Robotlar aslında ne ister?

Biz insanlar da robotlar gibi yazılımlarla doluyuz. Aramızdaki farkın duygular olduğu söylenir bilimkurgularda fakat bu da muğlak bir ayrım çünkü duyguları düşüncelerimiz, düşüncelerimizi ise zaten yazılımlar oluşturur. Robotlar ölmez biz ölürüz.Aslında onlar da eskir, parçaları yazıılımları güncellenir ve sadece çok daha uzun dönem için kişiliklerini korurlar.
Ban göre kendi aralarında üremiyor oluşları şimdilik en belirgin farkımız çünkü insanlardaki üreme, yeni bireyin anne babadan randomsample aldığı şeylerle (tesadüfi seçim) oluşuyor ve yeni bir şey ancak böyle ortaya çıkabilir. Yazılımların icat edemeyeceği denli tuhaf ötesi bileşimler çıkıyor ortaya insanda.
Örneğin robotların turing testini geçmeleri bana pek olası gelmiyor.çünkü onlara 50 tane lisan yazılımı yükleseniz dahi, annenin yavrusuna yüklediği manada olmaz yani gerçeklik belirmez. Orada devreye giren bambaşka bir şey var. Bunların başında belli belirsiz işleyen bu iyi bu kötü, bu doğru bu yanlış vardır. Bunlar eğer robota yazılımla yüklenirse çok net olacağından onu kandırmak kolay olur ama insanı kandıramazsın bu anlamda. Örneğin  robotlara ahlak normlarını herhangi bir kültürü baz alarak yazılım olarak yükleyebilirsin ama bu asla mother tongue (ana lisanı) ile yüklenen büyünün yerine geçmez bence.
Robotlarda özgür irade olmadığı söylenebilir. Bu da hayli tartışmalı bir konu.
Bazen ben bir kere ve özel bir durum için insanımsı bir yaratığa özgür iradesiyle hareket etmesi söylenmiştir. Ve sonra bu giderek insanlık için müktesep hak haline gelmiştir (bence), çoğu şey böyle olur hayatta. Örneğin bir robotla şöyle bir konuşma yapabilirsiniz:

Devamını oku “Robotlar aslında ne ister?”

Aşk Notları ve Dokuz Öykü

Aşk Notları olarak çevrilmiş The History of Love, duygusal bir film.Harika bir kurgu. 2017 oscarlarında 6 ödül kazanan La La Land filminden bana göre 50 kat daha iyi bir film. Bir çok zamanını iç içe ilerlediği hatta son sahneye kadar birleşmeyen bölümleri ardı ardına geçişlerle izliyorsunuz, her şey çok akıcı ve anlaşılabilir geliyor. Oysa bir çok bilinmeyen, sürprizler, ters köşeler yerleştirilmiş film boyunca ama yine de hepsini sıkılmadan çözmekle kalmıyor,duygulanıyor ve takdirle doluyorsunuz.

*

The Adjustment Bureau

Kader Ajanları olarak gösterilen bu film, çokça Fringe, biraz Matrix ve yine mühim oranda 2003 yılında yazıp yarım bıraktığım Venüs Bağlantısı kitabının devamının bir birleşimi gibi olmuş.Zevkle izledim. Derinlik biraz daha iyi olabilir miydi? Evet. Yine de hoşuma gittiğini söyleyebilirim. Film genel olarak Özgür irade ve kader ikilemini bir aşk hikayesi üzerinden anlatıyor diyebiliriz. Matt Damon da göz dolduran çizgisinde ayrı bir tat katıyor tabi.

*

Dokuz Öykü

J.D.Salinger’in kitaplarına başladım. İlk sıraya Dokuz Öykü’yü almıştım. İlginç bir anlatım tarzı. Yazar anlattıkları kişilere ve onların sorunlarına sanki zorla katlanıyormuş gibi bir his taşıyor sanki, ya da bana öyle geldi. Bitirince daha teferruatlı bir fikrim olacaktır.Ha bu arada Franny ve Zooey ile aynı anda okuma kararı aldım,ne de olsa roman ayrı öykü arı bir tekniktir ve ben Salinger’i tanımak istiyorum (tüm kitaplarını aldım)

Not: zaten kendisi inzivaya cekilmis br adam, dünya ve insanlardan umudu kesmiş ve sanırım o doğal paylaşma içgüdüsü (kendimden biliyorum) onu yazmaktan alakoyamamış bir şekilde.

*

Extremely Loud & Incredibly Close   

Tom Hanks, Sandra Bullock, John Goodman, Max von Sydow, Viola Davis gibi büyük oyuncuların olduğu Çok Gürültülü ve Çok Yakın ismiyle gösterime giren film
Jonathan Safran Foer’in romanından beyazperdeye aktarılmış ve 11 Eylül saldırılarında babasını kaybeden 9 yaşındaki bir çocuğun öyküsü anlatılıyor. Çocuk aslında baş rol oyuncusu ve müthiş bir oyun çıkarıyor.

İkiz kuleler hakkında herhalde çok film yapıldı sanırım ama bu film hem oyuncuları hem kurgusu itibariyle ve dozunda duygusallığı ile beni etkiledi. Olayın terör ya da resmi kurumlar yanına değil, kulede ölen bir babanın çok zeki ve özel oğluna odaklanan bir film.

 

Beat Zen, Kurumlaşmış Zen ve Zen-devam

Önceki bölüm için tıklayınız

Suçluluk duygusu ve kaygı, oyunun gizliliğini devam ettirir.
Bir zen deyişi şöyle söyler: Satoriye (aydınlanma) ulaştığın o an, yapabileceğin tek şey iyi bir kahkaha atmaktır. Uyanış konuşmasından tıklayınız.

Doğayı nasıl algılayacağımızı bilsek, Tanrıyla doğa arasındaki çatlak anında yok olacaktı. Çünkü diye devam eder Watts; Onları ayrı şeylermiş gibi gösteren tözlerindeki farktan değil, yalnızca kafamızdaki yarıktan kaynaklanıyor.

Dalınç(kuan)/meditasyon, “sürekli şimdi”de ne olup bitiyorsa hepsini yoğun bilinçle izleyebilmektir. Dalınç, bir amaçla/bir şeyler elde etmek için yapıldığı zaman meditasyon olmaktan çıkar.

Her şey basitçe gösteriyor ki; sonuç odaklı edimlerimiz,doğal olanla halihazırda olan büyülü dansımızı çökertici etkendir. Numerolojide bu durum 4 sayısının dersine denk düşmekte, bunu hatırlayıp gözlem yapmak konuyu daha iyi anlamayı sağlayabilir. (Benim notum)

Cinsellik, insan yaşamının ayrı bir bölüğü değildir. Cinsellik insan yaşamının gerekli kıldığı her türlü ilişki üzerine ışığını saçar. İnsanın doğayla olan ilişkilerinde özel bir tutum ya da düzeydir. Cinselliğin verdiği tat zaten yaşamın içinde var olup da genellikle bastırdığımız “yaşamın tadıyla” içtenlikli bir ilişki kurmaktan başka bir şey değildir. Bu tat, bizim genellikle gerçekleştiremediğimiz “dünyayla özdeşliğimizden kaynaklanmaktadır.

Beyaz bulutlarla kızıl ağaçlıklar arasında
Büyük sükunun türküsünü çağırarak bir ağızdan,
Yaşayalım birlikte.
Çin şiiri

*

O sonsuz kaynak; hani olmadığınız rolünü oynadığınız, sıradan günlük bilinç denilen deneyimin içinde. Saklambaç oyunu :) Alan Watts!ın sesinden dinlemek için tıklayınız.

*

Evrenden farklı olduğun hipotezinde bulunduğun an, ondan üstün olmak istersin!
Ben ve diğerleri, ön ve arka gibidir. Bunu anlamadığın sürece sürekli rekabet etmen kaçınılmaz.

Devamını oku “Beat Zen, Kurumlaşmış Zen ve Zen-devam”

Mutantlar ve Evrilme çabaları

Homo Neanderthalensis’e göre mutant kuzeni Homo Sapiens, bir çeşit sapkınlıktı. Beraberce barış içinde yaşadılarsa bile bu durum uzun sürmedi. Araştırmalar istisnasız olarak gösteriyor ki; bölgeye yeni bir mutant insan türü geldiğinde daha az evrimleşmiş akrabaları yok olmuştur.” -Profesör Charles Xavier
Mutantlar ve evrilme çabaları hakkında:
Bir çok başarısız görünen denemenin – bütüne bakabilseydik- başarıyı getirdiğini, bunların her birinin başarının bir unsuru olduğunu görebilirdik. İnsan olarak ömrümüz kısa olduğu için olayı gezegensel ya da evrensel olarak değerlendirme imkanımız olmuyor. Her nasıl bir deney türü olacaksak bile bu devasa bütüne başarılı hizmetin sebebi her birine özgür irade verilmiş olmasıdır! Özgür iradenin olmadığı yerde değişimden ve evrilmeden bahis edilemez zaten, isterseniz orayı cennet yapın ve ilan edin, ölüdür, yaşamıyordur evrim açısından. Esasında her bir özgür iradeli varlığın bir evren, bir deneme evreni olduğunu söylemekle pek de yanılmış olmayız. Paralel evrenleri (aslında paralel gerçeklikler demek gerekiyor belki)uzayda arayanların kulağı çınlasın. Her bir evren de kurduğu yapıyı/gerçekliği sever ona tapınır ve onun bozulmaması için tüm gücünü ölümüne ortaya koyar. Her bir paralel evrenin (özgür iradeli varlığın) istemediği bu değişimi, evrimi, gelişimi sağlayacak şey nedir öyleyse? Bunun bulabildiğim cevabı KAZA/Şans dır diyorum, ya da daha komplike haliyle KAOS. Düşünsel hayatımda bana kişisel olarak çağ atlatan da bu olmuştur; düzen ve Kaosu inceleyip ne olduklarına dair bir karara varmış olmak!   Tabi bunları bir bilimkurgu yazarı ve bir düşünür olarak söylüyorum, bilimsel bir iddiam yok ve kendimi hiç bir prensibe bağlı hissetmiyorum.
Annem bir önceki kitabımı yazarken çektiğim sıkıntı ve acıları görerek bana şöyle demişti; “Aman kızım anlaşılmayan şeyler yazma!” Aslında eleştirmeyi seven annemin bu sözü eleştiri değildi, bana acıyordu! Tamamen saf biçimde edilmiş bir rica ve dilekti bu. Çektiğim acının boşa gitmesi, gidecek olması üzüyordu onu. Ve ben ona hiç bir varlığın hiç bir düşüncesi, edimi ve sıkıntısının boşa gitmediği yapıyı tarif edemiyorum, daha o kadar ustalaşamadım.
Günaydın ve Aloha frekanslar

Minik bir düşün-parfüm

Manawa ve tabi aslında tüm topluluk, Gezgin’in iç dünyasındaki
savaşı apaçık görüyorlardı. Anlayış ve saygıyla
onun bu süreçten başarıyla çıkmasını beklediler. Zaten bu
koordinatta anda oluşan hiçbir şey diğer bir şeyden daha
önemli ya da öncelikli olmadığından bir konuda acele etmek,
telaştan doğan psikolojik ve kimyasal veri çıkışları, bunlardan
üreyen duygular yok denebilirdi.
Manawa tekrar Gezgin’e doğru hareketlenmeden önce
minik bir düşün-parfüm daha püskürttü. Aslında bunu
yapmayı hiç istemezdi çünkü kişinin bilgisi dışında ona
yapılan her şey, niyet her ne olursa olsun, özgür irade ihlali
sayılacağından, bu işlem tüm halkı adına bilinçsel bir aciz
olarak derinden hissedilmekteydi. Yine de anda yapılması
gerekenlerden kaçınamazlardı böyle bir donanım bu frekansta yer almıyordu. Hem zaten Gezgin bu koordinata
girdiği andan itibaren onun frekansı ortam tarafından mas
edilmekteydi, bu karşılıklı iletişim, evrenin tüm öğelerinin
birbirlerine sonsuzca bağlılığının olağan sonucuydu. Olaylar
ne yönde gelişirse gelişsin hem bu alan hem de ziyaretçi artık
eskisi gibi olamayacaklardı.

Kitaptan alıntı