dört kez tekrarlandı  Maui beşinci kez awa istemeye geri geldiğinde sıkılan ve bu işten bıkan tanrı Kane bu kez Awa’yı sırtını dönmeden hazırladı. Maui içeceğin nasıl hazırlandığını sonunda görmüştü ve bu kez gerçek bir muhabbetle defalarca teşekkür etti, sevinçle artık çok dikkatli olacağına söz verdi.
O zamandan beri hiç bir adam Kane’den bir tas Awa istemek zorunda kalmadı!

Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.

*

Bilgeliğini, dalganın sırtında sörf yaparken göster. Hawaii atasözü