Aşka dair günlükten

Eger kisi kendi sandigi gölgesi ademde kaliyorsa, nuru goremiyordur ve gercekten asik degildir baska bi sey icin iliski kurmaktadir. AŞIK olan kendi gölgesi Ademden bi sure icin cikar ve nur ile adem arasinda “İmkan dahilindeki insan” olur böylece nurdan (Aşik oldugu insandan) nemalanir, fayda temin edip fayda verir. İşte Tanri sevgisine gecmeden once ayni mekanizmayi deneyimleyebildigi icin AŞK cok buyuk bi seydir, henuz gölge olani birdenbire MÜMKÜN VARLIK haline getirir. Tabi ask suresince olur bu kisisel askalrin suresi bellidir, bitince kisi yenilenmis gölgesine döner ama ne gam! Bır kere imkanli varlik olabilmis insan artik bunu unutamaz ve hayatini bu pozisyona bir daha ve sonsuzca ulaşmaya calişmaya adar. Âşkınız kutlu olsun.
sa
Not: Bu seneler önce bir konuya cevabi bir yorum olarak yazdığım bir şey..Kullandığım kelimeler bakılırsa ibni Arabi’den esinlendiğim anlaşılıyor.
*
Kalbim her sureti kabul eder oldu. meselâ: ceylanlara otlak, rahiplere manastır. putlara tapınak, hacılara kabe. tevrat’ın sayfaları, islam’ın mushafı oldu. dinim sevgi dinidir, onun kervanına yöneldim. sevgi dinidir dinim ve imanım… İbn-i Arabi
*
Böyle bir şiirinden haberim yoktu (bizim ülkede sakıncalı bulunmuş olabilir.) Kuantum Fizikçisi Zohar kitabını onun bu şiiriyle bitirmiş.

Amber Yıllıkları ve diğerleri

Amber Yıllıkları ilk 3 cildini bitirdim. Hayranlık ve şaşkınlık içindeyim.

GÖLGE’ye (sakinleri ona dünya diyor) hükmetme gücüne sahip birinin kendi evrenini yaratıp yaratamayacağı akademik ama geçerli bir felsefi soruydu. Nihai yanıt ne olursa olsun, pratik bir açıdan bunu yapabiliyorduk.

Polonyalı-Amerikalı fantazi ve bilimkurgu yazarı Roger Joseph Zelazny (d. 13 Mayıs 1937 – ö. 14 Haziran 1995), Euclid, Ohio, A.B.D.’de dünyaya geldi. Polonya asıllı göçmen Joseph Frank Zelazny ile İrlanda-Amerika’lı Josephine Flore Sweet çiftinin tek çocuğu olan yazar, Ohio’da büyüdü. Altı Hugo ve üç Nebula ödülünün yanı sıra Balrog, Locus, Seiun gibi kurgu edebiyatının en prestijli ödüllerini defalarca kazanmış olan Zelazny, 2010 yılında Science Fiction Hall of Fame Müzesi’ne kabul edilmiştir. En önemli eserleri “Amber Yıllıkları”, “Işık Tanrısı” ve “Bu Ölümsüz”dür. Ayrıca “Frost & Fire” adında bir hikaye ve makale antolojisi bulunmaktadır.

Desen (akaşik kayıtlar), kendisini takip etmeye çalışan gözleri aldatan, ışıltılı bir eğri çizgiler kümesiydi.

Zelazny hem zeki, hem üretken hem de bence entelektüel bir yazar. Fakat bütün bunları bilgece gizleyip sıradan-mış gibi gösterebiliyor. Dizinin diğer kitaplarını ve aslında yazdığı tüm kitapları okumak için sabırsızlanıyorum.

*

The Leftover

Dizinin ilk iki bölümünü izledim dün. Eskiden olsa hayli seveceğim bir konu fakat şimdilerde hafif bile olsa gerilim ve korku içeren yapımların içimde hoş karşılanmaması durumu ile yüzleşiyorum.Belki geçicidir bilemiyorum. Dizi bence iyi görünüyor, merak dozu yüksek, oyuncular iyi, eminim giderek daha da oturuyordur.

*

Devamını oku “Amber Yıllıkları ve diğerleri”

Aşkınız kutlu olsun.

Biraz ateş biraz duman, ortada insan. 
İmkan dahilinde olan
.

Lütfen önce şu adresten “imkân dâhilinde olan” nedir bir okuyun sevgili frekanslar, o zaman yaptığımız açıklamalar ve benzetmeler daha iyi yerine oturacaktır. https://sonsuz.us/blog/?p=4301

Arabi’nin önerdiği “ortada olabilen insan”, mümkün varlık, bence “yeni dünya” literatüründeki “yükselmiş üstadın” ta kendisidir. Su anda insanlar tahterevalli gibi iki yana yatmış durumdalar. Yükselmiş usta, her iki yönünü de bilir, yani yaratanı ve yaratılmış olanı. Standart insan ise kendini yaratılmış olanla özdeşleştirmiş olduğundan çelişkiler yumağı olarak yasayıp ölür.  Çok kaba isimlendirmesiyle buna bilim ve din diyebiliriz ama keşke bu kadar basit olsaydı. Kimse dilinin söylediği tarafta bile değil maalesef. Yani hem sağlıklı bi kuşkuya (adem/gölge) sahip olacaksın hem de sağlıklı bir imana, eşit seviyede olacaklar bünyende. Bu da Carlos Castaneda’nın Yaqui bilgeliğindeki “inanmadan inanmaktır “işte! Bir savaşçının olmazsa olmazı.

Arabi’nin aktarımından yola çıkarak; Tam olarak iman/Nur tarafına geçersen, imkanlı varlık olmaktan çıkıyorsun. Peki ne zararı var bunun? Çünkü Yaratıcı, bilinci büyütmek için bu illüzyonu kuruyor(en azından bize en yakın gelen sebep bu, tanrı kendini bilmek istemiş). Bilinci büyütmek için ise muhtelif realite düzlemlerine ihtiyaç var, ve onları kurup anlamlandıracak olan da Adem diye nitelendirilen “birey bilinci” yani şüphe. Şüphe (ayrılık bilinci) olmadan kıyas yapamazsın, anlamlar bulamaz onları istediğin kadar değiştiremezsin. Bunları yapamıyorsan, yani mümkün varlık/yükselmiş üstat konumuna gelemiyorsan sadece oyunun donörü oluyorsun. Oyun kurucu, mümkün varlik olmasan da yasamana izin veriyor çünkü oyunun devamını yeterli bi sure sağlamak istiyor. Her zaman dediğim gibi, sentez yapamıyorsan bari çocuk yap.

Zaman yani Öz/AN boyutunu bünyemize kattığımızda artik 3. Boyutta olmayacağız. Bu ne demektir? Artik bilinç ve bilinçaltı bölünmüşlüğü olmayacak, böylece sentez icin şu an uğraşmakta olduğumuz kadar caba göstermeyeceğiz, çünkü her şey apaçık ve net, an olmuşsun artik, iste o zaman cok daha yüksek düzeyde yaratıma ortak olacaksın, birlikte yaratmak denen muhteşemliğin hazzına varacaksın. Ha! bal yiyen baldan usanır o başka! Usanınca da uçurumdan(*) atlarsın, nur olursun. Bu arada uçurumdan atlamak için daha cok yolumuz var, önce bi ışık hızını gecelim hele. Benim tahminim sudur ki, ışık hızını geçmek atom alti parçacıklarının yapısını değiştirir. Yani mümkün varlık bi nura bir de ademe bakacak ya, ayni andalık yok. Fakat bu bakışlar arasındaki mesafe o kadar kısalacak ki sonunda ayni anda iki tarafı görebilecek,  iste bu takyon evreni olacak. Ben oralarda biraz hizmet etmek isterim herhalde J Aslında hepimiz oralarda, tüm düzeylerde hizmet ediyoruz da, algimiz yalnızca 3B boyutunda takılı uyanıkken. Ben artik algımın da takyon evrenine geçmesini arzu ediyorum.

Bu konu aynen aşk ilişkileri icin de geçerlidir. Madem bugün sevgililer günü belirtmeden geçmeyelim. Eger kisi kendi sandığı gölgesi ademde kalıyorsa, nuru göremiyordur ve gerçekten aşık degildir, baska bi sey icin ilişki kurmaktadır. AŞIK olan kendi gölgesi Ademden bi sure icin cikar ve nur ile adem arasında “İmkan dahilindeki insan” olur böylece nurdan (Aşik olduğu insandan) nemalanır, fayda temin edip fayda verir. İşte Tanrı sevgisine geçmeden önce aynı mekanizmayı deneyimleyebilme fırsatı verdiği icin AŞK cok büyük bi şeydir, henüz gölge olanı birdenbire MÜMKÜN VARLIK haline getirir. Tabi aşk suresince olur bu, kişisel askların suresi bellidir, bitince kisi yenilenmiş gölgesine döner ama ne gam! Bır kere imkanlı varlık olabilmiş insan artik bunu unutamaz ve hayatini bu pozisyona bir daha ve sonsuzca ulaşmaya adar. Âşkınız kutlu olsun.

“İmkan dahilinde varlık”, otomatik pilottan çıkmış insandır, bir başka benzetmeyle.

Her ne aşkınız varsa o kutlu olsun. Para, iş, güç, mekan, sanat, bi başka insan, guru, fikir. Fark etmez kutlu (*) olsun da ne olursa olsun. Aşık olduğunuz şeye kavuşacaksınız.  AŞK, Secret vari istemeye benzemez, gerçekten oldurur, eski gölgenizi/olduğunuzu sandığınız kişiyi öldürür ve yeniden doğarsınız.

 

(*) CC öğretisinde 3. Dikkate geçerek özgürleşmek anlamında kullanılan metafor

(*) Bilirsiniz KUT, öz Türkçede RUH anlamına geliyor. Kutlu olsun dediğimiz her şeyin ruhlu olmasını diliyoruz aslında.

Ego-Gölge Oyunu: Mentalist

Mentalist eski ve devam eden bir dizi, eğer takip eden varsa fark ediyordur mutlaka; Ego ve gölge durumu bu kadar iyi anlatılamazdı 🙂 Patrick, kendinde bulunan durugörü kabiliyetini şarlatanlık ve insanları kandırma diyerek reddettiği ve kendini -egosunu- hassas, iyi, hayattan beklentisi olmayan kişi pozisyonuna ittiği oranda, gölgesi olan Red John büyüyüp vahşileşiyor, kabiliyetleri ve bunu kötüye kullanma oranı artıyor. Bence bu dizi psikoloji bölümlerinde ders olarak okutulabilir, hem de zevkli bi öğret-öğrenme olur 🙂
Kendimi benden (ego) daha iyi kim bilebilir? GÖLGEm şüphesiz.

mentalist

Hasta-doktor-işgalci

Kişiler arası ilişkide bu dinamik ortaya çıktığında uyandırılan ilişki kompleksi sonuçta üç parçalı bir doğaya sahiptir; yani hasta-doktor-işgalci kompleksinde hem hasta hem de doktor bilinçli ve bilinçdışı katılım ve özdeşleşmenin çeşitli tonlarına dahil olurlar. Yaralama ve yaralanma, izinsiz giriş ve izinsiz girişe maruz kalma deneyimleri bilinçli bir biçimde kabul edilemediği ölçüde, hasta-doktor-işgalci arşetipinin asimile edilmemiş unsurları muhtemelen hasta tarafından doktora, doktor tarafından da hastaya yansıtılacaktır. Bunun üzerine doktor, yalnızca kutsal iyileştirici imgesini değil aynı zamanda beklenmedik bir biçimde izinsiz giren işgalci imgesini yüklenmiş olacaktır; kendisini ıstırap çeken pasif biri olarak gören hasta, doktor için yaralayıcı bir düşmana ya da bir saldırgana dönüşebilecektir.

İyileştirici ve hasta, adanmış bir “performansta” arşetipik olarak dağıtılmış rolleri oynamaya yönlendirilmiş aktörlerdir. İyileştiricinin potansiyel olarak karanlık tarafını, yani kutsal işgalci yok ediciyi içeren iyileştirici tanrı maskesinin ardında iyileştiricinin kişiliği fazla gölgede kalır; hastanın arşetipik rolü ricacılıktır ancak aynı zamanda bilinçdışı derinliklerinde bir iyileştirici yok edici yatmaktadır.

Arşetipik “yaralanan-yaralayan-iyileştirici” unsur­larını doktor-hasta-işgalci ilişkisindeki her iki taraf da paylaşır.
Whitmont

Turan Erdal Insanlar kendi edindikleri bilgilerle kendilerine set örerler. Hasta olanlarda da bu degisik degildir. Bir iyilestirici olarak bu setti asmak gereklidir ama hangi yöntem ile? Bu set iyi korunmaktadir ve her yapilan hamle bir saldiri olarak algilanacaktir. Söylenmek istenilen sey karsi tarafa ulasmak icin bu durumda ne yapmalidir?
Rüya Kampı-Dünya yılı 2012 Ben giderek “ne yapılması gerektiği” hususunu genelleştirmenin bizi spontanelikten yani doğal iyileşme yolundan koparacağını görmeye başladım. Bu sebeple her bir hasta-iyileştirici ilişkisinin biricik olduğunu ve o anda içimize doğacakların çok önemli olduğunu düşünüyorum, hatta danışanlarımla bunu birebir yaşıyorum. Yöntem olarak ise “soru sanatını” iyi bilmenin olmazsa olmaz bir ön şart olduğunu fark etmiş durumdayım.