Şamanlık nedir, ne değildir? (1)

Şamanlık gündelik dünya ile Gölge dünya arasında gezginlik tir. Bir şaman bu faaliyeti sorunları çözmek, şifa getirmek için kullanır. Bu konuda Eliade başta olmak üzere çok sayıda ciddi araştırmacı emek vermiş ve iki-üçbin yıllık verileri toplamayı başarıp bize onları ve faaliyetlerini tanıtmışlardır. Her zaman belirttiğim gibi Şamanizm diye bir kavram, din ya da yönetim şekli yoktur çünkü şamanlık kişisel bir yetenek ya da hastalık, daha doğrusu acayipliktir.Bunu anlamak önemli. Şamanlık konusunda bu sayfalarda, özellikle anadolu şamanlığı ve urban şaman kategorilerinde çok sayıda açıklayıcı değerli alıntılar ve kendi deneyimlerimi ve eğitim çalışmalarımı içeren paylaşım bulunmaktadır. kısa bir örnek için tıklayınız

Bu tanımlardan anlaşılacağı üzere herkes şaman olamaz! O hal bir anomalidir. Her insanın kendine has yazılımları vardır ve yaşam içinde bunların dışına çıkmak da pek olası değildir. O halde yazılımı uygun olan ya da kaza ile şaman niteliği edinmiş olanların bizlere sunduğu aracılığı/elçiliği iyi değerlendirmeliyiz. Bu konuya ileride değinmeyi umuyorum.

Günümüzde birdenbire çoğu insan şaman olmak isteğiyle doldu, bunun sebepleri neler olabilir?

Devamını oku “Şamanlık nedir, ne değildir? (1)”

İnternet Nedir? Kim yönetiyor, 7 anahtar kimde?

Hepimiz ucundan kenarından hayatımızın belli bir miktarını internet kullanımına gerek eğlence gerek bilgi toplama gerekse başka nedenlerle ayırmış durumdayız, hatta onsuz olamaz durumdayız. Hayatımızın neredeyse çoğunu geçirdiğimiz internetin ne menem bir şey olduğunu ise acaba kaç kişi biliyordur?

Aşağıda linkini verdiğim yazıdaki genel özetleme bile internetin sihire benzeyen mucizesine birazcık ışık tutuyor. Bence internet öyle bir şey ki çağı değiştirdi ve bizi iletişim çağına, bireysel kendini özgürce ifade etme Çağına taşıdı. Yazıda da göreceğiniz gibi bazı diktatörlük eğilimli ülkeler bu muhteşem ağdan ayrılıp kendi özel sistemlerini kurmak istiyorlar, Böylece ağ üzerinde kontrol sahibi olup vatandaşların özgür iletişim hakkına ket vurabilecekler, onu da Televizyonlar gibi reklam araçları haline getirebilecekler.
Bu konuyu en azından yüzeysel seviyede bilip gerektiğinde duruşumuzu sergileyebilmeliyiz diye düşünüyorum. 

İnternet 30 yaşında: Nasıl başladı, kuralları var mı, kim yönetiyor, 7 anahtar kimde? Tıklayınız

 

Bilişim/İletişim Çağı ve AlphaGO

1980’lerde İnternet’in kullanımının yaygınlaşması ve nihayet 1995’te tamamen serbest bırakılmasından sonra endüstri sonrası terimi yerini enformasyon sözcüğüyle değiştirmiş[, kavram Türkçeye Bilişim Çağı ya da Bilgi Çağı olarak yerleşmiştir. Günümüzde “Bilişim Çağı” terimi, 1990’lardan bugüne kadar olan süre için kullanılmaktadır.
Alberts, Papp ve Kemp’e göre Bilişim Çağı başlıca sekiz alandaki teknolojik gelişmeler üzerine kurulmuştur:
 
Gelişmiş yarı iletkenler.
Gelişmiş bilgisayarlar.
Fiber optik iletkenler.
Hücresel (mobil) iletişim teknolojileri.
Yapay uydu teknolojisi.
Gelişmiş bilgisayar ağları.
Gelişmiş insan-bilgisayar etkileşimi.
Dijital (rakamsal) iletişim ve veri sıkıştırma.
*Techworm’dan alıntı
 
Görünen o ki bu sekiz dalda uzmanlaşma en azından önümüzdeki 300 yıla damga vuracak.
Diğer yandan, Gayrı resmi (çünkü resmi olarak halen Yakın Çağ devam ediyor görünüyor) Bilişim ve iletişim çağında, en büyük şikayetin bilgi ve iletişim eksikliği oluşu kafa karıştırıcı!
*
Homosapiens için çanlar çaldı mı?
Skynet olası bir geleceğin habercisi miydi bir çok bilimkurgu gibi
Lee Sedol ile gururlanmak konusu? Dünyanın en eski ve en zor strateji oyununda yapay zekaya 4-1 yenilen fakat bu kadar da sevilen Lee Sedol Güney Koreli ve sanırım 9 dan oyuncusu. Bakın hakkında neler söylenmiş:
9 dan seviyesindeki Go stratejileri hakkında fazla bir şey bilmiyorum ama spor hakkında oldukça bilgiliyim ve Lee Sedol’ün tüm seri boyunca gösterdiği soğukkanlılık ve asalet herhangi bir şampiyonluğa yakışır seviyedeydi. Kendisi maçtan önce sıklıkla Go’nun Roger Federer’i olarak tanıtılıyordu ve bu tanımı ne kadar hak ettiği ortaya çıktı. Onun savaşçı ruhu ve durdurulamaz görünen bir rakibe karşı aniden gelişen deha parlamaları, Federer’in İsviçreli efsaneyi geride bırakan genç ve kuvvetli rakibi Rafael Nadal ile olan efsane rekabetini anımsatıyordu. Lee Sedol neredeyse kimsenin yaşayamayacağı, kendisinin de geleceğini hiç hayal edemeyeceği bir deneyim yaşadı: Ona şöhret ve servet getiren yeteneğin bir dizi sıfır ve birler tarafından geride bırakılabileceğinin yavaş ve ızdırap verici farkındalığı.” İstanbul GO Okulu’ndan alıntı

galaksiler aşkına!
Bir dizi sıfır ve birler tarafından geride bırakılabileceğinin yavaş ve ızdırap verici farkındalığı
#AlphaGO #Sapiens

Görsellere kayan dikkat

720 gün uğraşıp bir kitap yazacağıma, bir leğenin içinde oturup etrafa bulaştırmadan nasıl nar yediğimi videoya çekseydim ve youtube’da yayınlasaydım çok daha popüler olurdum :))))
Üstelik sonra yazdığım kitaplar belki nar hakkındadır diye 32 lisana çevrilirdi hahahahahahaha

Bir an gözümün önüne gelip epeyce güldürdüğü için paylaştım bunu. Her şakanın ciddi bir yanı vardır tabi, şu bir gerçek ki dünya insanlarının ilgisi görsel yapımlar tarafından özellikle kısa olan görseller tarafından avlanmış durumda, bunun bir geri dönüşü var mı bilmiyorum, bilmediğimiz bir çok etken var, bir çıkarımda bulunmak istemiyorum. Şüphesiz ki sizler de bu durumun farkındasınız bir milyon tık alan youtube paylaşımlarını görmüşsünüzdür, sizlere neler verdi? Ne denli kalıcı oldu, neler düşündürdü ve ne tür bir değişime sebep oldu? Bunların istatiksel hesaplarını da bilmiyorum. Okumamak gelip geçici bir modanın mı sonucu yoksa bitti mi bu iş?

Okuyan ve yazan nesil bu durumu insanların düşünce tembelliğine bağlıyor, muhakkak bunda da gerçeklik payı vardır. Beni güldüren bir başka tespit de şu, insanlar mesleğimi sorduklarında yazarım cevabını alınca birden çok sevinmiş, takdir etmiş görünüyorlar hatta bazılarının gözündeki hayranlığı görüyorum fakat kitap okumadığını söylüyorlar. Yani kitaplara değil yazarlarına bir hayranlık var, bu da cumhuriyet döneminden kalma bir eğitimin son kalıntıları gibi geliyor bana, umarım yanılıyorumdur. Yani bir sonraki jenerasyonda belki bu bile kalmayabilir çünkü okumaya özendirme bir süredir eğitim sistemimizde ve TV program show ve dizilerinde kalmadı. Böylece belki artık kitaba olmayan ama yazarına olan takdir bile kaybolup gidecek. Ya da hiç bilmediğimiz bir şey olacak ve geri dönecek gerçekten de bir yargı oluşturmaktan kaçınıyorum.

İletişim çağının getirisi olan dikkat dağınıklığı sorunsalı; şu anda bir çok alanda gündeme getiriliyor ve tartışılıyor, belki bu dağınıklığın kapitalizmin işine yaradığını hatta onun tarafından organize edildiği söylense de nihai anlamda mevcut eski düzenin yıkılmasına hizmet edip etmeyeceğini de kimse kesin biçimde söyleyemez herhalde. Yani yeniye geçmek, eskinin imha edilmesini sağlamak için yozlaşmanın tavan yapması gerekiyor olabilir.

Okumak bize soyut alanlarda faaliyet gösterebilmeyi öğretir, erişemediğimiz zaman ve yerlerin içine dalmamızı sağlayan bir çeşit zaman makinesi, hatta boyut makinası olarak işlev görür. Demek ki burada sorulması gereken soru şu: acaba bu basit içerikli (genelde heyecan uyandırma gayeli düşmeler, cinsel imalar vs gibi) görseller insanların soyut kapasitelerini işler hale getirmeye muktedir mi?

*

Siz de benim gibi neye inanacağını seçenlerden misiniz?
Ben seçiyorum çünkü varsayımlar ve tavırlarımız yoluyla oluşan inanç durumunun, gerçekliğimi yarattığını biliyorum, en azından öznel gerçekliğimin sebebi budur.
Oyuna uyandığınızda artık suçlama ve şikayet ile kendine acıma lüksü elinizden alınıyor! Dikkat buyrun elinizden alınıyor… Bence rüyada olmak bazı açılardan çok rahat 🙂 üstelik uyanmanın geri dönüşü de yok.
CC bunun için dünyanın çökmesi tabirini kullanmıştır. E bir kere çökünce elinizde ne kalıyor? Sorumluluğu %100 almak!
Bazen bir sohbet ya da soruya karşılık verme veya bir seminer esnasında “falanca’ya henüz inanmaya karar vermedim” dediğimi duyuyorum. İçimden gülüyorum çünkü dosdoğru bir beyan. Dikkatimizi talep eden her şey, kendine inanmamızı sağlamaya çabalar, her şey bu kapsama dahildir.
İnanmadan varlık alemlerinde yaşamak mümkün olmadığına göre, seçtiğim şeylere kapıyı açmam kadar doğal bir şey olmaz herhalde. Tabi bunlar değişmez değildir fakat öyle zahmetli çalışmalar gerekiyor ki, inanmayı seçmeden önce kesinlikle daha zevkli bir süreci sürdürmek ve sonra kararını bildirmek en evlası geliyor bana.
Tabi karar mekanizması(*) duygusal olmayan bir insanın bu lafları etmesi bekara karı boşamak gibi oldu diyebilirsiniz ve kesinlikle haklısınız 🙂
Eğer bu paylaşım dikkatinizi çektiyse açılım için şu yazıya da göz atıverin lütfen: Tıklayınız
(*) Human Design sisteminde 5 çeşit karar verme mekanizması var ve söylendiğine göre dünyadaki insanların yaklaşık %80 i Duygusal ve Sakral otoriteli