Bilim Kurgu Distopik Olmak Zorunda Değil -2

Önceki yazının devamı

Olanlara inanmak isteyebileceğimiz şeylerden ziyade gerçekte olanların dijital belgelerine razı olduğumuzda, artık “öznel” benliğimize sığınamayız. Bu, bir cyborg geleceğine dair distopik bir vizyon olsaydı, böyle bir gelişme, insanlığın bilimsel teknoloji yoluyla küçülme duygumuzu güçlendirirdi (Orwell’in “1984” te olduğu gibi, o bizi asla gözünün önünde tutmakta başarısız olmaz). Ancak chiang’ın geleceğe dair vizyonunun beklenmedik bir şekilde iyimser olduğu ortaya çıktı. Ne de olsa anlatıcı, yazmanın kendisinin bir teknoloji olduğunu gözlemliyor ve “akıcı okuyucular olur olmaz bilişsel siborglar olduk.” Diyor.

“Nefes” deki dokuz hikayeden en iddialısı, özenle ayrıntılı bir anlatım olan “Yazılım Nesnelerinin Yaşam Döngüsü” , aslında bir bilim adamının günlüğü, yeni, ustaca programlanmış bir sanal robot türü geliştirmekle yakından ilgili kişilerin (düzensiz, öngörülemeyen) geçmişlerini çizer (“Mavi Gama digientleri””. Sanal bir digient fiziksel bir bedene indirilebilir ve böyle bir digient olan Jax’in insan akıl hocası Ana’ya yaklaştığı ve kollarında “küçük tüyler” görmeye şaşırdığı dokunaklı bir sahne vardır:

“Ah. Jax, bu acıtıyor.”

“Özür dilerim.” Jax, Ana’nın yüzünü inceliyor. “Yüzünün her yerinde küçük delikler var.”

Bu ahlak, “Kaygı Özgürlüğün Baş Dönmesidir”, “Nefes” deki sonuç hikayesine rehberlik eder.” Burada, dürüst olmasa da genç bir kadın teknisyen, paralel bir evrende yaşayan bir “paraself” — yani bir “benlik” ile olan bağlantısıyla daha etik bir insan olma fırsatına sahip. (“Daha iyi bir insanın neler yapabileceğini hayal ettim ve  bunu yaptım.“) Yine, ustaca bir aracımız var, burada insan dünyasını istikrarsızlaştıran ve çoğu insanın kabul ettiği şeyden şüphe uyandıran bir ”prizma” var: benliğin özerkliği. Ve yine, iç karartıcı bir ihtimal olabilecek şey, Chiang’ın elinde yükseliyor. Prizma, insanların yaşamlarının alternatif dallarını — aslında alternatif benlikleri – görmelerini sağlayan bir mekanizmadır ve bu nedenle, bir yan fayda olarak, onlara daha iyi benlikleri taklit etme fırsatı sunar.

Tipik olarak, Chiang, cihazın arkasındaki bilimi tanımlamak için çok zaman harcıyor ve neredeyse imkansız olanı aydınlatmaktan zevk alıyor:

Her prizma — adı, orijinal adı olan “Plaga ınterworld signaling mechanism” in neredeyse kısaltmasıydı — biri kırmızı diğeri mavi olmak üzere iki LED’e sahipti. Bir prizma etkinleştirildiğinde, cihazın içinde eşit olasılıkta iki olası sonucu olan bir kuantum ölçümü yapıldı: bir sonuç kırmızı LED’in yanmasıyla, diğeri mavi olanla gösterildi. . . . Konuşma dilinde, prizma yeni farklı iki zaman çizelgesi oluşturdu. . . ve ikisi arasında iletişime izin verdi.

 

 

Önemli not: the Newyorker sitesinden alıntılayıp biraz da otomatik çeviriden yararlandığım için tercüme ve dikkat eksikliğimi bağışlayın

Babil Kulesi — TED Chiang

Port Jefferson, New York’ta doğup büyüyen Chiang, Brown Üniversitesi’nden bilgisayar bilimi diplomasına sahiptir. Onu Arrival filmi ile tanımış, dilimize çevrilen iki kitabını alarak diğer dahiyane öykülerini okumuştuk.
Chiang, “Bu hikayenin ilham kaynağı bir arkadaşıyla yaptığı bir konuşma sırasında geldi” diyor ve ekliyor: “Babil Kulesi efsanesinin İbranice okulunda öğretildiği versiyonundan bahsettiğinde. Sadece Eski Ahit hesabını biliyordum ve bu benim üzerimde hiçbir zaman büyük bir etki bırakmamıştı. Ancak tam uzunlukta versiyonda kule o kadar uzun ki tırmanması bir yıl alıyor; Bir adam ölümüne düştüğünde kimse yas tutmaz, ancak bir tuğla düştüğünde tepedeki işçiler ağlarlar çünkü onun yerini alması bir yıl sürer.

“Sanırım hikaye anlatıcısı projenin ahlakını sorguluyordu. Ancak benim için masal, Magritte’nin Pireneler’deki Kalesini anımsatan, gökyüzündeki fantastik bir şehrin görüntülerini çağrıştırdı. Böyle bir şeyi hayal eden kişinin küstahlığına, gevezeliğine şaşırdım. “Okuyucular, bu hikayenin ilkel bir dünya görüşünden  bilim-kurgusal a geçiş hakkında yorum yaptılar. Hikayenin bu yönünü yazarken fark etmediğimi itiraf etmeliyim. (Belki de kaç tane bilimsel yasayı çiğnediğimin farkında olduğum için; Babillilerin kendileri bu hikayeyi tamamen fantezi olarak kabul edecek kadar fizik ve astronomi biliyorlardı.) Hikaye hakkında bilim kurgu olduğunu düşündüğüm şey, Tanrı’nın varlığına dair aldığı rasyonalist konumdu. Tanrı’nın var olduğuna inanıyorsanız, evreni inancınızı destekleyecek şekilde kolayca yorumlayabilirsiniz. Ancak evrenin tamamen mekanik olduğuna inanıyorsanız, bu görüş için de bol miktarda kanıt bulabilirsiniz.”  TED Chiang

Şinar ovasının karşısına döşenecek kule olsaydı, bir ucundan diğer ucuna yürümek iki günlük bir yolculuk olurdu. Kule ayakta dururken, bir adam yüksüz yürürse tabanından zirvesine tırmanmak tam bir buçuk ay sürer. Ancak çok az insan kuleye boş ellerle tırmanır; Çoğu erkeğin hızı, arkalarından çektikleri tuğla arabasıyla çok yavaşlar. Bir tuğlanın bir arabaya yüklendiği gün ile kulenin bir parçasını oluşturmak için çıkarıldığı gün arasında dört ay geçer. Hillalum bütün hayatını Elam’da geçirmişti ve Babil’i yalnızca Elam’ın bakırının alıcısı olarak tanıyordu. Bakır külçeler, Karun’dan Aşağı Denize giden ve Fırat’a giden teknelerde taşındı. Hillalum ve diğer madenciler, bir tüccarın yüklü yük karavanıyla birlikte karadan seyahat ettiler. Yayladan, ovalardan, kanallar ve barajlarla ayrılmış yeşil alanlara inen tozlu bir yol boyunca yürüdüler. Hiçbiri kuleyi daha önce görmemişti. Hala fersah fersah uzaktayken görünür hale geldi: keten teli kadar ince, parıldayan havada sallanan, Babil’in kendisi olan çamur kabuğundan yükselen bir çizgi. Yaklaştıkça, kabuk güçlü surlara dönüştü, ama gördükleri tek şey kuleydi. Bakışlarını nehir ovasının seviyesine indirdiklerinde, kulenin şehir dışında yaptığı işaretleri gördüler; Fırat’ın kendisi artık tuğlalara kil sağlamak için kazılmış geniş, batık bir yatağın dibinden akıyordu. Şehrin güneyinde, artık yanmayan sıra sıra fırınlar görülüyordu.

Devamını oku “Babil Kulesi — TED Chiang”

İskandinav Mitolojisi ve Kelt ritüelleri

İskandinav Mitolojisi, Neil Gaiman‘ın son kitabı. Bu hafta onu okudum. Gaiman’ın tipik tarzı olarak sade bir dille yazılmış, hiç sıkmadan okunacak bir dizi masallardan oluşuyor. Odin’e, Thor’un baltasına iyice aşina olduk. Bana Dede Korkut öykülerini anımsattı. İskandinav tanrılar dünyası da Yunan mitolojisindeki gibi insanlaştırılmış figürlerle dolu! Heyecanları, açgözlülükleri, nefret ve intikamları, aşk/meşkleri hep insansı. Buradan nne  çıkarsıyoruz? Cevabı her bir okuyup düşünene bırakıyorum.Manevi alanlara Yöneliş başlıklı yazıma da göz atmanızı önerebilirim.

*

Black Spot, Netflix dizisi

Dizinin ikinci sezonunu da bitirdim. Yoklukta iyi diziler arasında yer alır. Fransız yapımı, Kelt mitolojisine atıflar bulunan dizide iki konuda büyük şikayetim var:

  1. Bu kadar küçük bir  orman kasabasında her gün mü olay olur?, cinayet, doğa terörü gibi önemli olaylar, sarhoş kavgası değil!
  2. Dizi baştan sona karanlık çekilmiş. Biri artık bu yönetmenlere karanlık çekimle gizem oluşturma modasının geçtiğini söylesin lütfen!

Güzel yanı, muhteşem orman manzaraları ki karanlıktan pek seçilmiyor, orman yolları ve oldukça iyi kurgulanmış karakterler. Oyunculuklar iyi. Bence seyredilir. Üçüncü sezonu olacak mı onu anlayamadım, sonu mışırıklı bırakılmış.

*

Otherhood – film

Bu karanlık dizinden sonra şöyle hafif bir komedi izleyeyim derken karşıma çıktı. Baktım eski Medium dizisinden hayranlığım baki kalmış patricia arquette oynuyor, seyredeyim dedim. Gerçekten de sıkmadı, eğlenceli, hafif ve kısmen de eğitici bir film olmuş. Neresi eğitici derseniz, evlenme yaşına yaklaşmış oğulları olan orta yaş grubuna adım atmış kadınların arkadaşlıkları ve oğulları ile kuracakları ilişkideki belirsizlik ve kararsızlıklar ön planda, işte bu hususlarda iyi tavsiyeler bulabilirsiniz.

*

I Origin

Devamını oku “İskandinav Mitolojisi ve Kelt ritüelleri”

Darkest Hour- İnception ve Kış Kralı

Dün gece Darkest Hour filmini izledim.Nerdeyse nefes almadım diyebilirim o derece güzel bir film yapılmış. En iyi film ödülünü alamaması enteresan. Churchill’i oynayan ve hatta bunu biraz ileri götürerek adeta Churchill olan Gary Oldman’nın en iyi erkek oyuncu Oscarını almış olması film adına biraz olsun rahatlatıcı. Gary Oldman’ın internetteki fotosuna bakıyorum ve bir de dün gece 2 aat boyunca izlediğim Churchill’i düşünüyorum ve bunlar aynı kişi olamaz diyorum. İşte sinemanın büyülerinden biri de bu denebilir. Diğer yönden Daha dün yayınladığım Dinkurk filminin Darkest Hour’u açılımlayan ona büyük anlam katan bir film olduğunu da şimdi anlamış durumdayım. Bu iki filmi de izlediğinizde o zamanın gerçeği daha belirgin hale geliyor. Peki bu iki film aynı sezona nasıl denk geldi? Tesadüflere inanmak pek tarzım değlil, yönetmenler mi yapımcıları mı yoksa İngiltere mi bu tuhaflıkta rol oynadı? Cevabı bilenler söylesin. Tarih, siyaset, özel tarihi şahsiyetleri sevenler için bulunmaz bir film. Not: Aşağıda güzel bir eleştiri sunuyorum, benim hoşuma gitti, tıklayınız

*

 

Göbeklitepe’nin Yas Bulutları

Kitabı bu hafta sonu bitirmiştim ve aslında okumakta da çok geciktim fakat o kadar çok şey oldu ki ardı ardına burada sayıp kendimi bile sıkmak istemiyorum. Biz sonuca bakalım deriz pratik olanlar, kitap gerçekten çok lezzetli, kolay okunuşunun yanında gerçekten memleketimizde ihtiyaç duyduğumuz türden bir yaratım/çalışma, eser artık nasıl değerlendiriyorsanız.
Bir kere kitabın başında da belirtildiği gibi, yazar Kaan Demirdöven, ilgi alanları çok ve değişik,uzun yıllar felsefe,tasavvuf,mitoloji ve kadim bilgelik öğretileri alanında araştırmalar yapmış, kendini genç yaşta yoğurmanın disiplinine tutunmuş. Tüm bu vasıfların üstüne nefis bir “masalcı” üslubu edinmiş (bir önceki kitaptan oldukça farklı bir tarzda). Ben çok sevdim, umarım okuyanı bol olur, arzu ederim ki başka dillere de çevrilsin, eşsiz Anadolumuzun ve Göbeklitepe’nin adı başka insan kardeşlerimizce de bilinsin, ola ki Akınış kitabesi’nin sessiz harflerinin oluşturduğu armoniyi duysun.
Teşekkürler Kaan.
*

Devamını oku “Darkest Hour- İnception ve Kış Kralı”

Bir Dahi: Ted Chiang -2

Önceki Bölüm için Tıklayınız
Yetmiş iki Harf – Ted Chiang
17700 kelime, ilk yayım Tor 2000
**
Nitem: TDK’nın son yıllarda ortaya çıkardığı İLK AD anlamında kullanılmış, ÖN İSİM gibi. Sıfat yerine de kullanıldığı olur.
20170216_140507-1
Gençlik yıllarımdan beri ilk isim ve kelime kaynağını merak etmiştim, imkanlarım ölçüsünde her yere baktım ve bir yaratım-büyü dili diyebileceğim ilk dillerin kaynağı nedir bulamadım. Bazı bilimsel tahminler olsa da bunlar da Big Bang teorisi misali şeyler. Dinler ise detay vermeden, Adem’e bu isimleri verdiğini söylemiş geçmiş gibi görünüyor. İşte Ted bu mükemmel öyküde konuyu ilginç bir şekilde işliyor, kaynağı dert etmiyor sadece ilk isimlerin nasıl kullanıldığına dair bizi düşünmeye zorluyor.
İnsan Biliminin Evrimi: Metainsan-insan ikiliği üzerinden yürüyor. Metainsan, insanın yarattığı bir üst model. İnsan gibi düşünmüyor, çok daha karmaşık işlemler yapabiliyor ve insanlar onların bilimsel buluşlarını ancak tefsir edebiliyor. Chiang’ın yarattığı bir problem de bu; acaba bazı insanların temel özellikleri farklılaşsa bireysel ve toplumsal yaşam nasıl değişir? (Bodoslamadan kitap -alıntı)
Bu kısa öyküde Metainsanlar deneysel araştırmaların üzerinde hakimiyet kurunca bulgularını sadece DST (dijital sinir transferi) üzerinden erişilebilir kılmışlardır.  İnsanların Metainsan durumuna uyumlanabilmesi için embriyo hücre doğumuna başlamadan önce Sugimoto gen tedavisi yapılması gerekiyor fakat aileler çocuklarına bunu yapmak istemiyor çünkü onunla iletişimi kesilecek, toplumun tamamen dışına çıkacak diye metainsan çocuk sahibi olmak göz korkutucu oluyor! Bu durumda insanların zeki olanları  Metainsanların buluşlarının tercümelerini yapmak ve okumakla yetinsin sonucu çıkıyor ve şimdilik bu durum toplumu mutlu etmeye yetiyor.
Tüm öyküleri gibi bu da elmas gibi parlıyor Ted’in. Galaksiler aşkına
*
Gördüğünüzü Beğenmek
Güzel ve çirkin arasında görsel ayrım yapmayı önleyen Uzman teknolojik bir sistemin sizin yerinize karar vermesine müsaade etmek, yetişkinlik anlamına gelmez. Yetişkinlik; farkları görmek ama önemli olmadıklarını fark etmek demektir. Teknolojik bir kestirme yok!
16819130_1434947503193664_6143888062519570636_o
 
burada yola çıktığı konu teknolojik fakat bunu metafor olarak kullanabiliriz de. Tıpkı ahlaki/moral sistemlerin iyi/kötü, doğru/yanlış tespitlerinin bizi yönetmesi de uçağa binmek (uçamıyorum diye uçağa binmekten vaz geçmiyorum sonuçta) gibi, binebilirim tabi ama farkları kendiliğimden görme ve bunların keyfi farklılıklar olduğunu bilmem yerine geçmez. İlki kabul görme, sevilme, ait olma ihtiyacımı görür fakat ikincisi beni yetişkin/olgun yapar.
Yazar alıntıladığım öyküde çok güzel açıklamış, keşke tüm öykülerini yayınlayabilsem bu dahi adamın  Okumanızı önermekten başka yapacak bir şey yok