İlgi, öz ve enerji hakkında minik bir sohbet

Esra Hanımla küçük bir sohbet:

Sibel:  açık olmuş mu Söylediğim?

Esra: aslında daha açık olabilir belki. Ben biraz tersini de düşünüyorum. Özüm de ilgimi yönlendiriyor.

S: hayır pek değil

E: şöyle aslında demek istediğim. Ben öze izin verdiğimde..

S: özün,egonu (BEN DEDİĞİN EFENDİ BEN/KİŞİLİK) destekler. onun her yaptığının içinde tanrısal katkı bu yüzden var. Öz bir karar merkezi değil. Karar merkezimiz, bilincimizin LONO bölümünde yer alıyor.

E: ne şekilde destekler peki?

S: yapımcı. Finanse eden gibi düşün.

E: oluşturma, yaratım anlamında mı?

S: evet varlık aleminde görünür kılma.

E: burdaki “ilgi” bakış, dikkat, seçim, yönleniş mi? Cüzi irade mi?

S: karar vermeden zaten herhangi hiçbir şey olmaz. Kararını verdiğin için onu destekliyor özün. Karar  kendimiz diye düşündüğümüz ve ego dediğimiz kişilik kısmımızca alınır. Özü biraz da ruh gibi düşünebilirsin. Yaratan ile egomuzu birleştiren kanal. Elektrik gibi düşünelim. Elektrik olmadan sen istediğin kadar çamaşır makinesi yapabilmiş ol. O çalışmıyor değil mi? Ama bunu yapmaya o karar vermiyor, sen yapıyorsun. Sen karar veriyorsun, sen imal ediyorsun. O (farazi tabi ayrılık yok) da makineyi çalışır hale getiriyor. Buna can da demiş atalarımız. Bu işlem farklı öğreti disiplinlerinde; görünür olma tezahür etme… gibi de ifade edilmiş.

E: mesela bir hadiste var. Ben kulumun zannı üzereyim. O zaman beni dilediği gibi düşünsün. Bazı ayetler de var. Zan ile hakkı bilemezsiniz. Zandan öteye geçemezsiniz. Ulaşılamayan olan zat kısmı Gaybul Gayp olan kısım var. Gölgeler ile ilgili düşünceler içindeydim yazınızla tesadüf oldu hoşuma gitti bu durum. Öz – can böyle bir isimle karşılaşmıştım yolda bir dükkanın ismiydi. İçsel arayış içinde kendimce dertli bir halde iken.

S: keşke bu sohbetimizi yazıya döksen, hem unutmasak hem başkaları da yararlansa. 

E: tabi ki seve seve yazarım

S: sevinirim. Bu arada biliyorsun ki başkaları diye bir şey yok. Özne kullanılan tüm lisanlarda, bu ayrımı yapmak durumunda kalsak da urban shaman olarak bunun faydalı bir amaç için kullanılan illüzyon/yanılsama olduğunu aklımızdan çıkarmıyoruz. Evet başkaları var görünüyorsa da onların hepsi kendimiz. Onların kritik kütlesi bunu  anlamadan sen de tam olarak anlayamazsın. Bilgiyi saklamak, gerekmedikçe kendimizi paylaşımdan sakınmak kadar  anlamız  ve bence  mantıksız bir şey yok bu alemde.:)))

E: evet o kadar doğru ki. Sırlarla ilgili kendimce keşfettiğim şey şu ki: belki biz yıllar önce de biz bu benzeri konulara bilgilere yaklaşmıştık . muhtemelen yine yaşamıştık böyle. Ama o an içinde öyle bir farkındalık oluyor ki o aynı sır aynı mana ile tekrar karşılaştığında daha da güzel daha da iyi daha önce görmediğin şekilde anlıyorsun. Bir de başkasına aktardığını zannettiğinde aslında bu bilgiyi kendinde işliyorsun. Paylaşmak konuşmak ifade etmek büyük bir ihtiyaç. Paylaşmaya da büyük bir özlemim vardı hep. Aslında bunu da kendimden kendime yaptığımı da hissediyordum.

S: Bravo. Öğretmek ve paylaşmak, ÖĞRENMEKtir. Sevgiler

Sitemize üye olduğunuzda yayınlanan yeni paylaşımlardan haberiniz olma şansınız artar. Aloha

12 saniyelik ŞİMDİ

Üç boyutlu gerçekliğimiz, bize fiziksel olarak 12 saniyelik bir ŞİMDİ imkanı veriyor.

Her şey, tüm zamanlar ve sonsuzlukla ilgili tüm bilgi ve anlayışlar, her hangi bir 12 saniye içinde mevcut!

Anlaşılmasının kolay olmadığını biliyorum. Belki de Huna felsefesi-Urban shaman konseptine aşina olanların anlayabileceği (örneğin kendim) bir terminoloji ile açıklamaya çalışacağım.

Öncelikli oniki saniyelik şimdi nedir, bundan ne anlamamız gerekiyor? sorusuna odaklanalım. Evet 12  saniyemizi bu soruda kullanalım; Bu gerçeklik illüzyonunda bize her biri on iki saniye süreli bilgilendirici videolar sunulduğunu ve bunların herbirinin tüm yaradılışın sırrını eksiksiz olarak sunan paketçikler olduğunu anlayalım. Yani hayatınızın toplam süresini 12 saniyeye bölerek, hep aynı mesajı kaç defa aldığınızı bulabilirsiniz! Usandırıcı bir tekrar değil mi? Ve biz hala yaratımın gizi hakkında hiç bir şey bilmiyoruz! Geldik gidiyoruz ve bu sırra vakıf olabilenlerin bikaç elin parmakları ile sınırlı olduğunu duymakla yetinmek zorunda kalıyoruz.

Detaya girmeden önce konuyu Aristo mantığı gibi iki seçenekli düşünmemek için kendinizi salın, rüyada  gibi rahat olun, hatta isteyerek teta frekansına girebilmeyi başarabiliyorsanız önce bunu yapın. Olmuyorsa, yazıyı okumayı burada kesin ve hemen en görünür yere bu yazıya geri dönmeniz gerektiğini (kendinize) 12 saniyeler arası mesaj bırakın, sonra hiç bir şey düşünmediğiniz bir yürüyüşe çıkın. konuyu da tüm sorunlarınızı da unutun, kuş seslerine odaklanın.

Şimdi(yepyeni bir 12 saniye, değişik kelimeler fakat aynı sonsuz içeriğe sahip videomuz) açıklamaya geri dönüyoruz. Teşekkürler.

Çıkarları için iş yapsalar da
Bilgisizler bırakın iş yapsınlar
Bilge onları uyarıp şaşırtmaz
Yapılan işleri gereksiz bulmaz.
Bhagavad Gita

Anlatmakla olmadığını, olsaydı… Kendi yolculuğum esnasında her 12 saniyenin bana verdiği mesajları çocukluğumdan bu yana yazdığımı, yayınladığımı, paylaştığımı ve bunların büyük kısmına internetin keşfiyle birlikte herkesin her an ulaşabilir hale geldiğini ve bunları birbirine bağlayacak sözcükleri zaten bu yazının başında söylediğimi fark ettim. Demek ki yapabileceğim yeni bir şey yok. Gülümsüyorum ve rahatım, huzurluyum. Bilge değilim, yine de bazen onları kısmen anlayabiliyorum. Teşekkür ederim.

Son olarak (sadece bu yazının sonu olarak, hahahahahaha), kendilerime şu hatırlatmaları yapmak istiyorum :

Urban shaman birinci seviye, ana prensipler ve 4 farkındalık düzeyini her 12 saniye içinde görebilir olana kadar kararlı ve sabırlı ol.
Unutmadan, şu kelimeleri bu sitede (ve alternatif başka kaynaklardan test ederek) ara, oku ve yeni katmanların sana gelmesine izin ver: Yorumlama sistemi-dekoder, görücülük, hipnoz, ayrılık, lisan, deri ve isim,frekans,bİRLEŞİK ALAN KULLANIMI-bak, bağlantı,dolanıklık

Ve bir uyanma büyüsü/hatırlatıcı:

Her biip sesi duyduğunuzda (korna ya da alarm vs. ne olursa) şunlar aklınıza gelsin:

** Nefes al.

Hayati!!!
Nefes almak, enerjiyi hareket ettirir.

 ** Kolaylık. Eğer yaşamınızda fazlasıyla çaba olduğunu görüyorsanız, her şeyin zor ve meydan okuyucu olduğunu görüyorsanız, onu yanlış yapıyorsunuzdur. Eğer kolaylıkla olmuyorsa, durun, derin bir nefes alın, bir süre eğlenceli başka bir şey yapın ve sonra ona tümüyle farklı bir biçimde yaklaşın. Olan, kolaylıkla olmalı.

** Farkındalık. çağlar boyunca muazzam miktarlarda hipnotize edici örtücü-katmanları olan  toplumlarda yaşadık. Ve bunların hepsi şimdilerde birbirine karıştı. Bu sanki insanlığın bilincindeki bir yara izi gibi. Farkında olmak (dekoderinizi iş başında yakalamak), bilinçli olarak soluduğunuz havayı, dışardaki ağaçları, gökyüzünü, kuşları, doğadaki her şeyin farkında olmak demektir. Seslerin farkında olun. Gördüğünüz ve kokladığınız şeylerin farkında olun. Koku – bu sezgiyi kutsal bir düzeyde uyandırmanın en güzel yollarından biridir. Insanların koku alma duyusunun yüzlerce, belki binlerce yıldan bu yana en düşük noktaya geldiğini fark ediyor musunuz? Bu, çevrelerindeki şeyleri duyumsamadıkları gerçeğine işaret ediyor. Böylece sinüsler, geniz, koklama duyusu kapanıyor. Onlar küçük bir hipnoz içindeler. hepimiz değişik düzeylerde hipnoz altındayız. O ağaca bir bakın. Yanına gidip onu hissedin. Bir ırmağın ya da derenin ya da gölün akan suyuna elinizi daldırın, ve sadece hissedin. Ona herhangi bir şey yapmaya kalkmayın.

**Var Olma Noktası. Şimdi anı…  Şu anda neredesiniz? Varlığınız nerede? O parlak ışık parıltısı nerede? Yarında mı? Dünde mi? Eh, insan bilincinin büyük bir bölümü aslında öyle. O, dışarıya bir yerlere çıkıp gitti, yıllardır orada. Bir de aşık olana gözü kör dersiniz.
Bu Var Olma Noktasında her şey size gelir. Şimdi güç anıdır.  Dışarılarda olduğunuz zaman, gelmez.

Teşekkür ederim, ALOHA

 

 

İngilizce Eğitim ve neden şaşkınlık?

Şöyle bir video dolaşıyor: Tıklayınız
Şimdi olan Osmanlının son üç yüz yılında olmuşken, Türkçeye ingilizce kelimeler girip onun bozulduğuna dair ağıtları çok çok çok gecikmiş bir uyarı olarak bulsam da herkes elinden gelen içinden geleni yapsın tabi. Değil mi ki İngiliz ingilizcesi sadece 25 senede tamamen farklı bir lisana döndü, üstelik Amerikalılara da feci halde seksi geliyor. Oluyor yani böyle şeyler. Önemli olan Sanal alemin ortak lisanını kaybetmiş oluşumuz. Daha da açıkçası bunun farkında dahi olmayışımız,
Ayrıca halkımız ve onların seyrettiği TV programları 500 kelimeyle konuştuğu için ve bu plazalardaki arkadaşların çoğu yut dışında okumuş, yurtta okuyanlar da zaten 20 senedir tüm dersleri ingilizce veren üniversitelerimizde (ki üniversitelerimizin tamamına yakını) okuyup, kitap okuma fırsatları da olmayınca (hep öyle deniyor ah maalesef hiç vaktim yok küçükken okurdum. yani en son pamuk prenses ve yedi cücelerde kalmış olanları da azımsanamaz herhalde) halkın 500 kelimelik Türkçesinden daha iyi durumda değillerki! Yani zevkü sefadan kullanmıyorlar o ingilizce kelimeleri, çaresizler bir anlamda.
Devlet politikasını gözden geçirin, yaptığınız yanlışlardan dönün cancağızlarım (haddim olmayarak)
.
Ben bu videoyu konusundan dolayı değil Gülse Birsel’in burada bazı pozlarının nasıl o çok sevdiğim Cate (efsane elf) andırdığını hissetmem oldu. Çok az kişiye görünüşünden dolayı böyle hisler duymuşumdur, Cate bunların en başında gelir.
Plaza Türkçesi konusunu size bırakıyorum.
*
Alakasız bir konuya geçiyorum affediniz:

Devamını oku “İngilizce Eğitim ve neden şaşkınlık?”

Bir Dahi: Ted Chiang -1

“…Pragmatizm, bir kurtarıcıya estetikçilikten çok daha fazla yarar sağlar. Dünyayı kurtardıktan sonra -onun-ne yapmayı düşündüğünü merak ediyorum.
KELİMEYİ ve işleyiş biçimini idrak ediyor, ardından yok oluyorum.”
Komut, zihnime saatli bombalar misali yerleştirdiği bir algı zincirinden oluşuyor, tek başlarına zararsızlar. Onlarla ilgili anılarımın oluşturduğu zihinsel yapılan tam şu anda çözülerek yok oluşumu tanımlayan bir örüntü, bir gestalt oluşturuyor. İşte bu KELİMEYİ içgüdüsel olarak anlayarak kendi kendime oluşturuyorum.
Anlamak- Ted Chiang
*
Sibelin notu: Bu durumda pragmatizm, estetizmi yok ederken, onu-estetikçiyi- zaten hep istediği ve merak ettiği konuma gönderiyor; nihai güzelliğe!

16665493_1425249960830085_2065597031314559922_o

Özyineleme (Recursion): Bir fonksiyonun kendisini çağırarak çözüme gitmesine özyineleme (recursion),
böyle çalışan fonksiyonlara da özyinelemeli (recursive) fonksiyonlar denilir.

*

Babil Kulesi:

16665127_1814382188778590_6377328800941613598_o

*Anladığım kadarıyla Babil Kulesi çökmemiş, insanlığın lineer algısı çökmüş. İşte Ted Chiang’ın bu muhteşem kurgusu bana bunu düşündürdü. Lineer algı çöktüğü gün çok boyutluluğun temelleri atılmaya başlamış.

Dünya fantastik bir biçimde, cennet ile yeryüzünün birbirine temas edebileceği bir rulo şeklindeydi. Bu yapı hem O’nun eserine işaret ediyor hem de onu gizliyordu. Ted Chiang-Babil Kulesi
O zamanlar Yahve olarak bilinen Tanrı’nın inceden mesajı: Beni uzaklarda aramayın.

16602306_1813643792185763_4452984975550510549_o

Hiçbir zaman öğrenmedikleri halde mors mesajları alan denizciler gibiyiz.

“Her tarafınızda gözleriniz varken, her yön İLERİSİ olabilirdi”

Ligatür: İki ya da daha fazla harfin birbirine bağlanarak tek bir harf olarak kullanılması.

Heptapotlar için bütün diller edimseldi. Bir dili bilgilendirmek için değil, gerçekleştirmek için kullanıyorlardı. Evet, her sohbette söylenecekleri önceden biliyorlardı, fakat bildiklerinin gerçek olması için o sohbetin yapılması gerekiyordu.

*Sibelin notu: Tıpkı bir zamanlar kendime sorduğum gibi, geleceği önceden mi biliyorum (kahin) yoksa ben söylediğim için mi olmak zorunda kalıyor (büyücü)? Sonunda ne fark eder deyip bu konuyu kapatmıştım 🙂

Bence heptapot dili (hem A hem de B) kadınların anlama ve anlatma diline benziyor. Onu  lineer olarak anlayamazsınız ancak tıpkı heptapot diline benzer bir şeyi bilinçsizce naturel olarak yapıyorlar.

Hayatının Hikayesi (arrival filminin öyküsü); 17600 kelime, ilk kez Starlight 2’de 1998 yılında yayımlanmıştır.

“Sabırlı olun. Geleceğiniz size ulaşacak ve kim olduğunuza bakmaksızın sizi seven ve tanıyan bir köpek gibi ayaklarınızın dibine uzanacak.” Ted Chiang
*
“Geleceğiniz köpeğinizdir, o derece size sadık!” asa

…Devam edecek…

GELİŞ- Ted Chiang Kitap- Monokl Yayınları

Keşke bilseydim, daha önce okusaydım diyebileceğiniz her biri bir film, bir olay bu kurgunun!

Yaratıcılık ve OYUN

Oyun, merakın eğlenmek üzere yönlendirilişidir ve kişilerin yaratılarının başında bir ömür boyu bekçilik etmelerini yadsıyarak var olur. sa

Bir insan herhangi bir şey yaratmadığı zaman depresif olur. Endişe, vesvese içinde olur. Üzgün olur. Kafesin içinde tutsak kalmış bir hayvan gibi olur. Bu nedenle, ben sizden herhangi bir şey yaratmaya başlamanızı isteyeceğim. Herhangi bir şey, ne olursa” Diyordu Adamus, tamamen katılıyorum.

Can sıkıntısı, yeni bir boyuta geçmek için alt yapı oluyor. Ve herhangi bi şey öğrenmek sonra onu uygulamak, herhangi YENİ bir şey yapmak alışkanlığın rutinini kırıyor. Tabi bunu denemek için sürprizlerden hoşlanıyor, şaşırmaktan besleniyor olmalısınız. Bu işlem çok boyutlu bir yapı bana göre.

  • Yaratıma katkıda bulunmak için sonsuz potansiyelle çevriliyiz.

Potansiyeller gözle görülemiyor, belki çok gizliden gizliye bir sezgi olabiliyor bazılarımızda örneğin benim gibi dalak otoritesi kullananlar (ki çok nadir) bu hissi bileceklerdir. Fakat potansiyelleri göremesek hatta sezemesek dahi oradadırlar ve ancak denemeye cesaret ettiğinizde ortaya çıkıyorlar. Eğer mükemmeliyetçi biriyseniz ve denediğiniz alanda bu arka plan yetisi aktif değilse hemen yeni ve başka bir deneyime atlayabilirsiniz ya da eğer mükemmeliyetçi bi yapınız yoksa ve  oyun ve eğlenmek gibi bakabiliyorsanız yaratımlarınıza -benim resim oyunları gibi- bu durumda evren tüm varlığını size açmış demektir, seç beğen al, yarat, oyna, sevin, şaşır, geç, git.

İlham nedir peki, içerden mi dışardan mı gelir?

Dışarı ve içeri izafidir bilirsiniz, isimleri sıfatları ve zamirleri kaldır her şey BİR olur. Bu durumda ilham denen şeyin “bütünlüğümüzden” geldiği aşikar. İlham, mevcut bilgi ve kabullerinden olmayan bambaşka bi şeyin içine dolduğu anlara verilen bir isim. O öylece kişide aralık bi kapı yakalayıverdi mi oradan sana lıkırlıkır akmaya başlar, bunu yakalayabilmek için ( sonradan hatırlayabilmek için sabitlemek) çok atik ve donanımlı olmak lazım. Çünkü bu akış bi süre sonra başladığı gibi aniden kesilir. Ve eğer bişeyler yakalayamadıysan rüya gibi geri geri çekilerek parmaklarının ucundan kaçar, geride bir şeyin sebepsiz bi şeyin sevinci kalır, bi süre sonra o da kaçar. Bazı insanlarda ilham kanalı doğuştan açıktır (8-1 kanalı), benimki gibi ve bunların çoğu bazı sanat dallarıyla, falcılık, kahinlik, kuramcılık ya da felsefeyle uğraşabilirlerse paçayı kurtarırlar, bu dallardan birini veya bikaçını kullanamayan 8-1’lerin psikolojik sorunlar yaşayabiliyor olduklarına şaşmam doğrusu! Çünkü bu açıkça ve net biçimde ikili bi hayat sürdürmektir.

Bi şeyleri oyun maksadıyla yaratıyorken ne kadar bilinçsiz olduğuma her seferinde şaşırıyorum; çünkü yaratı ortaya çıktığında bana çok yabancı görünüyor, belki bi annenin doğurduğu bebek kucağına verildiği anda hissettiği şeydir bu! Öyle bir şaşkınlık durumudur bi süre aptal aptal bakınırsınona ve sonra çılgın bi merak duyar insan ortaya çıkan bu yaratı neler diyor, şimdi bunun bana verdiği mesaj nedir diye. Bunu ben hem çocuğumda hem kitaplarımda hem de resim oyunlarım vs tüm yaratılarımda hissederim.

İnsanın kendisini donatması ile ilgili önerim ise akan ilhamı derli toplu saklamak/paylaşmak için öğrenmemiz gereken çok çeşitli lisanlardır. Örneğin resimle ifade deceksem o konuda bazı donanımlar elde etmiş olmalıyım, ya da yazarak veya konuşarak, program yazarak, beste yaparak ifade edeceksem bu konuda ortak lisana hakim olmalıyım demektir. Aksi takdirde “bu saklama gayretim- abuk subukluğa dönüşür ve işte bunun sonucunda çevremdeki dünya benim normal olmadığıma karar verir ve etiketler. Bu etiketi bir kez yedikten sonra durumu düzeltmek herhalde çok zor olmalı. Ben bu zorluğu yaşamaktansa önden ve plansız şekilde kişiye zevk verebilecek ifade yollarını öğrenmelerini öneririm.

Belirgin bir konuda ilerlemek için ilhamın olmadığı anlarda da o konuyu dünya çapında izlemek ve donanımını artırmak gerekir, bu uğraş hiç bi işe yaramasa da tıpkı rüyaların, onu analiz etmeye başladığında coşup taşması gibi sana akan ilhamı da bollaştırıp netleşmesine sebep oluyor. Büyük teoriler ancak bu şekilde inşa edilebilir.

Örneğin benim Oyun Kuramı, bir gecede ilhamla yazılmıştır. Velakin onun öncsinde otuz küsür yıl beklentisizce öğrenmiş olduğum -çünkü ne işe yarayacakları belirsizdi,çevremdekileri hayrete düşürürdü- birçok farklı ifade lisanı ve terminolojiler olmasaydı böylesine etkileyici olabilir miydi?

İlham kanalı açık bir çok kişinin kendini ifade yolları geliştirilmediği için büyük sorunlar yaşadığına şahit oldum. İnsanın, varoluşu itibariyle anlam arayışında ve paylaşım zeminli olduğundan, bunu gerçekleştiremediğinde depresyonun değişik derecelerine sürüklenmesi doğaldır. Bu insanların bir kısmı hayata küsmüşlerdi bir kısmı insanlara ve dünyaya öfke ve nefret kusuyorlardı çünkü değerlerinin anlaşılmadığını görüyorlardı. Haklıdırlar ancak bir insanın ilham kanalından akanları eğer o ifade edemiyorsa (ya da bazen saklarlar özellikle; çünkü çalınmasından(!) korkarlar) biz nasıl anlayalım? Bir de şu var; İlhamla gelenler bizim malımız mıdır ki çalınmasını dert edelim! Sonuç olarak yaratım süreci komplike ve hayat boyu bir işlemdir diyebiliriz galiba 🙂

“İletken olmak gerek…Yalıtkan olanlar zorlanır ve zorlarlar…” Diyor bir arkadaşımız.
Doğrudur ancak: Yalıtkanlık, iletkenliğin farkında olmak için lisanın dualitik yapısından çıkmıştır ve bütün insanlar olguyu fark edene kadar da işlevini sürdürecektir. Kaçınılmaz bir durum bu, herkes en mükemmel konumunda işlevini gerçekleştiriyor. Sonsuz enerjiyle temas etmeyi dileyenlerin belki kendilerinin bile farkında olmadığı bir çok farklı niyetleri olduğunu biliriz. Her bir kişi isteği değil gizli niyeti uyarınca baht edinir. İletken her kişi tüm zerrelerince “emin” olmadıkça dünya-sın-da yalıtkanlar olacaktır.

Peki ilham ne zaman akar? Tuhaftır, gencecik tıfıl bir kızken koca koca adamlar beni millerce yola götürürlerdi, dolaşmış ve çözülemeyen şeyleri bulmam için! Ben buna hiç anlam veremezdim çünkü yaptığım bişey yoktu, sorunu önüme koyduklarında yalnızca boş boş bakıyordum ve derhal sapmanın olduğu yere parmağımı basıyordum! Bana göre tesadüftü o zamanlar bu yaptığım. O kadar çok sorun çözdürdüler ki bana kendimi bilmediğim zamanlarda şaşarsınız.

Sanırım bu durumda cevap: Boş boş bakmaktır! Ben hep çok çalışkandım hala öyleyim, günde onaltı saat çalışıyorum. Boş boş baktığım üç dakikada gelenleri ifade edip paylaşmak için otuz saat çalışmam gerekiyor yine de o üç dakikanın hakkını veremiyorum, hep kaçanlar oluyor, üstelik kaçırmadıklarımı da bana aktığı kadar estetik aktaramadığımın hüznü oluyor. Fakat buna takılmıyorum, kendimi eğlenmeye ve oyuna ikna ettim.

*

Birleşik Alan kullanımı nedir, oyunlar,yaratıcılık ve uydurukçuluk üzerine Yeşimle Halikarnas Radyosunda yaptığımız canlı sohbeti dinlemek isteyenler  bu adresten ulaşabilirler:
http://www.youtube.com/watch?v=bzaHw86gBgQ&feature=youtu.be