Bir Yeni Dünya tezahürü

Yılbaşında Torino’daydım.  Herkesin dilinde “Beppe“ vardı. Beppe Grillo, Cenovalı bir komedyen…64 yaşında, sivri dilli bir hiciv ustası…4 yıl önce, bütün düzene meydan okuyan, cesur bir söylemle siyasete soyundu. Arkasında 60’ına varmamış bir işadamı vardı:Casaleggio…

Muhalif fikirleriyle tanınan bu “bilişim gurusu“, medyanın görmezden geldiği Grillo’ya internette örgütlenmeyi önerdi. Kurdukları blog, kısa zamanda dünyanın en çok ziyaret edilen adreslerinden biri haline geldi.**İtalyan siyaseti, Berlusconi hükümetleri ve kifayetsiz muhalefet partileriyle çıkmaza girmişti.“5 Yıldızlı Hareket“ adını alan yeni parti, “sağ” ve “sol“ kavramlarını bir kenara koyarak doğrudan sisteme savaş açtı.Parti hiyerarşisine karşı olduklarından kendilerine “parti“ demiyorlardı.Hareketin lideri yok, sözcüsü vardı; liderliğe inanmıyorlardı.“İnternet ile doğrudan demokrasi”yi şiar edinmişlerdi. Adaylarını, internetteki oylamayla belirlediler.Grillo, “Ben aday olmayacağım. Seçilen arkadaşlarım da maaşını halkın hizmetine sunacak. Her harcama, internette şeffaf hale gelecek. Her vekil, 6 ayda bir internet üzerin-den seçmenlerinin güven testinden geçecek. Güven tazeleyemeyen çekilecek” dedi.

**Kampanya başlayınca Grillo, kendisine ambargo koyan medyaya meydan okudu:“Rating için horoz dövüşüne girmeyeceğim” dedi.Hiç televizyona çıkmadı. Küfürlü, iğneleyici, nüktedan sesini meydanlardan ve sosyal medyadan duyurdu.Ücretsiz ve sansürsüz bilgi akışı…Şeffaf siyaset, özgür medya…Yeniden devlete devredilmiş sağlık ve eğitim hizmeti… Sürdürülebilir toplu taşıma, yenilenebilir enerji yatırımları vaat etti.Yolsuzluğa karışan işadamlarını, bankaları isimleriyle teşhir etti. Bu mesajlar, twitter’daki 2 milyon takipçiyle seçmene, facebook’tan, YouTube’dan halka ulaştırıldı.Edebiyatçıların, akademisyenlerin, bağımsız gazetecilerin katılımıyla “5 Yıldızlı Hareket“, siyasetten umudu kesmiş bıkkın kitlelerin umudu haline geldi.*

**Sonuç mu?

2 ay önceki genel seçimde “5 Yıldızlı“, yüzde 25 oy alarak birinci parti oldu.İlk kez meclise giren 162 genç parlamenterle, kirlenmiş İtalyan siyasetine meydan okudu. Partiler şaşkın. Bugüne dek rüşvetle partileri teslim almış mafya şaşkın… Medya şaşkın…Grillo seçim sonrası, kendi modellerinin Avrupa’da yeni bir akımı tetikleyebileceğini söyledi. Hareketin, 2011’de Wall Street’te başlayıp dünyaya yayılan işgal eylemlerini andıran, bir sivil başkaldırı havası var.Fark şu ki, “5 Yıldızlı Hareket”, iktidar olma şansını da yakalamış durumda… Bence “İnternet Asrı”nın ilk politik denemesi bu…Casaleggio‘nun deyişiyle “Radikal bir değişimin başlangıcı…”Sizce Türkiye’de de giderek otoriterleşen siyasi iktidara meydan okuyan, kıstırılmış medyadan yakınıp durmak yerine sosyal medyayı kullanan, yeni yöntemler ve söylemlerle, yeni politikalar üreten, genç bir muhalefetin vakti gelmedi mi?

..Can Dündar

İnsana inanilır gibi gelmiyor degil mi frekanslar? Bana bu öykü Lemuryanları animsattı, yönetim bicimlerimiz degisecek galiba hem de ciddi ciddi. Gecenlerde Lemuryalilardan bi alinti yapmistim, Ona yeniden bi göz atmak lazim.

Hizmete Talip Olmak

Hizmete talip olmak ilginç bi kavram. Üzerinde derin düşünmek lazim. Benim aklima nedense Lemuryanlar hakkinda okudugum bir bölüm geldi. §u minval üzerineydi:

“Bu toplumun bütün temeli paylaşmaya dayanıyordu kimse bir başkasından daha iyi olmak için bilgiye sahip olmazdı eğer herhangi bir kişi tekamül yolunda geride bırakılırsa bu durum tüm tekamüle zara verici olarak görülürdü. Bundan dolayı herkesin aynı düzeye erişmesine yardım etmek bir sevgi işi haline gelmişti.

Bu spiritüel insanların zihinlerindeki hedef her şeyi Yaradan’ın titreşimine eşit olan bir titreşime yükseltmekti bu yüzden Hiçbir varlık bütünün tam desteği olmadan öğrenmeye bırakılmazdı ve bu konseylerin evrensel bilgiyi toplayıp uygun üyeler vasıtasıyla yaymalarıyla yapılırdı.Bir konsey 12 üyeden oluşuyordu ver her birine yine 12 kişiden oluşan ve her bir üyeyle ilişki ve etkileşime giren bir alt-konsey atanmıştı 144 kişilik bu konseyin her bir üyesinin , sekiz kişiden oluşan ve saptanmış varlık gruplarından elde edilebilecek tüm veriyi toplamaktan sorumlu olan bir konseyi vardı Herhangi bir konseyin herhangi bir üyesinin yerine bunu isteyen bir başkası geçebilirdi sizin yerinizin tekamül etmekte olan başka biri tarafından alınması bir onurdu çünkü bu sistemin sağlam olduğunu kanıtlıyordu.

Bu düzenleme her varlığın herhangi bir pozisyonu dolduracak kadar bilgili olmasını temin ediyordu ki bu da hiç kimsenin bir otorie pozisyonunda olmadığı anlamına gelliyordu bu sözde “ Yüksek Konsey” deki bir pozisyonu bırakanlar kendi yükselişleri üzerinde çalışmaya başlamalarına izin verilerek ödüllendiriliyorlardı.”

Ödüle dikkatinizi çekmek istiyorum sevgili frekanslarim!

Lemurya hakkindaki bu bilgilerin gercekligini sorgulayabilirsiniz fakat konu bu degil, bu zaten baştan beri benim fikrim ve hissim. Hizmet budur. Hizmette yarişmak birbirini tepelemek anlamina gelmez, bu sadece bir onur/sorumluluktur. Bir başkasi yaptiginiz hizmete talip olursa da ona bu firsati devretmek ve kendi uzerinde calismaya dönebilmek müthis bi sevinç.

Baslangic ve son, yenen veya yenilen olmadan (cunku bu lineer bir dusunce tarzinin ürünü, bunu her gecen gun daha iyi anlayabiliyorum,) çok boyutlu bir üstatlik yasami, toplum modeli olabilir.

 

İade-i İtibar filmi:Hugo

Martin Scorsese’in fazla uzun olmayan (83 dakikalık) Hugo filmi, seyredilmesi gerçekten gereken bir filmmiş.

Filmi çok beğendim, her sahne birer sanat fotoğrafı gibi tasarlanmıştı. 3D olması tüm detayları gözler önüne seriyordu. Bi aktivite filmi olmasa da, kaba kuvvet, kesme-biçme, canavar düdükleri olmasa da üç boyutlu bir film yapılabileceğinin kanıtı gibiydi adeta. Bir film eleştirmeni değilsem de, sıradan bir seyirci olarak gözlere müthiş bi ziyafet çektiğini söyleyebilirim.

Fakat bu işin bence sadece küçük bir bölümü; çünkü Scorsese bu filmde o kadar çok şey söylemiş ki şaşarsınız! Kısa ve durgun bir filmde (çoğu kişi sıkıcı bulmuş yaptıkları yorumlarda) bu denli az sözcükle bu kadar çok şey anlatabilmek kolay olmasa gerek.

İlk etapta gözüme çarpan mesajlar şöyleydi (belki ikinci kez izlesem başka şeyler de bulabilirim):

  1. Film, baştan sona mekanizmaları irdeliyor. Bir makina olarak dünyanın eksiksiz olduğunu (çünkü makinalarda yedek parça olmaz diyor) ve bu sebeple insan olarak bir işlevimiz olması gerektiğini savunuyor. Mesele insanın kendine has işlevini bulmasıdır diyor. Örneğin kahramanımız Hugo ve erken ölen babası aynı işlevdelerdi, yani tamirciler. Sistem onarıcılar. Ve onlar bu işlevi yaparken öylesine büyük sevinç duyuyolar ki, her anları cennette geçiyor sanırsınız. Sebebi, kendi işlevlerini bulmuş olmalarından kaynaklanıyor.

Bu Arada Hugo’nun rüya aleminde iki kapıyı geçtiği de gözümden kaçmadı! (rüya gezginliği ya da rüyacı diyebileceğimiz literatür için önemli bir işaret)

  1. Filmin diğer çocuk kahramanı İsabel (sibel isminin diğer versiyonlarından) ise müthiş bir maceracı olarak önümüze çıkıyor. Yeni bir şey denemek gözlerini parlatıyor, kanını tutuşturuyor. O da kendi işlevini merak etmişti ve filmin sonunda gördük ki o da kendi işlevini buldu, bu macerayı hem yaşayan, hem izleyen ve hem de yazandı. O bir yazar oldu!

  2. Ben Kingsley, her filminde olduğu gibi tatmin edici bir performansla önümüze çıktı. Büyük bir maceracı, hayalci ve uygalamacı olduğu halde, dünyanın kaba ellerinde yorulmuş, yıpranmış ve küsmüş bir oyuncakçı dükkanı sahibini canlandırıyordu.

  3. İşte yazar Brian Selznick burada devreye girdi (kıymet bilen bir sinema aşığı aracılığıyla) ve iade-i itibar işlemine girişti.
    Peki kim, kime itibarını iade ediyordu?

Bana göre, BİLİM ve onun acar oğlu Teknoloji, varlıklarını borçlu oldukları Büyücülere, deniz kızlarına, hikaye anlatıcılarına, sihirbazlara ve tüm hayal kuruculara unutulmuş hatta karalanmış itibarlarını iade ediyorlardı.

Böylece eski hesaplar kapatılıdı. Buna gerçekten çok memnun oldum.

Daha dün sanırım, insanın kendi toplumu, kendi ailesi tarafından kabul görmemesinin ne büyük acı verdiğini söylemiştim. Eh işte onurlandırmadığınız geçmişin hayaletleri sizi şu andaki cenneti yaşamaktan alakoyar.

Öyleyse ustalarınızı onurlandırın. Pullarınız dökülmeyecek emin olun. Ben eminim. Görünen o ki, Scorsese de Selznick de böyle düşünmüşler.

Sinema sanatı, dünyayı yeniden kurdu. El (insan) yapımıydı fakat tüm taklitler aslını yüceltir, öyle değil mi?